Düşünme zamanı… – Harun Yahya (Adnan Oktar)

adnan oktar abdulkadir molla banglades islam birligi

Dünya çapında yapılan tüm protestolara rağmen Dakka, Abdulkadir Molla’yı idam etti. Molla’nın idamı İslamofobi’nin sadece batı dünyasına has bir durum olmadığını, Müslüman ülkelerde dahi görülebilen bir korku olduğunu bizlere gösterdi. Bu korkunun temel sebebi ise, İslamiyet’in Kuran’a dayalı uygulamaları değil  aksine radikal ve bağnaz eğilimlerin Kuran’dan uzak uygulamalarıdır.

Müslümanlar bile bu konuda bölünmüş görünüyor. İslam ülkelerindeki bir çok hükümet kendi topraklarındaki “radikal” gruplara karşı çok temkinli. Öyle ki, toplumlarının radikalleşmesinden korkan hükümetler bazen güç kullanmak zorunda kalıyorlar.

Cemaat-i İslami’nin lideri Molla’nın müebbet hapis yerine idam edilmesi de bir şekilde aynı kaygılara işaret ediyor. Bu durum karşısında, İslam’ın gerçek öğretilerini izleyen samimi, aydın Müslümanların hem dünyaya hem de kendi toplumlarına İslamiyetin gerçek yüzünü yansıtmaları tek çözümdür.

Bu yapılmazsa, dünyanın bir çok ülkesinde Müslümanlara karşı yürütülen bu tür zulüm uygulamalarının sayısı giderek artacaktır.

Gerçek bir inanan hiçbir zaman adaletsizlik ve zulüm karşısında sessiz kalamaz. Vicdan ve Hamiyet-i İslamiye duyguları, inanan bir insanı, şahit olduğu bir zulüm karşısında hemen harekete geçirir. Yaşanan zulüm ve haksızlığı durdurabilmek için samimi bir Müslüman elinden gelen her şeyi yapar. Sesini duyurabileceği her imkanı kullanır ve var gücüyle o mazlum insanlara destek olmaya, onlara yardım ulaştırmaya çalışır. İşte bizler de bu şuur içerisinde Abdul Kadir Molla’nın idam edilmesine var gücümüzle karşı çıktık ve dünya çapında Müslümanların genel hissiyatlarını seslendirmeye çalıştık.

Gerek sosyal medyada, gerekse siyasi yollarla Müslüman Türk milleti olarak, Bangladeş’teki Müslümanların sesini duyurup, bu zulmü durdurmanın yollarını aradık. İslam, Müslümanların zorluklar karşısında birbirlerine yardımcı olmalarını emreder ve birbirlerine zulmetmelerine izin vermez.

Bangladeş’te olup bitenler İslam’ın gerçek öğretileriyle tam bir tezat içindedir. Müslümanın en önemli özelliklerinden biri, insanlara karşı affedici, şefkatli ve merhametli bir tavır içerisinde olmaktır.

Bu vicdanları sızlatan vahim olaydan sonra Müslüman dünyasının yapacağı şey olanlardan ders çıkarıp böylesi hataları tekrar etmemek olmalıdır. Bangladeş halkı da geçmiş yıllarda yaşanan olayların değerlendirmesini yaparken, intikam hissiyle değil,  hoşgörü,  merhamet ve affediciliği esas alarak hareket etmelidir. Allah Kuran’da, hatalar karşısında “affetmenin her zaman daha hayırlı olduğunu” bildirmiştir. Bu nedenle Bangladeş hükümeti de, ülkesindeki yargılamalarda ve ceza kararlarında  Kuran’da bildirilen bu üstün ahlak anlayışını unutmamalıdır.

Dünyadaki tüm Müslümanların kendi aralarındaki küçük farklılıkları bir kenara bırakmaları ve Allah ve Peygamberi (sav) tarafından emredildiği şekilde birlik olmaları gerekir.

İslam, Müslümanlar arasında birliğin kesin gerekliliğini savunur ve bu birlik olmaksızın Müslümanların zayıf düşecekleri ve karşılaşabilecekleri tüm cephelerde yenilecekleri konusunda uyarır.

Müslümanların dünyadaki haksızlıklara karşı güç birliği oluşturup bu birlik ruhu içerisinde, tek ses olarak hareket etmeleri aslında çok kolaydır.  Ancak böyle bir birlik,  güçlü bir irade ve İslam’ın gerçek öğretilerini uygulama konusunda tutku derecesinde bir istek ve kararlılık gerektirir.

Birçok Müslüman “düşünür”, mevcut global senaryo dahilinde bunun mümkün olmayacağını iddia ederek, böylesi bir birlik oluşturma fikrini reddetmektedir. Bu mantık  bir birlik oluşturmanın önündeki engellerin üstesinden gelmeye yardımcı olmadığı gibi tam aksine içinde bulunulan durumu daha da karmaşık hale getirecektir. Bu unsurlar küresel dengelerin, çıkar çatışmalarının, sosyopolitik, ekonomik ya da kültürel farklılıkların, böyle bir birliği olanaksız kılacağını düşünmektedir. Oysaki ortada ne zor  ne de karmaşık olan hiçbir şey yoktur.

Bir takım engeller olduğunu kabul etmek gerekir ancak bunlar Müslümanların bu yönde çaba harcamasına engel olmamalıdır. Müslümanlar arasındaki birlik ve dayanışma, dünyanın diğer ülkelerine de büyük bir konfor sağlayacaktır. Böyle bir birlik dünya üzerindeki her din, her inanç ve her düşünceden insanın da rahat yaşamasını olanaklı kılacaktır.

Bu makale Arab NewsThe Nation gazetelerinde ve Caravan Daily haber sitesinde yayınlanmıştır.

Türk İslam Birliği’ne Çağrı
http://harunyahya.org/tr/Kitaplar/734/Turk-Islam-Birligine-Cagri
adnan oktar turk islam birligine cagri harun yahya kitap

Reelpolitik: Ahlaki Ve Dini Değerlerin Politikadan Dışlanması – Harun Yahya (Adnan Oktar)

adnan oktar reelpolitik islam birligi

Geçtiğimiz çeyrek yüzyılda Irak ve Afganistan müdahalelerinin yıkıcı sonuçları ABD’de büyük sarsıntılar meydana getirirken, ekonomik kriz ve milliyetçi akımlar Avrupa Birliği’ni, Arap Baharı ise İslam ülkeleri başta olmak üzere tüm dünyadaki yerleşik düzeni geri dönüşü olmayacak şekilde yerinden oynattı. Latin Amerika’da ve Çin liderliğindeki Doğu Asya ülkelerinde yaşanan hızlı büyüme ise Soğuk Savaş’ın ardından bozulan güç dengelerini daha da karmaşık hale getirdi. İslam topraklarını, Avrupa’yı, Asya’yı, hatta Amerika’yı içine alan yeni bir düzenin kurulmakta olduğunu, dünyada büyük bir değişim ve dönüşüm yaşandığını herkes görüyor. Kurulmakta olan bu yeni düzende ise Batı’nın değil, Ortadoğu’nun merkez olacağı ve Türkiye’nin de bu yeni düzende hayati bir rolü üstleneceği ise şüphe götürmeyen bir gerçek haline geldi. Çünkü değişimin başlangıç noktası Türkiye’yi örnek alan Arap Baharı oldu.

Tunus, Libya ve Mısır ile başlayıp hızla yayılan bu uyanış, önümüzdeki yıllarda adalet duygusundan yoksun, baskıcı, anti-demokratik yönetimlerin halkın tepkisiyle gücünü daha da büyük bir hızla kaybedeceğini gösteriyor. Tabi ki her dönüşüm gibi bu da zorlu geçiyor, büyük sıkıntılar, acılar yaşanıyor. Çünkü yılların kökleşmiş baskı ve zulüm sistemini tüm uzantılarıyla ortadan kaldırmak, düzenin eski sahiplerini devreden çıkarıp demokratik, özgürlükçü, adalet, hakkaniyet ve barış temelli yeni bir düzen oluşturmak o kadar kolay değil. Ortadoğu’da kendi vatandaşını zalimce katleden yönetimlerle, kundaktaki bebeklere ateş açan gözü dönmüş askerlerle, her türlü insani değeri ayaklar altına alan zalim bir güruhla karşı karşıyayız.

Ancak bir de bu zalimleri alkışlayan, gizli ya da açık destek veren, zalimlere karşı duranı ise sivri dilleriyle eleştiren bir kitle karşımızdadır. Ellerindeki en büyük koz ise “reelpolitik” kavramıdır.

www.Kurandaittihadiislam.com

Vicdan ve fazilet sahibi, Allah’tan korkan kimselerin, dünyanın dört bir yanındaki Müslümanların yaşadığı sıkıntıları gördükleri halde bunu göz ardı edip sadece kendi isteklerinin ve dertlerinin peşine düşmeleri, sıradan dünya menfaatleri uğruna bu sorumluluklarını bir kenara bırakabilmeleri mümkün değildir. Bu nedenle böyle bir durumda kişinin yalnızca kendisi harekete geçmekle kalmamalı, diğer Müslümanları da, birlik olup, güzel ahlakın tüm yeryüzüne yayılması, zulmün sona ermesi için çaba harcamaya çağırması gerekmektedir. Allah bu ahlakın gerekliliğini, “…Müminleri hazırlayıp-teşvik et…” (Nisa Suresi, 84) ayetiyle insanlara bildirmiştir.

Reelpolitik3

Reelpolitik Kavramı Ne Anlama Gelmektedir?

Reelpolitik kavramının babası olarak tanımlanan Henry Kissinger için reelpolitik “güç hesapları ve ulusal çıkarlar üzerine kurulu dış politika” anlamına gelmektedir. Yani “ahlaki ve dini değerleri, namus, şeref ve haysiyet gibi kavramları, en önemlisi de insan hayatını” devreden çıkararak bir politika belirlemektir.

