İlerlemek için tek yol diyalog – Harun Yahya (Adnan Oktar)

adnan oktar diyalog malezya hristiyan

Malezya’da temyiz mahkemesinin “Allah” adını ‘sadece Müslümanlar kullanabilir’ kararını onaylamasının ardından Başbakan Najib Razak da bu kararı bir kez daha savundu. Öncelikle şunu söylemek gerekir ki bu, Malezya’da nesillerdir birlikte yaşayan Hristiyan ve Müslümanların dostluğuna yakışmayan bir karar olduğu gibi, Kuran ahlakına da uygun olmayan bir karardır.

Nüfusunun yaklaşık %40’ı Hristiyan olan Malezya’da, 400 yıl önce Malayca basılmış İncil’lerde dahi Allah isminin kullanıldığı göz önünde bulundurulduğunda bu yasağın ne gibi sorunlara sebep olacağı daha iyi anlaşılacaktır. Toplumsal huzur ve anlayışın yanı sıra dinen de “Allah” diyen bir insana “diyemezsin” yasağı getirmenin bir mantığı yoktur. Müslüman olmayan bir insanın Allah diyerek dua etmesi ve ibadet yapması rahatsız olunacak değil tam tersine sevinç duyulacak bir durumdur.

Malezya’da bu gelişmeler yaşanırken, Ortadoğu’nun en katı ülkelerinden biri olarak bilinen İran’da ise daha ilginç gelişmeler yaşanıyor. Ruhani’nin seçilmesinin ardından daha özgür bir İran hayaline yönelik önemli adımlar atılıyor. Yahudi soykırımını inkar eden dilden vazgeçilmeye başlanması, ABD ziyareti sırasında Ruhani’nin Twitter üzerinden verdiği ılımlı mesajlar, Obama ve Ruhani arasında gerçekleşen telefon görüşmesi, Ruhani’nin BM konuşmasını Tevrat, İncil ve Kuran’dan ortak değerlere vurgu yaparak bitirmesi bu adımlardan bazılarıydı. Geçtiğimiz günlerde bunlara bir güzel örnek daha eklendi.

Ruhani Başpikopos Leo Boccardi’yi makamında konuk etti. Bu görüşmenin ardından twitter yayınladığı fotoğrafla birlikte verdiği mesaj ise son derece önemliydi. Şöyle diyordu Ruhani:

“Bugün İslam ile Hıristiyanlık arasında her zamankinden daha fazla diyaloğa ihtiyaç var. Çünkü çoğu çatışmanın temelinde cehalet ve yabancılık yatıyor. Bugün İran ve Vatikan’ın ilahi öğreti temelinde yoksulluk ve eşitsizliği yenme gibi ortak hedefleri, aşırıcılık ve terörizm gibi ortak düşmanları var. Halkımın refah ve sağlığıyla ilgili sıcak dilekleriniz için teşekkürler Papa. Şiddet ve aşırıcılığa karşı bir dünya için birlikte çalışma umuduyla.”

Ruhani’nin bu sözleri aslında Kuran’da tavsiye edilen ahlakın bir yansıması. Kuran’a göre Hristiyanlar tıpkı Museviler gibi kitap ehlidir ve Müslümanların kitap ehli ile ilişkileri sevgi ve anlayış temeline dayalıdır. Buna göre, aynı peygamberlere inanan, Allah’ın varlığına iman eden, ortak ahlaki değerlere sahip olan kitap ehli ile Müslümanlar birbirlerinin karşıtı veya rakibi değil dostudur. Kitap ehlinin Hz. İsa ve Hz. Musa’ya olan sadakatleri, İncil ve Tevrat’a bağlılıkları Müslümanlar için birer güzelliktir. Müslümanlar diğer insanlara olduğu gibi kitap ehline de davette bulunurlar ama bu davetleri “en güzel şekilde” yani nezaketle, şefkatle, saygıyla olmalıdır. Davetin içeriği de Kuran’da bildirilmiştir: Bir olan Allah’a iman etmek.

Müslümanlarla kitap ehlinin ilişkilerini şekillendiren bir diğer önemli hüküm de, onların yemeğinin Müslümanlara helal olması ve Müslüman erkeklerin ehli kitaptan hanımlarla evlenmesine izin verilmesidir. Bu da  en sıcak insani ilişkinin kurulması anlamına gelir ve iki inancının mensupları arasındaki sosyal ilişkinin son derece yakın olduğunu gösterir. Aynı sofralarda oturmak, evlenerek bir ömür boyu hayatını birleştirmek iki toplum arasında bir ayrılık ve anlaşmazlık çıkarmak isteyenlere verilecek en güzel cevaptır.

Bugün, dünya üzerinde büyük bir fikri mücadelenin devam ettiği ve fikri mücadelenin iki tarafı olduğu bir gerçektir. Ancak bunun tarafları Müslümanlar ve Museviler-Hıristiyanlar değildir. Bir tarafta, sevgiden, barıştan, dostluktan yana olanlar diğer tarafta ise çatışmayı esas alanlar, kavgadan, savaştan menfaat sağlayanlar vardır.

Geçmişte üç İlahi dinin mensupları arasında çeşitli bahanelerle bazı çatışmalar, anlaşmazlıklar olmuş olabilir. Ancak bunlar, Musevilik, Hıristiyanlık ve İslam’ın özünden değil, devletlerin, toplulukların ve bireylerin hatalı karar ve düşüncelerinden, çoğu zaman da ekonomik veya siyasi çıkar ve beklentilerinden kaynaklanmıştır. Yoksa, her üç İlahi dinin ortak amaçlarından biri, tüm insanların barış, huzur, güvenlik ve mutluluk içinde yaşamalarıdır ve bu amaca aykırı olan ve çatışmayı öngören her türlü düşünce her üç dine göre de yanlıştır.

İnançlı, samimi, vicdanlı ve sağduyulu Hıristiyanlara, Musevilere ve Müslümanlara düşen ise, kötülüklere ve kötülere karşı yardımlaşmak, birlik ve beraberlik içinde çalışmaktır. Bu birlik; sevgi, saygı, şefkat, merhamet, anlayış, uyum ve iş birliği prensipleri temel alınarak bina edilmelidir.

http://kitapehli.com/

Anlaşmazlıkların ve sorunların şiddet yoluyla çözülmesi gerektiğine inananlar, baskıcı ve despot uygulamalarıyla insanlara zulmedenler, zulümlerini kendilerince meşrulaştırmaya çalışanlar karşısında iman edenlerin iş birliği önem kazanmaktadır.

O halde gelin birlik olalım, çatışma ve kavgaya sürükleyen her türlü sebebin ortadan kalkmasına vesile olalım. Bu birlikteliğin önündeki en büyük engel olan yobazlığa karşı hep birlikte mücadele edelim. Birbirimizi sevelim ve koruyalım. Farklılıklarımızı çatışma sebebi yapmayalım. Birlik ve beraberliğimizi ortak inançlarımız üzerine kuralım..

Bu makalenin orjinali “Malaysia Today” sitesinde İngilizce olarak aşağıdaki linkte yayınlanmıştır:

http://www.malaysia-today.net/mtcolumns/guest-columnists/60350-dialogue-is-the-only-way-forward

Kuran Mucizeleri 28: Mekke’nin fethi

kuran mucizeleri mekke'nin fethi harun yahya adnan oktar

 

Andolsun Allah, elçisinin gördüğü rüyanın hak olduğunu doğruladı. Eğer Allah dilerse, mutlaka siz Mescid-i Haram’a güven içinde, saçlarınızı tıraş etmiş, (kiminiz de) kısaltmış olarak (ve) korkusuzca gireceksiniz. Fakat Allah, sizin bilmediğinizi bildi, böylece bundan önce size yakın bir fetih (nasib) kıldı. (Fetih Suresi, 27)

Peygamber Efendimiz, Medine’de iken gördüğü bir rüyasında, müminlerin güven içinde Mescid-i Haram’a girdiklerini ve Kabe’yi tavaf ettiklerini görmüş ve müminleri bu haberle müjdelemişti. Çünkü, Mekke’den Medine’ye hicret eden müminler, o zamandan beri Mekke’ye gidemiyorlardı.

kabe mekke adnan oktar kuran mucizeleri mekke'nin fethi

 

Allah, Peygamberimiz (sav)’e katından bir yardım ve destek olarak Fetih Suresi’nin 27. ayetini vahyetmiş ve rüyasının doğru olduğunu eğer Allah dilerse müminlerin Mekke’ye girebileceklerini bildirmiştir. Gerçekten de, bir süre sonra, önce Hudeybiye Barışı ve ardından gelen Mekke’nin fethi ile, Müslümanlar aynı ayette bildirildiği gibi güven içinde Mescid-i Haram’a girmişlerdir. Böylece Allah, Peygamber Efendimizin önceden haber verdiği müjdenin gerçek olduğunu göstermiştir.

Ancak burada dikkat edilmesi gereken önemli bir nokta vardır. Fetih Suresi’nin 27. ayetine dikkat edilirse, Mekke’nin fethinden önce gerçekleşecek bir başka fetihten daha söz edildiği görülecektir. Nitekim ayette haber verildiği gibi Müslümanlar, önce Yahudilerin elinde bulunan Hayber Kalesi’ni fethetmişler, daha sonra da Mekke’ye girmişlerdir.190

Mekke’nin fethinin müjdelendiği diğer ayetlerden bazıları ise şöyledir:

Onlara karşı size zafer verdikten sonra, Mekke’nin göbeğinde ellerini sizden ve sizin de ellerinizi onlardan çeken O’dur. Allah, yaptıklarınızı hakkıyla görendir. (Fetih Suresi, 24)

Şüphesiz, Biz sana apaçık bir fetih verdik. Öyle ki Allah, senin geçmiş ve gelecek (her) günahını bağışlasın, üzerindeki nimetini tamamlasın ve seni dosdoğru bir yola yöneltsin. Ve Allah, sana ‘üstün ve onurlu’ bir zaferle yardım etsin. (Fetih Suresi, 1-3)

İsra Suresi’nin 76. ayetinde ise, inkarcıların da Mekke’de kalamayacakları şöyle bildirilmiştir:

Neredeyse seni (bu) yerden (yurdundan) çıkarmak için tedirgin edeceklerdi; bu durumda kendileri de senden sonra az bir süreden başka kalamazlar. (İsra Suresi, 76)

Peygamberimiz (sav) Hicret’in 8. yılında Mekke’ye girerek bu şehri fethetmiştir. İki sene sonra da, Allah’ın Kuran’da bildirdiği gibi inkarcılar Mekke’den çıkmışlardır. Burada önemli olan bir başka nokta ise şudur: Peygamber Efendimiz müminlere bu müjdeleri verdiğinde, mevcut durum hiç de bu yönde değildir. Hatta, koşullar tam aksini göstermekte, müşrikler müminleri kesinlikle Mekke’ye sokmamakta kararlı görünmektedirler. Bu ise, kalbinde hastalık olanların, Peygamber Efendimizin söylediklerine şüphe ile bakmalarına neden olmuştur. Ancak Peygamberimiz (sav) Allah’a güvenerek, insanların ne diyeceklerini hiç önemsemeden, Allah’ın kendisine bildirdiğine iman etmiş ve bunu insanlara açıklamıştır. Söylediklerinin yakın bir gelecekte gerçekleşmesi de Kuran’ın önemli bir mucizesidir.

190. İmam Taberi, Taberi Tefsiri, c. 5, Ümit Yayıncılık, :İstanbul, s. 2276.

Video: http://www.youtube.com/watch?v=XqA_sMWBHNU

Kuran Mucizeleri internet sitesi: http://kuranmucizeleri.com/

Kuran Mucizeleri – Cilt 1
http://harunyahya.org/tr/Kitaplar/825/Kuran-Mucizeleri-%E2%80%93-Cilt-1

kuran mucizeleri cilt 1 harun yahya adnan oktar

Kuran Mucizeleri – Cilt 2
http://harunyahya.org/tr/Kitaplar/19383/Kuran-Mucizeleri-%E2%80%93-Cilt-2

kuran mucizeleri cilt 2 harun yahya adnan oktar

Kuran Mucizeleri – Cilt 3
http://harunyahya.org/tr/Kitaplar/17432/Kuran-Mucizeleri-%E2%80%93-Cilt-3

kuran mucizeleri cilt 3 harun yahya kitap

Didem Ürer: Türkiye eksenli yeni dünya düzeni

didem urer adnan oktar

 

İsrail-Gazze-Batı Şeria üçgeninde barış ve uzlaşmayı sağlama gücüne sahip tek ülke Türkiye’dir. Her üç taraf da bu gerçeği kabul etmektedir. Bu nedenle Türkiye’nin bu fırsatı iyi değerlendirmesi ve bölgedeki tarihi rolünü ustalıkla yerine getirmesi çok hayatidir.

Devamı: http://haber.rotahaber.com/turkiye-eksenli-yeni-dunya-duzeni_415745.html#.UoJEtMU6Ji4.facebook

Barışın önündeki engel: Bağnazlık – Harun Yahya (Adnan Oktar)

adnan oktar yobaz yobazlar bagnaz bagnazlar

 

Sokakta kime sorarsanız size dünya çapında barışı sağlama ihtimalinin çok düşük olduğunu söyleyecektir. Nereye baksak çatışmalar, iç savaşlar ve ciddi gerilimlerin olduğunu görüyoruz…

Aslında barış ve sükuneti tesis etmek Allah’ın dilemesiyle çok kolaydır.

