Politika adına kardeşlik bağları kopmasın – Harun Yahya (Adnan Oktar)

adnan oktar politika kardeslik baglari harun yahya

Reelpolitik, ülke çıkarlarını esas olan bir stratejidir. Bir ülke sizin ülkenize yakınlaşıyorsa, bunun arka planında ülkenizden geçen doğalgaz boru hatlarının, ticaret yollarının, askeri anlaşmaların izlerini aramak lazım. Bu stratejide bir ülkeye sunulan imkanlar, gülen yüzler ve yapılan anlaşmalar çoğu zaman şüphelidir. Ülke istikrarını kaybettiğinde, çıkarlarını kaybedenler de birer birer uzaklaşır veya istikrarsız ülkeyi sömürmenin yollarını aramaya başlarlar.

Oysa tüm hak dinler şunu öğütler: Komşunu sevecek ve barıştırıcı olacaksın. İşte burada reelpolitik hesaplar olmaz artık. Siyasi manevralar, çıkar çatışmaları, politikanın gerçeklerine göre değerlendirmeler yapılmaz. Burada başka bir esas aranır: Kardeşlik esası. Duruma ve şarta göre yapılan politik manevralarla, sadece geçici başarılar kazanılır. Bunun sonucunda halkın az bir kısmı memnun, geri kalanı daima endişelidir. Politik manevralar sadece günü kurtarır, gelecekteki muhtemel felaketleri önleyemez. Ama kardeşlik, iyi günde de, kötü günde de kardeşin yanında olmayı gerektirir.

Türkiye işte bu yüzden Mısır hakkında çok konuştu. Orduyu politikada görmek istemedi Türk halkı, çünkü yıllarca bundan canı yanmıştı. Mısır, adeta Türklerin kendi vatanları gibiydi. Türk halkı ciddiye aldı Mısır’da olanları, çünkü Mısır Osmanlı’dan beri bizim kardeşimiz, bir parçamızdı.

Kimileri istemedi Türkiye’nin müdahilliğini. Mısır halkının sorunlarını Mısır kendisi çözer dediler. Olabilirdi elbette, ama olmadı. Kendi tarihimizde yaşadığımız pek çok şeyi Mısır yaşıyor şimdi. Bir dostun, bir kardeşin hakemliğine ihtiyacı var bu ülkenin. Mısır, reelpolitik çıkarlar için kendisine yaklaşan çok ülke görecektir. Ama Türkiye, Mısır’la her şeyden önce kardeştir.

Bir kısım keskin söylemler Mısır yönetimini tedirgin etti ve Mısır elçimizin ülkeden ihracı elbette tüm dünyada dikkat çekti. Yılların kadim dostu iki ülke arasında olmamalıydı bunlar. Elbette olmamalıydı, ama krizler geçicidir. Yapılması gereken ise vakit kaybetmemek ve sadece çözüme odaklanmaktır.

Türkiye, İslam kültürünün hakim olduğu Ortadoğu’da İslam’ın en büyük vasıflarından biri olan barıştırıcılık vasfını üstlenmek zorunda. Türkiye’nin bu vasıf ile devreye girmesine Mısır halkının %100’ünün ihtiyacı var, sadece %50’sinin değil. Dolayısıyla Türkiye, Mısır halkının tümünün mutlu olacağı bir politikanın peşine düşmeli ve tarafgir değil uzlaştırıcı vasfı ile devrede olmalı.

Uzlaştırabilmek için ülkenin iki farklı yarısının ne istediğini anlamak lazım. Mursi destekçilerinin nasıl demokrasinin bir parçası olmasını istiyorsak, aynı şekilde Mursi karşıtı olanların da ciddi bir radikalizm korkusu içinde olduklarını görmek gerekiyor. Radikalizm endişesi ise oldukça tahrip edicidir. Mısır halkının bir yıllık demokrasi deneyimini başarısız geçirmesinin en büyük sebebi buydu. Mursi idaresi çeşitli reformlar denedi ama beklenen şey köklü bir değişiklikti. Hurafelerle daima engellenmeye çalışılan, fakat gerçekte İslam dininin esasını teşkil eden “özgürlük”, Mısır halkını mutlu ederdi. Bir kesim, böyle bir dönüşümü istedi belki ama bir kısım hala geçmişin bağnaz zihniyetinin etkisindeydi. Bunu istemedi Mısır halkı, hala da istemiyor.

Bu tehditten kurtulmanın yolu ise baskı veya yasaklama olmamalı. Baskı ve yasaklamalar daima öfke artırıcıdır; çözüm değil nefret üretir. Çözümlerin daima tek yolu vardır: Eğitim!

Müslüman Kardeşler büyük ve köklü bir akım. Bu büyük hareketi baskılamaya çalışmak, halkın yarısının mutsuzluğu anlamına gelir. Ve Mısır yine aynı kavganın içine sürüklenir.

Bunun için doğru bir eğitim politikası gerekiyor. Bunun için hem demokrasi konusunda hem de modern ve özgürlükçü İslam anlayışında deneyimli bir kardeş ülkenin varlığı gerekiyor. Bunun için Türkiye’nin orada, hem eğitici hem de barıştırıcı olarak bulunması gerekiyor.

İslam’ın özgürlük ve demokrasi dini olduğunu; sanatı, bilimi, estetiği ve her türlü güzelliği teşvik ettiğini; kadını yüceltip ön plana çıkardığını ve gerçek İslam’daki çözümün kavga değil mutlaka ve daima barış olduğunu göstermeli Türkiye. Bunu iki tarafı barıştırarak yapmaya başlamalı. Türkiye mükemmel bir ülke değil; ama tarihi arabuluculuk rolü onu devreye girmeye zorunlu kılıyor. Mısır’da bir kardeş olarak bulunmalı Türkiye. Reelpolitik hesaplarla değil, Mısır’ın bir parçası olarak.

İstenmeyen bir politik hamle ile büyükelçimiz Mısır’ı terk etti. Ama kardeşlikler politik hamlelerle bozulmazlar. Geçmişte kardeşliği etkilemeyen böyle krizler, yine geçici olmaya mahkum. Ama elimizi çabuk tutmalıyız. Bunun için Türkiye’nin Mısır halkının tümünü kucaklayan bir hamlesi güzel ve yerinde olur.

Bu makalenin orjinal hali Arab News Gazetesi’nde aşağıdaki linkte yayınlanmıştır:
http://www.arabnews.com/news/490796

Atatürk akıllı insan – Adnan Oktar

adnan oktar mustafa kemal ataturk

 

Adnan Oktar: Atatürk akıllı insan. Osmanlı’nın son döneminde, akıllı insanlarımız bir araya gelmişler, Atatürk’ü başa geçirmişler. Akıllı bir çalışma yapmışlar, akılsızlığa son vermişler. Akıllı olmanın nimetlerini insanlara sunmuşlar, olay bu. Yoksa akılsızlar şu an bizi baya zor durumda bırakırdı. Akılsızın baş belası olması, devlet kademelerinde olması, çok büyük bir beladır. Hep insanlar akılsızların başta olmasından çok ızdırap çekmiştir. Hitler ayrı baş belası olmuştur, Mussolini ayrı, Stalini ayrı. Geçmişte hep zulmetmişlerdir. Peygamberimiz (s.a.v) diyor: “Bir benim zamanım hayırlı, bir ahir zaman hayırlı” o kadar. Hep böyle “zalim sultanlar gelecek” diyor, zalimler gelecek, “sonunda ümmet feraha kavuşacak” diyor, Hz. Mehdi (a.s) vesilesiyle.

İslam ülkelerini görüyorsunuz, adam Avrupa’dan geldi zürafa, Suriye’yi mahvetti bak inim inim inletiyor. Sisi Amerika’da eğitim gördü, Müslümanları şimdi perişan ediyor. Aynı şekilde diğer ülkelerde de böyle, hep zalim sultanlar, zalim idareciler, mahvediyor İslam alemini. Bir tek Türkiye şefkatin, merhametin, akılcılığın iyi uygulandığı bir ülke. Ordu da makul Türkiye’de, hükümette makul. Özellikle ordumuz son zamanlarda çok daha iyi oldu. Hükümet de, cumhuriyet ülkeleri içinde en demokrat olanlardan, en huzur verenlerden biri oldu. Çünkü biz diğer hükümetler döneminde iddia edilen Ergenekon terör örgütünün rahatsızlığını hep yaşadık. Hep kabus içinde yaşadı insanlar. Ama ilk defa bu hükümet döneminde iddia edilen Ergenekon terör örgütünün ve mafyaların gölgesinden uzak yaşayabildik ilk defa. Bir de PKK belası vardı hayret edilecek şekilde o bela da geriye çekildi. O yüzden hükümet başarılı. Türkiye’nin hayır yolda ilerlediğini ve ilerleyeceğini görüyoruz, inşaAllah.

Sayın Adnan Oktar’ın A9 TV’deki canlı sohbetinden (10 Kasım 2013; 22:30)

Mısır’da ne yapılmalı? – Harun Yahya (Adnan Oktar)

adnan oktar misir islam birligi mehdi mursi sisi darbe

 

Mısır’da, sandıkta seçilmiş hükümeti lağvederek demokrasiyi askıya alan ordu, şimdi de kendi meşrutiyetini sağlamak amacıyla “göstericilere meydanları yasaklama” gayreti içine girdi. Müdahale ile yönetime el koyan darbe yönetimleri “mutlak itaat” isteme gibi bir anlayışa sahip olurlar. Bu anti-demokratik ve hukuk dışı bakış açısıyla, halkın protestolarını engellemek için“yaşama özgürlüğü” dahil tüm hürriyetleri halkın elinden alırlar. Darbeciler bu despot ve zalim mantıkla, Mısır’da da olduğu gibi, kendilerini meşru görmeyen halkın kanını oluk oluk dökecek kadar zalimane bir hale gelirler.

Meydanlarda toplanarak “demokratik protesto hakkını kullanan halkı evlerine hapsetme” amacına yönelik, katliama dönüşen müdahale sonucunda geçen hafta hükümete göre 700 kişi öldü, Müslüman Kardeşler yetkilileri ise, 2000 kişiden fazla insanın  şehit edildiğini,  10.000 kişinin de yaralandığını ifade ediyor. Sadece tek bir günde şehit edilen kişilerin toplamı, Hüsnü Mübarek’in devrilmesine kadar geçen 18 gün içinde öldürülen kişilerin toplamına eşit.  İşte bu olaylar sonucunda cunta hükümeti 1 aylık “olağanüstü hal” ilan etti.  Bu durum karşısında bazı Batı ülkeleri endişelerini dile getirdiler. Çünkü herkes çok iyi biliyor ki, Hüsnü Mübarek on yıllarca süren “diktatörlük” rejimini “olağanüstü hal” bahanesini öne sürerek meşrulaştırmıştı. “Olağanüstü Hal” aslında dikta yönetimine geçiş için “daha uygun bir bahane”den başka bir şey değildir.