Ülkemizde de reelpolitik kavramına teslim olmuş kişilerden oluşan bir topluluk bulunmaktadır. Bu topluluk sınır kapılarımıza öldürülme korkusuyla sığınan kadınlara, çocuklara, yaşlılara kucak açmamıza, yaralılara yardım eli uzatmamıza bu kavramı öne sürerek karşı çıkmaktadır. Mısır’da binlerce insanı vahşice katleden, keskin nişancılarla insan avına çıkmış zalimlere karşı çıkılmasına, yüksek sesle “zalim” denmesine  “aklınızla değil, duygularınızla davranıyorsunuz, önce çıkarlarımızı düşünün”diyerek karşı çıkmaktadırlar. Ancak hükümetimiz bu seslere kulak vermemekte ve gereğini yapmaktadır. Hiçbir çıkar, hiçbir siyasi menfaat, hiçbir güç ya da denge hesabı  Allah’ın rızasını kazanmaktan üstün olamaz. Masum insanlar öldürülüyorsa hiçbir reelpolitik kaygı bu katliamı meşru gösteremez. Savunmasız insanlar ölüm korkusuyla ülkemiz kapısına geliyorsa reelpolitiğin acımasız, vicdansız ve insafsız yüzü bu insanlara kapılarımızı kapattıramaz.

Reepolitik2

Müslümanca Düşünce Dünyadaki Her Türlü Politik Kavram ve Dengeden Üstündür

İman ve Allah korkusu söz konusu olduğu zaman dünya gerçekleri, çıkarlar, dengeler ve diğer tüm hesaplar tamamen devreden çıkar, tüm politik kavramlar yerle bir olur. Doğrular ve yanlışlar gece ile gündüz gibi belirginleşir. Bugün Suriye, Mısır, Tunus, Libya ya da Afganistan söz konusu olduğunda da doğrular ve yanlışlar hiçbir şüpheye yer vermeyecek şekilde karşımızda durmaktadır.  Türk halkı zalimi de  mazlumu da net olarak görmektedir. Kimi alkışlayacağını, kime destek vereceğini çok iyi bilmektedir.

İslam dünyasındaki sorunların çözümü konuşulduğunda da yine aynı reelpolitik kavramı tüm çirkin, soğuk ve itici muhtevasıyla ortaya çıkar.

Müslümanca düşünmek ise, “İslam dünyasında devam eden tüm bu çatışmaların, kavgaların, ölümlerin sebebi Müslümanların bölünmesidir, parçalanmasıdır. Eğer Müslümanlar birleşirse, bir lider ülke öncülüğünde büyük bir İslam birliği oluşturursa, İslam ülkelerindeki çatışmalar da son bulur. AB benzeri bir yapılanmanın, İslam barış gücünü oluşturmuş bir birliğin, tüm gücünü ve kaynaklarını bir araya getirmiş sevgiye dayalı bir kardeşlik ordusunun karşısında hiçbir zalim darbeci, hiçbir piyon hükümet duramaz.” biçimindedir.  Samimi Müslüman Allah’ın açık emirlerinden, birlik olmanın farz olduğundan, aksinde yeryüzünde bozgun olmasının Allah’ın adetullahı olduğundan söz eder.  Reelpolitik dünya görüşüne sahip olanlar ise “Reelpolitiğe göre hareket etmeliyiz, hayalperest olmayalım, İslam birliği bir ütopya, dünya güçleri bu birliğe izin vermez….” derler.

Konuşmalarını vicdanlarının ve ahlaki değerlerin değil, reelpolitiğin süzgecinden geçirirler. Adaleti ve hakkaniyeti değil, kendi çıkarlarını dillerinden düşürmezler. Reelpolitik kavramının arkasına sığınıp körelmiş vicdanlarında zalimi alkışlamayı, mazlumu görmezden gelmeyi meşru hale getirirler. İslam Birliği’ni istemeyi bir ütopya, bir çeşit Polyannacılık olarak nitelendirirler. Allah’ın emirlerine, Peygamber Efendimiz (sav)’in sünnetine, ahlaki ve vicdani değerlere göre değil kendilerince oluşturdukları “hayatın gerçeklerine” göre politika belirlemeyi tercih ederler. “Artık bu rüyadan uyanıp, hatalarınızı kabul edin ve reelpolitiğin soğuk gerçekliğine dönün. Vicdanınızla değil, jeopolitik hesaplarla hareket edin” derler. “Müslümanlar birlik olmadıkça bu zulüm bitmeyecek, İslam dünyasının bir lidere ihtiyacı var” denildiğinde müstehzi gülüşlerle göz kaş işareti yapmayı ise kendilerince bir zeka pırıltısı olarak görürler. Ama samimi Müslümanlar bu reelpolitik çukuruna düşmeyi reddederler.

Samimi Müslümanlar Kuran’a uygun adil bir politika isterler. Çıkarlara ya da stratejik hesaplara değil, ahlaki temeller üzerine kurulmuş bir politikayı hedeflerler. Gerektiğinde katliamlara, cinayetlere, soykırımlara bile göz yummayı savunan reelpolitik kavramını reddederler.

İslam Birliği’nin kurulmasına “reelpolitiğe teslim olmayan, çıkarlarına göre değil vicdanlarına göre hareket eden, korkularına, endişelerine, beklenti ve çıkar hesaplarına göre değil Allah’ın kanunlarına göre davrananlar vesile olacaktır. Tüm bölünmüşlüklere, parçalanmışlıklara, çatışmalara ve karşımıza çıkan zorluklara rağmen İslam Birliğine olan özlemini yitirmemiş bir ümmet olmamız Türk halkı için çok büyük bir fırsattır. İç kavgalarımızı bırakıp ümmet birliği yoluna girmemiz için psikolojik zemin hazırdır. Toplum İslam birliği özlemini, manevi bir lidere olan ihtiyacını her fırsatta, kalpten dile getirmektedir. Zaten önemli olan da bu birliğe kalben inanmış milyonların hazır olmasıdır.

www.turkislambirligi.com.tr

www.islam-alimleri.com

Kim Allah’ı, Resûlü’nü ve iman edenleri dost (veli) edinirse, hiç şüphe yok, galip gelecek olanlar Allah’ın taraftarlarıdır. (Maide Suresi, 56)

Bu ayetten ve Kuran’ın daha pek çok ayetinden anlaşılmaktadır ki, müminler birbirlerini sevip dost edinirlerse, birbirlerine destek olurlarsa inkarcıların inananlara uyguladıkları kötülüklere kesin olarak son verecek ve Allah’ın emrettiği güzel ahlakı yeryüzünde yerleşik kılacaklardır. Açıktır ki, günümüzde dünyanın pek çok yerinde yaşanan adaletsizlikleri, zulüm ve haksızlıkları durduracak şey tüm Müslümanların birbirlerini kardeşçe kucaklamaları, aralarındaki uzaklıkları ortadan kaldırarak bir an önce birleşmeleri ve İttihad-ı İslam’ı oluşturmalarıdır. Müminlerin birlik olmamaları durumunda meydana gelecek ortamı ise Allah bir ayetinde şöyle haber vermektedir:

İnkar edenler birbirlerinin velileridir. Eğer siz bunu    yapmazsanız (birbirinize yardım etmez ve dost olmazsanız) yeryüzünde bir fitne ve büyük bir bozgunculuk (fesat) olur. (Enfal Suresi, 73)

Ücretsiz kitap: Türk İslam Birliği’ne Çağrı
http://harunyahya.org/tr/Kitaplar/734/Turk-Islam-Birligine-Cagri
adnan oktar turk islam birligine cagri harun yahya kitap

Kana bulanan Suriye inananların birliğiyle temizlenecek – Adnan Oktar

 

Suriye’de Esad rejimi sürekli olarak halkını katletmeye devam ediyor. Bu rejimin halkına karşı gerçekleştirdiği en şiddetli katliam ise kimyasal gaz kullanılması ve 1300 kişinin şehit olmasıydı. Şehit olan masum insanların arasında yüzlerce çocuk da vardı. Batı dünyasından bu kimyasal katliama birkaç cılız kınama dışında tepki gelmedi. Zaten 2011 yılından beri devam eden bu katliamlara karşı batı sessizlik kılıfını çoktan örtmüş durumda. İnsanların katledilmesi onları neredeyse hiç ilgilendirmiyor hatta sanki Müslümanın Müslümanı kırması işlerine geliyor gibi görünüyor. Birçok Müslüman ülke ise “bana dokunmayan yılan bin yaşasın” zihniyetiyle hayatlarını hiçbir şey olmamış gibi devam ettiriyor. Vicdan sahibi bir kesim dışında ne Amerika, ne Avrupa, ne de bazı Müslüman ülkeler Suriye’deki olaylarla gerçek anlamda ilgilenmiyor.

SURİYE’YE YAPILACAK ASKERİ MÜDAHALE ÇÖZÜM OLAMAZ

Geçtiğimiz günlerde Suriye için bir gelişme oldu. ABD Senatosu’ndan Suriye’ye askeri müdahale için onay çıktı! Bazıları bu haberi “müjde” gibi sunsalar da bu onayın anlamı aslında, Suriye halkının bombalanacak olmasıdır. Bu durumdan zararlı çıkacak tek taraf, yine her zamanki gibi, mazlum halk olacaktır. Bu zavallı mazlum halkın bir ismi var: “Suriye halkı”…

Aslında Suriye ve Suriye halkı denildiğinde her birinin ayrı bir birey olduğu düşüncesi kimsenin aklına gelmiyor. Oysa onlar da herkesin kendi etrafında gördüğü her zaman karşılaştığı konuştuğu selamlaştığı, aynı otobüsü, aynı işi veya apartmanı paylaştığı insanlar gibi birer insan. Hepsinin bir işi, hayatları, aileleri, okulları, arkadaşları sevdikleri ve bir sosyal hayatları var. Aslında var yerine vardı demek daha doğru. Çünkü her şeylerini kaybettiler veya kaybetmek üzereler. Hemen hemen hepsi evlerini, işlerini ve sevdiklerini kaybetmiş olmanın getirdiği perişanlığı yaşıyorlar. Aralarında başlarına gelecekleri büyük bir korkuyla bekleyen milyonlarca mazlum insan var. Peki, kendilerini dört duvar arasına sıkıştırılmış gibi hisseden bu insanlar ne yapacaklar? Kendilerini toprağın altına mı gömsünler? Denize mi atlayıp kurtulsunlar? Kaçacak hiçbir yerleri, sığınacak hiçbir kapıları yok. Elleri kolları bağlı olarak psikopat bir rejimin deccali zulmü altında esir alınmışlar. İşte bu noktada getirilen öneriler, bu insanların hayatlarını değiştirecek çözüm olmaktan uzak.

www.mehdiyetinsirlari.com

Suriye’ye Yapılacak Müdahalede Kan Akması Nasıl Önlenir?