Barışı tesis etmek için öncelikle yapmamız gereken dünyada yaşanan savaş ve çatışmaların arkasındaki gerçek nedenleri ortaya koymaktır.

İster kabul edelim ister etmeyelim, Ortadoğu görülmemiş bir aciliyetle yardım bekliyor. Bu ister İsrail, Irak ya da Pakistan’da dehşet saçan intihar bombacıları, ister Irak’taki mezhep çatışmaları, ister Afganistan’da bir türlü bitmeyen iç savaş ya da Suriye’deki kanlı iç savaş olsun, bölgede giderek şiddetlenen politik ve dini krizi görmezden gelmek mümkün değil.

Bu durum sadece bölgeyi değil tüm dünyayı etkiliyor. Müslüman ülkelerde görülen bu karmaşanın ana nedenlerinden birisi radikalizm ya da diğer adıyla bağnazlık…

Ancak bağnazlığın gerçek İslam’la karıştırılmaması çok önemlidir. Dindar bir çevreden gelip, Müslüman olduğunu iddia ederek din adına savaş başlatan, kan ve ölümleri teşvik eden kişiler yüzünden Müslüman olmayan bazı kişiler gerçek İslam’ı bağnazlıkla karıştırabilmektedir. Aslında bu kan dökücü sistemin gerçek İslam ile hiçbir ilgisi yoktur ve İslam’ın özüne  tamamen aykırı olan çok yanlış bir ideolojidir.

Bağnazlar, Kuran’da yeri olmayan yasaklarla insanların özgürlüklerini kısıtlamak isterler. Onlara göre gülmek, müzik dinlemek, masada yemek yemek, çatal ve bıçak kullanmak günahtır. Namaz kılmayanların öldürülmeleri, zekat vermeyenlerin dövülmeleri ve oruç tutmayanların da hapse atılmaları gerektiğini savunurlar. Hatta İslam’dan çıkıp başka bir dini benimseyen kişilerin ölümle cezalandırıldığı bazı Müslüman ülkeler bugün halen mevcuttur.

Bağnazlığın savunduğu din sapkın bir vahşet dinidir.  Böyle bir ortamda kimse düşüncelerini serbestçe açıklayamaz. Herkesin kendi fikirlerini benimsemelerini beklerler; aksi takdirde cezalandırılırlar. Oysa ki Allah Kuran’da bizlere  “dinde zorlama olmadığını” açıkça bildirmiştir. (Bakara Suresi, 256).

İslam dini; düşünce, ibadet ve fikir özgürlüğünü savunan, herkesin hakkını koruyan daha da önemlisi herkes için gerçek özgürlüğü tesis eden bir dindir. Müslümanların idaresindeki bir toplumda sadece Müslümanların değil (ya da sadece İslami bir mezhebin değil), Hristiyanların, Musevilerin, Budistlerin ve ateistlerin de dahil herkesin barış, adalet ve sevgi içinde yaşayabileceği bir sistem esas alınmıştır.

İstemediğimiz bir sıklıkla haberlerini duymaya devam ettiğimiz intihar saldırıları ve bombalamaların arkasındaki temel nedenlerden birisi Kitap Ehli’ni düşman olarak gören bağnaz düşünce yapısıdır; oysa ki Kuran’da Kitap Ehli olarak belirtilen Hristiyan ve Musevilere karşı hiçbir şekilde nefrete yer yoktur. Bunun tam aksine Müslümanlara, kitap ehline karşı sevgi ve şefkat göstermeleri, onları koruyup kollamaları öğütlenir. Allah, Müslümanların Hristiyan ve Musevilerin hazırladıkları yemeklerden yiyebileceğini ve onlardan hanımlarla evlenebileceğini Kuran’da açıkça belirtmiştir.  (Maide Suresi,5)

Bir önceki makalemde belirttiğim gibi, Malezya mahkeme kararının  Müslüman olmayanların ‘Allah’ ismini kullanmalarını yasaklaması bağnaz sistemi vurgulaması açısından önemlidir. Söz konusu kararın bir mantığı olmadığı gibi dinen de kabul edilebilirliği yoktur. Alınan bu karar İslam’a tamamen aykırıdır,  dolayısıyla kararın hemen iptal edilmesi gereklidir.

Gerçek İslam ve bağnazlık arasındaki diğer bir önemli fark ise bağnazların sanat ve güzelliği bir günah gibi görmeleri; Kuran’da ise sanat ve güzelliğin çok sıkça övülmesidir. Kuran’da Müslümanların bir araya geldiklerinde en güzel kıyafetlerini ve takılarını takınmaları emredilir. Cennet ise sanat, güzellik ve ihtişamın en yüksek noktasıdır. Dolayısıyla Kuran’da tarif edilen ve Allah’ın cennette olacağını haber verdiği kalite ve güzelliğin İslam dünyasında hakim olması gerekir.

Bağnazların Kuran’a tamamen zıt bir mantıkla kadınları yarı insan olarak gördükleri de bir gerçektir. Oysa bir toplumun kalitesi ve modernliği, o toplumda kadına verilen değerle doğru orantılıdır.

Kadın ve erkek Kuran’da her açıdan eşittir. Kadınlar ve erkekler, Peygamberimiz (sav) zamanında hayatın her alanında birlikteydiler. Peygamberimiz Hz. Muhammed (sav)’in eşi Hz. Hatice (ra)’ nin bölgenin önde gelen, ticaretle uğraşan kişilerden biri olması,  kadınların sosyal hayatta çok aktif olabileceğinin açık bir delilidir. Bu dönemde kadın ve erkek sahabeler, İslam diniyle yeni tanışanlara İslam’ı tebliğ etme ve sosyal barışı sağlama konusunda eşit haklara sahiptiler.

İnsanlar Kuran’daki sevgi anlayışını benimsediklerinde Allah’ın izniyle İsrail-Filistin anlaşmazlığı gibi konular da kalmayacaktır. Üç semavi dinin mensupları, aynı geçmişte olduğu gibi şimdi de Kudüs’te barış, sevgi, birlik ve kardeşlik içinde yaşayabileceklerdir.

Şu konu son derece önemlidir:  Radikal gruplara silah, darbe veya askeri güç ile karşılık vermek yalnız bu grupları daha fazla güçlendirir. Eğer insanlar bunun yerine İslam ve Kuran hakkında doğru bilgilerle donatılsalar, bu terör gruplarına verilen destek sona erer, bağnazların yanlış düşünceleri ortadan kalkar ve can damarları fikren kesilmiş olur.

Özellikle Batı dünyasındaki Müslüman olmayan kişilerin Müslümanlar tarafından bağnazlığa karşı verilen fikri mücadeleye destek olması gerekir. Bağnazlıkla mücadele eden Müslüman kurumların desteklenmesi ve etkilerinin daha güçlü şekilde ortaya koyulması gerekir.

Müslümanlar bağnazlığı ortadan kaldırarak gerçek Kuran ahlakına göre yaşamaya başladıklarında dünyadaki tüm insanlar mutluluk, barış ve huzura Allah’ın izniyle en kısa sürede kavuşacaklardır.

Makalenin orjinalini aşağıdaki linkten okuyabilirsiniz:

http://www.thejakartapost.com/news/2013/11/08/bigotry-stands-way-peace.html

Ücretsiz kitap: Münafıklıkla Mücadelenin Önemi
http://harunyahya.org/tr/Kitaplar/37794/Munafiklikla-Mucadelenin-Onemi

adnan oktar munafiklikla mucadelenin onmei bagnaz yobaz

Adnan Oktar: Gerçek İslam’ın Yaşanmasını Engelleyen Büyük Bela: Bağnazlık

adnan oktar bagnaz bagnazlik yobaz yobazlik munafik munafiklik

 

Dünyanın dört bir yanındaki İslam ülkelerinde silahlı çatışmalar, baskıcı rejimler, karşıt görüştekiler arasındaki şiddet ve terör sürüp gidiyor, demokrasi anlayışına tamamen ters düşen darbeler yapılıyor.

Irak ile başlayan, Suriye ile devam eden ve en son Mısır’da gündeme gelen bu ilkel müdahaleler, adeta tüm İslam ülkelerinde bir filmin tekrarı gibi görünüyor. Bütün bunların temel nedeni nedir? İslam ahlakının yaşanmasını engelleyen ve çoğu İslam ülkesini saran belaların kaynaklarından biri olan bağnazlık nasıl engellenir?

www.turkislambirligimujdesi.com

Günümüzde teknolojik olanakların ve internet bağlantısının gelişmesiyle birlikte insanların büyük bir kısmının genel kültürleri dünya düzeyinde gelişmekte ve modern dünyaya kolaylıkla adapte olmaktadırlar.

Bu nedenle modern dünyayı tanıyan insanlara İslam ülkelerinin yasaklamalarla dolu bağnaz bir hayat sunması, bir kısım insanları İslam’dan uzaklaştırmaktadır. Üstelik şu an iç karışıklıkların yaşandığı Müslüman ülkelerin pek çoğunda modernliğe yoğun bir karşı olma yanılgısı da hakimdir. Oysa İslam ülkelerinin yapması gereken, Kuran’da bildirilen ve insanların içini açacak rahat bir hayat tarzını hedeflemeleridir.

İslam’ı dünyaya yanlış tanıtan bu bağnazlık tehlikesinden ve modern dünyaya olan düşmanlıktan kurtulmak için yapılması gerekense gerçek İslam ahlakına uyulmasıdır. İslam Ülkeleri Çok Bakımlı ve Estetik Hale Getirilmelidir Günümüzde pek çok İslam ülkesinde ekonominin düzeltilmesi ile birlikte tüm sorunların çözüleceği yönünde yanlış bir anlayış var. Elbette ekonominin gelişmesi ve halkın refah düzeyinin artması gereklidir. Ancak sadece ekonominin gelişmesi modern bir dünyanın oluşması için yeterli değildir.

Pek çok İslam ülkesinin yerleşim yerleri (dini mekanları, müesseseleri, bölgeleri tenzih ederiz) kavruk, siyah, gri-kahverengi ve temiz olmayan bir görünümdedir. Bu şehirlerde güzel binalara rastlansa bile bunlar ruhsuz, doğal güzelliklerden, mutluluk ve sevecenlikten yoksun taş yapılardır. Bu nedenle hiçbir Avrupa ve Amerika şehrinde görülmeyecek derecede bakımsız perişan ve karmaşık bir görüntü bazı İslam şehirlerinde hakim olmuştur. Unutulmamalıdır ki; insana, insan sevgisine ve insanların sanattan estetikten zevk almalarına yönelinmezse kalite ve modern yaşam asla gerçekleşemez. İslam ülkelerinin modern, estetik ve bakımlı hale gelmesi için Kuran’da kastedilen ve Yüce Allah’ın cennette anlattığı kalite ve estetik anlayışının bu ülkelerde hakim olması gereklidir.

Allah’ın Kuran’da anlattığı sanat ve estetik anlayışı üstün bir seviyededir. Binaların temiz, aydınlık, ferah olması, park ve bahçelerin düzenlenmesi, çiçeklerin ekilmesi, heykellerle donatılmış güzel havuzların yapılması, yol boyunca ekilmiş çeşitli meyve ağaçları, büyük sanat merkezleri, galeriler, tiyatro ve konser salonları İslam ülkelerinin genelinde hakim olmalıdır.

Liderler Her Kesime Karşı Sevgiyi, Şefkati Esas Alan Bir Üslup Geliştirmelidirler

İslam ülkelerindeki liderlerin bir kısmının görünümleri, üslupları, kızgınlıkları ve öfkeleri halk üzerinde itici bir ruh hali oluşturmaktadır. Liderlerin büyük bir kısmının konuşmalarında sevgi sözcükleri bulunmamaktadır. Bir kısmı modern bakış açısından uzaktır, sanata, estetiğe ilgileri yoktur. Müzikten, resimden, heykelden hoşlanmazlar. İyi, güzel olan değişikliklerden haberleri olmaz. Halka baskı yapan, sürekli akıl veren, kendilerince hizaya getiren, üst perdeden konuşmalar, mesafeli tavırlar İslam ülkelerinin pek çoğunda karanlık bir ruhu hakim kılar. Bu liderlerin büyük kısmı gençlerle diyalog kurmaz veya kursalar bile soğuk ve üst perdeden konuşurlar. Bu sebeplerden dolayı halk bu liderlerden sıkılır, onları bunaltıcı ve itici bulur. Oysa Kuran sevecen, şefkatli, yumuşak olunmasını emreder. Allah pek çok ayetinde halim karakterli olmayı över ve peygamberlerin halim karakterli olduklarını vurgular.(1)

“… Doğrusu İbrahim, çok duygulu, yumuşak huyluydu.” (Tevbe Suresi, 114)

Gençlerle kolay diyalog kuran, onların isteklerini dinleyip akılcı çözümler üreten, toplumun her kesimini kucaklayan, herkesi seven, şefkatle bakan, esprili, mütevazı bir üslupla konuşan ve güzel söz söyleyen, giyimi, sanata, estetiğe bakış açısı son derece modern liderlerin iktidarda olması, bu liderlerin herkese zengin bir ruhla yaklaşan bir tavır içinde olmaları, Allah’ın inşaAllah İslam ülkelerine güzellik getirmesine vesile olacaktır.

www.Allahayonelmek.com

Kuran’ın Kadınlara Yönelik Güzel Bakış Açısı Yaşanmalıdır

İslam ülkelerinde kadınlar, Kuran ahlakının yaşanmamasından dolayı toplumun en çok baskı ve eziyet gören kesimini meydana getirir. Çünkü bu ülkelerdeki bağnaz zihniyet Kuran’ın tam tersine kadınları, sadece temizlik yapan, hizmet eden, ikinci sınıf bir varlık olarak görür. Hatta kadının kişiliğinin, ahlaki özellikleri ve yeteneklerinin, fiziksel yapısıyla orantılı olarak daha sınırlı olduğuna inanılır. Örneğin toplumda “erkek işi” ya da “kadın işi” diye ayırt edilen konular vardır.

