Adnan Oktar evlenmediği için pişman oldu mu?

adnan_oktar_kedicikleri_tulay_kumasci_evlilik

Adnan Oktar evlenmediği için pişman oldu mu?
video: https://www.youtube.com/watch?v=ml8pAOo7xQE

 

“Adnan Bey, evlenmediğiniz için hiç pişman oldunuz mu? Hayatınızda sizden bir parça olmasını istemez miydiniz? Yani çocuğunuzun olmasını istemez miydiniz?” Halime Yazar. Buradaki bütün gençler benim çocuğum zaten. Bu kadar çok çocuğu olan bir aile var mı? Aşiret sahibi olsa bile insan bu kadar çocuğu olmaz. Hem yetişmiş, terbiyeli, eğitimli.

KARTAL GÖKTAN: Vesilenizle.

ADNAN OKTAR: Üç yaşında da çocuğum var. İki yaşında da var. Bir yaşında da var. Elli beş-altmış yaşında bile çocuğum var yani. Ne güzel işte. Bütün çocuklar Allah’ındır. Şahıslar “benim çocuğum” diyor. Senin çocuğun değil. Allah’ın, Allah’a ait, Allah seni vesile ediyor. Sen gölge varlıksın. Senin nereden çocuğun olsun? “Benden oldu.” Senden oldu gibi gösteriyor Allah. Senden oluyor. Doğrudan yaratan Allah’tır. Bağımsız, müstakil yaratılır her insan. İşte “Ayşe’den doğma Mustafa’dan olma” yok öyle bir şey. O sana öyle gösterilir. Allah spermi vesile yapar. Spermden insan olmaz. Allah yaratır. Allah’ın insan yaratmak için sperme ihtiyacı olmaz. Yumurtaya ihtiyacı olmaz. İnsana ihtiyacı olmaz. Doğrudan Allah yaratır. Yavaş yavaş yavaş gelişiyor gibi gösterir. Vesile olması, sebep olması için o kadar. Mesela biz Peygamberimiz (sav)’in evlatlarıyız. Mümin olan kişiler, kim varsa evladıdır Resulullah (sav)’ın. Tabii ki, babaya da ihtiyacı yok. Anneye de ihtiyacı yok. Anneyi babayı Allah sebep diye gösteriyor. Anneden babadan hiçbir insan doğmaz. Olmaz, öyle bir şey yok. “Benim oğlum” diyor. Senin değil Allah’ın yarattığı varlık. Senin gibi gösteriyor Allah. Senden olmuş gibi gösteriyor. İşte ona doğum sancısı gösteriyor Allah. Doğuruyor gibi gösteriyor. Yaratan Allah’tır.

Evlenmediğim için bilakis pişman olma bir yana çok büyük hayır gördüm. Belki iki çocuğum olacaktı şu an yüzlerce çocuğum var Allah’a çok şükür, kardeşim var. Çocuğun olur senin başına bela olur. Nitekim de gördük baş belası oluyor çocuğu. Bazen de hayırlı olur. Ama bak benim evlatlarımın hepsi hayırlı. Hayırlı olmayan bir tane evladım yok. Vefalı, sadık, güzel ahlaklı, temiz, nezih.

Kıyamet yakın, kıyamet yakın. Şimdi doğanlar bozulmayı görmeye başlayacaklar. İslam’ın hakimiyetini de görecekler. Bozulmayı da görecekler. Ama 2082’lerde doğanlar hep felaketleri görecekler. Belaları görecekler. Rahat yaşayacak olan bu son nesildir şu an doğanlar. En keyifli, en nimetli nesil bu yeni doğanlardır şu aralar. Bunlar İslam’ın hakimiyetini görüyor. Sadece sonunu görmüş olacaklar. Ama bak sonunu da görmüş oluyorlar. Ama iyi günlerin tamamını görmüş olacaklar. Ama bozulmayı da görecekler. Çünkü 2016’dayız. 2082, altmış altı sene var. 66 yaşın üstünde olacağına göre insanlar. Çoğu öyledir altmış altının üstünde yaşar.  Bozulmayı da görecekler.

OKTAR BABUNA: Yüz dört sene de kıyamete kadar inşaAllah.

ADNAN OKTAR: Evet, yüz dört sene de yani 2120. Yüz dört sene var kıyamete. Yüz dört sene bir insan ömrü. Uzun bir insan ömrü. Yazsınlar. Bir granit kayaya yazalım. Eğer o kaya dediğimiz tarihi geçerse tamam. Tuzla buz olacak o kayalar o yılda. Ne demek istediğimi anlamışlardır.