New York Times’dan David Kirkpatrick Mısır’daki cunta rejiminin 25 şehre atadığı valilerin 19’unun generallerden oluştuğunu yazdı. Bu generallerin arasında, Hüsnü Mübarek döneminde görev yapmış, açıkça Mursi ve taraftarlarını korumayı reddetmiş, hatta onlara silah doğrultmuş kişiler de var.  Öyle gözüküyor ki General Sisi ve onun destekçileri, Hüsnü Mübarek döneminden çok daha baskıcı ve zorba bir yönetim tesis etmeyi amaçlıyorlar. 1952’de Nasır’ın kurduğu dikta rejimi, 2012’de sandıktaki demokratik seçimlerde İhvan’ın başa gelmesiyle son bulmuştu. Şu an halihazırdaki darbe yönetimi açıkça Mısır halkını 60 yıl öncesine geri götürmeyi amaçlıyor.

85 milyonluk Mısır’ın -nüfusu en fazla olan Arap ülkesi-  yüzde 10’unu Kıpti Ortodoks mezhebine mensup Hristiyanlar oluşturuyor. Ancak son günlerde, Kıpti papazın darbeye verdiği destek yüzünden İhvan üyelerinin Kıpti kiliselerine ve valiliklere saldırdığı yönünde yalan haberler yayılıyor. Ve bu konuyla ilgili hiçbir resmi açıklama yapılmıyor.  Örneğin Müslüman Kardeşlerin taraftarları, geçen hafta Hıristiyanları korumak amacıyla Cuma namazını Suhaf kilisesinin önünde kıldılar. Müslüman kardeşlerin Müslüman olmayan azınlıklara yönelik hoşgörülü tutumlarıyla ilgili daha pek çok örnek bulunmaktadır. Bununla birlikte ordu yanlısı Mısır medyası, Müslüman kardeşleri hükümet yanlısı çetelerin provokasyonlarının faili gibi gösteren yalan haberler yayıyor ve gerçekleri saptırıyorlar. Nitekim geçtiğimiz Cuma günü  Müslüman Kardeşler yeni bir açıklama yaptı ve barışçıl gösterilerden asla vazgeçmeyeceklerini bir kez daha ifade etti:

Bizim muhalefetimizin barışçıl olduğunu ve barışçıl olarak devam edeceğini, kendi topraklarımızı, onun kurum ve kuruluşlarını koruyacağımızı birçok kez teyit ettik. Biz her türlü şiddeti, terörizmin her çeşidini ya da mezhep ayrımına dayalı çatışmaları lanetliyoruz. Biz bunların hepsini kınıyoruz.“

Bir önceki makalemde de belirttiğim gibi,  Mursi ve Müslüman kardeşlerin yönetimlerini tekrar tesis etmek yönünde ısrarcı olmamaları gerekmektedir.  Ordu ve İhvan arasında görüşmeler hemen başlamalı ve iki taraf acilen asgari müşterekte anlaşmalıdır.  Halkı oluşturan bütün kesimin; yani Kıpti Hristiyanların, İhvan’a gönül verenlerin, seküler kesmin, Selefilerin, liberallerin ve toplumu oluşturan diğer tüm kesimlerin istekleri göz önünde bulundurulmalı, acilen demokratik bir uzlaşı sağlanmalıdır. Hırsla, kinle ve intikam hisleriyle değil, dostane, sevecen, hoşgörülü ve sabırlı bir yaklaşımla taraflar hakem ülkeler huzurunda ortak bir çözüme yaklaştırılmalıdır. Türkiye Ortadoğu’da örnek olarak gösterilen güçlü bir demokrasi olması sebebiyle taraflar arasında arabulucu rolü oynamaya en uygun ülkedir.

Bu görüşmelerde iki taraf da karşı tarafın makul istekleri olacağını göz önünde bulundurmalı, makul bir koalisyon ve geçiş hükümeti derhal kurulmalı, asker de kışlasına, asli görevi olan dış güçlere karşı ülkeyi koruma görevine dönmelidir. Geçiş sürecinin ardından kurulacak yeni yönetim ise mutlaka bağnazlıktan uzak, modern ve demokratik bir anlayışa sahip olmalıdır.

Karşı oldukları ve ülkenin neredeyse yarısından fazlasına tekabül eden bir grubun katliamlarla yok edilişini büyük bir sevinçle destekleyen bir kitlenin varlığı, bu yapının askeri cunta tarafından eleştirilmeyip hatta yoğun bir şekilde desteklenmesi, Mısır’ın çok daha karanlık bir noktaya gideceğinin göstergesidir. Bir ülkede, farklı görüşe sahip insanlara yönelik şiddeti desteklemek veya sadece seyretmek çok ciddi bir insanlık sorunudur. Örneğin bir twitter mesajında, ordu yönetimi tarafından hunharca işkence edilen ve daha sonra şehit edilen bir hanım kardeşimizin komşusunun bu dehşet sahnesini balkonundan gülümseyerek seyrettiğinden bahsedilmektedir. Mısır Özgürlük ve Adalet Partisi Dışişleri Sözcüsü Abdul Mawgoud Dardery toplumun bir kesiminde oluşan bu tutumu CNN’e verdiği röportajda şu şekilde ifade etmiştir:

Cani ordu kuvvetleri hastaneleri yakıyor, insanları canlı canlı yakıyor. Bu daha önce Mısır tarihinde yaşanmamış bir olay.  Bu kişiler Mısır Ordusu ve Mısır Polis Güçleri ile birlikte kendi vatandaşlarını öldüren Mısırlılar olamaz.”

İşte tüm bu nedenlerden ötürü, Mısır’daki tüm taraflar acilen toplumda sevgi, merhamet, şefkat ve hoşgörüyü vurgulamalı, şiddetin her türlüsünü kınamalıdırlar. Özellikle de Mısır ordusunun barışı, dostluğu ve kardeşliği teşvik etmesi toplumda sevgi ve huzurun yerleşmesi için gereklidir. Şiddeti, kini ve nefreti tırmandırıcı değil, sevgisizlikten kaçınılan bir politika izlenmesi aciliyetlidir.

Şiddet bir ülkeyi adeta boğar, felç eder. Telafisi çok güç hadiselere sebebiyet verir.

Mısır’da bir sevgi ve muhabbet patlaması yaşanmalıdır. Mısır’ın sevginin merkezi olmasına niyet edilmelidir. Şiddeti meşru gören bir muhalefet ruhu ve gerginlikle ancak kan gövdeyi götürür. Bu durumda, Mısır ve Ortadoğu huzura ve barışa kavuşamayacak, bu karışıklık bütün dünyayı da derinden etkileyecektir.

Ücretsiz kitap: Türk İslam Birliğine Çağrı
http://harunyahya.org/tr/Kitaplar/734/Turk-Islam-Birligine-Cagri
adnan oktar turk islam birligine cagri harun yahya kitap

Kuran Mucizeleri 27: Firavun’un cesedinin korunması

kuran mucizeleri firavun cesedi harun yahya

 

İlerleyen bölümlerde daha detaylı değineceğimiz gibi, Firavun kendini ilah olarak kabul etmekte ve Hz. Musa’nın Allah’a iman etmesi için yaptığı davetlere karşı iftira ve tehditle karşılık vermektedir. Firavun bu kibirli tavrını ancak, ölüm tehlikesi ile karşılaşıp suların altında kalacağını anlayana dek sürdürmüştür. Kuran’da Firavun’un, Allah’ın azabıyla karşılaştığında, hemen imana yöneldiği şu ayetle bildirilir:

Biz, İsrailoğulları’nı denizden geçirdik; Firavun ve askerleri azgınlıkla ve düşmanlıkla peşlerine düştü. Sular onu boğacak düzeye erişince (Firavun): “İsrailoğulları’nın kendisine inandığı (İlahtan) başka İlah olmadığına inandım ve ben de Müslümanlardanım” dedi. (Yunus Suresi, 90)

Ancak Allah Firavun’un böyle bir anda iman etmesini kabul etmemiştir. Allah Firavun’un bu samimiyetsiz tavrını Kuran’da şu ayetlerle bildirir:

Şimdi, öyle mi? Oysa sen önceleri isyan etmiştin ve bozgunculuk çıkaranlardandın. Bugün ise, senden sonrakilere bir ayet (tarihi bir belge, ibret) olman için seni yalnızca bedeninle kurtaracağız (herkese cesedini göstereceğiz). Gerçekten insanlardan çoğu, Bizim ayetlerimizden habersizdirler. (Yunus Suresi, 91-92)

Bu ayetlerde Firavun’a ait cesedin gelecek nesillere ibret olacağının bildirilmesi, cesedin “bozulmamış” olacağına bir işaret olarak kabul edilebilir. Kuran’da 1400 sene evvelden haber verildiği gibi, halen tarihsel bir belge olarak bulunan bir ceset Kahire’deki Mısır Müzesi’nin Kraliyet Mumyaları Odası’nda sergilenmektedir. Büyük bir ihtimalle, sular üstüne kapanıp boğulduktan sonra, Firavun’un cesedi kıyıya vurmuş ve Mısırlılar tarafından bulunarak önceden yapılmış olan mezarına götürülmüştür.189

189. http://www.angelfire.com/az/miracles/Archaeology.html

Video: https://www.youtube.com/watch?v=FH7FtXThpwM

Kuran Mucizeleri internet sitesi: http://kuranmucizeleri.com/

Kuran Mucizeleri – Cilt 1
http://harunyahya.org/tr/Kitaplar/825/Kuran-Mucizeleri-%E2%80%93-Cilt-1

kuran mucizeleri cilt 1 harun yahya adnan oktar

Kuran Mucizeleri – Cilt 2
http://harunyahya.org/tr/Kitaplar/19383/Kuran-Mucizeleri-%E2%80%93-Cilt-2

kuran mucizeleri cilt 2 harun yahya adnan oktar

Kuran Mucizeleri – Cilt 3
http://harunyahya.org/tr/Kitaplar/17432/Kuran-Mucizeleri-%E2%80%93-Cilt-3

kuran mucizeleri cilt 3 harun yahya kitap

Mısır’da ne yapılmalı?

adnan oktar misir harun yahya mursi darbe

 

Mısır’da, sandıkta seçilmiş hükümeti lağvederek demokrasiyi askıya alan ordu, şimdi de kendi meşrutiyetini sağlamak amacıyla “göstericilere meydanları yasaklama” gayreti içine girdi. Müdahale ile yönetime el koyan darbe yönetimleri “mutlak itaat” isteme gibi bir anlayışa sahip olurlar. Bu anti-demokratik ve hukuk dışı bakış açısıyla, halkın protestolarını engellemek için “yaşama özgürlüğü” dahil tüm hürriyetleri halkın elinden alırlar. Darbeciler bu despot ve zalim mantıkla, Mısır’da da olduğu gibi, kendilerini meşru görmeyen halkın kanını oluk oluk dökecek kadar zalimane bir hale gelirler.