Suriye’de gece gündüz insanlar şehit ediliyor. Haber ajanslarına göre şehit edilenlerin sayısı 100 bini çoktan aştı. Bu rakamın %88’ini sivil halk oluşturuyor. Üstelik sivil halkı oluşturanlar arasında çocuk ve kadınların kaybı oldukça yüksek. Her saat başı 6 kişinin şehit edildiği Suriye’de, günde ortalama 135 kişi hayatını kaybetmekte ve  ortalama 2 saatte bir çocuk, 3 saatte de 1 kadın şehit edilmektedir. Bu zulmün durması için başka bir zulmü yani Amerika’nın müdahale etmesini istemek ise masum halka yapılacak en büyük kötülüklerden biridir. Çünkü bu -Allah esirgesin- mutlaka can kaybına neden olur ve kimse bu zavallı insanların hayatlarının son bulmasını engelleyemez. Ancak Suriye’de akan kanın durması için kanlı bir yöntemi istemenin yerine barışçıl, nezaketli, kibar, kansız, sevgi dolu Kuran’a uygun metod benimsenebilir.

suriye2

Amerika’nın Müdahale Edip, Suriye’yi Bombalaması Sadece Acıya Acı Katar

Amerika’nın kurtarıcılığını beklemek akıllı bir hareket değildir. Çünkü havadan bombardıman yapılması aynı Irak’ta olduğu gibi Suriye’nin tarihi dokusunun ülkeyi ayakta tutan sanayi tesislerinin ve alt yapısının yerle bir olması anlamına gelir. Bu ise halkın mağdur olması demektir. Mesela barajların bombalanması halkın elektriğini keser, yolların ve köprülerin bombalanması mültecilerin ve zulümden kaçanların ulaşımlarını engeller, Esad rejimi ve yandaşlarına ise bir zarar vermez çünkü onlar daima kendilerini kurtaracak ve düzenlerini bozmayacak bir yol bulurlar. Diğer taraftan Amerika’nın Suriye’yi bombalaması mazlum insanların yaralanmalarına, ölmelerine, yakınlarını, sevdiklerini kaybetmelerine, daha da fakirleşmelerine kısacası sadece acılarına daha çok acı katılmasına neden olur. İşte bu sebeple, müdahale doğru bir yöntem değildir.

Amerika’nın Suriye’yi Bombalaması Esad’ı Rahatsız Etmez

Açıktır ki zaten Esad’ın kendisi halkını bombalamakta, kimyasal silahlarla katletmekte, Napalm bombaları ile yakarak, makineli tüfeklerle tarayarak, bombayla parçalayarak yüzbinlerce insanı şehit etmektedir. Bu nedenle Amerika’nın müdahale etmesi ve Suriye’yi bombalaması Esad’ın rahatsız olacağı değil, aksine hoşuna gidecek bir davranış olur. Çünkü kendi yerine bombalama ve yakıp yıkma işini, ABD yapacağı için Esad buna içten içe memnun olacaktır. Bilindiği gibi Esad Lazkiye tarafında küçük bir bölgeyi kendine ayırmış, yandaşları ile adeta bir sayfiye yeri görünümündeki bu alanda refah içinde yaşamını sürdürmektedir. Tahrip ettiği, yakıp yıktığı Suriye’nin daha da yıkılmasına, halkın zarar görmesine ise hiç aldırmayacağı ortadadır.

suriye3

Amerikan Askerlerinin de Suriye’ye Göreve Gitmekten Memnun Olmaları Beklenemez

Amerikan askerleri de tıpkı Suriye halkı ve bizler gibi öncelikle duyguları ve sosyal ilişkileri olan birer insandır. Göreve çağrıldıkları ve işleri askerlik olduğu için Suriye’ye gideceklerdir. Onlar da bu yaptıkları işten dolayı rahat ve huzurlu olamayacaklardır. Eğer İslam Birliği kurulmuş, inananlar ittifak etmiş olsalardı onlar da masum Suriye halkının topraklarına yönelik harekâta geçmenin vicdan azabını yaşamayacaklar, istemeye istemeye aldıkları emirleri yerine getirmek zorunda kalmayacaklardı. Çünkü hiçbir vicdan sahibi insan, bir başkasını öldürmekten, onun evini barkını yıkmaktan zevk almaz. Kimse evini, ailesini, vatanını arkasında bırakıp belki de bir daha geri dönmeyecek şekilde, kan dolu savaş şartlarının içine girmek istemez.

Bazı Müslümanlar Hz. Mehdi (a.s.)’ın çıkışını, Hz. İsa (a.s.)’ın nüzulünü kabul etmedikleri, beklemedikleri, bunun için Allah’a dua etmedikleri, bu gerçeklere yüz çevirip direndikleri sürece (haşa) Allah’a karşı direnmiş, Allah’ın takdirine karşı gelmiş olacaklardır. Bunun sonucu da şu ana kadar olduğu gibi her yönden acı bir azap yağmasından, bela üstüne belaya uğramaktan başkası olmayacaktır.

İnsanlar Mehdiyet’e direnmeyi bıraktıkları ve coşkuyla ve sevgiyle Hz. Mehdi (a.s.)’ın gelişini gözleyip, bu kutlu şahsa kavuşmak için Allah’a yalvardıklarında ise Yüce Allah, Hz. Mehdi (a.s.)’ı insanlığa gönderecek ve onun vesilesiyle dünyayı karanlıklardan aydınlığa, savaşlardan barışa ve mutluluğa, insanları korku, acı ve yoksulluktan güvenlik, mutluluk ve nimete eriştirecektir

Müdahale Durumunda Esad’ın Elindeki Silahları Kullanması da Tam Bir Vahşete Yol Açar

Şu anda Esad’ın elinde ne kadar füze olduğunu kimse net olarak bilmemektedir. İran’ın Suriye’ye çok fazla silah sevkiyatı yapmış olması da ihtimal dâhilindedir. Bu silahların tamamının havadan imha edilmesi gibi bir durum olamayacağına göre Esad’ın savunma durumuna geçmesi halinde büyük bir katliam yaşanabilir. Halkına kullandığı kimyasal silahları bu kez Amerikan ordusu için tekrar kullanması durumunda Türkiye’nin de içinde bulunduğu tüm çevre ülkelerin büyük bir tehlike altında kalacağı aşikârdır.

www.hzmehdi.com

Müdahalenin Sonucu Tüm Dünyaya Yıkım Getirir

Müslüman ülkelerin, Arap Dünyasının ve G-20 toplantılarında bir araya gelen ülkelerin devlet başkanlarının savaşa son verilmesini konuşmamaları, Sünnileri ve Şiileri barıştırma düşüncesinde olmamaları,  savaş ya da müdahaleyi tek çözüm olarak düşünmeleri son derece ilginçtir. Bu ve benzeri planlar dünyaya bir fayda getirmez, tam tersine herkese büyük bir zarar verir. Bu zararların başında maddi ve manevi kayıplar gelir. Suriye’ye yapılacak herhangi bir müdahalenin genel maliyetinin yaklaşık 300 milyar dolar olacağı hesaplanıyor. Oysa savaşa harcanacak böyle bir rakam şu anda Afrika’da açlığa karşı ölüm kalım mücadelesi veren 18 milyon insanın, şu an dünyada mülteci konumunda bulunan milyonlarca insanın rahatlıkla kurtarılmasına yetecek bir miktardır. Değil 300 milyar, sadece tek bir füzenin maliyeti olan 4 milyon dolar bile Suriye halkının güvenli biçimde Irak, Ürdün gibi çevre ülkelere tahliye edilip buralarda mültecilere uygun insani koşulların sağlanmasına, yemesine, içmesine yetecek bir miktardır.

suriye4

Suriye’ye Müslüman Ülkeler Kurtarma Operasyonu Yapmalıdırlar

Suriye’ye yapılması planlanan müdahale için Amerika da Müslüman ülkelerden yardım alınması gerektiğine inanmıştır. Bu amaçla operasyon için Arap ülkelerinden finansal destek almaktadır. Oysa Arap ülkeleri bu kadar yüksek bir meblağı kan dökülmesi için değil Müslümanların birliğini sağlamak için harcamalıdırlar. Esad’ı durdurmanın Suriye’deki akan kana son vermenin tek yolu, bütün İslam ülkelerinin birleşip kansız ve barışçıl bir kurtarma operasyonu şeklinde Suriye’ye girmesidir. Türkiye, İran, Mısır, Fas, Tunus, Cezayir, Libya, Ürdün, Malezya ve diğer İslam ülkeleri, birer tümen veya tugay asker gönderebilirler. İslam ülkelerinin Genelkurmay Başkanları bir araya gelip bir komuta heyeti oluşturduktan sonra ortak bir karar alabilirler. Bu birleşik İslam barış ordusu sabah ezanından sonra “Ya Allah Bismillah” diyerek karadan ve denizden Suriye’ye girebilir. Kuran’da bildirilen Hz. Yakub (a.s.)’ın çocuklarına ‘şehre farklı kapılardan girme’ tavsiyesindeki işarete uygun bir yöntemle, hiç kimseye zarar vermeden 70 ayrı noktadan Suriye’ye girebilir ve Suriye ordusunu teslim olmaya mecbur edebilirler. Bu biçimde gerçekleşecek bir MÜDAHALEYE SURİYE HALKI DİRENMEZ. ÇÜNKÜ BURAYA GELEN ASKERLER SAVAŞMAK İÇİN DEĞİL, KURTARMAK İÇİN GELECEKLER VE MÜSLÜMAN ORDUSU OLDUĞU İÇİN DÜŞMAN OLARAK ALGILANMAYACAKLARDIR. Bu ordu halka, muhaliflere, Alevi kardeşlerimize, Nusayrilere çok iyi davranacak, hepsinin canının malının kendilerine emanet olduğunu, gönüllerinin rahat olmasını bildirecektir. Bu ordunun görevi polis gücü gibi olacak ve tek bir silah patlamadan sadece düzenin yeniden sağlanmasını temin edecektir.