Evlenmediğim için de İslam’a hizmetimi bütün gücümle ve tam yapmış oluyorum. Tam günümü ayırmış oluyorum. Öbür türlü hanıma ayıracaksın. Çocuklara ayıracaksın. İş yerine gideceksin. İş yerinden geleceksin hanımı ailesine götüreceksin. Ertesi gün yemek yemeye götüreceksin. Çocuğu okula kaydettireceksin. Tebliğ, cumartesi günleri Nurcular toplantı yapacak Nur talebeleri. Oraya gidip çay içeceksin. Bitkin düşüyorlar zaten. Uykusuz. Saat sekiz- dokuz gibi falan geliyorlar. On gibi falan uykuları geliyor kafaları düşmeye başlıyor. Oradan da eve gidiyorlar. Bu tebliğde bu olacaktı. Ne Darwinizm böyle yerle bir edilecekti. Öyle bir şey olsaydı. Evli olsaydım. Allah vermesin. Ne İngiliz derin devleti böyle darmakeşan olacaktı, ne Rumiliğin iç yüzü ortaya çıkacaktı, ne homoseksüellerin saltanatı son bulacaktı, ne iman hakikatleri bu kadar geniş yayılacaktı. Münafık alametlerinden hiç kimsenin belki haberi olmayacaktı. Biz de işimizde gücümüzde olacaktık. Çoluk çocuk, kaynana, kayınbaba onunla uğraşacaktık. Allah bak iki evlat yerine yüzlerce evlat verdi. Ve mükemmel bir İslami tebliğ imkanı sağladı. En hayati konuları Allah bize nasip etti.  Üç yüzün üzerinden kitap yazdım. Allah’a şükür. O kitaplar da yazılmayacaktı. Yüzlerce belgesel hazırlandı. Onlar da hazırlanamayacaktı. Yüzlerce internet sitesi milyonlarca ziyaretçisi olan. Onlar da yapılamayacaktı. Dünyanın en ünlü gazetelerinde sürekli yazılarım çıkmamış olacaktı. Dünyaya dalanlarla biz de dalıp gitmiş olacaktık. Hayır, yapanları kınamıyorum. Ama ben yapamam. Ben böyle bir hayata girmem. İslam’a, Kuran’a hizmetin dışında bir hayatı kabul etmem ben.

OKTAR BABUNA: Altı senedir her gün yayına çıkıyorsunuz. Haftada yedi gün, ayda otuz gün.

ADNAN OKTAR: Kırk yıldan beri bir gün tatil yapmadım. Maddenin hakikatini kimse bilmeyecekti. Maddenin hakikati gizli kalmıştı. Dünyanın bilmediği bir şeydi. Matrix filmi falan ondan sonra çıktı. Kitapları film yapımcılarına gönderdim iki yıl sonra Matrix filmini hazırladı adamlar.

KARTAL GÖKTAN: Bağnazlığın ve İslamofobinin hakim olduğu bir dünyada İslam’ın modern ve aydınlık yüzü olarak İslam’ın nasıl yaşanması gerektiğini hem anlattınız, hem örnek olarak gösterdiniz.

ADNAN OKTAR: Bir Müslümanın dans edebileceği, plaja gidebileceği, eğlenebileceği tahayyül dahi edilemezdi. Hele bir hocanın, şeyhin kalkıp böyle kaşıkla oynayacağı, neşeli olacağı, espriler yapacağı tahayyül bile edilemezdi. Adamların suratlarını görüyorsunuz. Modern İslam anlayışını ilk defa dünyaya gösterdik. Bizim dışımızda böyle bir model yok. İlk defa Kuran’ın yeterliliğini bu kadar kapsamlı anlattık. İlk defa bağnazlığı akılcı ve şefkatli bir üslupla yerle bir ettik.

YASİN GÖKER: Ve Allah’ın varlığını bilimsel olarak anlatıyorsunuz kitaplarınızda. Kuran mucizeleriyle, iman hakikatleriyle, ezbere değil.

ADNAN OKTAR: Tabii, Allah’ın varlığını ve birliğini bilimsel, akılcı, delillere dayalı, mukni olarak anlatan izah eden bizden başka da yok.

Binlerce Anadolu’da konferans verdik. Yurt dışında da yüzlerce konferans verdik. Ve halen de devam ediyor. PKK’ya birçoğu neredeyse teslim olmuştu. Sayın Öcalan’lar, Muhterem Öcalan’lar falan havalarda uçuşuyordu.  PKK’yı rezil kepaze ettik. PKK’nın bütün oyunlarını ortaya serdik. PKK tehlikesine karşı hükümet akıl almaz bir atağa geçti. Yoksa çözüm süreci, düğüm süreci bilmem ne falan diye ortaya çıkmışlardı biliyorsunuz.