Meydanlarda toplanarak “demokratik protesto hakkını kullanan halkı evlerine hapsetme” amacına yönelik, katliama dönüşen müdahale sonucunda geçen hafta hükümete göre 700 kişi öldü, Müslüman Kardeşler yetkilileri ise, 2000 kişiden fazla insanın şehit edildiğini,  10.000 kişinin de yaralandığını ifade ediyor. Sadece tek bir günde şehit edilen kişilerin toplamı, Hüsnü Mübarek’in devrilmesine kadar geçen 18 gün içinde öldürülen kişilerin toplamına eşit.  İşte bu olaylar sonucunda cunta hükümeti 1 aylık “olağanüstü hal” ilan etti.  Bu durum karşısında bazı Batı ülkeleri endişelerini dile getirdiler. Çünkü herkes çok iyi biliyor ki, Hüsnü Mübarek on yıllarca süren “diktatörlük” rejimini “olağanüstü hal” bahanesini öne sürerek meşrulaştırmıştı. “Olağanüstü Hal” aslında dikta yönetimine geçiş için “daha uygun bir bahane”den başka bir şey değildir.

New York Times’dan David Kirkpatrick Mısır’daki cunta rejiminin 25 şehre atadığı valilerin 19’unun generallerden oluştuğunu yazdı. Bu generallerin arasında, Hüsnü Mübarek döneminde görev yapmış, açıkça Mursi ve taraftarlarını korumayı reddetmiş, hatta onlara silah doğrultmuş kişiler de var.  Öyle gözüküyor ki General Sisi ve onun destekçileri, Hüsnü Mübarek döneminden çok daha baskıcı ve zorba bir yönetim tesis etmeyi amaçlıyorlar. 1952’de Nasır’ın kurduğu dikta rejimi, 2012’de sandıktaki demokratik seçimlerde İhvan’ın başa gelmesiyle son bulmuştu. Şu an halihazırdaki darbe yönetimi açıkça Mısır halkını 60 yıl öncesine geri götürmeyi amaçlıyor.

85 milyonluk Mısır’ın -nüfusu en fazla olan Arap ülkesi-  yüzde 10’unu Kıpti Ortodoks mezhebine mensup Hristiyanlar oluşturuyor. Ancak son günlerde, Kıpti papazın darbeye verdiği destek yüzünden İhvan üyelerinin Kıpti kiliselerine ve valiliklere saldırdığı yönünde yalan haberler yayılıyor. Ve bu konuyla ilgili hiçbir resmi açıklama yapılmıyor.  Örneğin Müslüman Kardeşler’in taraftarları, geçen hafta Hıristiyanları korumak amacıyla Cuma namazını Suhaf kilisesinin önünde kıldılar. Müslüman kardeşlerin Müslüman olmayan azınlıklara yönelik hoşgörülü tutumlarıyla ilgili daha pek çok örnek bulunmaktadır. Bununla birlikte ordu yanlısı Mısır medyası, Müslüman kardeşleri hükümet yanlısı çetelerin provokasyonlarının faili gibi gösteren yalan haberler yayıyor ve gerçekleri saptırıyorlar. Nitekim geçtiğimiz Cuma günü  Müslüman Kardeşler yeni bir açıklama yaptı ve barışçıl gösterilerden asla vazgeçmeyeceklerini bir kez daha ifade etti:

Bizim muhalefetimizin barışçıl olduğunu ve barışçıl olarak devam edeceğini, kendi topraklarımızı, onun kurum ve kuruluşlarını koruyacağımızı birçok kez teyit ettik. Biz her türlü şiddeti, terörizmin her çeşidini ya da mezhep ayrımına dayalı çatışmaları lanetliyoruz. Biz bunların hepsini kınıyoruz.“

Bir önceki makalemde de belirttiğim gibi,  Mursi ve Müslüman kardeşlerin yönetimlerini tekrar tesis etmek yönünde ısrarcı olmamaları gerekmektedir.  Ordu ve İhvan arasında görüşmeler hemen başlamalı ve iki taraf acilen asgari müşterekte anlaşmalıdır.  Halkı oluşturan bütün kesimin; yani Kıpti Hristiyanların, İhvan’a gönül verenlerin, seküler kesmin, Selefilerin, liberallerin ve toplumu oluşturan diğer tüm kesimlerin istekleri göz önünde bulundurulmalı, acilen demokratik bir uzlaşı sağlanmalıdır. Hırsla, kinle ve intikam hisleriyle değil, dostane, sevecen, hoşgörülü ve sabırlı bir yaklaşımla taraflar hakem ülkeler huzurunda ortak bir çözüme yaklaştırılmalıdır. Türkiye Ortadoğu’da örnek olarak gösterilen güçlü bir demokrasi olması sebebiyle taraflar arasında arabulucu rolü oynamaya en uygun ülkedir.

Bu görüşmelerde iki taraf da karşı tarafın makul istekleri olacağını göz önünde bulundurmalı, makul bir koalisyon ve geçiş hükümeti derhal kurulmalı, asker de kışlasına, asli görevi olan dış güçlere karşı ülkeyi koruma görevine dönmelidir. Geçiş sürecinin ardından kurulacak yeni yönetim ise mutlaka bağnazlıktan uzak, modern ve demokratik bir anlayışa sahip olmalıdır.

Karşı oldukları ve ülkenin neredeyse yarısından fazlasına tekabül eden bir grubun katliamlarla yok edilişini büyük bir sevinçle destekleyen bir kitlenin varlığı, bu yapının askeri cunta tarafından eleştirilmeyip hatta yoğun bir şekilde desteklenmesi, Mısır’ın çok daha karanlık bir noktaya gideceğinin göstergesidir. Bir ülkede, farklı görüşe sahip insanlara yönelik şiddeti desteklemek veya sadece seyretmek çok ciddi bir insanlık sorunudur. Örneğin bir twitter mesajında, ordu yönetimi tarafından hunharca işkence edilen ve daha sonra şehit edilen bir hanım kardeşimizin komşusunun bu dehşet sahnesini balkonundan gülümseyerek seyrettiğinden bahsedilmektedir. Mısır Özgürlük ve Adalet Partisi Dışişleri Sözcüsü Abdul Mawgoud Dardery  toplumun bir kesiminde oluşan bu tutumu CNN’e verdiği röportajda şu şekilde ifade etmiştir:

Cani ordu kuvvetleri hastaneleri yakıyor, insanları canlı canlı yakıyor. Bu daha önce Mısır tarihinde yaşanmamış bir olay.  Bu kişiler Mısır Ordusu ve Mısır Polis Güçleri ile birlikte kendi vatandaşlarını öldüren Mısırlılar olamaz.”

İşte tüm bu nedenlerden ötürü, Mısır’daki tüm taraflar acilen toplumda sevgi, merhamet, şefkat ve hoşgörüyü vurgulamalı, şiddetin her türlüsünü kınamalıdırlar. Özellikle de Mısır ordusunun barışı, dostluğu ve kardeşliği teşvik etmesi toplumda sevgi ve huzurun yerleşmesi için gereklidir. Şiddeti, kini ve nefreti tırmandırıcı değil, sevgisizlikten kaçınılan bir politika izlenmesi aciliyetlidir.

Şiddet bir ülkeyi adeta boğar, felç eder. Telafisi çok güç hadiselere sebebiyet verir.

Mısır’da bir sevgi ve muhabbet patlaması yaşanmalıdır. Mısır’ın sevginin merkezi olmasına niyet edilmelidir. Şiddeti meşru gören bir muhalefet ruhu ve gerginlikle ancak kan gövdeyi götürür. Bu durumda, Mısır ve Ortadoğu huzura ve barışa kavuşamayacak, bu karışıklık bütün dünyayı da derinden etkileyecektir.

Mısır’daki tüm olaylar kaderdedir. Karışıklıkları yaratan Allah olduğuna göre düzeltecek olan da Allah’tır – Adnan Oktar

adnan oktar misir mursi kader

 

Ahir zamandayız. Cenab-ı Allah tarihi nasıl yaptıysa o şekilde bize gösteriyor. İnsan zannediyor ki durduk yere Mursi’yi görevden alıyorlar. Halbuki daha Mursi annesinden doğmadan önce görevinden alınmıştı. Diyorlar ki El-Sisi görev başına geldi. O da daha annesinden doğmadan o oraya gelmişti. Baradey başbakanlıktan alındı diyorlar. Daha anasından doğmadan başbakanlıktan alınmıştı. Kader hiç değişmez.

Mesela orada Mısır’da baltacı takımı var. Onlar da öyle kaderlerinde şaki olarak yaratılıyorlar. Yoksa bir insan gidip birisini baltayla doğrayacak güçte olamaz. İstese de yapamaz. İradesi yetmez, aklı yetmez. Vicdanen güç yetiremez kimse, özel olarak yaratılır. Kaç kişinin toplanacağı, nasıl bağıracakları, kimin konuşacağı, kimin ne olacağı en ince detaylarına kadar belli.

Mesela havadan baktın mı kum gibi insan görünüyor. Alanlar Allah tarafından önceden hazırlanmış. İşte bir kısmı orada oturuyor. Bir kısmı öbür tarafta duruyor. Allah niye ikiye bölüyor? İmtihan olsun diye. Yoksa Cenab-ı Allah tüm Mısır’a İhvan kişiliği verir. Hepsi İhvan olur. Eğer otuz milyon İhvan olabiliyorsa, otuz milyon kişi daha İhvancı olursa konu biter. Ama Allah öyle yapmıyor. Bir kısmını başka türlü düşünür hale getiriyor. Birbirlerine muhalif hale getiriyor. Bazen birbirlerini sevdiriyor. Bazen birbirlerine düşman. Allah ayette “Daha önce birbirinize düşmandınız, Allah kalplerinizin arasını uzlaştırdı” diyor. Düşman olduğunda uzlaşmıyorlar. Allah Peygamberimiz (sav)’e, “Sen ne yaparsan yap onların kalplerini uzlaştıramazdın” diyor ayette. Ne kadar masraf yaparsan yap, ne kadar servet koyarsan koy uzlaştıramazdın. Allah kalplerini uzlaştırır. Bütün güç Allah’ın elinde.