Özellikle İRAN VE TÜRKİYE’NİN BİRLİKTE HAREKET ETMESİ VE ASKER GÖNDERMESİ DİĞER İSLAM ÜLKELERİNİN ASKER GÖNDERMESİNİ VE AKAN KANIN BİR AN ÖNCE DURMASINI HIZLANDIRIR. Çünkü bu iki ülkenin birlikte hareket etmesi Şii ve Sünnilerin birleşmesine, bölgedeki tüm İslam devletlerini bir araya getirerek tek bir ümmete dönüştürmesine vesile olacaktır.

RUSYA DA BU BİRLİĞE DESTEK VERİR. Rusya Devlet başkanı Putin de birliğe katılan çok sayıda İslam ülkesini karşısına almak. Putin de bu birliğin Suriye’deki olayları yatıştıracağı yönünde basın açıklamaları yaparak desteğini gösterebilir.

www.Kurandaittihadiislam.com

Suriye’de Akan Kanın Durmamasının Tek Sorumlusu Bir Türlü Bir Araya Gelemeyen Müslümanlardır

Suriye’de sorunların çözülmesi için tek bir yol vardır. Bu da kesin olarak Müslümanların birlik olmasıdır. Birlik olmadan bu kanın durması imkânsızdır. Tüm inananların derhal ve acilen bir araya gelmeleri şarttır. Kendilerine bu manevi birliğin temsilcisi olan ihlaslı bir lider seçip ardından da güç birliği yapmaları lazımdır. Bu harcını; sevgiyle, kardeşlikle, şefkatle, merhamet ve güçlü bir Allah korkusuyla karıp karıştırdıkları bir birlik olacaktır.

Çünkü Kuran’da Allah şöyle buyurur;

  •  “İnkar edenler birbirlerinin velileridir. Eğer siz bunu yapmazsanız (birbirinize yardım etmez ve dost olmazsanız) yeryüzünde bir fitne ve büyük bir bozgunculuk (fesat) olur.” (Enfal Suresi, 73)
  •  “Allah’ın ipine hepiniz sımsıkı sarılın. Dağılıp ayrılmayın…” (Al-i İmran Suresi, 103)
  •  “Mü’minler ancak kardeştirler. Öyleyse kardeşlerinizin arasını bulup-düzeltin…” (Hucurat Suresi, 10)
  •  “… Çekişip birbirinize düşmeyin, çözülüp yılgınlaşırsınız, gücünüz gider. Sabredin. Şüphesiz Allah, sabredenlerle beraberdir.” (Enfal Suresi, 46)
  •  “Ve haklarına tecavüz edildiği zaman, birlik olup karşı koyanlardır.” (Şura Suresi, 39)
  •  “Şüphesiz Allah, Kendi yolunda, sanki birbirlerine kenetlenmiş bir bina gibi saf bağlayarak cehd edenleri (mücadele edenleri) sever.” (Saff Suresi, 4)

Demek ki Kuran’a göre bu zulmü ortadan kaldırabilecek tek çözüm; tüm inananların birlik olmasıdır.

Unutmayalım, yüzyıllardır dünya adeta dev bir kan gölüne döndü. Tarihi; katliamlarla, büyük savaşlarla, yıkımlarla, felaketlerle dolu… Ancak şu da kesin ki Allah mutlaka güzel ahlakı yeryüzünde hakim edecektir. Bu Allah’ın kesin vaadidir ve Allah vaadinden asla dönmez.

Allah Kuran’da, “Andolsun, Biz Zikir’den sonra Zebur’da da: “Şüphesiz Arz’a salih kullarım varisçi olacaktır” diye yazdık.” (Enbiya Suresi, 105) diye bildirdiğine göre mutlaka güzel ahlakın dünyaya hakim olduğu böyle bir dönem yaşanacaktır.

İnsanlar büyük bir istekle Allah’ın dinine yönelecek ve oluşan güzelliği, coşkuyu ve huzuru yaşama imkânı bulacaklardır. Ama bu ortamın bir an evvel gerçekleşmesi için hepimizin bir ağızdan “TÜRK İSLAM BİRLİĞİ TEK ÇÖZÜM” dememiz ve bu isteğimizi elimizdeki tüm imkanları kullanarak, her fırsatı değerlendirerek geniş kitlelere yaymamız şarttır. O zaman Allah duamızı kabul edecek ve bu birliğin en kısa zamanda kurulduğunu –inşaAllah- bizlere yaşatarak gösterecektir.

Kaynaklar bombalar değil, eğitim için kullanılmalı

egitimin onemi adnan oktar

Ortadoğu’da son dönemlerde artarak devam eden mezhep taassubunun meydana getirdiği şiddet, ilk defa bu derecede acımasız ve hatta çılgınca boyutlara ulaşmıştır. Aynı dinin, aynı ortak temel değerlerine inanan, ancak farklı yorumlarını yapan mezheplerin kendi aralarında bu derece çatışması elbette kabul edilemez bir durumdur. İslam aleminde ilk defa görülen böylesine bir sevgisizlik ve sürekli kavga hali elbette hem bölge hem de dünya için büyük bir tehdit oluşturmaktadır.

Ortadoğu ve K. Afrika bölgesinde yaşanan mezhep çatışmalarının oluşturduğu bu tehdidinin bertaraf edilmesi elbette çok önemli ve aciliyetlidir. Ancak bu ciddi problemin çözümünde kullanılacak yöntemlerin akıllıca seçilmesi de elzemdir.

Çözüm için iki farklı yöntem karşımıza çıkmaktadır: Birincisi zihniyet inkılabı, ikincisi de şiddeti şiddetle bastırmaya çalışmak.

Peki bazı stratejistlerin öne sürdüğü gibi bu kavgalar, bölgedeki mevcut diktatörlerle ortadan kaldırılabilir mi? Elbette hayır. Diktatörlük rejimleri şiddeti ortadan kaldırmaktan çok, daha da çok şiddetle şiddeti bastırmaya çalışan, devlet terörü ve mafya yöntemleriyle insanları daha da aşırı radikal bir yapıya sürükleyen en akılsız/gaddarca sistemdir. Bu yapı, insanları daha büyük bir kin, nefret ve sevgisizliğe itmeye, şuuru tamamen kapanan kimi insanların terörü dünya çapına taşımalarına neden olur.

Oysa, dünyada şiddeti önleyecek güç, insanların fıtratında olan sevgi, şefkat ve merhamet duygularının, inananlar için de 3 büyük dinin özünde olan sevgi, barış ve kardeşlik inançlarının ön plana çıkarılmasıdır. Bunu kısaca özetlemek gerekirse “Terör sevgiyle yok edilir.” Terör ve şiddetin felsefi alt yapısı incelendiğinde, sevgisizliğin, insan olmanın, inançlı olmanın, kalbi yaklaşımların, sanatın, estetiğin o toplumlardan uzaklaştırıldığı görülecektir. Sevgi politikaları ve toplumların eğitilmesi ise sevgisizliği yeryüzünden silip atacaktır.

Nijerya örneğini ele aldığımızda, Boko Haram yani Batı’nın eğitim sistemini haram olarak algılayıp düşman olarak gören cahil ve tümüyle İslam dışı bir düşünce/yapının bağnaz ve aşırı tutucu kesimlerce körüklendiği görülecektir. Oysa tüm dini inançlar gibi İslam dini de kendi kutsal kaynağı olan Kuran’da ilme, araştırmaya, kainatı tanımaya, düşünmeye, yazmaya ve okumaya insanları teşvik etmektedir. Günümüze kadar tüm İslam alimleri de ilim öğrenmede her yolu akılcılıkla kullanmıştır. Diğer taraftan, tek bir masum canı almanın bütün insanlığı yok etmekle eşdeğer tutan Kuran öğretisinde bir terör örgütünün İslam adı altında faaliyet yapması da tümden din dışılıktır. İşte bu yanlışları anlatacak imkanlar sayesinde tüm dünyaya her inancın sapkınlaştırılıp yozlaştırılmış şekilleri rahatlıkla deşifre edilecektir. Bu yapıları şiddetle bastırmaya çalışmanın ise imkansız olduğu ortadadır. Çünkü burada “saldırganlık” insanların kafalarına nakşedilmiştir. Geri kalmış toplumlar da hem bu hipnoz, hem şiddet korkusu ve hem de uydurulmuş hurafelerin etkisiyle kendilerini bu şiddet sarmalının içinde bulmaktadır.

Dolayısıyla kavganın bitmesi için çözüm, şiddete karşı şiddet değildir. Bunun yanında, yönetimleri halkların kendi kanaatine bırakmayıp demokrasiyi askıya almak da değil, topluma hakim olan yanlış kanaatleri değiştirmek çözümdür.

Nitekim, çatışmalara neden olan “bağnaz düşünce sahipleri” için şiddet, zaten din demektir. Şiddet, kendi kafalarındaki dinin bir gereği demektir. Dolayısıyla şiddeti önlemek için önce bu bağnaz felsefenin ortadan kaldırılması, kafaların değişmesi gerekmektedir. Bu da, başta tüm İslam alemini kapsayacak şekilde yapılacak anti-bağnaz bir eğitim seferberliği ve bilinçlendirme faaliyeti ile sağlanabilir.

Bunun için, bu faaliyeti yürütebilecek donanım ve iradeye sahip bir akıl, bir model gerekmektedir. Örneğin, Müslüman bir ülke olan, laik demokratik bir hukuk devleti Türkiye Cumhuriyeti’nde çatışma ruhu ve şiddet felsefesi asla galip gelememekte, insanların birbirine yönelik sevgi ve hoşgörüsünü yenememektedir. Türkiye bu manada İslam ülkeleri arasında göze çarpan tek model devlettir. Çünkü Türkiye, klasik gelenekçi İslam anlayışını değil modern yapıyı, bağnazlık ve tutuculuğu değil aklı selimin galip geldiği bir felsefeyi kendisine şiar edinmiştir. Bu yüzden güvenilirdir. Eğer Türkiye’nin İslam ülkelerini dizayn etmesine fırsat tanınırsa, bu modern, sevecen ve makul yapısıyla İslam aleminde kavgaya sebebiyet veren yapıların yenileceği ve cennet gibi bir ortamın oluşacağı derhal görülecektir.

Birçok Batılı analistin dile getirdiği gibi, Ortadoğu için geçmişte başarı kazanan makul örnekler üzerinde durmak akılcılıktır.