Tüm bu sayılanlar nedeniyle birçok toplumda kadınlar mutlu değildirler. Elbette samimi inananlar Allah’ın kadınlara verdiği değeri bilmekte ve kadınlara yönelik geliştirilen bu hurafelere hiçbir zaman inanmamaktadırlar. Fakat bağnaz kişilerin uydurduğu bazı hurafeler sebebiyle bir kısım kişiler tarafından kadınların erkeklerden sözde daha aşağı varlıklar olarak görüldüğü bir gerçektir.

İslam adı altında da -bağnaz mantıkta olan bu kişiler-, kadını yarım insan olarak görmeye ve göstermeye çalışmaktadırlar. Örneğin kadınlarla ilgili hurafe sözleri sanki Peygamber Efendimiz (s.a.v.) söylemiş gibi iftira ederek kadınlara kötü muamele edenler bile vardır. Kuran’da kadınların namazı bozacağı ile ilgili bir hüküm yoktur ve Peygamberimiz (s.a.v.) de Kuran’a uymayan böyle bir sözü asla söylemez. Ama bağnaz mantıktaki kişiler haşa kadınla köpeği ve domuzu eş tutarak sözde Müslümanları kadına değer vermeyen ve dışlayan kişiler gibi gösterirler.

• “Namazı bozan şeyler kara köpek, eşek, domuz ve kadındır.” (Sahihi Müslim, Salat 265; Tirmizi Salat 253/338 Ebu Davud, Salat, 110/720)

• “Ev halkının kadının evde kırbacı, sopayı görebileceği bir yere asın. Çünkü bu onları hizaya getirmede, edeplendirmede daha etkindir.” (Şevkani, el-Fevaid, Nikah, s.137, h.389/61)

Bu yanlış mantığa göre kadın öyle bir varlıktır ki, sözde her an uygun olmayan bir hareket yapabilir, aklı eksiktir, dolayısıyla sopayı sürekli hazır tutarak kadını hiza etmek gerekir. Bu hurafe sözleri gerçek diye uygulayan bir toplumun sevgisiz ve gaddar olacağı açıktır. Gerçekte Kuran’ın şefkat ve merhametli ruhuyla bağdaşmayan gerçek dışı hurafelerin bir toplumu yaralayacağı da çok bellidir.

İslam ülkelerinde kadınlara yönelik bağnaz düşüncenin çok büyük bir tehlike oluşturduğu açıktır. Elbette fiziki güçleri ve yapıları bakımından bir kadının yapabilecekleriyle bir erkeğin yapabileceği işler birbirinden farklıdır. Ancak bu ayrım kadının akıl ve beceri yönünden de daha güçsüz olması anlamına gelmez. Günümüzde kadınlar pek çok alandaki bilgi ve becerileriyle bu ön yargının geçersizliğini ortaya koymuşlardır. Kuran’da kadınların bilgi, beceri ve yönetme güçlerine Sebe Melikesi örneği ile dikkat çekilmiştir. Allah kadınların yönetici olabileceğini

“Gerçekten ben, onlara hükmetmekte olan bir kadın buldum ki, ona herşeyden (bolca) verilmiştir ve büyük bir tahtı var.” (Neml Suresi, 23) ayeti ile, kadınların son derece doğru kararlar verebileceğine ise “Ona: “Köşke gir” denildi. Onu görünce derin bir su sandı ve (eteğini çekerek) ayaklarını açtı. (Süleyman:) Dedi ki: “Gerçekte bu, saydam camdan olma düzeltilmiş bir köşk-zemindir.” Dedi ki: “Rabbim, gerçekten ben kendime zulmettim; (artık) ben Süleyman’la birlikte alemlerin Rabbi olan Allah’a teslim oldum.” (Neml Suresi, 44) ayetiyle dikkat çekmiştir. Unutulmamalıdır ki; ancak kadınlar ve gençler alabildiğince özgür bir şekilde toplum içindeki yerlerini aldıklarında sağlıklı bir ülkeden bahsedilebilir.

Bunun için bağnazlığın en büyük mağdurlarından olan kadınlara layık oldukları değerin verilmesi, hak ve özgürlüklerinin korunması, sosyal yaşamda ve siyasette tüm toplum ile eşit konuma getirilmeleri hayati önem taşımaktadır. Eğer kadınlar huzurlu ve rahatlarsa, toplum da huzurlu olur. Kadın haklarının ön plana çıkartılması, Allah’ın Kuran’da Hz. Meryem (a.s.)’ı bitki gibi yetiştirdiğini bildirerek kadınların zarif, narin, temiz ve değerli olduğuna dikkat çektiği gibi, kadınlara özen, şefkat, saygı ve sevgi gösterilmesi gereklidir.

Kadınları “yarım insan” gören, kendilerince aşağılayan bağnaz mantıktaki kişilerin Kuran’la tamamen çelişen düşünceleri yerine, Sebe Melikesi örneğinde olduğu gibi kadınlara toplumun her kademesinde görev veren bir sistemin benimsenmesi son derece önemlidir. İslam ülkelerini yöneten liderlerin bu amaçla, çok fazla sayıda modern kaliteli genç kızlar, başı açık hanımlar, dekolte giyinen bayanlar, çarşaflı ve başı örtülü hanımlarla halkı kucaklayan bir üslup geliştirmeleri, bağnaz zihniyetin değişmesi açısından en hayırlı ve doğru yoldur.

Kadınların toplumun her kesimindeki insanlar gibi özgür olmaları Kuran’ın bir emridir.

www.Kuranrehberdir.imanisiteler.com

İslam ülkelerinin neredeyse tamamına hakim olan Kuran dışı kaynaklara ve hurafelere dayanan bağnaz anlayış, yanlış bir şekilde İslam olarak algılanmaktadır. İslam’ın özüyle ve Kuran’ın ruhuyla tamamen zıt olan bağnaz zihniyet, İslam dünyasının genelinin sanat, bilim ve teknolojiden uzak oluşunun, fikri ve maddi geri kalmışlığının sebebidir. Dolayısıyla İslam aleminin sanat, güzellik ve estetiğe de önem vermesi son derece önemlidir.

Müslümanlar modernlikleriyle herkese örnek olmalı ve herkesi son derece şık, temiz ve kaliteli bir görünüm ve yaşam şekline teşvik etmeli, özellikle gençlerin de bu yöndeki meşru özgürlüklerini koruyan bir politika izlemelidirler. Özgürlükler her zaman için Müslümanların lehinedir; çünkü din asıl olarak özgürlük ortamında yaşanır.

www.Adnanoktardiyorki.com

İslam Ülkelerinin Kitap Ehli’ne Şefkatle Yaklaşması Kuran’a Uygun Olan Tavırdır

Dünyanın birçok yerinde Müslümanlık ‘bağnazlık’ olarak algılanır. Bağnazların birtakım hurafeleri, uydurma yasakları, şiddet ve nefret içeren ruh hallerini İslam dini gibi göstermeleri bunun en büyük sebebidir. Bu kişilerin Kitap Ehli’ne bakış açıları da nefret üzerine kuruludur. Oysa İslam’da Kitap Ehli’ne (Musevi ve Hristiyanlara) karşı nefret yoktur. Tam aksine Kitap Ehli’ne karşı şefkat, koruma ve sevgi esastır.

Yüce Allah, Maide Suresi 5. ayette Musevi ve Hristiyanların yemeğini Müslümanlara helal kılmıştır. Aynı ayette bir Müslümanın Kitap Ehli’nden bir kadın ile evlenebileceği bildirilmiştir. Yani Kuran ayetine göre bir Musevi veya Hristiyan nefret duyulacak bir varlık değil, Müslümanın dünya ve ahiret hayatını birlikte geçireceği eşi, sevdiğidir. Araf Suresi’nin 159. ayetinde Allah Museviler arasından “hakka ileten bir topluluk” olduğunu bildirir. Al-i İmran Suresi 113, 114 ve 199. ayetlerde, Kasas Suresi 52. ayette, Nisa Suresi 162, Bakara Suresi 62, Maide Suresi 12 ve 69. ayetlerde Allah, “Allah’a derin bir imanla iman eden Musevi Hristiyanların varlığını” haber vermiş, onları güzel bir ecirle müjdelemiştir.

İşte bir kısım bağnazların nefretle andığı Kitap Ehli, Kuran’a göre Müslümanların dostu, arkadaşı, hatta eşidir. Bu nedenle İslam ülkelerinin yapması gereken Avrupa’ya kapılarını açması, İsrail’le bağlantı içinde olmasıdır. Kitap Ehli’nin Allah’ın kulu olduğu unutulmamalıdır. Bu nedenle dindar Hristiyanlara ve Musevilere karşı öfke beslemek, onlardan nefret etmek Kuran’a göre günahtır ve Kitap Ehli’ne karşı da çok yakışıksız bir tavırdır.

İslam liderlerinin yapması gereken Hristiyanları ve Musevileri de yanlarına alıp şefkatle kucaklamalarıdır. Dostluk ve kardeşlik ruhunun Peygamberimiz (s.a.v) dönemi, sahabe dönemi gibi tüm İslam alemini sarması gerekir.

Sayın Adnan Oktar: “Bağnaz zihniyet ortadan kalktığında, Avrupa Birliği Türkiye’yi hemen kabul eder…” Türkiye’yi Avrupa Birliği’ne almama nedenleri bağnazlık. Bu düzeldiğinde derhal alırlar. Bunun dışında almazlar. Günther Oettinger’in “Diz üstü sürünerek gidip Türklere ‘Bize katılın’ teklifinde bulunacaklar” sözleri, hoşumuza gitsin, gündem olsun, manşet olsun diye söylenmiş bir söz. Nitekim istediği gibi bütün gazetelerde de sürmanşet oldu. Yoksa hiçbir Avrupalı öyle bir şey yapmaz. Öyle bir şey yok. Yani adamın hayatını felç edecek bir tavırdan bahsediyorsun sen. Mesela iltifat da yasak. Avrupalılar birbirlerine iltifat ederler. İltifat yasak, gülmek yasak. Parfüm yasak, diş fırçası bile yasak. Mesela kadının allık sürmesi yasak, dudak boyası kullanması yasak. Oysa Avrupalılar hep bakımlı gezerler.

Tertemiz, bakımlı gezerler ama bu yasak, haram. Hepsine fasık gözüyle bakacaklar, hepsine acayip insan gözüyle bakacaklar. Adam buna tahammül edebilir mi? Sıkılır, rahatsız olur. Bir insana bir insan sürekli bu gözle bakarsa, nasıl rahat etsin o insanın yanında? Böyle suçlayan ve aşağılayan bir üslup kullanırlarsa adamın izzet-i nefsine dokunur. Rahat yaşayamaz. Mesela bu mantıkta süslü, bakımlı bir ev olmuyor, yani aklına gelen her şey yasak. İnanılır gibi değil. Böyle bir hayatı istemezler. Böyle hayatı isteyenleri de istemezler. Dolayısıyla bu geçiştirilecek bir konu değil. Ortada böyle büyük bir hastalık var. Bütün bunların bağnaz insanların görüşü olduğunun; Kuran’ın, İslam’ın bu şekilde olmadığının anlatılması lazım.
(Adnan Oktar, 22 Şubat 2013, A9 TV)

www.Kurandamehdiyet.com

Bağnazlığın Getirdiği Yasaklar Yerine Kuran’ın Demokrasi ve Özgürlük Anlayışı Benimsenmelidir

Bağnazlar asla Kuran’da yeri olmayan yasaklarla insanların özgürlük içinde yaşamalarını kısıtlarlar. Onlara göre gülmek, müzik dinlemek, parfüm kullanmak, masada yemek yemek, çatal-bıçak kullanmak haramdır. Kadınlar eve kapatılması gereken, süslenmesine güzel giyinmesine izin verilmeyen yarım insanlardır. Bazı hayvanlar lanetlidir. Örneğin kertenkele öldürmenin sözde sevap olduğu gibi dinde asla yeri olmayan hurafelere inanırlar. Namaz kılmayanın öldürülmesini, zekat vermeyenin boynunun vurulmasını, oruç tutmayanın hapsedilmesini isterler.

Hayatı güzelleştiren sanat ve estetiği ve müziği yasaklarlar. Kaliteyi arttırdığı halde, eleştiriyi, özgürlüğü ifade ettiği halde, farklı görüşleri yasaklarlar.Oysa İslam şefkat dinidir ve Kuran’ın hükmü gereği “dinde zorlama yoktur” (Bakara Suresi, 256). Bağnazların çıkardığı dehşet dinindeki gibi “dinini değiştireni öldürün!” şeklindeki vahşete dayalı düşünce yapısı İslam dininde kesinlikle yoktur. İslam insanlara düşünce, ibadet ve ifade özgürlüğü sağlayan, insanların her türlü hakkını koruma altına alan ve daha da önemlisi insanlara gerçek özgürlüğü sunan bir dindir.