 

“Olaylara siyaset gözüyle değil, iman gözüyle bakılması gerekir”

Oradaki yöneticilerin, ulemanın, alimlerin derin imanla olaya bakmaları lazım. Yoksa siyaset gözüyle bakarlarsa kavrulurlar. Çünkü siyaset gözüyle baktı mı, saf siyaset gözüyle bakarsa iman gözüyle bakmamış oluyor. O zaman bu Allah’ın zoruna gider.  Allah’ın beğenmediği bir şey olur. Allah’ın beğeneceği gibi hareket edilmesi gerekir. Çünkü olayları meydana getiren Allah olduğuna göre, olayları düzeltecek olan da Allah’tır.

 

“Mısır’daki yöneticiler nefret söylemine hiç yer vermeyip, mutlaka sevgiyi esas almalılar”

Yöneticiler, Rabbaniyun, bilgin yöneticiler orada sürekli Allah ile bağlantı içinde olacaklar. Derin düşünecekler. En akılcı hareket ne ise onu yapacaklar. En akılcı hareket sevgi.  Özellikle ahir zamanda en büyük silah, her zaman öyledir de, en büyük silah sevgidir. Israrla sevgi, hiç nefret söylemine yer bırakmamak lazım. (7 Temmuz 2013, Adnan Oktar, A9 TV)

“Mısır’da da Çin’de de, her iki tarafın da huzur içinde olmasını istiyoruz” – Adnan Oktar

adnan oktar cin harun yahya misir mursi

 

Oktar Babuna: İyi günler sayın izleyicilerimiz. Çok değerli konuklarımız var bugün. Mısır’dan Mısır Adalet ve Kalkınma Partisi Eski Dış İlişkiler Komitesi Sözcüsü Dr. AbdulMawgoud R. Dardery ve aynı zamanda Çin Büyükelçiliğinden Wang Xiaoning ve Cheng Weihua.

Adnan Oktar: Hepsi için çok önemli konular var, Mısır’da çok önemli, Çin’de çok önemli. Çin’le ilişkilerimizin çok iyi olmasını istiyoruz. Çinlilerin bir özelliği vardır, çok güler yüzlüdürler, çok sevecendirler. Biz de onları o yüzden ayrıca seviyoruz. İnşaAllah oradaki Türk kardeşlerimizin de, Çinli kardeşlerimizin de huzur, bereket içinde rahat yaşamalarını istiyoruz.

Ama tabi Mısır’daki olaylarda çok bizi rahatsız ediyor. Tedirgin ediyor. Mısır’da da her iki tarafında huzur içinde olmasını istiyoruz. Barış içinde, kardeşlik içinde yaşamalarını istiyoruz. Darbelere karşıyız. Adı ne olursa olsun darbeye karşıyız. İllaki demokrasi, illaki demokrasi diyoruz. Ama Hocamız zaten bizim kardeşimiz, ama Elçimiz, yeni misafirimiz Hocamıza nazımız geçer, biz Elçimizden başlayalım, İnşaAllah.

Adnan Oktar: Çin Devleti’ne güveniyoruz, sizlere çok güveniyoruz ama Doğu Türkistan’la ilgili bize haberler geliyor. Biz de bundan çok mutazarrır oluyoruz, siz açıklık getirirseniz bizlere, böyle güzel, müjdeli haberler verirseniz çok memnun oluruz. Mesela bize en son olarak 18 Haziran tarihinde, 8 yaşında Doğu Türkistan’lı Müslüman bir genç kızın Çin polisi tarafından tecavüze uğradığı, sonra kız çocuğunun boğularak öldürüldüğü, sonra parçalara ayrılıp sokağa terk edildiği, bu polisin tutuklanmadığı, halen görevine devam ettiği söyleniyor. Buna en güzel cevabı herhalde siz verirsiniz. Bu konu hakkında bizi aydınlatır mısınız?

Wang Xiaoning: Öncelikle Sayın Hocam size çok teşekkür ederim. A9 kanalının programına katılmaktan çok mutluyuz ve değerli misafir arkadaşlarımızla da tanışmaktan son derece memnunuz. Sayın Hocam ve Sayın sunucu beyefendi Çin halkına güzel sözlerinizden dolayı da ayrıca teşekkür ediyoruz.

Uzun zamandır Çin ve Türkiye arasında özellikle Sincan konusundaki bilgiler, direkt iletişim kanallarımız olmadığı için, çoğu zaman ikinci el bilgiler geliyor Türkiye’ye. Bunların çoğu Batı ülkelerinin medyasından geliyor. Dolayısıyla biz Türkiye’deki Çin Büyükelçiliği olarak, bizim en önemli görevlerimizden bir tanesi de Çin ve Türkiye arasındaki gerek resmi gerek gayri resmi, gerek resmi olmayan kuruluşlar arasındaki direkt temaslarını kurmak ve yoğunlaştırmaktır. Dolayısıyla sizlere bu vesile ile de bize bu fırsatı verdiğinizden dolayı da çok teşekkür ediyorum. Demin sizin bahsettiğiniz bu dava, bu vaka konusunda ben direkt bilgi sahibi değilim.

Bu somut vaka konusunda bilgi sahibi değilim ama bir Çin’li olarak tecrübelerimize dayalı olarak, Çin yasal bir ülkedir. Polis bu yasa ülkesinin yasalarını yürütmenin çok önemli bir parçasıdır. Sincan’da olsa, Çin’in diğer bölgeleri de olsa eğer yasayı ihlal eden bir kişi, polis eğer yasaya aykırı bir şekilde suç işliyorsa ve hatta suç işledikten sonra serbestçe dolaşabiliyorsa bence bu mantıklı değildir.

Çin’li polis olan bir arkadaşım var. Çin’li polisler şu anda silahla sokağa çıkabiliyor. Eğer silah kullanırsayani ateş açıyorsa gerek kendini savunmak için gerek herhangi bir sebepten dolayı ateş açıyorsa, bu olaydan sonra kendi patronuna, üstteki yetkililerine yazılı şekilde rapor vermesi gerekiyor ve bu ateş açılması ile ilgili yaşanan tüm olayları anlatması gerekiyor. Yani bu konuda polis gerçekten çok sıkı kontrol ediliyor. Çok özür diliyorum bu somut vaka için çok uzun konuştum. Yani ben kısacası şunu demek istiyorum;Çin’de hiç kimse yasanın üstünde olmaz. Özellikle de bu yasayı icra eden bir kişi ise.

Adnan Oktar: Yani hukuk, kanun Çin’de geçerli diyorsunuz. Demokrasi Çin’in vazgeçilmesidir tarzında bir üslup. Ama Büyükelçimiz de herhalde detaylı bir bilgi de bilmiyorum dedi, başlangıçta. Bize sonra daha detaylı bilgi vereceğini umuyorum. Daha detaylı araştıracağını umuyorum. O zaman meseleyi daha girift yönlerinden tam kavramış oluruz ama Sayın Elçi’nin iyi niyetinden eminim, sizlerin de iyi niyetinden eminim.

Şimdi Dardery Hocamızdan bahsedelim. Nedir bu Mısır’daki olaylar, ne yapacağız? Nasıl olacak? Hayra bir gidişat var. Ama sizin görüşünüzü kardeşlerimizin duyması bizim için çok önemli.

Dr. Dardery: Öncelikle beni buraya davet ettiğiniz için teşekkür ediyorum. Türk halkı ve Başbakan’a da çok teşekkür ediyorum verdikleri destek için. Çinli konsolos temsilcisi beyefendinin de burda olmasından çok memnunum ayrıca. Umarım Mısır’daki sorunlarla da ilgilenirler, desteklerler. Mısır’da binlerce yıldan beri başkan seçilmesi mümkün değildi. İlk defa böyle birşey gerçekleşiyor. İngilizler geldiğinde Mısır’a özgürlük  vermediler. Askeri rejim vardı. 1950 yılında ordu darbe ile devraldı. 2-3 defadır hep darbenin seçtiği bir başkan vardı. Diktatör Mübarek vardı en sonunda, Hüsnü Mübarek vardı. O da diktatörlükle yönettiği ülkeyi şimdiye kadar. Bugüne kadar 6 seçim oldu. Demokrasi geldikten sonra en barışçıl devrim oldu bu şimdiye kadarki. Özgürlük ve Adalet Partisi %60 gibi büyük çoğunlukla iktidardaydı. Ancak belli güçler diktatörlük istedi. Araya girdiler ve kanlı bir darbe oldu. Bu Mısır halkına da saygısızlıktır. Onların demokrasisine saygısızlıktır. Mısır halkı kendi başkanını seçmek istiyor. Ancak bir kuşatma altında.

Adnan Oktar: Genel olarak dünyada bir güzellik olacak ama dostluk ve kardeşlik çok önemli. Mesela Çin; biz Çin’i tarihin en eski devirlerinden beri severiz. Barışçıl bir millettir, neşeli bir millettir, sanatçı bir millettir. Bilime çok katkısı olan bir millettir. İlk bilimsel buluşlar, tarihi buluşlar hep kağıttan tut füzeden çık, hep Çin’den. Hakikaten hep sevecen, neşeli insanlar. Biz Çin’in iyi olmasını istiyoruz. Kardeşlerimizle de böyle sarmaş dolaş, mutlu, sevinç içinde yaşamalarını istiyoruz. Zaten onlara emanetler orada da kardeşçe yaşayacaklarını umuyoruz. Ama tabii biz herşeyin açıklığa kavuşmasını , o dostluk havasının iyi pekişmesini istiyoruz. Yoksa biz Çin’in iyi niyetinden de eminiz. Bir ırk düşmanlığı, bir ırk karşıtlığı Çin’den ummuyoruz.