Boğaziçi Üniversitesi’nde katıldığı bir konferansta bir konuşma yapan Dilbilimci, düşünür Prof. Dr. Noam Chomsky “Belki öyle bir gün gelecek ki, bir seyyahın serbestçe Kahire’den Bağdat’a, oradan da İstanbul’a gideceği günlere geri döneceğiz. İnsanların mahalli yönetimlerle yönetimi üstlendiği günlere döneceğiz. Osmanlı’nın o günleri bize ders olacak. Belki bölgedeki herkes için daha iyi bir hayat olacak.” demiştir. Burada söylenen, tüm kavga ve çatışmalardan arındırılmış bir bölgenin var olmasının mümkün olduğudur ve Türkiye’nin miras aldığı kültürde bunu başardığının vurgulanmasıdır. http://www.ntvmsnbc.com/id/25415213/

Türkiye’nin 2.500 yıllık köklü bir kültüre sahip olduğu tarihinde Museviler, Hristiyanlar ve Müslümanlar başta olmak üzere tüm bölge halkları huzur ve kardeşlik içinde yaşamıştır. Avrupa’dan dışlanan Yahudilere bundan 520 yıl önce yine Osmanlı kucak açıp kendi topraklarının en gözde yeri olan İstanbul’a yerleştirmiştir.

Chomsky’nin Osmanlı döneminden alınacak dersler olduğunu belirten bu konuşmasının birçok benzerleri mevcuttur. Örneğin, İsrail Dışişleri eski Bakanlarından Abba Eban bir konuşmasında, Romalılardan ve her istilacıdan sadece zulüm, kan ve işkenceye layık görülen Kudüs ve Yahudi halkının ancak ve ancak Osmanlı döneminde, insanca yaşamanın, eşitliğin ne demek olduğunu ve huzur tadının ne anlama geldiğini öğrendiğini belirtmiştir.  (İlhan Bardakçı, “Biz Hiç Irk Olmamışız”, Tercüman, 7 Mayıs 1983)

Konuyu ekonomik ve teknik açılardan ele aldığımızda ise, radikal oluşumları sindirip etkisiz hale getirmek amaçlı harcanacak enerji ve paranın, alınacak askeri tedbirlerin de hiçbir güç tarafından karşılanamayacağı ortadadır. Dünyanın son dönemde girdiği ekonomik kriz de göz önüne alındığında dünyanın her tarafını karakol haline getirmektense, insanların zihinlerindeki yanlış inançları değiştirmenin daha kesin çözüm olacağı ortadadır. Silahlanmaya harcanan paraların kardeşliğin pekişmesine harcamasının daha akılcı bir yol olduğu ortadadır.

Makale orjinal linkinden İngilizce olarak da okunabilir: http://www.huffingtonpost.com/harun-yahya/using-our-resources-wisel_b_4059368.html

Adnan Oktar: Müslümanların Ramazan’da İttifakla İttihad-I İslam İçin Dua Etmeleri, İttihad-ı İslam’ı Çabuklaştırır

adnan oktar ittihadi islam birligi misir mursi ramazan dua

 

Günümüzde dünya üzerinde 30’dan fazla silahlı çatışma alanı  bulunuyor. Esas düşündürücü olan ise bunların %80’den fazlasının Müslüman topraklarından oluşması. Bu konuda özellikle sürekli olarak gündeme gelen ülkeler Filistin ve Suriye’dir. Oysa Afganistan, Pakistan, Burma, Yemen, Somali, Libya, Sudan, Nijerya, Fildişi Sahilleri, Bangladeş, Mali, Cezayir ve bunun gibi diğer pek çok ülkede çatışmalar halihazırda devam etmektedir.

İslam Ülkelerinin Günümüzdeki Sorunlarında Küresel Güçlerin Payı ve Gerçekler

charles darwin evrim teorisi ramazan birlik

 

İslam ülkelerinin söz konusu durumu gündeme geldiğinde, bu konuda yapılan yorumlar hep aynı yönü gösterir. Sorumlu ya Amerika’dır, ya İsrail, ya sömürgeci Avrupa devletleri ya da o her zaman baş suçlu ilan edilen “küresel güçler”dir. Elbette bugüne kadar bir kısım Evanjeliklerin ve bazı yanlış bilgi sahibi Müslümanların, Müslümanlar ve Ehl-i Kitap arasında büyük bir savaş yaşanacağı yönündeki yanlış inançları nedeniyle hatalı bir siyaset izlenmiştir. Özellikle Evanjeliklerin Amerikan dış politikasındaki etkin rolü, geçtiğimiz Amerikan hükümeti döneminde Irak ve Afganistan’ın işgaline, hem milyonlarca masum Müslümanın hem de Avrupalı ve Amerikalıların kanının akmasına sebep olmuştur. Bazı Evanjelikler, farklı mezheplerden Hristiyanlar ve az sayıda da olsa birtakım Museviler, dökülen kanın şiddetlenerek artacağına inanmakta ve Müslümanlarla Ehl-i Kitap arasında büyük bir savaş öngörmektedirler.

Batı dünyasının ve özellikle sömürgeci ülkelerin Müslüman topraklarına yönelik bir çıkar politikasının yıllarından beri devam etmekte olduğu bir gerçektir. Bir kısım sinsi güçlerin Evanjelik Hristiyanları Müslümanlara karşı kışkırttıkları ve bu nedenle özellikle Ortadoğu’yu bir savaş alanı haline getirmeyi planladıkları da ortadadır. Dünyada radikal zihinler sadece İslam dünyasına ait değildir. İslam’a karşı gruplaşan radikal güçlerin de planları daima vahşi olmuştur. Dolayısıyla söz konusu Batılı radikallerin emelleri, daima İslam dünyasını zayıflatmak, küçültmek, sindirmek, yoksullaştırmak ve onları değersiz görmeye ve göstermeye yönelik olmuş ve bu konuda da oldukça başarı  elde etmişlerdir.

Ama bir de bu konuya Müslümanlar açısından bakmak gerekiyor. Acaba tüm sorumluluğu Batı’ya yüklemek doğru mu? Aslında değil. Bunu anlamak için şu an sefalet ve vahşet yaşayan birkaç İslam ülkesine yakından bakmak yeterlidir

Vicdan ve fazilet sahibi, Allah’tan korkan kimselerin, dünyanın dört bir yanındaki Müslümanların yaşadığı sıkıntıları gördükleri halde bunu göz ardı edip sadece kendi isteklerinin ve dertlerinin peşine düşmeleri, sıradan dünya menfaatleri uğruna bu sorumluluklarını bir kenara bırakabilmeleri mümkün değildir. Bu nedenle böyle bir durumda kişinin yalnızca kendisi harekete geçmekle kalmamalı, diğer Müslümanları da, birlik olup, güzel ahlakın tüm yeryüzüne yayılması, zulümlerin sona ermesi için çaba harcamaya  çağırması gerekmektedir. Allah bu ahlakın gerekliliğini, “… Müminleri hazırlayıp-teşvik et…” (Nisa Suresi, 84) ayetiyle insanlara bildirmiştir.

Müslümanların Sorunlarının En Önemli Nedenlerinden Biri Arap Sosyalizmidir

Arap sosyalizmi, 20. yüzyılın ikinci yarısından itibaren Müslüman Arap dünyasını etkilemeye başlamıştır. Osmanlı İmparatorluğunun yıkılışından sonra özellikle Ortadoğu’da Batılı güçler tarafından çizilen sınırlar bölgedeki Müslümanlara bir anda etnik kimlik yüklemiştir. Daha önce bir arada sadece Müslüman kimliği ile kardeşçe yaşayan toplumlar, suni olarak oluşturulmuş sınırlar içinde bir anda İslam yerine milliyetçiliğe veya daha da kötüsü sosyalist milliyetçiliğe sarılmaya başlamışlardır. Bir kısım ülkelerde İslam değerleri yerine Marksist ilkeler benimsenmiştir. İslam’ın hoşgörüsü yerine Marksizm’in vahşeti yer almış, Batı’nın böl-yönet politikası bir anda hem din hem de milletler içinde kendisini göstermeye başlamıştır. Ülkeler sosyalist diktaların yönetimine girerken Filistin gibi bazı topraklarda da komünist direniş güç kazanmıştır. İran’da yaşanan ihtilal dahi, her ne kadar neticesinde “İslam Cumhuriyeti” adını alsa da, Fransız komünistleri arasında inşa edilen, kurulmasından itibaren de komünist blokta yerini alan bir devlet ortaya çıkarmıştır.

Şii-Sünni, Arap-Acem, Kürt-Türk çatışması yine bu düşüncenin ürünü olarak ortaya çıkmış ve Ortadoğu paramparça olduğu gibi, burada kurulan ülkeler de parçalara bölünmüştür. Irak gibi bir ülke bile artık günümüzde üç parçaya ayrılmıştır.

RAMAZANBIRLIK3

 

Suriye’de Hizbullah ve İran’ın Baas rejimin yanında yer alması, İslam dünyasında 1950’lerden bu yana bir belaya dönüşmüş olan Arap Sosyalizminin çirkin ittifakının bir diğer sonucudur.

Irak ve Suriye’de Baas rejimi komünist siyasi yapıyı oluşturmuştur. Akademik, siyasi, askeri ve bürokratik kadrolar, koyu Stalinist parti kadrolarından yetiştirilmiş, Baas Partisi en küçük organından en yüksek organına kadar Leninist bir stil olan hücre yapılanmasıyla idare edilmiştir. Bu hücre yapılanması sayesinde Baas Partisi uzun yıllar boyunca hem Suriye’de hem de Irak’ta halkın ve bürokrasinin üstünde ağır bir baskı yapılanması kurmuştur. Amerikan müdahelesiyle Irak Baası dağılırken, Suriye’de ise Baas çözülmemek için hala direnmektedir. Ve tüm klasik baskıcı komünist rejimlerin yaptığı gibi kendi insanını katlederek ayakta kalmaya çalışmaktadır.

Durum Arap yarımadası dışında yer alan Müslüman ülkelerde de  benzer biçimde gelişmektedir. Örneğin Afrika’da Somali 1960 yılında bağımsızlığını ilan ettikten sonra Marksist bir lider olan Barre’nin hegemonyası altında dönemin komünist ülkelerine güvenmiş ve tarım sektöründen maden yataklarına kadar tüm zenginliğini çeşitli dış güçlerin eline vermiştir. Tıpkı Mali’de olduğu gibi güneyde radikal İslam gruplarının çeşitli etkileri görülürken, ülkenin genelinde komünist tahribatın etkisi devam etmiş ve yüzlerce yıldır birbirleriyle hiçbir sorunu olmayan yüzlerce Müslüman aşiret, birbirleriyle savaşır hale gelmiştir.