KARTAL GÖKTAN: Etkinizin ne kadar büyük olduğu da gelen tepkilerden anlaşılıyor. Fransa’da kitaplarınız ulaştıktan sonra “bütün fikir sistemimizi alt üst etti bu kitaplar” diye açıkladılar.

ADNAN OKTAR: Fransa, kitaplar gittikten üç sonra açıklama yaptılar. “Fransız tarihinin en büyük felaketi” diyor. “Gökten felaket yağıyor” diyor. “Atom bombası” diyor. Kardeşim Hitler’in işgalinde bile böyle bir şey dememişlerdi adamlar. İhtilal bütün Almanya’yı aldı. Orada böyle bir şey demediler.

İBRAHİM AKMUGAN: Osmanlı’nın neden yıkıldığını delilleriyle, belgeleriyle gösterdiniz. İlk defa tarihi bir bilgi bu şekilde insanlara ulaşmış oldu.

ADNAN OKTAR: Hiç bilinmiyordu. Abdülhamit’i kahraman gibi gösterdiler. Halbuki Abdülhamit döneminde Osmanlı yıkıldı zaten. İsrail devletini kuran kurdurtan Abdülhamit’tir. Allah razı olsun. O konuda takdir ediyorum ama Osmanlı’nın yıkılışı konusunda büyük bir felaket olduğu için şiddetle kınıyorum. Hiç savaş yapmadan bütün Osmanlı’yı teslim etti.

YASİN GÖKER: Mesnevi’deki İslam’a aykırı yerleri gösterdiniz kaynaklarıyla.

ADNAN OKTAR: Mesela o da hiç bilinmiyordu. Ne kadar homoseksüel, ateist varsa Avrupa’da hepsi Rumi. Önüne geleni Rumi yapıyorlar. Halbuki adam tanımaz bilmez. Fakat Rumilik deyince adamın bildiğin İslam dışı her şey olarak biliyor. İslam’ı kabul etmeyen her şey olarak biliyor.

OKTAR BABUNA: Atatürk’ü yanlış tanıtıyorlardı o imajı tamamen düzelttiniz gerçek Atatürkçülüğü.

ADNAN OKTAR: Tabii, Atatürk mesela yanlış biliniyordu, milletin içerisinde Atatürk’e muhalif esaslı bir kanat vardı, bu kanadın görüşlerini tamamen ortadan kaldırdık. Atatürk sevgisini, Atatürk’e olan saygıyı pekiştirip oturtturduk. Atatürkçü görünenler de Atatürk’ün dindar olduğunu görünce Atatürk’ü bıraktılar, Atatürk’ten hiç bahsetmez hale geldiler bu da çok manidar.

ŞERİFKAN SÜLEYMANİYELİ: Yaptığınız tebliğe karşı hiçbir ücret talep etmiyorsunuz, kitaplarınız her yerde ücretsiz dağıtılıyor.

ADNAN OKTAR: MaşaAllah.

ŞERİFKAN SÜLEYMANİYELİ: Milyonlarca kitabınız internet sitelerinden ücretsiz indiriliyor.

ADNAN OKTAR: Mesela münafıkların günümüzdeki halini kimse bilmiyordu yani çünkü münafıklar öyle bir zırha bürünmüşler ki, modern bilimin teknolojinin bütün imkanlarını kullanıyorlar Müslümanları yerden yere vuruyorlar ama kimse bunun farkına varmıyordu, münafıkların ne olduğunu anlattık.

Mesela darbe günü, ilk darbenin geçersizliğini anlatan bendim. Ne Başbakan ortada ne Cumhurbaşkanı ne Kuvvet Komutanı kimse ortada yoktu. İlk, darbenin geçersizliğini milyonlarca kişiye duyuran ben oldum. Çok kapsamlı, kuvvet komutanlarını konuşmaya davet ettim, siyasi partileri, Tayyip Hoca’yı herkesi konuşmaya davet ettim, ‘hemen bir açıklama yapın’ dedim, ‘Milletvekilleri de meclise gitsinler’ dedim. Milletin direnmesini söyledim darbeye karşı ve ‘darbe geçersiz sahte bir darbe’ dedim.  ‘Oyun oynuyorlar’ dedim yani ordunun bütün ordunun kabulüyle meydana gelen bir darbe değil ama tabii onu da kabul etmeyiz ayrı bir şey.

Mesela entelektüel kültürlü gençliğe İslam’ı ilk defa biz anlattık. İslam’la aralarındaki bütün bağ kopmuştu entelektüel seçkin kesimle yani sosyetenin İslam’la aşağı yukarı bütün bağları kopmuştu, bu bağı sağlamış olduk ve İslam’a hizmet edebilecekleri duruma gelmelerini sağladık inşaAllah.

YASİN GÖKER: Mason localarına tarihte ilk kez Kuran okuttunuz.