Çünkü her dinden insan var; Budist’te var, Hristiyan’da var, Müslüman’da var Çin’de, dinsiz olanlarda var. Herkese eşit mesafede olduklarına inanıyoruz. Ama bize sürekli bu tip haberler geliyor. Çok sayıda ama tabii şimdi Elçi’yi çok yormuş oluruz eğer hepsini teker teker sorarsam. En iyisi ben yazılı sunacağım. Yazılı olarak Elçilik bize kısa kısa, derli toplu cevap verirse yine Sayın Elçi’ninde yanında onları süratle kısa kısa vatandaşlarımıza anlatırız. Açıklığa kavuştururuz. Bunu bir ziyaret olarak kabul edelim. Bir daha ki sefere bunları çok kısa ve özlü teker teker, seri olarak cevaplar verecek şekilde hazırlayalım.

Dolayısıyla bu acı haberler hiç duyulmasın artık. Bunlar tarih olsun, kapansın. Türkiye ile de Çin çok sıkı bir işbirliği yapsın. Çin’e dostluk gözüyle İslam alemi bakıyor, bir tek Türkiye değil. Bütün İslam alemi bakıyor. Çin daima doğrudan yana, iyiden yana olduğunu düşündüğümüz bir ülke. Yani hep haklıdan yana olduğunu düşündüğümüz bir ülke. Kötüden yana, zalimden yana olmaz Çin. Biz öyle düşünüyoruz. Onun için bunu iyice pekiştirelim daha bir canlı olarak Çin ortaya çıksın. Mesela Mısır’ın mazlumluğuna da destek versin, Türkiye ile de çok güçlü bir işbirliği içinde olsunlar. Bu kardeşliği iyice pekiştirip acıları yeryüzünden tamamen kaldıralım. Çin hakikaten hep tarih içinde baktığımızda hep sevecenliği ile tanınan bir millet. Resimlerde hep güler yüzlüdürler. Evler falan çok hoştur. Üslup çok hoştur. Saldırgan değildir Çin. Yani saldırgan bir üslubu yok hep barışçıl bir yönü olmuştur tarih içerisinde. Büyük tarihi bir millet, tanınan bir millet. Çin’in biz adil olduğuna, sevecen olduğuna inanıyoruz. Dünya’ya daha iyi Çin’i tanıtalım. Çin milletini herkes sevsin. Çin de herkesi sevsin. Ve adaletten yana, haktan yana tavrını Çin daha güzel ortaya koysun.

Çünkü büyük bir güç Çin. Yani Çin’in desteklenmesi durumunda da Çin daha da güçlenir. Mesela Türkiye daha da desteklesin Çin’i. Ekonomisini desteklesin, haklı olan güzel yönlerini desteklesin. Türkiye ile işbirliğini iyice güçlendirelim ama özellikle İslam ülkeleri ile Çin’in bağını iyice güçlendirelim. Çünkü çocukluğumuzdan beri Çin deyince hakikaten üstümüzde bir korku olurdu. Ama şu an gittikçe dağılıyor bu. Çin çünkü bilinmiyor. Bilindikçe insanlar daha çok sever. Bilindikçe daha rahatlar. Bilinmezliğin verdiği o karanlığı tamamen dağıtalım.

Sayın elçimize biz yaklaşık 20 tane madde var onları bir sunalım. Sayın elçimizde bir şeyler diyecektir. Sonra kapatalım inşaAllah.

Wang Xiaoning: Herkese çok teşekkür ediyorum. Bir araya gelmekten çok memnunum. Burada özellikle sizlere Çin’e karşı duyduğunuz iyi niyetleri, dostluk duygusu içinde bizleri çok memnun etti. Ve ayrıca sizlerin Çin hakkındaki olumlu beklentileriniz için de çok sevinçle karşılıyoruz.

Çin dünyadaki bütün ülkeleriyle özellikle Müslüman ülkeleriyle bizim aramızdaki kültürümüz, yaşam tarzımız, düşüncelerimiz farklı olabilir ama herkesle  dost olmak, birlikte barış içerisinde yaşamak hoşgörü ile bir arada yaşamak istiyoruz. Ve böyle de olacağını ümit ediyoruz.

Adnan Oktar: Çok güzel. MaşaAllah, MaşaAllah. Allah hayır getirsin, güzellik getirsin. Farklı kültürler, farklı dinlerde olabilir ama Allah dünyayı bize huzurlu, güzel yaşamamız için yarattı. İnşaAllah herşey çok güzel olacak. Görüyorsunuz iyi niyeti, sevgiyi inşaAllah bu güzellik, bu iyilik dalga dalga yayılacak ve dünyayı sevgi saracak inşaAllah. (11 Temmuz 2013, A9 TV)

“Krizin çözümü için Mısır’lı liderler Türkiye’nin hakemliğinde burada bir toplantı yapsınlar”

adnan oktar misir mursi

 

“Mısır’da darbe güçlerinin, Mursi’ye destek gösterilerini sona erdirmek için yeni bir plan hazırladığı iddia edildi. İddiaya göre 2 gün içinde uygulamaya geçecek planda, meydanlara yiyecek girişi engellenecek, su ve elektrik kesilecek. Bu yeni operasyonda 5 bin kişinin ölebileceği tahminleri yapıldı.

 ADNAN OKTAR: “İnatlaşmayla olmaz. Mursi’nin de metodunu değiştirmesi lazım. Hepsi gururuna düşkünler ama her şeyin bir makulü vardır. İki tarafı da sakinleştirmek gerekiyor. Ordu ve karşıtlar bağnazlıktan korkuyorlarsa “bunu hemen ortadan kaldırıyoruz” derler. “Tedirgin misiniz, gelin iktidara da ortak olun, biz kazanmış olsak bile gelin size bakanlık verelim, birlikte idare edelim” demeleri gerekir. Bu kadar.

Mursi boş yere tutuluyor, Sisi de “Beni ne zaman öldürecekler” diye gece-gündüz korku içinde yaşıyor. Hepsi gelsinler Türkiye’de bir toplantı yapalım. Konu bu şekilde hallolsun. Türkiye’ye gelsinler. Sisi de gelsin, Mursi’yi de getirsinler, ABD heyeti de, Türk heyeti de katılsın, tek bir sohbet ortamında konu hallolur. 1 kişiyi de hakem yapacaklar, ama o hakemin kararına da razı olmaları lazım.

Kim hakem olabilir? Tayyip Hocam da olabilir, Dışişleri Bakanımız olabilir, çok efendi, bayağı güzel bir insan. Dışişleri Bakanımız sorsun onlara, “Şunun bir ortasını bulalım ve konuyu bitirelim” desin.

Bağnazlıktan çıkmak zaten Mursi taraftarlarının da faydasına. Onların da lehine. Ama tabi onlar bağnazlık olduğu kanaatinde değiller, onu dinin emri zannediyorlar oysa dinin emri değil, bağnazlık o.

Mesela bakın Gannuşi kazandığı halde liberalleri de hükümete almış Tunus’ta. Çok güzel yapmış, ne gerek var adamları tedirgin etmeye.

Mısır’daki hükümet toplantılarına Ordu mensuplarının da katılması iyi olur. Ama Ordu’nun bu toplantılarda saygılı, efendi olması önemli. Hükümeti tedirgin edecek şekilde, üst perdeden bir tavırla olmaz tabi.” (12 Ağustos 2013, Adnan Oktar, A9 TV)

Mısır’da çözüme doğru – Adnan Oktar

adnan oktar mursi darbe misir cozum

 

huff_post2

 

Mısır’ın başkenti Kahire’de, seçimle işbaşına gelmiş olan Müslüman kardeşler  yetkililerinin serbest bırakılmaları ve görevlerine yeniden iade edilmelerini isteyen geniş halk kitleleri protesto eylemleri düzenliyor. Bu gösterilerde“demokratik ve barışçıl” protesto hakkını kullananlara karşı cunta yönetimi tarafından 27 Temmuz’da uygulanan katliam sonucu en az 120 kişinin ölmesi ve 4.500 civarında kişinin yaralanması ise dünya kamuoyunda büyük bir rahatsızlığa sebep olmuştur.

Ortadoğu’da barışa çok ihtiyaç duyulduğu böyle bir dönemde demokrasinin halklar tarafından benimsenmesi ve uygulanması beklenirken, son günlerde Mısır’da tanık olduğumuz olaylar Ortadoğu’yu daha büyük karışıklıklara sürükleyebilecek yeni bir dönemin habercisi olarak karşımıza çıkıyor. Bu karanlık ortam önce Ortadoğu, ardından da dünyayı kasıp kavuracak şiddet eylemlerini de beraberinde getirme tehlikesini taşıyor. Silah baskısı ve şiddetle sorunları çözme girişimleri sadece şiddetin daha da büyümesine, terör ve anarşinin bölgeyi sarsmasına neden olacaktır.

Yaşanan son katliamla ilgili, Avrupa Birliği Dış İlişkiler Yüksek Temsilcisi Catherine Ashton bu olayı “derin bir esefle karşıladığını” açıklamış ve şiddete son verilmesi çağrısında bulunmuştur. İngiltere Dışişleri Bakanı William Hague da, Mısır mercilerine halkın “barışçıl gösteri yapma hakkına saygı duyma ve katliamın sorumlularını adaletin karşısına çıkarma” çağrısı yapmıştır. Bir önceki şiddet olaylarıyla ilgili de, ABD Dışişleri Bakanlığı sözcüsü Patrick Ventrell’in, “Kahire’de meydana gelen şiddet olaylarını kuvvetle kınıyoruz. Mısır’da bu tür bir şiddetin yeri olamaz. Şiddet, geçiş sürecini çok daha zorlaştırır ve Mısır’ın istikrarı ve refahını daha fazla tehdit eder” açıklaması da benzer niteliktedir. Fakat bu açıklamalar,  olayların gidişatını değiştirebilecek ve yeni bir ivme kazandıracak bir misyona sahip olmayıp, bir takım iyi niyet temennisi olmaktan öteye gidememektedir…

Gelinen son noktada ise, Mısır İçişleri Bakanı İbrahimi’nin, devam etmekte olan barışçıl protestolar hakkında, “ülke güvenliğini tehdit eden tehlike”şeklinde söz etmesi asla kabul edilemez. Adeviyye ve Nahda meydanlarındaki barışçıl gösterileri sonlandırmak için görevlendirilen bir yetkilinin, kendi aklıyla şiddet kullanmayı meşru gösterebilecek bir üslupla konuşması durumun ciddiyetini gözler önüne sermesi açısından önemlidir. Bu antidemokratik söylem katliamların ardı arkasının kesilmeyeceği endişesini doğurmaktadır. Unutmamalıyız ki  27 Temmuz gösterileri öncesi General Abdulfettah es-Sisi’nin halka yaptığı, “Terör ve şiddete karşı halkın sokaklara inip kendilerini yetkilendirmesi” çağrısı da bu zihniyetin bir ürünüdür. Toplumsal güvenliği oluşturma kastıyla toplumun bir kesiminin demokratik haklarını şiddet kullanarak bertaraf etme düşüncesi, evrensel insan haklarının tümüyle ihlali anlamına gelmektedir.