Uranyum ve petrol yatakları bakımından son derece zengin Nijerya’nın halkı, yoksulluk sınırının altında yaşamaktadır. Ülke İngiliz hakimiyetinden kopup bağımsızlığını kazandığında, sömürülecek alanlar hiçbir zaman İngiltere tarafından terk edilmemiştir. Ülkeleri zayıflatmanın en önemli yöntemi olan böl-yönet politikası, radikal unsurların devreye sokulmasıyla tıpkı Somali’de ve diğer Müslüman Afrika ülkelerinde olduğu gibi Nijerya’da da uygulanmış ve ülke parçalara ayrılmıştır. Bölünme ve çatışmalar daha çok bölünme ve çatışmayı beraberinde getirmiş ve yüzlerce yıldır dostluk içinde yaşayan kabileler birbirleriyle çatışır hale gelmişlerdir.

Sudan’da, Bangladeş’te, Endonezya’da ve diğer pek çok İslam ülkesinde de benzer olaylar yaşanmaktadır. Müslüman Afrika ülkelerinin bir kısmı komünistleştirilmeye çalışılarak, bir kısım Ortadoğu ülkelerinde Marksizm yaygınlaştırılarak, bu ideolojinin en büyük tahribatlarından biri olan “şiddeti hak arama yolu olarak” gören ve Kuran’ın ruhundan çok uzak olan nesiller yetiştirilmiştir. Birbiriyle sürekli kavga halinde olan, kardeşlik ruhunu unutmuş, bilimden ve sanattan da uzaklaşmış katı yapı Müslüman aleminin büyük bir kısmında yaygınlaşmıştır. Bu tahribatın izleri günümüzde Müslümanların acı çekmelerinin en büyük nedenlerinden biridir.

www.hadislerdemehdi.com

İslam Dünyasının En Büyük Sorunlarından Biri Mezhep Çatışmalarıdır

RAMAZANBIRLIK4

 

İslam ülkelerinin bir kısmında Sünnilerle Şiiler, Alevilerle Vahabiler birbirlerine düşürülerek zaten birbirleriyle çatışan İslam ülkelerinin kendi içlerinde de parçalara ayrılması gerçekleşmiştir. Komünizmin vahşet politikası, mezheplerin birbirlerine düşürülmesi ve Müslümanların dinlerinden ziyade milliyetlerini ön planda tutmaları onları zayıflatmıştır. Sömürgeci ülkeler ilk kıvılcımı başlatmış olsalar da sonraki vahşete esas izin veren ise Müslümanların kendileri olmuştur. Bu ülkeler bölünmeyi makul görmüşlerdir. Birbirlerini kardeş değil düşman olarak görmüşlerdir. Bu zihniyetin sonucu olarak şu an çatışma yaşanan İslam coğrafyasının çok büyük bir kısmında Müslümanlar Müslümanları katletmektedirler. Bu katliamın en ibret verici örneği kuşkusuz ki Suriye’de yaşanmaktadır.

Suriye’de yaşananlar bir yandan komünist Baas zihniyetinin vahşetini gözler önüne sererken  bir yandan da İslam aleminin önemli bir konusu olan Şii-Sünni ayrımını gündeme getirmiştir.

Öncelikle şunları ifade etmekte fayda var: Şii de Sünni de Vahabi de aynı Allah’a iman eden, aynı Peygambere biat etmiş, aynı Kitaba inanan, aynı kıbleye dönen yani bir olan Müslümanlardır. Farklı meşrepler, farklı yollar, farklı uygulamaları olabilir, ama bu farklılıkların hiçbiri birinin diğerine düşman olması için bir mazeret değildir. Bu farklılıkların hiçbiri dost olmaya engel değildir. Bu farklılıkların hiçbiri, özellikle de İslam aleminin başında bu kadar çok sıkıntı varken, birlikte hareket etmeye engel değildir. Hepsinden önemlisi, bu farklılıklar asla Kuran’ın “Müslümanların kardeş olduğu” hükmünü unutturmamalıdır. Yanlışları eleştirirken de doğruya davet ederken de bu bilinçle hareket etmek gerekir. Bu sebeple, gerek Irak’ta uzun yıllardır devam eden çatışmaları gerekse Suriye’de yaşanan garip işbirliklerini değerlendirirken bunu körü körüne bir Şii düşmanlığı veya İran karşıtlığı üzerinden yapmak çok çirkin olur. Akılcı ve makul olan ve elbette Kuran ahlakına uyan, olayları kör bir kavgaya dönüştürecek öfke dolu bir dil kullanmak değil, kardeşliği tesis edecek itidalli ve sevgi dolu bir dil kullanmaktır.

www.turkislambirligimujdesi.com

Müslüman Alemindeki Sorunların Asıl Nedeni Kuran Ahlakından Uzaklaşmış Olunmasıdır

Bilindiği gibi İslam ülkelerinin bir kısmında yaşanan acılar sadece dış dünyadan kaynaklanmamakta, farklı etnik kökenler, farklı mezhepler, farklı kültürlerden Müslümanlar arasında da -Kuran ahlakına tamamen aykırı olarak- çatışmalar yaşanmaktadır. Allah’ı bir, dini bir, Kitabı bir, Peygamberi bir olan ve Allah’ın emriyle kardeş olmaları gereken Müslümanların birbirleriyle çatışıyor olması hiç şüphesiz üzerinde önemle düşünülmesi gereken bir durumdur. Çünkü Kuran’a göre müminlerin birlik olmaları farzdır. Ayetlerde şöyle buyrulur:

“Allah’ın ipine hepiniz sımsıkı sarılın. Dağılıp ayrılmayın. Ve Allah’ın sizin üzerinizdeki nimetini hatırlayın. Hani siz düşmanlar idiniz. O, kalplerinizin arasını uzlaştırıp-ısındırdı ve siz O’nun nimetiyle kardeşler olarak sabahladınız. Yine siz, tam ateş çukurunun kıyısındayken, oradan sizi kurtardı. Umulur ki hidayete erersiniz diye, Allah, size ayetlerini böyle açıklar.” (Al-i İmran Suresi, 103)

“Müminler ancak kardeştirler. Öyleyse kardeşlerinizin arasını bulup-düzeltin ve Allah’tan korkup-sakının; umulur ki esirgenirsiniz” (Hucurat Suresi, 10)

“Allah’a ve Resulü’ne itaat edin ve çekişip birbirinize düşmeyin, çözülüp yılgınlaşırsınız, gücünüz gider. Sabredin. Şüphesiz Allah, sabredenlerle beraberdir.” (Enfal Suresi, 46)

“Ve haklarına tecavüz edildiği zaman, birlik olup karşı koyanlardır.” (Şura Suresi, 39)

RAMAZANBIRLIK5

 

Burada Müslümanların birlik olmasıyla ilgili olarak sadece birkaç ayete yer verilmiştir. Bu ayetlerden ve Kuran’da bildirilen diğer ayetlerden açıkça anlaşıldığı gibi;

  1.  Müslümanların birlik olmaları,
  2.  Kardeşçe bir sevgi ve şefkatle birbirlerine bağlı olmaları,
  3.  Çekişip tartışmamaları,
  4.  Birbirlerinin velileri ve dostları olmaları,
  5.  Birbirlerini her koşulda koruyup kollamaları,
  6.  Birbirleriyle istişare halinde olmaları,
  7.  Kenetlenmiş bir bina gibi tek safta olup, inkarcı zihniyete karşı ilmi bir mücadele yapmaları farzdır.

Tüm bunlara aksi bir tutum içinde olmak, yani;

  1.  Birleştirici değil ayırıcı olmak,
  2.  Müslüman kardeşlerine sevgiyle ve şefkatle yaklaşmamak,
  3.  Müslüman kardeşlerine karşı affedici, koruyucu ve kollayıcı olmamak,
  4.  İnkara karşı verilen ilmi mücadelede Müslümanlarla kenetlenmiş bir bina gibi olup birlikte fikri mücadele içinde olmamak haramdır.

Eğer İslam alemi güçlü, istikrarlı, müreffeh bir medeniyet olmak, dünyaya her alanda yön vermek ve ışık tutmak istiyorsa, birlik halinde hareket etmek zorundadır. Bu birliğin yokluğu, Müslüman ülkeler arasındaki ayrılık ve dağınıklık, İslam dünyasından ortak bir ses yükselmemesi, mazlum Müslüman halkları da savunmasız bırakmaktadır. Filistin’de, Keşmir’de, Doğu Türkistan’da, Moro’da ve daha pek çok yerde zavallı kadınlar, çocuklar ve yaşlılar ihtiyaç içinde zulümden kurtarılmayı beklemektedirler. Bu masum insanların sorumluluğu herkesten önce, İslam dünyasının üzerindedir.

Müslümanlar, Peygamberimiz (s.a.v.)’in  “Müslüman, Müslümana zulmetmez ve onu tehlikede bırakmaz” (Ebu Davud, Edeb 46, (4893); Tirmizi, Hudud 3, (1426); Buhari, Mezalim 3, İkrah 7; Müslim, Birr 58) sözünü hatırlarından çıkarmamalı ve bu söze uygun hareket etmelidirler.

www.yasananahirzaman.com

Dünyadaki Zulmün Durmasını İsteyen Müslüman Kardeşlerimiz Mübarek Ramazan Ayında Can-ı Gönülden İttihad-ı İslam İçin Dua Etmelidirler

Allah Kuran’ın pek çok ayetinde müminlerin birbirlerinin velileri olduklarını bildirmiştir. “Veli” kelimesinin anlamı dost, koruyucu, yardımcı ve destekçidir. Buna göre Müslümanların birbirlerini dost edinmeleri, birbirlerini korumaları ve birbirlerine destek olmaları Allah’ın onlara bir emridir.