Unutulmamalıdır ki; Allah insanlara kolaylık, rahatlık, mutluluk ve neşe diler. Allah kullarına zulmedici değildir. Allah’ın emri olan din insanlara en huzurlu, en mutlu, en güvenli, en asil, en kaliteli, en rahat, en zevkli yaşamın nasıl olacağını gösterir. Halkı İlgilendiren Kararlar İstişare Meclisi Kurularak Verilmelidir İslam ülkelerinde sözde demokrasi adına halkı ezmeyi, yok etmeyi, acı çektirmeyi alışkanlık haline getirenlerin, kargaşalardan ahlaksızca menfaat edinmeye çalışanların, Müslümanların özgür seçimlerine zerre değer vermeyenlerin, daha da acısı Müslümanları neredeyse insan yerine koymayanların sayısı azımsanmayacak kadar çoktur.

Bu durum özellikle Suriye ve Mısır örneklerinde görülmektedir. İslam ülkelerinin pek çoğundaki bağnaz zihniyetin ve İslam’da yeri olmayan ağır cezalandırma sisteminin, fikrinden başka hiçbir suçu olmayanları tutukladıklarına, çocukların kadınların üzerine kurşunlar yağdığına, keskin nişancıların görev başında olduklarına, baltacıların dehşet saçtıklarına tüm dünya şahit olmaktadır. Özellikle bu ülkelerdeki derin devlet yapılanmaları bağnaz zihniyeti sebep göstererek sürekli yeni kavga çıkarma yönünde hareket etmektedir.

Oysa halkı birbirine karşı kışkırtıp fitne çıkarmak, düşman görmelerini engellemek ve demokratikleşmenin önünü açmak son derece kolaydır. Özgürlükleri genişleten, modernliği teşvik eden, bilimi ve sanatı destekleyen, herkese birinci sınıf insan olduğunu hissettiren, durağan ve ağır bir yapı yerine zinde, dinamik, modern ve kaliteli bir yapının benimsenmesi bu oyunu bozacaktır. “Yaşam alanımıza karışılıyor” düşüncesinin değişmesi ve fitne odaklarının susturulması için halkın isteklerini dile getiren bir temsilciler heyetinin kurulması bu oyunun bozulmasında etkili olacaktır.

Tek yönlü dayatmacı ve yasaklayıcı bağnaz zihniyetin değişmesinin en etkili yöntemlerinden biri de budur. Gençlerden, farklı kesimlere mensup halktan, açık ve kapalı hanımlardan, farklı mezhepler, siyasi görüşler ve dinlere mensup kişilerden seçilecek bir temsilciler heyeti ile herkesin istediğinin dinlenmesi, alınan kararların bu heyetle istişare edilmesi Kuran ahlakına da uygun bir tavırdır.

Kuran’ın bu emrini en güzel şekilde hayatına geçiren Peygamberimiz Hz. Muhammed (s.a.v.) de, “Kim bir işe girişmek ister de, o hususta Müslüman biri ile müşavere ederse Allah onu işlerin en doğrusunda muvaffak kılar.” (Kütüb-i Sitte, 16. Cilt) sözleriyle, istişare konusunda hayatı boyunca tüm müminlere örnek olacak bir tutum sergilemiştir. Farklı düşüncelerin, kişilerin farklı bakış açılarının ve eleştirinin eksikliklerin giderilmesine ve kalitenin artmasına vesile olacağı unutulmamalıdır.

www.altincag.com

İslam adına ortaya çıkan bir siyasi hareketin esas alması gereken ölçü bağnazlık değil, Kuran’da öğütlenen sevgi, şefkat, hoşgörü, adalet ve demokrasi anlayışıdır.

Özellikle toplumun geneline sevgi ve saygı ruhunun yerleştirilmesi, her görüşten her akımdan her dinden her inançtan insanların kucaklanması, haklarına, özgürlüklerine, rahat ve konforlarına titizlik gösterilmesi son derece hayatidir. Farklı fikir ve inançlara sahip insanlar beraber yaşayabilmeli ve birbirlerine saygı ve sevgi duyacakları bir zemin sağlanmalıdır.

Bunu sağlamak İslam ülkelerinin ana görevidir. Müslümanların Kuran Ahlakını Samimi Olarak Yaşamaları Bağnazlığın Getirdiği Sıkıntıları Sona Erdirir Tüm Müslümanların modern, dışa dönük, sevgi dolu, sanatı estetiği savunan bir sistem geliştirmeleri İslam dünyasının dünyaya örnek olmasını sağlayacaktır. Bağnazların geliştirdiği ölü klasik sistem özellikle son yüzyılda ortaya çıkmıştır. İslam ülkelerinin pek çoğunda hakim olan bu bağnazlığı aslında bu sistemi ortaya çıkaran kişiler de istememektedirler.

Ancak tüm İslam alemi bu bağnazlık belasından kurtulamamaktadır. Gerçekte İslam dünyası içinde büyük bir yekûn oluşturan modern bir kesim vardır. Onlar da bağnazlığın getirdiği bu sistemi istememektedirler, ancak bağnaz diktatör zihniyet onları da sindirmekte ve kurulan sistem herkesi kilitlemektedir. Bu sistemin aşılması için darbe, iktidar, koalisyon, ABD işgali hiçbir şekilde çözüm olamaz.

Tam aksine çok daha karmaşık hale gelir ve Allah esirgesin tüm dünya bu sistemin içinde büyük bir belaya doğru sürüklenir. Bugün İslam aleminin içinde bulunduğu açmazın tek çözümü Allah’ın Kuran’da bildirdiği gerçek Müslüman anlayışına teslim olmaktır. Allah’ın Kuran’da bildirdiği Müslümanlık anlayışı sevgi, adalet, hoşgörü, barış, özgürlük, kalite, temizlik, estetik, güzellik ve modernliktir. Peygamber Efendimiz (s.a.v.)’in hadislerinde bildirdiği tüm ahir zaman alametleri birebir çıktığı halde görmezden gelinmesi ve Allah Kuran’da farz olarak bildirdiği halde İslam alemi içindeki bağnaz kişilerin İttihad-ı İslam’a, Hz. İsa (a.s.)’a ve Hz. Mehdi’ (a.s.)’a karşı olmaları İslam dünyasındaki huzursuzluğun bir diğer nedenidir.

Müslüman alemindeki parçalanmışlığın, kan dökülmesinin milyonlarca insanın acı ve ızdırap çekmesinin nedeni de budur. Bu kişiler İslam aleminde yaşanan sıkıntıları büyük bir mantıksızlıkla ABD ve Rusya’ya yüklerler. Oysa asıl suç Allah’ın emri olduğu halde İttihad-ı İslam’ı bilerek veya bilmeyerek engelleyen bağnazlığın pençesinden çıkamayan Müslüman aleminindir. Müslümanlar birlik olsalar, Allah’ın emrini yerine getirip İttihad-ı İslam’ı oluştursalar ve Kuran’da bildirilen modern İslam’ı yaşamaya başlasalar Allah’ın izniyle İslam dünyasının üzerindeki kara bulutlar hızla kaybolacaktır.

Ücretsiz kitap: Münafıklıkla Mücadelenin Önemi
http://harunyahya.org/tr/Kitaplar/37794/Munafiklikla-Mucadelenin-Onemi

adnan oktar munafiklikla mucadelenin onmei bagnaz yobaz

Terörün dini yoktur – Adnan Oktar

adnan oktar terorun dini yoktur makale

 

Dünyanın hemen her köşesinde saldırganlığın, şiddetin ve nefretin adeta sıradanlaştığı bir dönemdeyiz. Hemen her gün farklı bir bölgeden kan haberleri geliyor ve şiddetin hedefi de çoğunlukla masum insanlar.

Geçtiğimiz hafta sonu yaşanan Kenya ve Pakistan’daki terör saldırıları da dünyanın gündemine bir kez daha İslam ve şiddet konusunu taşıdı.  İslam’ın sevgi ve barış dini olduğunu, inancı, ırkı, dili ve düşüncesi ne olursa olsun herkesin birinci sınıf insan muamelesi görmesi gerektiğini savunan bir din olduğunu tüm dünya biliyor. Peki nasıl oluyor da Müslüman coğrafyasında bu kadar çok şiddet ve acı yaşanıyor?

Bu sorunun cevabını, İslam dünyası hep Batı’ya sorumluluk yükleyerek, Batı da İslam’ı ve Müslümanları anlamayı hiç denemeyerek bulmaya çalıştığı için çözüm oluşturulması mümkün olmuyor. Oysa bu şiddet döngüsü tek taraflı işlemiyor. Tek taraflı işlemediğine göre tek bir tarafın tutumuyla durması da söz konusu değil.

Hiç bir din şiddeti emretmez. Hiç bir din acımasızlığı, bencilliği, sevgisizliği teşvik etmez. Şiddet ve şiddete zemin hazırlayan koşullar, insanları Allah’ın yarattığı eşit kullar olarak gören, tevazuyu, sabrı, şefkati, karşılıksız sevmeyi öven din ahlakının yerine çatışmacı ideolojilerin konulmasıyla gelişir. Nitekim İslam coğrafyasında terörü kendilerince mücadele yöntemi olarak benimseyenleri incelediğimizde büyük çoğunluğunun ya Batı’da eğitim almış ya da kendi ülkelerindeki şiddet eğilimli yapılardan etkilenmiş oldukları görülür.

Yolda çevirdikleri insanlara “namazın şartlarını sorup” cevap alamayınca kurşuna dizen, “Hristiyan mısın?” sorusuna evet cevabı alınca silahına davranan ve acımasızca bu mazlumları öldüren insanların kimliklerinde Müslüman yazması, isimlerinin Müslüman ismi olması bu zalimleri Müslüman yapmıyor.

İslam’ın özü sevgi, şefkat ve dostluktur. Kuran’da yer alan “Benim dinim bana senin dinin sana” hükmüyle ve “dinde zorlama yoktur” emriyle Müslümanlar, fikir ve inanç özgürlüğünü savunmak ve korumakla yükümlü tutulmuştur. Cinayet işleyen birine karşı dahi “affetmeniz sizin için daha hayırlıdır” hükmünün yer aldığı bir dinin kavgadan, çatışmadan, şiddetten yana olduğunu söylemek ise hem ciddi bir bilgisizlik hem de vicdansızlıktır. Her Müslüman tek bir kişinin ölümünün tüm insanlığın ölümü gibi bir insanı kurtarmanın da tüm dünyayı kurtarmak gibi olduğuna iman etmekle yükümlüdür. Üstelik dinine, yaşantısına, düşüncesine göre hiçbir ayrım yapmadan…

Kuran’ın bu açık hükümlerine rağmen terörü ve şiddeti yol olarak benimseyen bazı Müslümanları bu yanlışa iten sebeplerin başında ise Kuran’dan uzaklaşmak geliyor. Kuran’la çelişen ve doğru olmadığı açıkça belli olan hadisleri benimseyen bağnaz düşünce, cehaletle birleşince ortaya nefret ve öfke saçan bir yapı çıkıyor.

Bunun önüne geçmenin tek yolu İslam coğrafyasına yeniden Kuran ruhunun hakim olması. Hristiyanların Mescidi Nebevi’de kendi ibadetlerini yapmasına izin veren, Yahudi ve Hristiyan misafirleri olduğunda oturmaları için kendi cübbesini altlarına seren, Yahudinin cenazesi geçtiğinde ayağa kalkan bir Peygamberin ümmetinin, bu örneklerden alması gereken çok ders var. Bu dersleri alabilmesi içinse hem Kuran’ı hem de Peygamberimiz (sav)’i daha yakından tanıması gerekiyor İslam aleminin. Hurafelerden arınmış, akılcı, makul, gerçekçi bir bakış açısıyla İslam’ın güzelliğini yeniden keşfetmesi gerekiyor. Bu, eğitimle kolaylıkla sağlanabilir.

Şiddetin son bulmasında Batı’nın da üzerine düşen sorumluluklar var. Dürüst davranıp 20. yüzyılın başından beri izlediği siyasetin sebep olduğu acılarla yüzleşerek ilk adımı atabilir. Bu yüzleşmeyi yaptığında, İslam coğrafyasını kendi menfaatine göre şekillendirmek için halkların haklarını ve isteklerini görmezden gelmenin akılcı bir yol olmadığını da görebilir. Her devlet şüphesiz önce kendi vatandaşlarının ve ülkesinin menfaatini düşünür. Ancak bunu, bir diğerinin her türlü hakkını yok sayarak ve onu amansızca ezerek yaparsa bilmelidir ki, bir süre sonra bu durum kendisi için katmerli bir belaya dönüşecektir. İşte bugün de Batı kendi eliyle inşa ettiği bu belayı yok etmeye çalışmakla meşgul. Ama çaresizlik içinde ve hala doğru yolu bulamamış görünüyor.

Geçtiğimiz yüzyılın yanlışlarıyla inşa edilen bu belayı ortadan kaldırmanın yolu yeni bir medeniyet inşa etmekle mümkün. Silahla, dikta rejimlerini destekleyerek, baskıyla, yıldırmayla medeniyet inşa edilmez. Ama zihinleri değiştirerek edilir. Bunun için hep birlikte Batı’da ve Doğu’da yeni bir eğitim seferberliği başlatalım. Allah’ın bizden istediği barış sever, affedici, itidalli, sevecen, anlayışlı, olgun ruhu yeniden tüm insanlara öğretelim. Sevginin öğretmeni olalım.