Diğer taraftan, hukuka aykırı bir şekilde göz altına alınan ve her gün gene hukuka aykırı şekilde saatlerce sorguya çekildiği belirtilen Muhammed Mursi ve diğer İhvan üyelerinin belirsiz durumu da diğer bir endişe kaynağıdır. Bir siyasinin fikirlerine katılıp katılmamak, onu destekleyip desteklememek kişilerin tercihlerine kalmıştır. Ancak “fikirlerini rahatsız edici veya tehlikeli bulma” bahanesiyle kişileri “silah zoruyla makamlarından indirip meçhul bir yerde tutsak haline getirmek” asla kabul edilemez faşizan bir uygulamadır.  Mısır’ın devrik lideri Hüsnü Mübarek bile hiçbir zaman Müslüman kardeşlere karşı bu kadar baskıcı ve terörize eylemlerde bulunmamıştır.

Şu gerçeği tekrar tekrar ifade etmekte fayda var. Mursi ve İhvan taraftarı olunmayabilir hatta karşıt görüşlü de olunabilir. Her halükarda, seçimle işbaşına gelmiş kişileri hukuka aykırı bir şekilde tutuklayıp ardından gerçekle ilgisi olmayan zoraki suç isnatlarıyla tutsak haline getirmek, evrensel insan hakları beyannamesine aykırıdır.  Eğer gerçekten işlendiği düşünülen suç iddiaları varsa dahi, anayasaya uygun olan hukuk kuralları içerisinde soruşturulmalar çok şeffaf ve demokratik bir çerçevede yürütülmelidir. Demokrasinin gücü, hoşgörünün egemen kılınması ve güven vericilik adına bu sağ duyunun Ortadoğu’ya hakim olması önemlidir.

Hem ABD, hem de AB, Körfez ülkelerinin açıkça cuntayı destekleyen politikalarını da çok dikkatlice ele almalıdır. Çünkü, Ortadoğu ülkelerinin birbirlerinin aleyhine olarak antidemokratik süreçleri destekler konuma gelmesi, bölgesel olarak hiç bitmeyecek kin, husumet ve savaşları da beraberinde getirecektir. Bu durum ise bölgenin tamamının istikrar, demokrasi ve barıştan uzaklaşmasına neden olacak, Batılı ülkeler açısından da içinden çıkılamaz ve dindirilemez bir ortamın oluşmasına sebebiyet verecektir. Körfez ülkelerinin şu anki yaklaşımı bir demokrasi talebi değil, kendi çıkarlarına yönelik faşist, hatta mezhepsel bakış açısı altında yeni diktatörlükleri kabul ettirme girişimidir. Taraflar arasındaki bu husumet günden güne yön değiştirecek, karşılıklı nefret politikalarıyla bölgesel karışıklık içinden çıkılmaz bir hal alacaktır. Ortadoğu’nun iyice güvensiz bir bölgeye dönüşmesi huzuru bozacak, bu da beraberinde bu bölgeyle ticaret yapan, ikili ilişkileri olan tüm ülkeleri derinden etkileyecektir.

Bu noktada artık, ABD ve AB’nin Mısır’da daha aktif bir siyaset izlemesi gerekmektedir. Mısır’ın bir an önce demokratik şartlara kavuşturulması, Batı’nın çıkarları içinde en uygun olanıdır. Mısır’da şu an önemli olan İhvan’ın yeniden iktidar olması ve Mursi’nin de yeniden lider olması değildir. Önemli olan bir an önce şiddette son verilmesi, tutuklu siyasilerin serbest bırakılması ve Mısır halkının demokratik yöntemlerle yeniden sandık başına gitmesidir. Önemli olan Mısır’da laik, demokratik bir hukuk devletinin yeniden tesis edilmesidir. Bunun da cuntacı mantıklarla yapılmasına imkan yoktur. Radikalizme karşı çıkalım derken başka başka radikal unsurların iş başına gelişini gözardı etmek Batı için de ileriki vadede mutlaka büyük zararlar getirecektir.

Yaşanan haksızlık, hukuksuzluk, zulüm ve katliamlar karşısında sessiz kalınması, sadece izlemekle yetinilmesi ve gerekli uyarıların güçlüce yapılmaması Batı’nın kazanmış olduğu “demokrasinin beşiği” olma sıfatının sorgulanmasına sebebiyet verecektir. Bu durum ise Dünya çapında Batı’ya olan güvenin azalmasına, demokrasiye olan inancın da kaybedilmesine neden olacaktır. Bu durumdan elbette ABD ve AB de çok zararlı çıkacaktır.

Mısır’da hiç vakit kaybetmeden araya girilmeli, şiddet olayları derhal sonlandırılmalıdır. Eğer bu yapılmazsa cuntanın da bundan sonraki süreçte panik durumu artıp daha çok kan dökmesi muhtemel olacak, yaralar çok daha derinleşecektir. Aynı şekilde, Mısır’ın selameti ve halkın can güvenliği için, İhvan ve Mursi’nin de liderliği tekrardan tek başlarına devralma konusunda ısrarcı olmamalarına yönelik ikna çalışması yapılmalı, Tunus örneğinde olduğu gibi daha geniş katılımlı bir hükümet kurmaları yolunun önü açılmalıdır. Bu tutum cunta tarafından, ülkeyi tekrardan ve hızlıca seçime götürmek için rahatlatıcı bir neden olarak algılanacaktır. Gelinen her nokta ve şartta, o anki maksimum faydayı gözetecek taleplere tarafların ikna edilmesi, hayırlı olana tez kavuşulması açısından da önemlidir. Bu geçiş süreci, İhvan’ın da sadece ileri demokrasi ve toplumsal barışı istediğini ispatlaması için fevkalade olumlu olacaktır.

Sayın Adnan Oktar’ın Huffington Post’ta yayınlanan makalesi:

http://www.huffingtonpost.com/harun-yahya/toward-a-solution-for-egy_b_3697332.html

 

Kaynak: http://harunyahya.org/tr/Makaleler/166892/Misir%E2%80%99da-cozume-dogru

Adnan Oktar: Müslümanların Ramazan’da İttifakla İttihad-I İslam İçin Dua Etmeleri, İttihad-ı İslam’ı Çabuklaştırır

adnan oktar ittihadi islam birligi misir mursi ramazan dua

 

Günümüzde dünya üzerinde 30’dan fazla silahlı çatışma alanı  bulunuyor. Esas düşündürücü olan ise bunların %80’den fazlasının Müslüman topraklarından oluşması. Bu konuda özellikle sürekli olarak gündeme gelen ülkeler Filistin ve Suriye’dir. Oysa Afganistan, Pakistan, Burma, Yemen, Somali, Libya, Sudan, Nijerya, Fildişi Sahilleri, Bangladeş, Mali, Cezayir ve bunun gibi diğer pek çok ülkede çatışmalar halihazırda devam etmektedir.

İslam Ülkelerinin Günümüzdeki Sorunlarında Küresel Güçlerin Payı ve Gerçekler

charles darwin evrim teorisi ramazan birlik

 

İslam ülkelerinin söz konusu durumu gündeme geldiğinde, bu konuda yapılan yorumlar hep aynı yönü gösterir. Sorumlu ya Amerika’dır, ya İsrail, ya sömürgeci Avrupa devletleri ya da o her zaman baş suçlu ilan edilen “küresel güçler”dir. Elbette bugüne kadar bir kısım Evanjeliklerin ve bazı yanlış bilgi sahibi Müslümanların, Müslümanlar ve Ehl-i Kitap arasında büyük bir savaş yaşanacağı yönündeki yanlış inançları nedeniyle hatalı bir siyaset izlenmiştir. Özellikle Evanjeliklerin Amerikan dış politikasındaki etkin rolü, geçtiğimiz Amerikan hükümeti döneminde Irak ve Afganistan’ın işgaline, hem milyonlarca masum Müslümanın hem de Avrupalı ve Amerikalıların kanının akmasına sebep olmuştur. Bazı Evanjelikler, farklı mezheplerden Hristiyanlar ve az sayıda da olsa birtakım Museviler, dökülen kanın şiddetlenerek artacağına inanmakta ve Müslümanlarla Ehl-i Kitap arasında büyük bir savaş öngörmektedirler.

Batı dünyasının ve özellikle sömürgeci ülkelerin Müslüman topraklarına yönelik bir çıkar politikasının yıllarından beri devam etmekte olduğu bir gerçektir. Bir kısım sinsi güçlerin Evanjelik Hristiyanları Müslümanlara karşı kışkırttıkları ve bu nedenle özellikle Ortadoğu’yu bir savaş alanı haline getirmeyi planladıkları da ortadadır. Dünyada radikal zihinler sadece İslam dünyasına ait değildir. İslam’a karşı gruplaşan radikal güçlerin de planları daima vahşi olmuştur. Dolayısıyla söz konusu Batılı radikallerin emelleri, daima İslam dünyasını zayıflatmak, küçültmek, sindirmek, yoksullaştırmak ve onları değersiz görmeye ve göstermeye yönelik olmuş ve bu konuda da oldukça başarı  elde etmişlerdir.

Ama bir de bu konuya Müslümanlar açısından bakmak gerekiyor. Acaba tüm sorumluluğu Batı’ya yüklemek doğru mu? Aslında değil. Bunu anlamak için şu an sefalet ve vahşet yaşayan birkaç İslam ülkesine yakından bakmak yeterlidir

Vicdan ve fazilet sahibi, Allah’tan korkan kimselerin, dünyanın dört bir yanındaki Müslümanların yaşadığı sıkıntıları gördükleri halde bunu göz ardı edip sadece kendi isteklerinin ve dertlerinin peşine düşmeleri, sıradan dünya menfaatleri uğruna bu sorumluluklarını bir kenara bırakabilmeleri mümkün değildir. Bu nedenle böyle bir durumda kişinin yalnızca kendisi harekete geçmekle kalmamalı, diğer Müslümanları da, birlik olup, güzel ahlakın tüm yeryüzüne yayılması, zulümlerin sona ermesi için çaba harcamaya  çağırması gerekmektedir. Allah bu ahlakın gerekliliğini, “… Müminleri hazırlayıp-teşvik et…” (Nisa Suresi, 84) ayetiyle insanlara bildirmiştir.