Allah bir ayetinde müminlerin birbirlerini veli edinmeleri gerektiğini şöyle bildirmektedir:

“Sizin dostunuz (veliniz), ancak Allah, O’nun elçisi, rüku ediciler olarak namaz kılan ve zekatı veren mü’minlerdir.” (Maide Suresi, 55)

Bir sonraki ayette ise Allah müminlerin birbirlerini dost ve veli edinmeleri durumunda inkarcılara karşı sürdürdükleri fikri mücadelede mutlaka galip geleceklerini şöyle bildirmektedir:

“Kim Allah’ı, Resûlü’nü ve iman edenleri dost (veli) edinirse, hiç şüphe yok, galip gelecek olanlar Allah’ın taraftarlarıdır.” (Maide Suresi, 56)

Bu ayetten ve Kuran’ın daha pek çok ayetinden anlaşılmaktadır ki, müminler birbirlerini sevip dost edinirlerse, birbirlerine destek olurlarsa inkarcıların inananlara uyguladıkları kötülüklere kesin olarak son verecek ve Allah’ın emrettiği güzel ahlakı yeryüzünde yerleşik kılacaklardır. Açıktır ki, günümüzde dünyanın pek çok yerinde yaşanan adaletsizlikleri, zulüm ve haksızlıkları durduracak olan, tüm Müslümanların birbirlerini kardeşçe kucaklamaları, aralarındaki uzaklıkları ortadan kaldırarak bir an önce birleşmeleri ve İttihad-ı İslam’ı oluşturmalarıdır.

Geçmişte bir kısım hatalar yapılmış olabilir. Fakat şu an Müslümanlar olarak kendi sorumluluklarımızı görmek zorundayız. İslam ülkelerinin yatışmasının yolu başkalarını suçlayarak vakit kaybetmek değil, Allah’ın emri gereği birlik olmaktır. Allah, Enfal Suresinin 73. ayetinde, “İnkar edenler birbirlerinin velileridir. Eğer siz bunu yapmazsanız (birbirinize yardım etmez ve dost olmazsanız) yeryüzünde bir fitne ve büyük bir bozgunculuk (fesat) olur.” (Enfal Suresi, 73) buyurarak bu ayetin hükmünü gerçekleştirmiştir. Müslümanlar dostluklarını kaybettikçe, bölünüp parçalandıkça yeryüzünde çatışma ve bozgunculuk artmıştır. Bu nedenle  çözüm Müslüman aleminin, Kuran ahlakının gerektirdiği biçimde birlik olmasıdır.

Hiç şüphe yok ki Allah’tan korkan, vicdan sahibi hiçbir Müslüman, kardeşlerinden yüz çevirmenin ve kardeşleriyle birlik olmamanın karşılığında ortaya çıkan kargaşanın ve zulüm dolu ortamın oluşturduğu fitnenin vebalini yüklenmek istemez. Ne var ki Müslümanların birleşmesi için gayret etmeyen herkes şahit olduğu acılardan, zulüm ve haksızlıklardan, savaşlardan sorumlu olacaktır.

RAMAZANBIRLIK2

 

Allah’ı, Peygamber Efendimiz (s.a.v.)’i ve mümin kardeşlerini seven her Müslüman, dünyanın dört bir yanında esaret altında yaşayan milyonlarca mazlum insanın, zulüm gören, işkenceye uğrayan, evlerinden sürülen, yokluk içinde yaşamak zorunda bırakılan kardeşlerinin sorumluluğunu üzerinde hissetmeli ve onların huzur ve güvenliğe kavuşmaları için İslam dünyasının bir an önce birleşmesini istemelidir. Nitekim mağdur olan kardeşlerimizi içinde bulundukları durumdan kurtarmanın en kısa, en etkili, en kesin yolu İttihad-ı İslam’ın sağlanmasıdır.

Zulmün durmasını isteyen kardeşlerimiz bu mübarek günlerde Müslüman dünyasının kurtuluşu için “Ya Rabbi, İttihad-ı İslam’ı bir an önce meydana getir”, “İttihad-ı İslam’ı hemen oluştur” diye Allah’a dua etmelidirler. Allah müminlerin dualarına icabet edendir. Bu güzel ve hayırlı duayı yapan kardeşlerimiz inşaAllah kısa süre sonra dualarının gerçekleştiğini göreceklerdir. Israrla bu duayı yapan, bu duaya ilişkin faaliyetlerde bulunan müminler hiç kuşkusuz büyük bir sevap işlemiş olacaklardır.

İslam Birliğini sağlayacak olan Allah’tır, bizlere düşen bu birliğin kurulması için Allah’a dua etmektir. Bizler Müslümanları daima kardeşliğe çağırmakla, birbirlerini sevmeye, tek Yaradan’ın kulları olduklarını hatırlamaya çağırmakla, dünyadaki her insanı, Allah’ın kulu olarak sevmeye davet etmekle, Allah’ın bu kainatı nefret için değil sevgi için yarattığını hatırlatmakla yükümlüyüz.

Dünyayı güzelleştirmenin sırrı birlik çağrısı yapmaktır. Radikallerin sahte dini sürekli lanet ve nefret ile canlı kalıyor olabilir. Kuran’da bildirilen İslam dinimiz bize sevmeyi ve daima dost olmayı emrediyor. Biz, şartlar ne olursa olsun, zulüm altında bile olsak, sevgiyi konuşmalıyız. Lanet okumak dünyaya asla barış getirmez ama sevgi ve birliği konuşmakla Allah’ın izniyle dünya değişir.

www.dorthakmezhebegoremehdi.com

İslam Aleminin Manevi Liderinin Olmaması Hz. Mehdi (a.s.)’ın Geliş Alametlerindendir

Allah tarih boyunca her kavmi lideriyle, önderiyle birlikte yaratmıştır. Bu, Adetullah’ın gereğidir. Hz. Nuh (a.s.), Hz. İbrahim (a.s.), Hz. Musa (a.s.), Hz. Yusuf (a.s.), Hz. İsa (a.s.) ve Hz. Muhammed (s.a.v.) döneminde iman edenlerin önderi olarak Allah’ın mübarek elçileri İslam toplumlarının başında olmuştur. Hz. Talut (a.s.) döneminde de, Hz. Zülkarneyn (a.s.) döneminde de Müslümanların hep bir lideri olmuştur. Peygamberimiz (s.a.v.)’in ardından da Müslümanlar yakın tarihe kadar hiç başsız kalmamışlardır. Bu dönemde Müslümanların manevi bir liderinin olmaması, Allah’ın takdir ettiği Hz. Mehdi (a.s.)’ın geliş alametlerinden birisidir. Ancak Allah kaderde İslam toplumu için bir güzellik takdir etmiş ve manevi önderleri olmadan geçen bu dönemin ardından onları çok üstün ahlaklı, çok mübarek, sevgi ve şefkat dolu, Müslümanlara çok düşkün, hamiyet-i İslamiyesi çok kuvvetli bir zatla, yani Hz. Mehdi (a.s.)’la müjdelemiştir. Yaklaşık 1.5 asırdır başsız olan İslam alemi, Allah’ın takdir ettiği kaderin gereği olarak, bu yüzyılda Hz. Mehdi (a.s.)’ın manevi önderliği altında birleşecek ve İslam Birliği kurulacaktır inşaAllah.

http://harunyahya.org/tr/Makaleler/165377/Muslumanlarin-Ramazan%E2%80%99da-Ittifakla-Ittihad-I-Islam-Icin-Dua-Etmeleri-Ittihad-i-Islam%E2%80%99i-Cabuklastirir

Adnan Oktar: “Mısır’da da Çin’de de, her iki tarafın da huzur içinde olmasını istiyoruz”

adnan oktar mursi misir cin dogu turkistan sincan

 

Oktar Babuna: İyi günler sayın izleyicilerimiz. Çok değerli konuklarımız var bugün. Mısır’dan Mısır Adalet ve Kalkınma Partisi Eski Dış İlişkiler Komitesi Sözcüsü Dr. AbdulMawgoud R. Dardery ve aynı zamanda Çin Büyükelçiliğinden Wang Xiaoning ve Cheng Weihua.

Adnan Oktar: Hepsi için çok önemli konular var, Mısır’da çok önemli, Çin’de çok önemli. Çin’le ilişkilerimizin çok iyi olmasını istiyoruz. Çinlilerin bir özelliği vardır, çok güler yüzlüdürler, çok sevecendirler. Biz de onları o yüzden ayrıca seviyoruz. İnşaAllah oradaki Türk kardeşlerimizin de, Çinli kardeşlerimizin de huzur, bereket içinde rahat yaşamalarını istiyoruz.

Ama tabi Mısır’daki olaylarda çok bizi rahatsız ediyor. Tedirgin ediyor. Mısır’da da her iki tarafında huzur içinde olmasını istiyoruz. Barış içinde, kardeşlik içinde yaşamalarını istiyoruz. Darbelere karşıyız. Adı ne olursa olsun darbeye karşıyız. İllaki demokrasi, illaki demokrasi diyoruz. Ama Hocamız zaten bizim kardeşimiz, ama Elçimiz, yeni misafirimiz Hocamıza nazımız geçer, biz Elçimizden başlayalım, İnşaAllah.

Adnan Oktar: Çin Devleti’ne güveniyoruz, sizlere çok güveniyoruz ama Doğu Türkistan’la ilgili bize haberler geliyor. Biz de bundan çok mutazarrır oluyoruz, siz açıklık getirirseniz bizlere, böyle güzel, müjdeli haberler verirseniz çok memnun oluruz. Mesela bize en son olarak 18 Haziran tarihinde, 8 yaşında Doğu Türkistan’lı Müslüman bir genç kızın Çin polisi tarafından tecavüze uğradığı, sonra kız çocuğunun boğularak öldürüldüğü, sonra parçalara ayrılıp sokağa terk edildiği, bu polisin tutuklanmadığı, halen görevine devam ettiği söyleniyor. Buna en güzel cevabı herhalde siz verirsiniz. Bu konu hakkında bizi aydınlatır mısınız?

Wang Xiaoning: Öncelikle Sayın Hocam size çok teşekkür ederim. A9 kanalının programına katılmaktan çok mutluyuz ve değerli misafir arkadaşlarımızla da tanışmaktan son derece memnunuz. Sayın Hocam ve Sayın sunucu beyefendi Çin halkına güzel sözlerinizden dolayı da ayrıca teşekkür ediyoruz.