Batı’nın ve İslam dünyasının sağduyulu, itidalli, akılcı insanları ittifak ederse az zamanda büyük değişimler yapalabiliriz. Unutmayalım, iyiler sayıca daha çok ama ittifak etmiyorlar, kötüler ise sayıca az olmalarına rağmen işbirliği yaptıkları ve kararlı oldukları için daha etkili oluyorlar.

Makale 28 Eylül tarihinde “The Malaysian Insider” haber sitesinde aşağıdaki linkte yayınlanmıştır:

http://www.themalaysianinsider.com/sideviews/article/terror-has-no-religion-harun-yahya

malaysian_insider_terror_has_no_religion2

Kaynaklar bombalar değil, eğitim için kullanılmalı

egitimin onemi adnan oktar

Ortadoğu’da son dönemlerde artarak devam eden mezhep taassubunun meydana getirdiği şiddet, ilk defa bu derecede acımasız ve hatta çılgınca boyutlara ulaşmıştır. Aynı dinin, aynı ortak temel değerlerine inanan, ancak farklı yorumlarını yapan mezheplerin kendi aralarında bu derece çatışması elbette kabul edilemez bir durumdur. İslam aleminde ilk defa görülen böylesine bir sevgisizlik ve sürekli kavga hali elbette hem bölge hem de dünya için büyük bir tehdit oluşturmaktadır.

Ortadoğu ve K. Afrika bölgesinde yaşanan mezhep çatışmalarının oluşturduğu bu tehdidinin bertaraf edilmesi elbette çok önemli ve aciliyetlidir. Ancak bu ciddi problemin çözümünde kullanılacak yöntemlerin akıllıca seçilmesi de elzemdir.

Çözüm için iki farklı yöntem karşımıza çıkmaktadır: Birincisi zihniyet inkılabı, ikincisi de şiddeti şiddetle bastırmaya çalışmak.

Peki bazı stratejistlerin öne sürdüğü gibi bu kavgalar, bölgedeki mevcut diktatörlerle ortadan kaldırılabilir mi? Elbette hayır. Diktatörlük rejimleri şiddeti ortadan kaldırmaktan çok, daha da çok şiddetle şiddeti bastırmaya çalışan, devlet terörü ve mafya yöntemleriyle insanları daha da aşırı radikal bir yapıya sürükleyen en akılsız/gaddarca sistemdir. Bu yapı, insanları daha büyük bir kin, nefret ve sevgisizliğe itmeye, şuuru tamamen kapanan kimi insanların terörü dünya çapına taşımalarına neden olur.

Oysa, dünyada şiddeti önleyecek güç, insanların fıtratında olan sevgi, şefkat ve merhamet duygularının, inananlar için de 3 büyük dinin özünde olan sevgi, barış ve kardeşlik inançlarının ön plana çıkarılmasıdır. Bunu kısaca özetlemek gerekirse “Terör sevgiyle yok edilir.” Terör ve şiddetin felsefi alt yapısı incelendiğinde, sevgisizliğin, insan olmanın, inançlı olmanın, kalbi yaklaşımların, sanatın, estetiğin o toplumlardan uzaklaştırıldığı görülecektir. Sevgi politikaları ve toplumların eğitilmesi ise sevgisizliği yeryüzünden silip atacaktır.

Nijerya örneğini ele aldığımızda, Boko Haram yani Batı’nın eğitim sistemini haram olarak algılayıp düşman olarak gören cahil ve tümüyle İslam dışı bir düşünce/yapının bağnaz ve aşırı tutucu kesimlerce körüklendiği görülecektir. Oysa tüm dini inançlar gibi İslam dini de kendi kutsal kaynağı olan Kuran’da ilme, araştırmaya, kainatı tanımaya, düşünmeye, yazmaya ve okumaya insanları teşvik etmektedir. Günümüze kadar tüm İslam alimleri de ilim öğrenmede her yolu akılcılıkla kullanmıştır. Diğer taraftan, tek bir masum canı almanın bütün insanlığı yok etmekle eşdeğer tutan Kuran öğretisinde bir terör örgütünün İslam adı altında faaliyet yapması da tümden din dışılıktır. İşte bu yanlışları anlatacak imkanlar sayesinde tüm dünyaya her inancın sapkınlaştırılıp yozlaştırılmış şekilleri rahatlıkla deşifre edilecektir. Bu yapıları şiddetle bastırmaya çalışmanın ise imkansız olduğu ortadadır. Çünkü burada “saldırganlık” insanların kafalarına nakşedilmiştir. Geri kalmış toplumlar da hem bu hipnoz, hem şiddet korkusu ve hem de uydurulmuş hurafelerin etkisiyle kendilerini bu şiddet sarmalının içinde bulmaktadır.

Dolayısıyla kavganın bitmesi için çözüm, şiddete karşı şiddet değildir. Bunun yanında, yönetimleri halkların kendi kanaatine bırakmayıp demokrasiyi askıya almak da değil, topluma hakim olan yanlış kanaatleri değiştirmek çözümdür.

Nitekim, çatışmalara neden olan “bağnaz düşünce sahipleri” için şiddet, zaten din demektir. Şiddet, kendi kafalarındaki dinin bir gereği demektir. Dolayısıyla şiddeti önlemek için önce bu bağnaz felsefenin ortadan kaldırılması, kafaların değişmesi gerekmektedir. Bu da, başta tüm İslam alemini kapsayacak şekilde yapılacak anti-bağnaz bir eğitim seferberliği ve bilinçlendirme faaliyeti ile sağlanabilir.

Bunun için, bu faaliyeti yürütebilecek donanım ve iradeye sahip bir akıl, bir model gerekmektedir. Örneğin, Müslüman bir ülke olan, laik demokratik bir hukuk devleti Türkiye Cumhuriyeti’nde çatışma ruhu ve şiddet felsefesi asla galip gelememekte, insanların birbirine yönelik sevgi ve hoşgörüsünü yenememektedir. Türkiye bu manada İslam ülkeleri arasında göze çarpan tek model devlettir. Çünkü Türkiye, klasik gelenekçi İslam anlayışını değil modern yapıyı, bağnazlık ve tutuculuğu değil aklı selimin galip geldiği bir felsefeyi kendisine şiar edinmiştir. Bu yüzden güvenilirdir. Eğer Türkiye’nin İslam ülkelerini dizayn etmesine fırsat tanınırsa, bu modern, sevecen ve makul yapısıyla İslam aleminde kavgaya sebebiyet veren yapıların yenileceği ve cennet gibi bir ortamın oluşacağı derhal görülecektir.

Birçok Batılı analistin dile getirdiği gibi, Ortadoğu için geçmişte başarı kazanan makul örnekler üzerinde durmak akılcılıktır.

Boğaziçi Üniversitesi’nde katıldığı bir konferansta bir konuşma yapan Dilbilimci, düşünür Prof. Dr. Noam Chomsky “Belki öyle bir gün gelecek ki, bir seyyahın serbestçe Kahire’den Bağdat’a, oradan da İstanbul’a gideceği günlere geri döneceğiz. İnsanların mahalli yönetimlerle yönetimi üstlendiği günlere döneceğiz. Osmanlı’nın o günleri bize ders olacak. Belki bölgedeki herkes için daha iyi bir hayat olacak.” demiştir. Burada söylenen, tüm kavga ve çatışmalardan arındırılmış bir bölgenin var olmasının mümkün olduğudur ve Türkiye’nin miras aldığı kültürde bunu başardığının vurgulanmasıdır. http://www.ntvmsnbc.com/id/25415213/

Türkiye’nin 2.500 yıllık köklü bir kültüre sahip olduğu tarihinde Museviler, Hristiyanlar ve Müslümanlar başta olmak üzere tüm bölge halkları huzur ve kardeşlik içinde yaşamıştır. Avrupa’dan dışlanan Yahudilere bundan 520 yıl önce yine Osmanlı kucak açıp kendi topraklarının en gözde yeri olan İstanbul’a yerleştirmiştir.

Chomsky’nin Osmanlı döneminden alınacak dersler olduğunu belirten bu konuşmasının birçok benzerleri mevcuttur. Örneğin, İsrail Dışişleri eski Bakanlarından Abba Eban bir konuşmasında, Romalılardan ve her istilacıdan sadece zulüm, kan ve işkenceye layık görülen Kudüs ve Yahudi halkının ancak ve ancak Osmanlı döneminde, insanca yaşamanın, eşitliğin ne demek olduğunu ve huzur tadının ne anlama geldiğini öğrendiğini belirtmiştir.  (İlhan Bardakçı, “Biz Hiç Irk Olmamışız”, Tercüman, 7 Mayıs 1983)

Konuyu ekonomik ve teknik açılardan ele aldığımızda ise, radikal oluşumları sindirip etkisiz hale getirmek amaçlı harcanacak enerji ve paranın, alınacak askeri tedbirlerin de hiçbir güç tarafından karşılanamayacağı ortadadır. Dünyanın son dönemde girdiği ekonomik kriz de göz önüne alındığında dünyanın her tarafını karakol haline getirmektense, insanların zihinlerindeki yanlış inançları değiştirmenin daha kesin çözüm olacağı ortadadır. Silahlanmaya harcanan paraların kardeşliğin pekişmesine harcamasının daha akılcı bir yol olduğu ortadadır.

Makale orjinal linkinden İngilizce olarak da okunabilir: http://www.huffingtonpost.com/harun-yahya/using-our-resources-wisel_b_4059368.html

Adnan Oktar: Rus kızları dalyan gibiler

adnan oktar amerikalilar museviler yahudiler ruslar

Video: http://www.youtube.com/watch?v=DkmNhpknLL0

Adnan Oktar: Avrupa halkı bakıyorum mesela İsveçliler, Norveçliler falan çok güzel insanlar. Amerikalılar da öyle çok güzeller. Hep küçük burunlu falan. Delikanlıları yakışıklıdır, hanımlar güzeldir. Cana yakın ama o kibarlıkları ve insan sevgileri çok çok güzel. Biz mesela evler var burada. Bizim evler de öyle diğer evlerde komşunu evde bütün her yer öyle dikenli teller, yüksek duvarlar. Bak deniz yol boyu villalar dolu, yalılar deniz kenarı yalılar, olağanüstü güvenlik önlemleri var. Yüksek duvarlar üstünde dikenli teller. Kapı açılıyor, kapı açıldığında yine direkt evle karşılaşamıyorsun, yine bir güvenlik bariyeri daha var. Amerika’da bu yok. Kapıyı açtın mı giriyorsun. Komşuda komşuya gidip rahatça giriyor. Bağırıyor, merhaba ben geldim falan diyor. Filimlerde falan hep insan imreniyor. Ev dediğin öyle olur. Sevgi dediğin öyle olur. Kapıyı açtın çok güler yüzlü kaliteli, güzel bir insanla karşılaşıyorsun. Mesela kurabiye yaptım size getirdim diyor. O sarı saçlı şeker Amerikalı çocuklar. Bir de onların ponpon traşları oluyor böyle. Konuştukça saçları hopluyor böyle çok şeker bir şey oluyor. Askılı pantolonlar falan afacan. Mesela evin içinde yakalamaca oynuyorlar, evin içine giriyorlar. Mesela bu bir süs, bir güzellik. Bunu dünyada boğmaya kalkmak, çok korkunç bir şey olur. Mesela duydum Amerika’da şimdi ekonomik kriz daha da güçlenmiş. Kardeşim destek olalım, sevgiyle yaklaşalım. Yani Allah bir güzellik verdiyse, bu güzelliği yıkmaya kalkmak büyük bir zulüm olur. Mesela bölgede İsrail var ne güzel Musevilik yok olmamış. Ne güzel Tevrat yok olmamış, daha ne istiyorsun. Ve Kuran’da Allah’ın dediği din devam ediyor ne güzel. Allah diyor ki “Museviler var olacak ve İsrail o bölgede olacak” diyor. Ve Kuran’ın dediği doğru çıkıyor. İftihar et, hoşuna gitsin, imanın artsın. Bak Allah diyorki, “İsrail o bölgede bulunacak.” Allah’ın dediği doğru oluyor, bu millet yok olmuyor. Yok olabilirdi. 3000 yıl 4000 yıl “inançlarıyla kalacaklar” diyor Allah. “Duracak bu insanlar ve onlardan adaleti savunan insanlar olacak” diyor. Bakıyoruz, hakikaten çıkıyor. “Onlarla evlenebilirsiniz” diyor Allah, hakikaten evlenenler oluyor. “İslam dünyaya hakim olacak” diyor, “İsa Mesih inecek” diyor. Bakıyoruz, bütün alametler oluştu. Ama Allah bu kadar güzel insan yaratmışken, bu insanların güzelliğinin değerini bilmemek çok korkunç bir şey. Mesela Rus milleti acayip güzel bir millet, çok çok güzeller. Mesela Rus kızları falan dalyan gibiler ve zeki ve çalışkanlar, çok terbiyeliler. Mesela bak benim tatlım görüyorsunuz, kuzu gibi. Yani bazı çirkef tipleri bir düşünün, bir de bu çocuğun tatlığını düşünün. Hristiyan bak ama ne güzel ahlakı var. Çünkü Hristiyan demek, ne demek? Hz. İsa (a.s)’ı seviyor. Hz. İsa (a.s)’ı seven, Allah’ı sever. Peygamberleri seviyor. Allah onu Hristiyan yaratmış, çok güzel. O da bir hayır, o da bir süs, o da bir güzellik. Ama inşaAllah, dua ederiz Muhammedi Hristiyan olması için dua ederiz. Ama kaderinde ne varsa, o olur. Mesela Muhammedi Musevi olmaları için dua ederiz. Ama ben bakıyorum Musevilerin birçoğunun Peygamberimiz (s.a.v)’i çok sevdiğini görüyorum. Buraya gelen şimdi isim vermeyeyim, dindar Musevi kardeşlerimiz var, yani üsluplarından peygamberimiz (s.a.v)’e coşkulu sevgilerini de görüyorum. Bir şey olduğunda, Kuran’la cevap veriyor, ayetle cevap veriyor. Bir insan niçin yapar bunu? Müslümanlar soru soruyor ona, Kuran’la cevap veriyor, ayetle cevap veriyor. Ayeti geçersiz görse, ayetle cevap verir mi?