Müslümanların Sorunlarının En Önemli Nedenlerinden Biri Arap Sosyalizmidir

Arap sosyalizmi, 20. yüzyılın ikinci yarısından itibaren Müslüman Arap dünyasını etkilemeye başlamıştır. Osmanlı İmparatorluğunun yıkılışından sonra özellikle Ortadoğu’da Batılı güçler tarafından çizilen sınırlar bölgedeki Müslümanlara bir anda etnik kimlik yüklemiştir. Daha önce bir arada sadece Müslüman kimliği ile kardeşçe yaşayan toplumlar, suni olarak oluşturulmuş sınırlar içinde bir anda İslam yerine milliyetçiliğe veya daha da kötüsü sosyalist milliyetçiliğe sarılmaya başlamışlardır. Bir kısım ülkelerde İslam değerleri yerine Marksist ilkeler benimsenmiştir. İslam’ın hoşgörüsü yerine Marksizm’in vahşeti yer almış, Batı’nın böl-yönet politikası bir anda hem din hem de milletler içinde kendisini göstermeye başlamıştır. Ülkeler sosyalist diktaların yönetimine girerken Filistin gibi bazı topraklarda da komünist direniş güç kazanmıştır. İran’da yaşanan ihtilal dahi, her ne kadar neticesinde “İslam Cumhuriyeti” adını alsa da, Fransız komünistleri arasında inşa edilen, kurulmasından itibaren de komünist blokta yerini alan bir devlet ortaya çıkarmıştır.

Şii-Sünni, Arap-Acem, Kürt-Türk çatışması yine bu düşüncenin ürünü olarak ortaya çıkmış ve Ortadoğu paramparça olduğu gibi, burada kurulan ülkeler de parçalara bölünmüştür. Irak gibi bir ülke bile artık günümüzde üç parçaya ayrılmıştır.

RAMAZANBIRLIK3

 

Suriye’de Hizbullah ve İran’ın Baas rejimin yanında yer alması, İslam dünyasında 1950’lerden bu yana bir belaya dönüşmüş olan Arap Sosyalizminin çirkin ittifakının bir diğer sonucudur.

Irak ve Suriye’de Baas rejimi komünist siyasi yapıyı oluşturmuştur. Akademik, siyasi, askeri ve bürokratik kadrolar, koyu Stalinist parti kadrolarından yetiştirilmiş, Baas Partisi en küçük organından en yüksek organına kadar Leninist bir stil olan hücre yapılanmasıyla idare edilmiştir. Bu hücre yapılanması sayesinde Baas Partisi uzun yıllar boyunca hem Suriye’de hem de Irak’ta halkın ve bürokrasinin üstünde ağır bir baskı yapılanması kurmuştur. Amerikan müdahelesiyle Irak Baası dağılırken, Suriye’de ise Baas çözülmemek için hala direnmektedir. Ve tüm klasik baskıcı komünist rejimlerin yaptığı gibi kendi insanını katlederek ayakta kalmaya çalışmaktadır.

Durum Arap yarımadası dışında yer alan Müslüman ülkelerde de  benzer biçimde gelişmektedir. Örneğin Afrika’da Somali 1960 yılında bağımsızlığını ilan ettikten sonra Marksist bir lider olan Barre’nin hegemonyası altında dönemin komünist ülkelerine güvenmiş ve tarım sektöründen maden yataklarına kadar tüm zenginliğini çeşitli dış güçlerin eline vermiştir. Tıpkı Mali’de olduğu gibi güneyde radikal İslam gruplarının çeşitli etkileri görülürken, ülkenin genelinde komünist tahribatın etkisi devam etmiş ve yüzlerce yıldır birbirleriyle hiçbir sorunu olmayan yüzlerce Müslüman aşiret, birbirleriyle savaşır hale gelmiştir.

Uranyum ve petrol yatakları bakımından son derece zengin Nijerya’nın halkı, yoksulluk sınırının altında yaşamaktadır. Ülke İngiliz hakimiyetinden kopup bağımsızlığını kazandığında, sömürülecek alanlar hiçbir zaman İngiltere tarafından terk edilmemiştir. Ülkeleri zayıflatmanın en önemli yöntemi olan böl-yönet politikası, radikal unsurların devreye sokulmasıyla tıpkı Somali’de ve diğer Müslüman Afrika ülkelerinde olduğu gibi Nijerya’da da uygulanmış ve ülke parçalara ayrılmıştır. Bölünme ve çatışmalar daha çok bölünme ve çatışmayı beraberinde getirmiş ve yüzlerce yıldır dostluk içinde yaşayan kabileler birbirleriyle çatışır hale gelmişlerdir.

Sudan’da, Bangladeş’te, Endonezya’da ve diğer pek çok İslam ülkesinde de benzer olaylar yaşanmaktadır. Müslüman Afrika ülkelerinin bir kısmı komünistleştirilmeye çalışılarak, bir kısım Ortadoğu ülkelerinde Marksizm yaygınlaştırılarak, bu ideolojinin en büyük tahribatlarından biri olan “şiddeti hak arama yolu olarak” gören ve Kuran’ın ruhundan çok uzak olan nesiller yetiştirilmiştir. Birbiriyle sürekli kavga halinde olan, kardeşlik ruhunu unutmuş, bilimden ve sanattan da uzaklaşmış katı yapı Müslüman aleminin büyük bir kısmında yaygınlaşmıştır. Bu tahribatın izleri günümüzde Müslümanların acı çekmelerinin en büyük nedenlerinden biridir.

www.hadislerdemehdi.com

İslam Dünyasının En Büyük Sorunlarından Biri Mezhep Çatışmalarıdır

RAMAZANBIRLIK4

 

İslam ülkelerinin bir kısmında Sünnilerle Şiiler, Alevilerle Vahabiler birbirlerine düşürülerek zaten birbirleriyle çatışan İslam ülkelerinin kendi içlerinde de parçalara ayrılması gerçekleşmiştir. Komünizmin vahşet politikası, mezheplerin birbirlerine düşürülmesi ve Müslümanların dinlerinden ziyade milliyetlerini ön planda tutmaları onları zayıflatmıştır. Sömürgeci ülkeler ilk kıvılcımı başlatmış olsalar da sonraki vahşete esas izin veren ise Müslümanların kendileri olmuştur. Bu ülkeler bölünmeyi makul görmüşlerdir. Birbirlerini kardeş değil düşman olarak görmüşlerdir. Bu zihniyetin sonucu olarak şu an çatışma yaşanan İslam coğrafyasının çok büyük bir kısmında Müslümanlar Müslümanları katletmektedirler. Bu katliamın en ibret verici örneği kuşkusuz ki Suriye’de yaşanmaktadır.

Suriye’de yaşananlar bir yandan komünist Baas zihniyetinin vahşetini gözler önüne sererken  bir yandan da İslam aleminin önemli bir konusu olan Şii-Sünni ayrımını gündeme getirmiştir.

Öncelikle şunları ifade etmekte fayda var: Şii de Sünni de Vahabi de aynı Allah’a iman eden, aynı Peygambere biat etmiş, aynı Kitaba inanan, aynı kıbleye dönen yani bir olan Müslümanlardır. Farklı meşrepler, farklı yollar, farklı uygulamaları olabilir, ama bu farklılıkların hiçbiri birinin diğerine düşman olması için bir mazeret değildir. Bu farklılıkların hiçbiri dost olmaya engel değildir. Bu farklılıkların hiçbiri, özellikle de İslam aleminin başında bu kadar çok sıkıntı varken, birlikte hareket etmeye engel değildir. Hepsinden önemlisi, bu farklılıklar asla Kuran’ın “Müslümanların kardeş olduğu” hükmünü unutturmamalıdır. Yanlışları eleştirirken de doğruya davet ederken de bu bilinçle hareket etmek gerekir. Bu sebeple, gerek Irak’ta uzun yıllardır devam eden çatışmaları gerekse Suriye’de yaşanan garip işbirliklerini değerlendirirken bunu körü körüne bir Şii düşmanlığı veya İran karşıtlığı üzerinden yapmak çok çirkin olur. Akılcı ve makul olan ve elbette Kuran ahlakına uyan, olayları kör bir kavgaya dönüştürecek öfke dolu bir dil kullanmak değil, kardeşliği tesis edecek itidalli ve sevgi dolu bir dil kullanmaktır.

www.turkislambirligimujdesi.com

Müslüman Alemindeki Sorunların Asıl Nedeni Kuran Ahlakından Uzaklaşmış Olunmasıdır

Bilindiği gibi İslam ülkelerinin bir kısmında yaşanan acılar sadece dış dünyadan kaynaklanmamakta, farklı etnik kökenler, farklı mezhepler, farklı kültürlerden Müslümanlar arasında da -Kuran ahlakına tamamen aykırı olarak- çatışmalar yaşanmaktadır. Allah’ı bir, dini bir, Kitabı bir, Peygamberi bir olan ve Allah’ın emriyle kardeş olmaları gereken Müslümanların birbirleriyle çatışıyor olması hiç şüphesiz üzerinde önemle düşünülmesi gereken bir durumdur. Çünkü Kuran’a göre müminlerin birlik olmaları farzdır. Ayetlerde şöyle buyrulur:

“Allah’ın ipine hepiniz sımsıkı sarılın. Dağılıp ayrılmayın. Ve Allah’ın sizin üzerinizdeki nimetini hatırlayın. Hani siz düşmanlar idiniz. O, kalplerinizin arasını uzlaştırıp-ısındırdı ve siz O’nun nimetiyle kardeşler olarak sabahladınız. Yine siz, tam ateş çukurunun kıyısındayken, oradan sizi kurtardı. Umulur ki hidayete erersiniz diye, Allah, size ayetlerini böyle açıklar.” (Al-i İmran Suresi, 103)

“Müminler ancak kardeştirler. Öyleyse kardeşlerinizin arasını bulup-düzeltin ve Allah’tan korkup-sakının; umulur ki esirgenirsiniz” (Hucurat Suresi, 10)

“Allah’a ve Resulü’ne itaat edin ve çekişip birbirinize düşmeyin, çözülüp yılgınlaşırsınız, gücünüz gider. Sabredin. Şüphesiz Allah, sabredenlerle beraberdir.” (Enfal Suresi, 46)

“Ve haklarına tecavüz edildiği zaman, birlik olup karşı koyanlardır.” (Şura Suresi, 39)

RAMAZANBIRLIK5

 

Burada Müslümanların birlik olmasıyla ilgili olarak sadece birkaç ayete yer verilmiştir. Bu ayetlerden ve Kuran’da bildirilen diğer ayetlerden açıkça anlaşıldığı gibi;

  1.  Müslümanların birlik olmaları,
  2.  Kardeşçe bir sevgi ve şefkatle birbirlerine bağlı olmaları,
  3.  Çekişip tartışmamaları,
  4.  Birbirlerinin velileri ve dostları olmaları,
  5.  Birbirlerini her koşulda koruyup kollamaları,
  6.  Birbirleriyle istişare halinde olmaları,
  7.  Kenetlenmiş bir bina gibi tek safta olup, inkarcı zihniyete karşı ilmi bir mücadele yapmaları farzdır.