Uzun zamandır Çin ve Türkiye arasında özellikle Sincan konusundaki bilgiler, direkt iletişim kanallarımız olmadığı için, çoğu zaman ikinci el bilgiler geliyor Türkiye’ye. Bunların çoğu Batı ülkelerinin medyasından geliyor. Dolayısıyla biz Türkiye’deki Çin Büyükelçiliği olarak, bizim en önemli görevlerimizden bir tanesi de Çin ve Türkiye arasındaki gerek resmi gerek gayri resmi, gerek resmi olmayan kuruluşlar arasındaki direkt temaslarını kurmak ve yoğunlaştırmaktır. Dolayısıyla sizlere bu vesile ile de bize bu fırsatı verdiğinizden dolayı da çok teşekkür ediyorum. Demin sizin bahsettiğiniz bu dava, bu vaka konusunda ben direkt bilgi sahibi değilim.

Bu somut vaka konusunda bilgi sahibi değilim ama bir Çin’li olarak tecrübelerimize dayalı olarak, Çin yasal bir ülkedir. Polis bu yasa ülkesinin yasalarını yürütmenin çok önemli bir parçasıdır. Sincan’da olsa, Çin’in diğer bölgeleri de olsa eğer yasayı ihlal eden bir kişi, polis eğer yasaya aykırı bir şekilde suç işliyorsa ve hatta suç işledikten sonra serbestçe dolaşabiliyorsa bence bu mantıklı değildir.

Çin’li polis olan bir arkadaşım var. Çin’li polisler şu anda silahla sokağa çıkabiliyor. Eğer silah kullanırsayani ateş açıyorsa gerek kendini savunmak için gerek herhangi bir sebepten dolayı ateş açıyorsa, bu olaydan sonra kendi patronuna, üstteki yetkililerine yazılı şekilde rapor vermesi gerekiyor ve bu ateş açılması ile ilgili yaşanan tüm olayları anlatması gerekiyor. Yani bu konuda polis gerçekten çok sıkı kontrol ediliyor.Çok özür diliyorum bu somut vaka için çok uzun konuştum. Yani ben kısacası şunu demek istiyorum; Çin’de hiç kimse yasanın üstünde olmaz. Özellikle de bu yasayı icra eden bir kişi ise.

Adnan Oktar: Yani hukuk, kanun Çin’de geçerli diyorsunuz. Demokrasi Çin’in vazgeçilmesidir tarzında bir üslup. Ama Büyükelçimiz de herhalde detaylı bir bilgi de bilmiyorum dedi, başlangıçta. Bize sonra daha detaylı bilgi vereceğini umuyorum. Daha detaylı araştıracağını umuyorum. O zaman meseleyi daha girift yönlerinden tam kavramış oluruz ama Sayın Elçi’nin iyi niyetinden eminim, sizlerin de iyi niyetinden eminim.

Şimdi Dardery Hocamızdan bahsedelim. Nedir bu Mısır’daki olaylar, ne yapacağız? Nasıl olacak? Hayra bir gidişat var. Ama sizin görüşünüzü kardeşlerimizin duyması bizim için çok önemli.

Dr. Dardery: Öncelikle beni buraya davet ettiğiniz için teşekkür ediyorum. Türk halkı ve Başbakan’a da çok teşekkür ediyorum verdikleri destek için. Çinli konsolos temsilcisi beyefendinin de burda olmasından çok memnunum ayrıca. Umarım Mısır’daki sorunlarla da ilgilenirler, desteklerler. Mısır’da binlerce yıldan beri başkan seçilmesi mümkün değildi. İlk defa böyle birşey gerçekleşiyor. İngilizler geldiğinde Mısır’a özgürlük  vermediler. Askeri rejim vardı. 1950 yılında ordu darbe ile devraldı. 2-3 defadır hep darbenin seçtiği bir başkan vardı. Diktatör Mübarek vardı en sonunda, Hüsnü Mübarek vardı. O da diktatörlükle yönettiği ülkeyi şimdiye kadar. Bugüne kadar 6 seçim oldu. Demokrasi geldikten sonra en barışçıl devrim oldu bu şimdiye kadarki. Özgürlük ve Adalet Partisi %60 gibi büyük çoğunlukla iktidardaydı. Ancak belli güçler diktatörlük istedi. Araya girdiler ve kanlı bir darbe oldu. Bu Mısır halkına da saygısızlıktır. Onların demokrasisine saygısızlıktır. Mısır halkı kendi başkanını seçmek istiyor. Ancak bir kuşatma altında.

Adnan Oktar: Genel olarak dünyada bir güzellik olacak ama dostluk ve kardeşlik çok önemli. Mesela Çin; biz Çin’i tarihin en eski devirlerinden beri severiz. Barışçıl bir millettir, neşeli bir millettir, sanatçı bir millettir. Bilime çok katkısı olan bir millettir. İlk bilimsel buluşlar, tarihi buluşlar hep kağıttan tut füzeden çık, hep Çin’den. Hakikaten hep sevecen, neşeli insanlar. Biz Çin’in iyi olmasını istiyoruz. Kardeşlerimizle de böyle sarmaş dolaş, mutlu, sevinç içinde yaşamalarını istiyoruz. Zaten onlara emanetler orada da kardeşçe yaşayacaklarını umuyoruz. Ama tabii biz herşeyin açıklığa kavuşmasını , o dostluk havasının iyi pekişmesini istiyoruz. Yoksa biz Çin’in iyi niyetinden de eminiz. Bir ırk düşmanlığı, bir ırk karşıtlığı Çin’den ummuyoruz.

Çünkü her dinden insan var; Budist’te var, Hristiyan’da var, Müslüman’da var Çin’de, dinsiz olanlarda var. Herkese eşit mesafede olduklarına inanıyoruz. Ama bize sürekli bu tip haberler geliyor. Çok sayıda ama tabii şimdi Elçi’yi çok yormuş oluruz eğer hepsini teker teker sorarsam. En iyisi ben yazılı sunacağım. Yazılı olarak Elçilik bize kısa kısa, derli toplu cevap verirse yine Sayın Elçi’ninde yanında onları süratle kısa kısa vatandaşlarımıza anlatırız. Açıklığa kavuştururuz. Bunu bir ziyaret olarak kabul edelim. Bir daha ki sefere bunları çok kısa ve özlü teker teker, seri olarak cevaplar verecek şekilde hazırlayalım.

Dolayısıyla bu acı haberler hiç duyulmasın artık. Bunlar tarih olsun, kapansın. Türkiye ile de Çin çok sıkı bir işbirliği yapsın. Çin’e dostluk gözüyle İslam alemi bakıyor, bir tek Türkiye değil. Bütün İslam alemi bakıyor. Çin daima doğrudan yana, iyiden yana olduğunu düşündüğümüz bir ülke. Yani hep haklıdan yana olduğunu düşündüğümüz bir ülke. Kötüden yana, zalimden yana olmaz Çin. Biz öyle düşünüyoruz. Onun için bunu iyice pekiştirelim daha bir canlı olarak Çin ortaya çıksın. Mesela Mısır’ın mazlumluğuna da destek versin, Türkiye ile de çok güçlü bir işbirliği içinde olsunlar. Bu kardeşliği iyice pekiştirip acıları yeryüzünden tamamen kaldıralım. Çin hakikaten hep tarih içinde baktığımızda hep sevecenliği ile tanınan bir millet. Resimlerde hep güler yüzlüdürler. Evler falan çok hoştur. Üslup çok hoştur. Saldırgan değildir Çin. Yani saldırgan bir üslubu yok hep barışçıl bir yönü olmuştur tarih içerisinde. Büyük tarihi bir millet, tanınan bir millet. Çin’in biz adil olduğuna, sevecen olduğuna inanıyoruz. Dünya’ya daha iyi Çin’i tanıtalım. Çin milletini herkes sevsin. Çin de herkesi sevsin. Ve adaletten yana, haktan yana tavrını Çin daha güzel ortaya koysun.

Çünkü büyük bir güç Çin. Yani Çin’in desteklenmesi durumunda da Çin daha da güçlenir. Mesela Türkiye daha da desteklesin Çin’i. Ekonomisini desteklesin, haklı olan güzel yönlerini desteklesin. Türkiye ile işbirliğini iyice güçlendirelim ama özellikle İslam ülkeleri ile Çin’in bağını iyice güçlendirelim. Çünkü çocukluğumuzdan beri Çin deyince hakikaten üstümüzde bir korku olurdu. Ama şu an gittikçe dağılıyor bu. Çin çünkü bilinmiyor. Bilindikçe insanlar daha çok sever. Bilindikçe daha rahatlar. Bilinmezliğin verdiği o karanlığı tamamen dağıtalım.

Sayın elçimize biz yaklaşık 20 tane madde var onları bir sunalım. Sayın elçimizde bir şeyler diyecektir. Sonra kapatalım inşaAllah.

Wang Xiaoning: Herkese çok teşekkür ediyorum. Bir araya gelmekten çok memnunum. Burada özellikle sizlere Çin’e karşı duyduğunuz iyi niyetleri, dostluk duygusu içinde bizleri çok memnun etti. Ve ayrıca sizlerin Çin hakkındaki olumlu beklentileriniz için de çok sevinçle karşılıyoruz.

Çin dünyadaki bütün ülkeleriyle özellikle Müslüman ülkeleriyle bizim aramızdaki kültürümüz, yaşam tarzımız, düşüncelerimiz farklı olabilir ama herkesle  dost olmak, birlikte barış içerisinde yaşamak hoşgörü ile bir arada yaşamak istiyoruz. Ve böyle de olacağını ümit ediyoruz.

Adnan Oktar: Çok güzel. MaşaAllah, MaşaAllah. Allah hayır getirsin, güzellik getirsin. Farklı kültürler, farklı dinlerde olabilir ama Allah dünyayı bize huzurlu, güzel yaşamamız için yarattı. İnşaAllah herşey çok güzel olacak. Görüyorsunuz iyi niyeti, sevgiyi inşaAllah bu güzellik, bu iyilik dalga dalga yayılacak ve dünyayı sevgi saracak inşaAllah. (11 Temmuz 2013, A9 TV)

http://harunyahya.org/tr/Adnan-Oktardan-gunluk-yorumlar/165510/Misir%E2%80%99da-da-Cinde-de-her-iki-tarafin-da-huzur-icinde-olmasini-istiyoruz