ADNAN OKTAR: Tabii masonluğu da İslam’a hizmet eder hale getirdik. Masonluk dedin mi, şeytanın ordusu gibi biliniyordu, onların İslam’ın hizmetkarı haline getirdik elhamdülillah.

KARTAL GÖKTAN: Kitap ehline yanlış bir bakış açısı vardı kimi Müslümanlarda, onlardan samimi iman edenler olduğunu, onlara sevgi duymamız gerektiğini anlattınız.

ADNAN OKTAR: Tabii, Musevi düşmanlığını ortadan kaldırdık, Hristiyan düşmanlığını ortadan kaldırdım, Alevi düşmanlığını ortadan kaldırdım, Şii düşmanlığını ortadan kaldırdım, vesile olduk.

İBRAHİM AKMUGAN: Şu an cemaatlere bir saldırı var, akılcı bir şekilde siz cemaatlere sahip çıkıyor ve koruyorsunuz.

ADNAN OKTAR: Müslüman cemaatlere sahip çıkan hiç kimse yok ve İngiliz derin devletinin teşvikiyle cemaatlere yönelik bir yok etme operasyonu vardı yahut aşağılama, itibarsızlaştırma operasyonu vardı, bunu da ortadan kaldırdık Allah’a çok şükür.  Sedd-i Zülkarneyn gibi.

TARKAN YAVAŞ: İnsanların dindarlaşmasına vesile oldunuz Hocam inşaAllah, çok daha dindar ve Kitap’a Kuran’a Allah’a sadık oldular inşaAllah

ADNAN OKTAR: Kar, kış, soğuk, sıcak, bayram, yılbaşı her gün canlı yayındayım. Yılbaşında adamlar tarihe karışıyorlar birçok insan, bayramlarda ortada yoklar, tatillerde ortada yoklar. Ben en sıcak günlerde buradayım, bütün tatillerde buradayım, yılbaşlarında buradayım.

OKTAR BABUNA: Darbede buradasınız.

ADNAN OKTAR: Darbede buradayım, her şeyde. Darbede birçoğu araziye geçti. Mesela şehitliği felaket gibi gösteriyorlardı, cenaze marşıyla falan şehit kaldırıyorlardı, muazzam bir felaket gibi gösteriyorlardı şehitliği. Şehitliğin nimet olduğunu, şeref olduğunu, Kuran’ın üslubu olduğunu, Allah’ın bize bu şekilde anlattığını bütün halka duyurduk ondan sonra muazzam bir şahadet özlemi gelişti gençlerde. Zaten bu 15 Temmuz kalkışmasında da gördünüz, müthiş bir şahadet özlemi gelişti gençlerde maşaAllah.

TARKAN YAVAŞ: Kadınlara olan sevgiyi saygıyı siz vesile oldunuz Hocam inşaAllah.

ADNAN OKTAR: Tabii, kadınlara çocuklara olan sevgi, kediden bile nefret ediyordu birçok insan, kedileri sevdirdik. En başta insanları sevdirdik, kardeş olma ruhunu verdik, cemaatlerin birbirleriyle dost olması için gayret ettik ve ediyoruz da halen. Kadınlara olan nefreti ortadan kaldırdık, kadın aleyhtarı bütün hurafeleri deşifre ettik. Çocuk sevgisini insanların kalbine koyduk geliştirdik.

KARTAL GÖKTAN: Aylardır her gün sevgi etiketi yapıyorsunuz.

ADNAN OKTAR: Evet her gün tabii, sevgi ana gündemimiz.

YASİN GÖKER: Mehdiyet’in tüm delillerini siz anlattınız Hocam.

ADNAN OKTAR: Biz olmasak Mehdiyet unutulup gidilecekti, bütün güçleriyle hepsi bastırdılar. Mehdiyet’i en akılcı, en bilimsel, en doğru şekliyle 1300 seneden sonra en kapsamlı anlatan biziz. Başka dünyada anlatan, Mehdiyet’i anlatan hiçbir grup topluluk yok bu tipte, bu kalitede, bu çapta, bu bilimsellik anlayışıyla, bu ispat anlayışıyla bütün detaylarıyla anlatan bizim gibi yok.

OKTAR BABUNA: Bütün bunları yaparken de sayısız iftira atıldı, davalar açıldı hepsinden aklanarak çıktınız maşaAllah.

ADNAN OKTAR: Tabii, hakkımda yüzlerce dava açıldı hepsinden beraat ettim.

İBRAHİM AKMUGAN: Risale-i Nur’a ve Bediüzzaman Hazretleri’ne de hak ettiği en güzel siz verdiniz maşallah.

ADNAN OKTAR: Tabii Bediüzzaman’ı mesela unutturmaya çalıştılar, Bediüzzaman’ı en üstlere taşıdık. Darbe gecesi konuşmalarım var mı onun bandı?