Tüm bunlara aksi bir tutum içinde olmak, yani;

  1.  Birleştirici değil ayırıcı olmak,
  2.  Müslüman kardeşlerine sevgiyle ve şefkatle yaklaşmamak,
  3.  Müslüman kardeşlerine karşı affedici, koruyucu ve kollayıcı olmamak,
  4.  İnkara karşı verilen ilmi mücadelede Müslümanlarla kenetlenmiş bir bina gibi olup birlikte fikri mücadele içinde olmamak haramdır.

Eğer İslam alemi güçlü, istikrarlı, müreffeh bir medeniyet olmak, dünyaya her alanda yön vermek ve ışık tutmak istiyorsa, birlik halinde hareket etmek zorundadır. Bu birliğin yokluğu, Müslüman ülkeler arasındaki ayrılık ve dağınıklık, İslam dünyasından ortak bir ses yükselmemesi, mazlum Müslüman halkları da savunmasız bırakmaktadır. Filistin’de, Keşmir’de, Doğu Türkistan’da, Moro’da ve daha pek çok yerde zavallı kadınlar, çocuklar ve yaşlılar ihtiyaç içinde zulümden kurtarılmayı beklemektedirler. Bu masum insanların sorumluluğu herkesten önce, İslam dünyasının üzerindedir.

Müslümanlar, Peygamberimiz (s.a.v.)’in  “Müslüman, Müslümana zulmetmez ve onu tehlikede bırakmaz” (Ebu Davud, Edeb 46, (4893); Tirmizi, Hudud 3, (1426); Buhari, Mezalim 3, İkrah 7; Müslim, Birr 58) sözünü hatırlarından çıkarmamalı ve bu söze uygun hareket etmelidirler.

www.yasananahirzaman.com

Dünyadaki Zulmün Durmasını İsteyen Müslüman Kardeşlerimiz Mübarek Ramazan Ayında Can-ı Gönülden İttihad-ı İslam İçin Dua Etmelidirler

Allah Kuran’ın pek çok ayetinde müminlerin birbirlerinin velileri olduklarını bildirmiştir. “Veli” kelimesinin anlamı dost, koruyucu, yardımcı ve destekçidir. Buna göre Müslümanların birbirlerini dost edinmeleri, birbirlerini korumaları ve birbirlerine destek olmaları Allah’ın onlara bir emridir.

Allah bir ayetinde müminlerin birbirlerini veli edinmeleri gerektiğini şöyle bildirmektedir:

“Sizin dostunuz (veliniz), ancak Allah, O’nun elçisi, rüku ediciler olarak namaz kılan ve zekatı veren mü’minlerdir.” (Maide Suresi, 55)

Bir sonraki ayette ise Allah müminlerin birbirlerini dost ve veli edinmeleri durumunda inkarcılara karşı sürdürdükleri fikri mücadelede mutlaka galip geleceklerini şöyle bildirmektedir:

“Kim Allah’ı, Resûlü’nü ve iman edenleri dost (veli) edinirse, hiç şüphe yok, galip gelecek olanlar Allah’ın taraftarlarıdır.” (Maide Suresi, 56)

Bu ayetten ve Kuran’ın daha pek çok ayetinden anlaşılmaktadır ki, müminler birbirlerini sevip dost edinirlerse, birbirlerine destek olurlarsa inkarcıların inananlara uyguladıkları kötülüklere kesin olarak son verecek ve Allah’ın emrettiği güzel ahlakı yeryüzünde yerleşik kılacaklardır. Açıktır ki, günümüzde dünyanın pek çok yerinde yaşanan adaletsizlikleri, zulüm ve haksızlıkları durduracak olan, tüm Müslümanların birbirlerini kardeşçe kucaklamaları, aralarındaki uzaklıkları ortadan kaldırarak bir an önce birleşmeleri ve İttihad-ı İslam’ı oluşturmalarıdır.

Geçmişte bir kısım hatalar yapılmış olabilir. Fakat şu an Müslümanlar olarak kendi sorumluluklarımızı görmek zorundayız. İslam ülkelerinin yatışmasının yolu başkalarını suçlayarak vakit kaybetmek değil, Allah’ın emri gereği birlik olmaktır. Allah, Enfal Suresinin 73. ayetinde, “İnkar edenler birbirlerinin velileridir. Eğer siz bunu yapmazsanız (birbirinize yardım etmez ve dost olmazsanız) yeryüzünde bir fitne ve büyük bir bozgunculuk (fesat) olur.” (Enfal Suresi, 73) buyurarak bu ayetin hükmünü gerçekleştirmiştir. Müslümanlar dostluklarını kaybettikçe, bölünüp parçalandıkça yeryüzünde çatışma ve bozgunculuk artmıştır. Bu nedenle  çözüm Müslüman aleminin, Kuran ahlakının gerektirdiği biçimde birlik olmasıdır.

Hiç şüphe yok ki Allah’tan korkan, vicdan sahibi hiçbir Müslüman, kardeşlerinden yüz çevirmenin ve kardeşleriyle birlik olmamanın karşılığında ortaya çıkan kargaşanın ve zulüm dolu ortamın oluşturduğu fitnenin vebalini yüklenmek istemez. Ne var ki Müslümanların birleşmesi için gayret etmeyen herkes şahit olduğu acılardan, zulüm ve haksızlıklardan, savaşlardan sorumlu olacaktır.

RAMAZANBIRLIK2

 

Allah’ı, Peygamber Efendimiz (s.a.v.)’i ve mümin kardeşlerini seven her Müslüman, dünyanın dört bir yanında esaret altında yaşayan milyonlarca mazlum insanın, zulüm gören, işkenceye uğrayan, evlerinden sürülen, yokluk içinde yaşamak zorunda bırakılan kardeşlerinin sorumluluğunu üzerinde hissetmeli ve onların huzur ve güvenliğe kavuşmaları için İslam dünyasının bir an önce birleşmesini istemelidir. Nitekim mağdur olan kardeşlerimizi içinde bulundukları durumdan kurtarmanın en kısa, en etkili, en kesin yolu İttihad-ı İslam’ın sağlanmasıdır.

Zulmün durmasını isteyen kardeşlerimiz bu mübarek günlerde Müslüman dünyasının kurtuluşu için “Ya Rabbi, İttihad-ı İslam’ı bir an önce meydana getir”, “İttihad-ı İslam’ı hemen oluştur” diye Allah’a dua etmelidirler. Allah müminlerin dualarına icabet edendir. Bu güzel ve hayırlı duayı yapan kardeşlerimiz inşaAllah kısa süre sonra dualarının gerçekleştiğini göreceklerdir. Israrla bu duayı yapan, bu duaya ilişkin faaliyetlerde bulunan müminler hiç kuşkusuz büyük bir sevap işlemiş olacaklardır.

İslam Birliğini sağlayacak olan Allah’tır, bizlere düşen bu birliğin kurulması için Allah’a dua etmektir. Bizler Müslümanları daima kardeşliğe çağırmakla, birbirlerini sevmeye, tek Yaradan’ın kulları olduklarını hatırlamaya çağırmakla, dünyadaki her insanı, Allah’ın kulu olarak sevmeye davet etmekle, Allah’ın bu kainatı nefret için değil sevgi için yarattığını hatırlatmakla yükümlüyüz.

Dünyayı güzelleştirmenin sırrı birlik çağrısı yapmaktır. Radikallerin sahte dini sürekli lanet ve nefret ile canlı kalıyor olabilir. Kuran’da bildirilen İslam dinimiz bize sevmeyi ve daima dost olmayı emrediyor. Biz, şartlar ne olursa olsun, zulüm altında bile olsak, sevgiyi konuşmalıyız. Lanet okumak dünyaya asla barış getirmez ama sevgi ve birliği konuşmakla Allah’ın izniyle dünya değişir.

www.dorthakmezhebegoremehdi.com

İslam Aleminin Manevi Liderinin Olmaması Hz. Mehdi (a.s.)’ın Geliş Alametlerindendir

Allah tarih boyunca her kavmi lideriyle, önderiyle birlikte yaratmıştır. Bu, Adetullah’ın gereğidir. Hz. Nuh (a.s.), Hz. İbrahim (a.s.), Hz. Musa (a.s.), Hz. Yusuf (a.s.), Hz. İsa (a.s.) ve Hz. Muhammed (s.a.v.) döneminde iman edenlerin önderi olarak Allah’ın mübarek elçileri İslam toplumlarının başında olmuştur. Hz. Talut (a.s.) döneminde de, Hz. Zülkarneyn (a.s.) döneminde de Müslümanların hep bir lideri olmuştur. Peygamberimiz (s.a.v.)’in ardından da Müslümanlar yakın tarihe kadar hiç başsız kalmamışlardır. Bu dönemde Müslümanların manevi bir liderinin olmaması, Allah’ın takdir ettiği Hz. Mehdi (a.s.)’ın geliş alametlerinden birisidir. Ancak Allah kaderde İslam toplumu için bir güzellik takdir etmiş ve manevi önderleri olmadan geçen bu dönemin ardından onları çok üstün ahlaklı, çok mübarek, sevgi ve şefkat dolu, Müslümanlara çok düşkün, hamiyet-i İslamiyesi çok kuvvetli bir zatla, yani Hz. Mehdi (a.s.)’la müjdelemiştir. Yaklaşık 1.5 asırdır başsız olan İslam alemi, Allah’ın takdir ettiği kaderin gereği olarak, bu yüzyılda Hz. Mehdi (a.s.)’ın manevi önderliği altında birleşecek ve İslam Birliği kurulacaktır inşaAllah.

http://harunyahya.org/tr/Makaleler/165377/Muslumanlarin-Ramazan%E2%80%99da-Ittifakla-Ittihad-I-Islam-Icin-Dua-Etmeleri-Ittihad-i-Islam%E2%80%99i-Cabuklastirir