Aylin Kocaman: “İnşaAllah” diyen çok fazla Hocam.

Adnan Oktar: “İnşaAllah” diyor hepsi. “İnşaAllah, maşaAllah” niçin der? Ve hakikaten barış insanları. Ben gördüm buraya gelenleri gördüm. Ben böyle bilmiyordum Musevileri işin doğrusu, bu şekilde. Böyle bilmiyordum ben. Israrla barışı savunan insanlar, ısrarla sevgiyi savunan insanlar. Tevrat’a da baktığımızda bunu görüyoruz. Ama gidip adamın yakasına yapışırsan, gırtlağına çökersen, can havliyle çılgınlık yapabilir, Allah esirgesin. Ne gerek var buna? Özgür bırak, özgür olsunlar. Çoğalsınlar, orada bereket saçsınlar. Fabrikalar kursunlar, hastaneler kursunlar. Duvara niye para verdirtiyorsun adama? Aç, genişlesin ortalık, güzellik olsun. Ama Allah’ın izniyle Hz. Süleyman (a.s)’ın mescidi kuracağız. Onu biz göreceğiz. İki; Hz. Süleyman (a.s)’ın sarayını yeniden aynısıyla yapacağız. Bakın sırf mescidi değil, sarayını da yapacağız aynı şekilde. Lübnan’dan ağaç getireceğiz sedir ağaçları, çam ağaçları. Ve hepsini altın kaplama yapacağız. Öyle ince de değil, bayağı kalın altın kaplama yapacağız. 24 ayar altınla, hepsini yapacağız, inşaAllah.

Sayın Adnan Oktar’ın A9 TV’deki canlı sohbetinden (28 Ağustos 2013; 22:30)

Adnan Oktar: Ümmetin İhtilafı ‘Rahmet’ Değil ‘Felaket’ Getirir

adnan oktar mezhep farkliliklari haram helal ihtilaf

 

“Ashabım semadaki yıldızlar gibidir. Hangisinden hadis alırsanız, doğruyu bulursunuz. Ashabın ihtilâfı sizin için rahmettir.” (el-Aclûnî, Keşfü’l-Hafâ, 1:64; el-Münâvî, Feyzü’l-Kadîr, 1:210-212.) Yine Beyhakî aynı yerde şu hadise yer vermektedir: “Muhammed’in (a.s.m.) Ashabının ihtilâfı Allah’ın kulları için bir rahmettir.” (Aynı meâldeki hadisin varlığını, Taberânî, Deylemî, Ebû Naîm, ez-Zerkeşi, İbni Hacer gibi hadis âlimleri de belirtirler)

Bazı Müslümanlar “ihtilafta rahmet vardır” sözünün, sözde Peygamberimiz (sav)’in sahih bir hadisi olduğunu söyleyerek, bu düşünceyi hayata geçirmekte ve buna dayanarak İslam dünyasındaki çatışmaları makul görmektedirler.

Oysa ki bu sözün Peygamberimiz (sav)’e ait bir hadis olmadığı, Allah’ın, Kuran’da farz olduğunu bildirdiği “Müslümanların birlik olmaları, kardeşler olarak yaşamaları, dağılıp ayrılmamaları, dost olmaları, çekişip birbirlerine düşmemeleri” gibi hükümlerin yer aldığı ayetlerden açıkça anlaşılmaktadır:

“Allah’ın ipine hepiniz sımsıkı sarılın. DAĞILIP AYRILMAYIN. Ve Allah’ın sizin üzerinizdeki nimetini hatırlayın. HANİ SİZ DÜŞMANLAR İDİNİZ. O, KALPLERİNİZİN ARASINI UZLAŞTIRIP-ISINDIRDI ve siz O’nun nimetiyle KARDEŞLER OLARAK sabahladınız.Yine siz, tam ateş çukurunun kıyısındayken, oradan sizi kurtardı. Umulur ki hidayete erersiniz diye, Allah, size ayetlerini böyle açıklar.” (Al-i İmran Suresi, 103)

“MÜ’MİNLER ANCAK KARDEŞTİRLER.ÖYLEYSE KARDEŞLERİNİZİN ARASINI BULUP-DÜZELTİN ve Allah’tan korkup-sakının; umulur ki esirgenirsiniz.” (Hucurat Suresi, 10)

“Allah’a ve Resûlü’ne itaat edin ve ÇEKİŞİP BİRBİRİNİZE DÜŞMEYİN,çözülüp yılgınlaşırsınız, gücünüz gider. Sabredin. Şüphesiz Allah, sabredenlerle beraberdir.” (Enfal Suresi, 46)

“İnkar edenler birbirlerinin velileridir. EĞER SİZ BUNU YAPMAZSANIZ (birbirinize yardım etmez ve DOST OLMAZSANIZ) yeryüzünde bir fitne ve büyük bir bozgunculuk (fesat) olur.” (Enfal Suresi, 73)

“Ve haklarına tecavüz edildiği zaman, BİRLİK OLUP karşı koyanlardır.” (Şura Suresi, 39)

“Şüphesiz Allah, Kendi yolunda, SANKİ BİRBİRLERİNE KENETLENMİŞ BİR BİNA GİBİ SAF BAĞLAYARAK cehd edenleri (mücadele edenleri) sever.” (Saff Suresi, 4)

UYDURMA BİR HADİS İLE, KURAN’DAKİ TÜM BU BİRLİK AYETLERİNİN HÜKMÜNÜ ORTADAN KALDIRMAYA ÇALIŞMAK FİTNEYE YOL AÇAR

Kimi Müslümanların, Kuran ayetleriyle tamamen çelişen bu uydurma hadisi delil göstererek Müslüman ümmetini ‘ihtilafa çekmeye’ çalışmaları büyük bir fitnedir. Kuran ayetlerinde ve İslam ahlakında sevgi, barış, hoşgörü, kardeşlik ve birlik olma anlayışı vardır. Ve Allah, birlik olup bu ahlakı yaşamalarını tüm Müslümanlara farz kılmıştır.

Allah yukarıda da yer alan ayetinde,‘Eğer birlik olmazsanız, birbirinize düşmanlıktan vazgeçmezseniz, dost ve kardeş olmazsanız, yeryüzünde büyük bir fitne ve bozgunculuk hakim olur ’ diye bildirmiştir (Enfal Suresi, 73) .

Dolayısıyla söz konusu kişiler, gösterdikleri bu tavır ile, -Allah’ı ve Kuran’ı tenzih ederiz – Allah’ın hükmüne karşı hurafe ile karşılık vermekte ve Allah’ın tüm bu ayetlerinin hükmünü ortadan kaldırmaya çalışmaktadırlar.

Ayrıca ‘ümmetin ihtilafının rahmet mi yoksa felaket mi olduğu’ bugün İslam coğrafyasında yaşananlara bakıldığında da açıkça anlaşılmaktadır:

ŞU AN İSLAM DÜNYASINDA AKAN KANIN VE MÜSLÜMANLARIN BİRLİK OLAMAMALARININANA SEBEBİ, MÜSLÜMANLAR ARASINDAKİ ‘İHTİLAFLAR’DIR

Bugün İslam dünyasında akan kanın asıl sebebi kimi Müslümanlar arasında yaşanan bu ihtilaf ruhudur. Ve yine bu ihtilaf ruhu sebebiyle İslam dünyası bugün hiçbir şekilde birlik olamamaktadır.Müslümanlar birbirlerini düşman olarak görmekte, sırf bu sapkın inanç nedeniyle birbirlerini öldürmeyi,kardeş kanı dökmeyi hak kabul etmektedirler.

Dahası, dünyanın dört bir yanında Müslümanlara yapılan zulümler, katliamlar İslam Birliği’nin oluşturulmasıyla hemen son bulacak iken, sırf bu ihtilaflar sebebiyle Müslümanlar birleşmemekte ve bu zulme yalnızca seyirci kalmaktadırlar.

Allah Kuran’da ‘tüm Müslümanların birleşmesini, dünyadaki zulme son vermek için birlik olup ilmi mücadele yürütmelerini” emrettiği halde, Müslümanlar, kendi aralarındaki ihtilaflar nedeniyle Allah’ın bu farzını yerine getirmemektedirler.

Oysa ki bunun şeytani ve Deccali bir oyun olduğu çok açık bir şekilde ortadadır. Bugün dünyaya baktığımızda, Yahudilerin böyle bir ihtilaf düşüncesiyle birbirlerini öldürdüklerini görmüyoruz. Aynı şekilde Hristiyanlar da birbirlerinin kanını dökmüyorlar.

Ancak İslam dünyasında pek çok ülkede Müslümanlar hiç durmaksızın birbirinin kanını döküyorlar. Ve bu inançlarından vaz geçmedikleri için, bu çatışmaları durdurma, aynı topraklarda bir arada, birlik, barış ve kardeşlik içerisinde yaşama gibi bir idealleri de yok.

‘İHTİLAF’TA DEĞİL, HAK KİTABIMIZ KURAN’A UYARAK‘BİRLEŞMEK’TE ‘RAHMET’ VARDIR

Dolayısıyla Müslümanların, “İhtilafta rahmet vardır” sözünün yanlışlığını, Kuran’daki ayetlere ve İslam dünyasının bugün içerisinde bulunduğu acı ve sıkıntılara bakarak hemen anlamaları gerekir.

Bilindiği gibi mezhep anlayışı, Peygamberimiz (sav)’den ve Dört Halife döneminden sonraki dönemlerde türeyen çeşitli sapkın akımlar ve bidatçi fırkalara karşı, İslam alimlerinin itikat ve amellerde bazı ölçüler tespit etmeleriyle ortaya çıkmıştır.

Yoksa Müslümanların İslam’ı, doğrudan Peygamber Efendimiz (s.a.v.)’den ve ashabından öğrendikleri Asr-ı Saadet ve Dört Halife dönemlerinde herhangi bir mezhebin kurulmasına gerek duyulmamıştır.

Bugün ise Müslümanlar, yalnızca zaruri olduğu için bu şekilde farklı mezheplere uyarak İslam’ı yaşamaktadırlar. Yoksa bu farklılıkların, ihtilafların ve ayrılıkların Müslüman dünyasına büyük felaketler getirdiği ortadadır. Milyonlarca Müslümanın ölümüne, zulüm, korku, acı ve sıkıntılar içinde yaşamasına neden olan ana sebep bu ayrılıkçı, ihtilaf mantığıdır.

EHLİ SÜNNET’TEKİ 4 MEZHEP, MÜSLÜMANLAR ARASINDAKİ İHTİLAFLAR SEBEBİYLE ORTAYA ÇIKMIŞTIR. BU MEZHEPLERİN HERBİRİNE GÖRE ‘HELALLER, HARAMLAR VE İBADET ŞEKİLLERİ’ FARKLIDIR

Müslümanların tek hak kitabı Kuran-ı Kerim’dir. Allah haram ve helal kıldığı her şeyi Kuran ile kullarına bildirmiştir. Aynı şekilde Müslümanlar için farz olan hükümler ve bu hükümlerin nasıl uygulanacağı da Kuran ayetleriyle insanlara açıklanmıştır.

Şu an ise, kimi Müslümanlar Kuran ayetlerine uymak yerine, farklı mezheplerin kurallarına uyarak yaşamaktadırlar. Ve bu her bir mezhebin haramları, helalleri, ibadet şekilleri birbirlerinden tamamen farklıdır.

Oysa Allah’ın hak Kitabı Kuran’da böyle ihtilaflar yoktur. Ve Allah insanlara uyacakları 4 ayrı kitap indirmemiştir (Allah’ı ve Kuran’ı tenzih ederiz). Zira her mezhebin kuralları birbirleriyle tamamen çelişmektedir.

Müslüman kardeşlerimizin mezheplerin kuralları arasındaki bu çelişkileri görerek, Allah’ın Kuran’da bildirdiği ‘birlik ve beraberlik’ ruhuna dönmeleri, ihtilafları bir kenara bırakarak Allah’ın Kuran ayetleriyle bildirdiği hükümlerine uymaya yönelmeleri gerekir.

MEZHEPLERE GÖRE HARAMLAR HELLALER

mezheplere gore haramlar helaller 1mezheplere gore haramlar helaller 2mezheplere gore haramlar helaller 3mezheplere gore haramlar helaller 4

 

AHİR ZAMANDA HZ. MEHDİ (AS) VESİLESİYLE TÜM MEZHEPLER ORTADAN KALKACAK VE İSLAM DİNİ ÖZÜNE DÖNECEKTİR

Hz. Mehdi (a.s.), ortaya çıktığında ‘en büyük müceddid’ (her yüzyıl başında dini hakikatleri devrin ihtiyacına göre ders vermek üzere gönderilen büyük İslam alimi) ve ‘en büyük müçtehid’ (ihtiyaç oluştuğunda ayetlerden hüküm çıkaran büyük İslam alimi) olma özelliklerine de sahip olacaktır.