KARTAL GÖKTAN: Evet.

ADNAN OKTAR: Aç bakayım. Kardeşim bizden başka konuşan olmadı. Bak gittiler TÜRKSAT’ı bombaladılar beni susturmak için yine susmadık internetten devam ettik. Allah şaşırttı sahte anteni vurdular gittiler çünkü baktılar beni susturamıyorlar, ne yapacaklarını şaşırdılar.

Plajda, gazinoda her yerde Allah’ı anabileceklerini öğrettik insanlara. Mesela kadınların özel günlerinde Allah’ı anamayacakları şekilde bir sistem geliştirmişlerdi bunun yanlışlığını anlattık. Kadınları dinden uzak tutuyorlar o şekilde.

Bu Televole kültürü, bedavacılık kültürünü apaçık ortaya koyduk.

Mesela cenneti sadece yeşillik ve bahçe olarak algılıyorlardı, cennette tekneler, yatlar, teknoloji, arabalar her şey olduğunu söyledik acayip hayret ettiler.

Mesela bu tip olaylarda güç sahibi olanlar yahut tanınan insanlar hep olayın neticesini bekledi mesela, darbede kim kazanacak diye beklediler ondan sonra açıklama yaptılar, ben direkt açıklama yaptım, doğrudan darbeye karşı tavır aldım.

TARKAN YAVAŞ: Gezi olaylarında da aynı şekilde olmuştu Hocam. Siz açıklamalarınızdan çok sonra onlar açıklama yaptı.

ADNAN OKTAR: Tabii, Gezi olaylarında buranın yayınını durdurturdular, biliyorlardı benim ne yapacağımı buna rağmen yine biz durmadık internetten sabaha kadar devam ettik. Hiç kimse yok bir tek biz vardık ortada yani.

PKK’yla Kürt ayırımını çok iyi vurguladık. PKK’lının kalleş ve kahpe olduğunu ama Kürt’ün nur olduğunu, mübarek olduğunu, muhterem olduğunu, yüce olduğunu anlattık.

TARKAN YAVAŞ: PYD İle PKK’nın aynı olduğunu siz yine gösterdiniz.

ADNAN OKTAR: Tabii, Hükümet; ‘PKK, PYD terör örgütü değil’ diyordu. Bakanlar söylüyordu bunu. Ben ‘terörist bunlar’ dedim, ısrarla anlattım. PKK tehlikesi filmini ısrarla gösterdim ondan sonra bu süreç müreç bilmem ne falan konuları ortadan kalktı, yoksa ‘herkes trene binsin süreç devam ediyor’ diyorlardı.  Değil mi? Bu fitneyi de ortadan kaldırdık Allah’a çok şükür.

OKTAR BABUNA: Türkiye’nin İsrail’le ve Rusya’yla barışmasına vesile olan sizsiniz Hocam maşaAllah.

ADNAN OKTAR: Rusya’yla barışmayı biz sağladık elhamdülillah. İsrail’le barışma da yine vesile olduk, ısrarlı açık ve ayrıca dilekçelerle yaptığımız, yazışmalarla yaptığımız faaliyetler sonucunda bak Rusya’yla İsrail’le Türkiye’nin arasını düzelttikten sonra darbe oldu zaten. Bir de bu olmadan olsa bir düşünün, gecenin üçünde olsa ne olacaktı?

Şehitlerin hayat şeklini açıkladık, bilinmiyordu.

TARKAN YAVAŞ: Bu dünya liderlerinin de Hazreti Mehdi’yi müjdelemesine vesile oldunuz, onlar da sizden sonra hazreti Mehdi’yi söylediler.

ADNAN OKTAR: Mehdi konusu tamamen kapanmıştı, İsa Mesih, Mehdi konusu, buna dünya çapında tek sahip çıkan biz olduk. Tamamen kapatmışlardı.

TARKAN YAVAŞ: Bu İran Cumhurbaşkanı’na söylemiştiniz ‘ gündeme getirin bunu’ diye, o hemen Birleşik Milletler’de gündeme getirmişti.

ADNAN OKTAR: Ben söyledim. Birleşik Milletler’de konuşsun dedim. Mehdi’den bahsetsin çok büyük olay olur dedim.

KARTAL GÖKTAN: Siyasiler dahil herkes Fetullah Gülen’i överken siz eleştiriyordunuz, “sevgisiz olmayın tepeden bakmayın.”

ADNAN OKTAR: Fetullah Gülen’i tek eleştiren bendim yani ama hakaret tarzında değil, doğru akılcı Kurani eleştiren bendim.

BÜLENT SEZGİN: İsrail’in özür dilemesine de vesile olmuştunuz Mavi Marmara olayından dolayı.