Bu vasıftaki büyük zatlar, İslam  toplumlarına  örnek  olmuş, yol göstermiş, zamanın kutbu olmuş önderlerdir. Bu önderlerden kimi ‘mezhep önderleri’ olmuşlar; Müslümanlar da onlara uymuşlardır. Bütün Ehl-i Sünnet, dört mezhep imamının verdiği hükümlerle amel etmektedir. Bu müçtehid ve müceddidlerin en büyükleri ise Hz. Mehdi (a.s.) olacaktır. Bu da Hz. Mehdi (a.s.)’ın içtihat etme (hükümleri usulüne uygun olarak Kuran ve hadislerden istifade ile ortaya koyma) ve hüküm vermeye en yetkili kişi olarak, “tüm mezhepleri kaldıracağını” göstermektedir.

Zira en büyük mezhep imamı olduğuna göre zaten tüm diğer mezhepleri kaldırması gerekir. Zamanında herkesin ona uyacağının bildirilmiş olması da bunu doğrulamaktadır. İslam tarihinin en büyük alimlerinden biri olan Muhyiddin Arabi ise ‘Fütühat-ül Mekkiye’ isimli eserinde bu konuda şöyle bilgi vermiştir:

“… MEHDİ (as), dini Peygamber (sav)’in zamanında olduğu gibi aynen uygulayacak.YERYÜZÜNDEN MEZHEPLERİ KALDIRACAK. HALİS HAKİKİ DİNDEN BAŞKA HİÇBİR MEZHEP KALMAYACAK.” (Muhammed B. Resul El Hüseyin El Berzenci, Kıyamet Alametleri, s. 186-187)

Kaynak: http://harunyahya.org/tr/Makaleler/170130/

Adnan Oktar: Müslümanların Ramazan’da İttifakla İttihad-I İslam İçin Dua Etmeleri, İttihad-ı İslam’ı Çabuklaştırır

adnan oktar ittihadi islam birligi misir mursi ramazan dua

 

Günümüzde dünya üzerinde 30’dan fazla silahlı çatışma alanı  bulunuyor. Esas düşündürücü olan ise bunların %80’den fazlasının Müslüman topraklarından oluşması. Bu konuda özellikle sürekli olarak gündeme gelen ülkeler Filistin ve Suriye’dir. Oysa Afganistan, Pakistan, Burma, Yemen, Somali, Libya, Sudan, Nijerya, Fildişi Sahilleri, Bangladeş, Mali, Cezayir ve bunun gibi diğer pek çok ülkede çatışmalar halihazırda devam etmektedir.

İslam Ülkelerinin Günümüzdeki Sorunlarında Küresel Güçlerin Payı ve Gerçekler

charles darwin evrim teorisi ramazan birlik

 

İslam ülkelerinin söz konusu durumu gündeme geldiğinde, bu konuda yapılan yorumlar hep aynı yönü gösterir. Sorumlu ya Amerika’dır, ya İsrail, ya sömürgeci Avrupa devletleri ya da o her zaman baş suçlu ilan edilen “küresel güçler”dir. Elbette bugüne kadar bir kısım Evanjeliklerin ve bazı yanlış bilgi sahibi Müslümanların, Müslümanlar ve Ehl-i Kitap arasında büyük bir savaş yaşanacağı yönündeki yanlış inançları nedeniyle hatalı bir siyaset izlenmiştir. Özellikle Evanjeliklerin Amerikan dış politikasındaki etkin rolü, geçtiğimiz Amerikan hükümeti döneminde Irak ve Afganistan’ın işgaline, hem milyonlarca masum Müslümanın hem de Avrupalı ve Amerikalıların kanının akmasına sebep olmuştur. Bazı Evanjelikler, farklı mezheplerden Hristiyanlar ve az sayıda da olsa birtakım Museviler, dökülen kanın şiddetlenerek artacağına inanmakta ve Müslümanlarla Ehl-i Kitap arasında büyük bir savaş öngörmektedirler.

Batı dünyasının ve özellikle sömürgeci ülkelerin Müslüman topraklarına yönelik bir çıkar politikasının yıllarından beri devam etmekte olduğu bir gerçektir. Bir kısım sinsi güçlerin Evanjelik Hristiyanları Müslümanlara karşı kışkırttıkları ve bu nedenle özellikle Ortadoğu’yu bir savaş alanı haline getirmeyi planladıkları da ortadadır. Dünyada radikal zihinler sadece İslam dünyasına ait değildir. İslam’a karşı gruplaşan radikal güçlerin de planları daima vahşi olmuştur. Dolayısıyla söz konusu Batılı radikallerin emelleri, daima İslam dünyasını zayıflatmak, küçültmek, sindirmek, yoksullaştırmak ve onları değersiz görmeye ve göstermeye yönelik olmuş ve bu konuda da oldukça başarı  elde etmişlerdir.

Ama bir de bu konuya Müslümanlar açısından bakmak gerekiyor. Acaba tüm sorumluluğu Batı’ya yüklemek doğru mu? Aslında değil. Bunu anlamak için şu an sefalet ve vahşet yaşayan birkaç İslam ülkesine yakından bakmak yeterlidir

Vicdan ve fazilet sahibi, Allah’tan korkan kimselerin, dünyanın dört bir yanındaki Müslümanların yaşadığı sıkıntıları gördükleri halde bunu göz ardı edip sadece kendi isteklerinin ve dertlerinin peşine düşmeleri, sıradan dünya menfaatleri uğruna bu sorumluluklarını bir kenara bırakabilmeleri mümkün değildir. Bu nedenle böyle bir durumda kişinin yalnızca kendisi harekete geçmekle kalmamalı, diğer Müslümanları da, birlik olup, güzel ahlakın tüm yeryüzüne yayılması, zulümlerin sona ermesi için çaba harcamaya  çağırması gerekmektedir. Allah bu ahlakın gerekliliğini, “… Müminleri hazırlayıp-teşvik et…” (Nisa Suresi, 84) ayetiyle insanlara bildirmiştir.

Müslümanların Sorunlarının En Önemli Nedenlerinden Biri Arap Sosyalizmidir

Arap sosyalizmi, 20. yüzyılın ikinci yarısından itibaren Müslüman Arap dünyasını etkilemeye başlamıştır. Osmanlı İmparatorluğunun yıkılışından sonra özellikle Ortadoğu’da Batılı güçler tarafından çizilen sınırlar bölgedeki Müslümanlara bir anda etnik kimlik yüklemiştir. Daha önce bir arada sadece Müslüman kimliği ile kardeşçe yaşayan toplumlar, suni olarak oluşturulmuş sınırlar içinde bir anda İslam yerine milliyetçiliğe veya daha da kötüsü sosyalist milliyetçiliğe sarılmaya başlamışlardır. Bir kısım ülkelerde İslam değerleri yerine Marksist ilkeler benimsenmiştir. İslam’ın hoşgörüsü yerine Marksizm’in vahşeti yer almış, Batı’nın böl-yönet politikası bir anda hem din hem de milletler içinde kendisini göstermeye başlamıştır. Ülkeler sosyalist diktaların yönetimine girerken Filistin gibi bazı topraklarda da komünist direniş güç kazanmıştır. İran’da yaşanan ihtilal dahi, her ne kadar neticesinde “İslam Cumhuriyeti” adını alsa da, Fransız komünistleri arasında inşa edilen, kurulmasından itibaren de komünist blokta yerini alan bir devlet ortaya çıkarmıştır.

Şii-Sünni, Arap-Acem, Kürt-Türk çatışması yine bu düşüncenin ürünü olarak ortaya çıkmış ve Ortadoğu paramparça olduğu gibi, burada kurulan ülkeler de parçalara bölünmüştür. Irak gibi bir ülke bile artık günümüzde üç parçaya ayrılmıştır.

RAMAZANBIRLIK3

 

Suriye’de Hizbullah ve İran’ın Baas rejimin yanında yer alması, İslam dünyasında 1950’lerden bu yana bir belaya dönüşmüş olan Arap Sosyalizminin çirkin ittifakının bir diğer sonucudur.

Irak ve Suriye’de Baas rejimi komünist siyasi yapıyı oluşturmuştur. Akademik, siyasi, askeri ve bürokratik kadrolar, koyu Stalinist parti kadrolarından yetiştirilmiş, Baas Partisi en küçük organından en yüksek organına kadar Leninist bir stil olan hücre yapılanmasıyla idare edilmiştir. Bu hücre yapılanması sayesinde Baas Partisi uzun yıllar boyunca hem Suriye’de hem de Irak’ta halkın ve bürokrasinin üstünde ağır bir baskı yapılanması kurmuştur. Amerikan müdahelesiyle Irak Baası dağılırken, Suriye’de ise Baas çözülmemek için hala direnmektedir. Ve tüm klasik baskıcı komünist rejimlerin yaptığı gibi kendi insanını katlederek ayakta kalmaya çalışmaktadır.

Durum Arap yarımadası dışında yer alan Müslüman ülkelerde de  benzer biçimde gelişmektedir. Örneğin Afrika’da Somali 1960 yılında bağımsızlığını ilan ettikten sonra Marksist bir lider olan Barre’nin hegemonyası altında dönemin komünist ülkelerine güvenmiş ve tarım sektöründen maden yataklarına kadar tüm zenginliğini çeşitli dış güçlerin eline vermiştir. Tıpkı Mali’de olduğu gibi güneyde radikal İslam gruplarının çeşitli etkileri görülürken, ülkenin genelinde komünist tahribatın etkisi devam etmiş ve yüzlerce yıldır birbirleriyle hiçbir sorunu olmayan yüzlerce Müslüman aşiret, birbirleriyle savaşır hale gelmiştir.

Uranyum ve petrol yatakları bakımından son derece zengin Nijerya’nın halkı, yoksulluk sınırının altında yaşamaktadır. Ülke İngiliz hakimiyetinden kopup bağımsızlığını kazandığında, sömürülecek alanlar hiçbir zaman İngiltere tarafından terk edilmemiştir. Ülkeleri zayıflatmanın en önemli yöntemi olan böl-yönet politikası, radikal unsurların devreye sokulmasıyla tıpkı Somali’de ve diğer Müslüman Afrika ülkelerinde olduğu gibi Nijerya’da da uygulanmış ve ülke parçalara ayrılmıştır. Bölünme ve çatışmalar daha çok bölünme ve çatışmayı beraberinde getirmiş ve yüzlerce yıldır dostluk içinde yaşayan kabileler birbirleriyle çatışır hale gelmişlerdir.

Sudan’da, Bangladeş’te, Endonezya’da ve diğer pek çok İslam ülkesinde de benzer olaylar yaşanmaktadır. Müslüman Afrika ülkelerinin bir kısmı komünistleştirilmeye çalışılarak, bir kısım Ortadoğu ülkelerinde Marksizm yaygınlaştırılarak, bu ideolojinin en büyük tahribatlarından biri olan “şiddeti hak arama yolu olarak” gören ve Kuran’ın ruhundan çok uzak olan nesiller yetiştirilmiştir. Birbiriyle sürekli kavga halinde olan, kardeşlik ruhunu unutmuş, bilimden ve sanattan da uzaklaşmış katı yapı Müslüman aleminin büyük bir kısmında yaygınlaşmıştır. Bu tahribatın izleri günümüzde Müslümanların acı çekmelerinin en büyük nedenlerinden biridir.

www.hadislerdemehdi.com

İslam Dünyasının En Büyük Sorunlarından Biri Mezhep Çatışmalarıdır

RAMAZANBIRLIK4

 

İslam ülkelerinin bir kısmında Sünnilerle Şiiler, Alevilerle Vahabiler birbirlerine düşürülerek zaten birbirleriyle çatışan İslam ülkelerinin kendi içlerinde de parçalara ayrılması gerçekleşmiştir. Komünizmin vahşet politikası, mezheplerin birbirlerine düşürülmesi ve Müslümanların dinlerinden ziyade milliyetlerini ön planda tutmaları onları zayıflatmıştır. Sömürgeci ülkeler ilk kıvılcımı başlatmış olsalar da sonraki vahşete esas izin veren ise Müslümanların kendileri olmuştur. Bu ülkeler bölünmeyi makul görmüşlerdir. Birbirlerini kardeş değil düşman olarak görmüşlerdir. Bu zihniyetin sonucu olarak şu an çatışma yaşanan İslam coğrafyasının çok büyük bir kısmında Müslümanlar Müslümanları katletmektedirler. Bu katliamın en ibret verici örneği kuşkusuz ki Suriye’de yaşanmaktadır.

Suriye’de yaşananlar bir yandan komünist Baas zihniyetinin vahşetini gözler önüne sererken  bir yandan da İslam aleminin önemli bir konusu olan Şii-Sünni ayrımını gündeme getirmiştir.