ADNAN OKTAR: Tabii, buraya hahamlar geldi, baş haham da geldi konuştuk. Tevrat’tan gösterdim yani özür dilenmesi çirkin bir hareket değil Tevrat’a uygun bir ibadet şekli dedim öyle kani oldular. Rusya’dan da özür dilenmesi için çok ısrar ettim, hükümet üyelerinin büyük bir bölümü hep karşıydı ‘özür dilemeyiz biz’ diye, ya ‘özür dilemek Müslüman ahlakıdır’ dedim anlattım özür dilendiği halde bu sefer de ‘biz özür dilemedik’ dediler. Ya kardeşim sen Rusça bilmiyor musun? Kullandığın kelime özür dilemek anlamında yani Rusça’da özrün karşıladığı bir kelime var onu kullanmışsın nasıl bilmiyorsun yani.

İBRAHİM AKMUGAN: Birçok Müslüman, peygamberler gibi sahabeler gibi yaşamanın çok zor olduğunu düşünüyordu siz bunun Kuran’a uyarak mümkün olabileceğini gösterdiniz.

ADNAN OKTAR: Tabii.

Devlet ve hükümete hemen ben destek verdim darbe konusunda ve diğer konularda da ama bak RTÜK diyor ki ‘homoseksüellerle ilgili konuşma’, konuşuyorum. İşte diyorlar adam yok sana operasyon yapar bilmem ne falan, benim vicdanım rahat yani kendimden eminim ben inşaAllah yani dürüst ve doğru hareket ettiğime çok eminim, o yüzden ben bir tek Allah’tan korkarım. Bize provokasyon çok yapıldı, daha önce de yapıldı biz yolumuzdan şaştık mı? Bana 75 yıl hapis cezası istediler 75 yıl. Mahkeme kararı açıklanırken ben eğleniyordum yani, açıklayacaklardı mahkeme kararını, güzel bir eğlence içindeydim, umurumda bile değil yani. Sonra mahkeme istifa etti çekildi sonra da berat ettik tabii.

Mesela Erbakan Hoca’yı savunan bir tek ben vardım. Ne Saadet Partisi savundu, ne Milli Görüşçüler savundu o dönemde, Numan Kurtulmuş’u karşısına diktiler Hocamız’ın aleyhine akıl almaz konuşmalar yapıyordu. Her yerden resimlerini ismini cismini her yerden sildiler. Milli Gazete’de tek kelime bahsedilmiyordu, Milli Görüş’te tek kelime bahsedilmiyordu Erbakan’dan. Tamamını tersine çevirdim Allah’ın izniyle yayınlarla, demokratik dik duruşumuzla.

TARKAN YAVAŞ: Ordunun, polisin daha modern olmasına, güçlenmesine siz vesile oldunuz Hocam.

ADNAN OKTAR: Tabii, özel harekatçı sayısının artırılmasını istedik. Kanser hastalarından ilaç parası alınmasın dedik bak o da kabul edildi. Özel harekatçıların okulları açılsın dedik açıldı, sayısı arttırılsın dedik artırıldı, silah kalitesi artırılsın dedik artırdılar.

TARKAN YAVAŞ: Kalekolları söylediniz.

ADNAN OKTAR: Tabii, kalekolların ben şemasını bile, planını bile çizip gönderdim.

Emniyette mesela işkence yapıldı hiç urumda olmadı, 9 kere suikast yaptılar umurumda olmadı, daha şevkle daha gayretle devam ettim.

İran’la bağlantıyı koparıyorlardı İran’la bağlantıyı sağladık, dost olmalarını sağladık. İrancı diye hakaret gibi gösteriyorlardı. Musevileri savunan ben oldum, Hristiyanları savunan hep ben oldum.

OKTAR BABUNA: İsrail İran’ı vurmaya hazırlanıyordu siz durdurdunuz Hocam, vesile oldunuz maşaAllah.

ADNAN OKTAR: Tabii. Alevilere Şiilere akıl almaz baskı yapılıyordu birçok insan tarafından biz durdurduk, vesile olduk.

Bu işte insanları kıskandırıyor. Eğlenmemiz, kalite, güzellik, zenginlik, bereket, bolluk, dediklerimizin doğru olması, samimiyetimiz kıskandırıyor.

Adnan Oktar: Mısır Normalleşme Yolunda Nasıl Hız Kazanır?

adnan oktar resimleri misir adnan hoca

Adnan Oktar: Mısır Normalleşme Yolunda Nasıl Hız Kazanır?

Amerika’da veya herhangi bir Avrupa ülkesinde bir partiye üye oldukları ya da sadece sempati duydukları için 500-600 kişiye idam cezası verildiğini düşünün. Böyle bir kararın nasıl bir kamuoyu tepkisiyle karşılaşacağını, dünya çapında nasıl büyük bir olay olacağını herkes tahmin eder. Muhtemelen bu kararın geri çekilmesi çok uzun zaman almayacaktır.