Öncelikle şunları ifade etmekte fayda var: Şii de Sünni de Vahabi de aynı Allah’a iman eden, aynı Peygambere biat etmiş, aynı Kitaba inanan, aynı kıbleye dönen yani bir olan Müslümanlardır. Farklı meşrepler, farklı yollar, farklı uygulamaları olabilir, ama bu farklılıkların hiçbiri birinin diğerine düşman olması için bir mazeret değildir. Bu farklılıkların hiçbiri dost olmaya engel değildir. Bu farklılıkların hiçbiri, özellikle de İslam aleminin başında bu kadar çok sıkıntı varken, birlikte hareket etmeye engel değildir. Hepsinden önemlisi, bu farklılıklar asla Kuran’ın “Müslümanların kardeş olduğu” hükmünü unutturmamalıdır. Yanlışları eleştirirken de doğruya davet ederken de bu bilinçle hareket etmek gerekir. Bu sebeple, gerek Irak’ta uzun yıllardır devam eden çatışmaları gerekse Suriye’de yaşanan garip işbirliklerini değerlendirirken bunu körü körüne bir Şii düşmanlığı veya İran karşıtlığı üzerinden yapmak çok çirkin olur. Akılcı ve makul olan ve elbette Kuran ahlakına uyan, olayları kör bir kavgaya dönüştürecek öfke dolu bir dil kullanmak değil, kardeşliği tesis edecek itidalli ve sevgi dolu bir dil kullanmaktır.

www.turkislambirligimujdesi.com

Müslüman Alemindeki Sorunların Asıl Nedeni Kuran Ahlakından Uzaklaşmış Olunmasıdır

Bilindiği gibi İslam ülkelerinin bir kısmında yaşanan acılar sadece dış dünyadan kaynaklanmamakta, farklı etnik kökenler, farklı mezhepler, farklı kültürlerden Müslümanlar arasında da -Kuran ahlakına tamamen aykırı olarak- çatışmalar yaşanmaktadır. Allah’ı bir, dini bir, Kitabı bir, Peygamberi bir olan ve Allah’ın emriyle kardeş olmaları gereken Müslümanların birbirleriyle çatışıyor olması hiç şüphesiz üzerinde önemle düşünülmesi gereken bir durumdur. Çünkü Kuran’a göre müminlerin birlik olmaları farzdır. Ayetlerde şöyle buyrulur:

“Allah’ın ipine hepiniz sımsıkı sarılın. Dağılıp ayrılmayın. Ve Allah’ın sizin üzerinizdeki nimetini hatırlayın. Hani siz düşmanlar idiniz. O, kalplerinizin arasını uzlaştırıp-ısındırdı ve siz O’nun nimetiyle kardeşler olarak sabahladınız. Yine siz, tam ateş çukurunun kıyısındayken, oradan sizi kurtardı. Umulur ki hidayete erersiniz diye, Allah, size ayetlerini böyle açıklar.” (Al-i İmran Suresi, 103)

“Müminler ancak kardeştirler. Öyleyse kardeşlerinizin arasını bulup-düzeltin ve Allah’tan korkup-sakının; umulur ki esirgenirsiniz” (Hucurat Suresi, 10)

“Allah’a ve Resulü’ne itaat edin ve çekişip birbirinize düşmeyin, çözülüp yılgınlaşırsınız, gücünüz gider. Sabredin. Şüphesiz Allah, sabredenlerle beraberdir.” (Enfal Suresi, 46)

“Ve haklarına tecavüz edildiği zaman, birlik olup karşı koyanlardır.” (Şura Suresi, 39)

RAMAZANBIRLIK5

 

Burada Müslümanların birlik olmasıyla ilgili olarak sadece birkaç ayete yer verilmiştir. Bu ayetlerden ve Kuran’da bildirilen diğer ayetlerden açıkça anlaşıldığı gibi;

  1.  Müslümanların birlik olmaları,
  2.  Kardeşçe bir sevgi ve şefkatle birbirlerine bağlı olmaları,
  3.  Çekişip tartışmamaları,
  4.  Birbirlerinin velileri ve dostları olmaları,
  5.  Birbirlerini her koşulda koruyup kollamaları,
  6.  Birbirleriyle istişare halinde olmaları,
  7.  Kenetlenmiş bir bina gibi tek safta olup, inkarcı zihniyete karşı ilmi bir mücadele yapmaları farzdır.

Tüm bunlara aksi bir tutum içinde olmak, yani;

  1.  Birleştirici değil ayırıcı olmak,
  2.  Müslüman kardeşlerine sevgiyle ve şefkatle yaklaşmamak,
  3.  Müslüman kardeşlerine karşı affedici, koruyucu ve kollayıcı olmamak,
  4.  İnkara karşı verilen ilmi mücadelede Müslümanlarla kenetlenmiş bir bina gibi olup birlikte fikri mücadele içinde olmamak haramdır.

Eğer İslam alemi güçlü, istikrarlı, müreffeh bir medeniyet olmak, dünyaya her alanda yön vermek ve ışık tutmak istiyorsa, birlik halinde hareket etmek zorundadır. Bu birliğin yokluğu, Müslüman ülkeler arasındaki ayrılık ve dağınıklık, İslam dünyasından ortak bir ses yükselmemesi, mazlum Müslüman halkları da savunmasız bırakmaktadır. Filistin’de, Keşmir’de, Doğu Türkistan’da, Moro’da ve daha pek çok yerde zavallı kadınlar, çocuklar ve yaşlılar ihtiyaç içinde zulümden kurtarılmayı beklemektedirler. Bu masum insanların sorumluluğu herkesten önce, İslam dünyasının üzerindedir.

Müslümanlar, Peygamberimiz (s.a.v.)’in  “Müslüman, Müslümana zulmetmez ve onu tehlikede bırakmaz” (Ebu Davud, Edeb 46, (4893); Tirmizi, Hudud 3, (1426); Buhari, Mezalim 3, İkrah 7; Müslim, Birr 58) sözünü hatırlarından çıkarmamalı ve bu söze uygun hareket etmelidirler.

www.yasananahirzaman.com

Dünyadaki Zulmün Durmasını İsteyen Müslüman Kardeşlerimiz Mübarek Ramazan Ayında Can-ı Gönülden İttihad-ı İslam İçin Dua Etmelidirler

Allah Kuran’ın pek çok ayetinde müminlerin birbirlerinin velileri olduklarını bildirmiştir. “Veli” kelimesinin anlamı dost, koruyucu, yardımcı ve destekçidir. Buna göre Müslümanların birbirlerini dost edinmeleri, birbirlerini korumaları ve birbirlerine destek olmaları Allah’ın onlara bir emridir.

Allah bir ayetinde müminlerin birbirlerini veli edinmeleri gerektiğini şöyle bildirmektedir:

“Sizin dostunuz (veliniz), ancak Allah, O’nun elçisi, rüku ediciler olarak namaz kılan ve zekatı veren mü’minlerdir.” (Maide Suresi, 55)

Bir sonraki ayette ise Allah müminlerin birbirlerini dost ve veli edinmeleri durumunda inkarcılara karşı sürdürdükleri fikri mücadelede mutlaka galip geleceklerini şöyle bildirmektedir:

“Kim Allah’ı, Resûlü’nü ve iman edenleri dost (veli) edinirse, hiç şüphe yok, galip gelecek olanlar Allah’ın taraftarlarıdır.” (Maide Suresi, 56)

Bu ayetten ve Kuran’ın daha pek çok ayetinden anlaşılmaktadır ki, müminler birbirlerini sevip dost edinirlerse, birbirlerine destek olurlarsa inkarcıların inananlara uyguladıkları kötülüklere kesin olarak son verecek ve Allah’ın emrettiği güzel ahlakı yeryüzünde yerleşik kılacaklardır. Açıktır ki, günümüzde dünyanın pek çok yerinde yaşanan adaletsizlikleri, zulüm ve haksızlıkları durduracak olan, tüm Müslümanların birbirlerini kardeşçe kucaklamaları, aralarındaki uzaklıkları ortadan kaldırarak bir an önce birleşmeleri ve İttihad-ı İslam’ı oluşturmalarıdır.

Geçmişte bir kısım hatalar yapılmış olabilir. Fakat şu an Müslümanlar olarak kendi sorumluluklarımızı görmek zorundayız. İslam ülkelerinin yatışmasının yolu başkalarını suçlayarak vakit kaybetmek değil, Allah’ın emri gereği birlik olmaktır. Allah, Enfal Suresinin 73. ayetinde, “İnkar edenler birbirlerinin velileridir. Eğer siz bunu yapmazsanız (birbirinize yardım etmez ve dost olmazsanız) yeryüzünde bir fitne ve büyük bir bozgunculuk (fesat) olur.” (Enfal Suresi, 73) buyurarak bu ayetin hükmünü gerçekleştirmiştir. Müslümanlar dostluklarını kaybettikçe, bölünüp parçalandıkça yeryüzünde çatışma ve bozgunculuk artmıştır. Bu nedenle  çözüm Müslüman aleminin, Kuran ahlakının gerektirdiği biçimde birlik olmasıdır.

Hiç şüphe yok ki Allah’tan korkan, vicdan sahibi hiçbir Müslüman, kardeşlerinden yüz çevirmenin ve kardeşleriyle birlik olmamanın karşılığında ortaya çıkan kargaşanın ve zulüm dolu ortamın oluşturduğu fitnenin vebalini yüklenmek istemez. Ne var ki Müslümanların birleşmesi için gayret etmeyen herkes şahit olduğu acılardan, zulüm ve haksızlıklardan, savaşlardan sorumlu olacaktır.

RAMAZANBIRLIK2

 

Allah’ı, Peygamber Efendimiz (s.a.v.)’i ve mümin kardeşlerini seven her Müslüman, dünyanın dört bir yanında esaret altında yaşayan milyonlarca mazlum insanın, zulüm gören, işkenceye uğrayan, evlerinden sürülen, yokluk içinde yaşamak zorunda bırakılan kardeşlerinin sorumluluğunu üzerinde hissetmeli ve onların huzur ve güvenliğe kavuşmaları için İslam dünyasının bir an önce birleşmesini istemelidir. Nitekim mağdur olan kardeşlerimizi içinde bulundukları durumdan kurtarmanın en kısa, en etkili, en kesin yolu İttihad-ı İslam’ın sağlanmasıdır.

Zulmün durmasını isteyen kardeşlerimiz bu mübarek günlerde Müslüman dünyasının kurtuluşu için “Ya Rabbi, İttihad-ı İslam’ı bir an önce meydana getir”, “İttihad-ı İslam’ı hemen oluştur” diye Allah’a dua etmelidirler. Allah müminlerin dualarına icabet edendir. Bu güzel ve hayırlı duayı yapan kardeşlerimiz inşaAllah kısa süre sonra dualarının gerçekleştiğini göreceklerdir. Israrla bu duayı yapan, bu duaya ilişkin faaliyetlerde bulunan müminler hiç kuşkusuz büyük bir sevap işlemiş olacaklardır.

İslam Birliğini sağlayacak olan Allah’tır, bizlere düşen bu birliğin kurulması için Allah’a dua etmektir. Bizler Müslümanları daima kardeşliğe çağırmakla, birbirlerini sevmeye, tek Yaradan’ın kulları olduklarını hatırlamaya çağırmakla, dünyadaki her insanı, Allah’ın kulu olarak sevmeye davet etmekle, Allah’ın bu kainatı nefret için değil sevgi için yarattığını hatırlatmakla yükümlüyüz.

Dünyayı güzelleştirmenin sırrı birlik çağrısı yapmaktır. Radikallerin sahte dini sürekli lanet ve nefret ile canlı kalıyor olabilir. Kuran’da bildirilen İslam dinimiz bize sevmeyi ve daima dost olmayı emrediyor. Biz, şartlar ne olursa olsun, zulüm altında bile olsak, sevgiyi konuşmalıyız. Lanet okumak dünyaya asla barış getirmez ama sevgi ve birliği konuşmakla Allah’ın izniyle dünya değişir.

www.dorthakmezhebegoremehdi.com

İslam Aleminin Manevi Liderinin Olmaması Hz. Mehdi (a.s.)’ın Geliş Alametlerindendir

Allah tarih boyunca her kavmi lideriyle, önderiyle birlikte yaratmıştır. Bu, Adetullah’ın gereğidir. Hz. Nuh (a.s.), Hz. İbrahim (a.s.), Hz. Musa (a.s.), Hz. Yusuf (a.s.), Hz. İsa (a.s.) ve Hz. Muhammed (s.a.v.) döneminde iman edenlerin önderi olarak Allah’ın mübarek elçileri İslam toplumlarının başında olmuştur. Hz. Talut (a.s.) döneminde de, Hz. Zülkarneyn (a.s.) döneminde de Müslümanların hep bir lideri olmuştur. Peygamberimiz (s.a.v.)’in ardından da Müslümanlar yakın tarihe kadar hiç başsız kalmamışlardır. Bu dönemde Müslümanların manevi bir liderinin olmaması, Allah’ın takdir ettiği Hz. Mehdi (a.s.)’ın geliş alametlerinden birisidir. Ancak Allah kaderde İslam toplumu için bir güzellik takdir etmiş ve manevi önderleri olmadan geçen bu dönemin ardından onları çok üstün ahlaklı, çok mübarek, sevgi ve şefkat dolu, Müslümanlara çok düşkün, hamiyet-i İslamiyesi çok kuvvetli bir zatla, yani Hz. Mehdi (a.s.)’la müjdelemiştir. Yaklaşık 1.5 asırdır başsız olan İslam alemi, Allah’ın takdir ettiği kaderin gereği olarak, bu yüzyılda Hz. Mehdi (a.s.)’ın manevi önderliği altında birleşecek ve İslam Birliği kurulacaktır inşaAllah.

http://harunyahya.org/tr/Makaleler/165377/Muslumanlarin-Ramazan%E2%80%99da-Ittifakla-Ittihad-I-Islam-Icin-Dua-Etmeleri-Ittihad-i-Islam%E2%80%99i-Cabuklastirir