Peki aynı durum bir Ortadoğu ülkesinde yaşandığında neler oluyor? Dünya nasıl bir tepki veriyor?

Mısır’dan bahsediyoruz. Ortadoğu’nun belki de en önemli ülkelerinden biri olan Mısır bir süredir darbelerle, idamlarla anılıyor. Bilindiği gibi Mısır’da ordunun 3 Temmuz 2013’te yönetime el koymasının ardından birçok darbe karşıtı gösteri düzenlendi. Bu gösterilerde çok sayıda kişi, “şiddet olaylarına karışmak, izinsiz gösteri düzenlemek” gibi suçlardan gözaltına alınmıştı. Bunu izleyen günlerde ise bir çok kişi idam ve müebbetin yanı sıra çeşitli cezalara çarptırılmıştı:

misir idam

Darbeden sonraki olaylarda 1400 kişi öldü, 15 bin kişi hapse atıldı. Ülkedeki en eski ve en büyük teşkilatlanmalardan olan 85 yıllık Müslüman Kardeşler, Mısır yönetimi tarafından terör örgütü ilan edildi Arap dünyasının en eski, en etkili ve en büyük İslami hareketi İhvan’ın son dönemde ülkede artan saldırılardan sorumlu olduğu iddia edildi.

Geçtiğimiz Nisan ayında ise mahkeme iki celsede ve 20 dakika gibi bir sürede, 528 kişiye idam cezası verdi, kısa bir süre sonra yine aynı mahkeme ve hâkim tarafından 683 kişi daha idama çarptırıldı. Hali hazırda Mısır’da yeni idam kararlarıyla birlikte darbe karşıtlarına yönelik operasyonlar, gözaltılar ve mahkemeler sürüyor.

Son olarak Mısır güvenlik güçleri, İhvan liderlerinden olan ve darbe yönetimi ile görüşmeleri sürdüren eski Kalkınma Bakanı Bişr’i gözaltına aldılar. Ayrıca başka bir savcı eski Cumhurbaşkanı Muhammed Mursi’nin “İran istihbaratına bilgi sızdırmak” gerekçesiyle idamını istedi.

Darbeyle görevden uzaklaştırılan Cumhurbaşkanı Muhammed Mursi’nin yanısıra idam edilecekler arasında bakanlar, parti yöneticileri, sivil toplum kuruluşları başkanları, kadınlar, genç kızlar hatta çocuklar vardı.

Tutuklular halihazırda kafesler içinde mahkemeye getirilip götürülüyorlar. İşkenceye maruz kaldıkları, hatta hapishanelerde ölümler olduğu herkes tarafından biliniyor.

Her ne kadar ilk günlerdeki gibi gündemde olmasa da Mısır’daki bu uygulamalara dünya çapında tepkiler sürüyor ve kamuoyu bilgilendirilmeye çalışılıyor, ama bu hala yeterli değil. Örneğin Temmuz 2013’ten beri devam eden darbe karşıtı gösteriler Mısır’da bütün yasaklamalara rağmen yapılıyor. Son olarak 19 binden fazla darbe karşıtı tutuklu ve mahkumun seslerini duyurabilmek ve darbeye karşı olduklarını anlatabilmek için 76 hapishanede açlık grevi başlattığı bildirildi.

Mursi de casusluk suçuyla yargılandığı mahkemeden, “insanların bilmediği şeyleri” açıklamak için konuşma talebinde bulundu, fakat mahkeme Mursi’nin konuşmasına izin vermedi.

Peki bundan sonra Mısır’da ne yapılmalı, nasıl bir yöntem izlenmeli ve sorunlar nasıl çözülmeli?

Öncelikle Mısır’da yapılması gereken idam cezasının kaldırılması ve adil bir yargılama sürecinin işletilmesidir. İdam, İslam ahlakına uymadığı gibi, insan ve toplum vicdanıyla da çelişen bir cezalandırma yöntemidir. Böyle bir uygulama Kuran ayetlerinde yoktur.

İdam “geri dönülemez” bir karardır, kişinin yaptığı hatadan pişmanlık duymasına, tevbe etmesine ve kendini düzeltmesine fırsat tanımaz. Özellikle hukuk standartları düşük, yargılama süreci objektiflikten uzak ve demokratik gelenek ve kurumların güçlü olmadığı ülkelerde idam cezasının uygulanması, telafisi imkansız sonuçlar doğurabilmektedir.

Siyasi cezalandırma ve diğer kişilere gözdağı vermek amaçlı alınan ölüm kararlarında insanlık vicdanı harekete geçirilmelidir. Cılız tepkiler hem bu cezaları uygulayanları engellememekte hem de Mısır’da olduğu gibi daha sonra verilecek kararların rahat alınmasına yol açabilmektedir.

İdamlar Mısır’daki tek sorun değil elbette. İdamların yanısıra Mısır’da darbe karşıtlarının yargılandığı davalarda, 9’u 18 yaşın altında olan 69 kişiye, 1 ila 25 yıl arasında hapis cezaları verildiği basına yansıdı.

Ayrıca Güçlü Mısır Partisi lideri ve eski cumhurbaşkanı adayı Abdül Moneim Ebul Futuh hakkında “vatana ihanet” suçlamasıyla dava açılıyor. Mahkemenin davayı kabul etmesi durumunda Ebul Futuh’un askeri mahkemede yargılanabileceği belirtiliyor.

Mısır’ın adı artık, muhalefetin susturulmasıyla, kitlesel katliamlarla ve idamlarla birlikte anılmamalı. Mısır genç kızların kafeslerde tutulduğu, hapishanelerde yaşamını geçirdiği, çocukların hapse atıldığı, muhalif olan herkese baskı uygulanan bir ülke olmaktan çıkmalı.

Bir ülkede muhalif insanların olması güzelliktir, farklı fikirler olması renktir. Yönetime dinamizm katar, doğrulara daha kolay ulaşmaya vesile olur. Bu açıdan bakıldığında Mısır’da yapılması gereken şey tek sesli bir yönetim yerine hemen bir yenilik yapılarak siyasette çeşitliliğin sağlanması, yönetime farklı kesimlerden insanların dahil edilmesi ve en önemlisi de darbe karşıtı muhalefet ile de görüşmekten kaçınılmamasıdır.

General Sisi kendi sözleriyle, “30 yıldır hayalini kurduğu” Cumhurbaşkanlığı koltuğunda sürekli olmak ve ülkesinde huzuru tesis etmek istiyorsa hemen idam cezalarını kaldırmalı, mücadeleyi korku taktiklerinden ziyade hukuki ve siyasi zemine çekmelidir. Cumhurbaşkanının her suçu affetme yetkisinin bulunduğu bir ülke olan Mısır’da bunlar son derece kolaylıkla çözülebilecek konulardır.

Darbenin üzerinden geçen zamana rağmen ülkede gidişatın daha da kötüleşmesi, ekonomik yönden yaşanan sıkıntılar ve ülke çapında devam eden çatışmalar göz önüne alındığında aciliyetli olarak, köklü bir değişikliğin yapılması gerektiği açıktır. Bu değişikliğin en önemli aşaması ise elbette ki ülkede özgürlüklere kapı açan uygulamaların ivedilikle başlatılması olacaktır.

Hiçbir siyasi iktidar tüm halkın kendisi gibi düşünmesini isteyemez, her uygulamasının tasdik edilmesini de bekleyemez. Bu düşünceyle hareket eden bir yönetim ruhsuz, soğuk, içine kapalı ve en önemlisi de öfkeli insanlardan oluşan bir toplumsal yapıya yol açar ki böyle bir ülkede yaşamayı hiç kimse istemez. Mutsuz, tedirgin insanlardan oluşan bir toplumda sorunlar katlanarak artar. Şiddet döngüsü içinde hapsolmuş bir ülkenin refaha kavuşamayacağı herkesin malumudur.

Çocukların siyasi tutuklu olmadığı, insanların her gün sokaklarda protestolar yapmadığı, çatışmaların yaşanmadığı, iç dinamikleri sağlam bir Mısır oluşturmak mümkün.

Kadınların kafeslerde değil güzel evlerde, parklarda ve tertemiz, huzur dolu mekanlarda yaşadığı bir Mısır, ülkenin iktisadi olarak da kalkınmasında önemli bir etken olacaktır.  İstikrarlı bir Mısır Arap dünyasında da olumlu etkiler yapacak ve bölgesel düzende normalleşme yolunda önemli adımlar, hızla atılabilecektir.

http://www.harunyahya.org/tr/Makaleler/194892/Adnan-Oktar-Misir-Normallesme-Yolunda-Nasil-Hiz-Kazanir

Mısır’da ne yapılmalı? – Harun Yahya (Adnan Oktar)

adnan oktar misir islam birligi mehdi mursi sisi darbe

 

Mısır’da, sandıkta seçilmiş hükümeti lağvederek demokrasiyi askıya alan ordu, şimdi de kendi meşrutiyetini sağlamak amacıyla “göstericilere meydanları yasaklama” gayreti içine girdi. Müdahale ile yönetime el koyan darbe yönetimleri “mutlak itaat” isteme gibi bir anlayışa sahip olurlar. Bu anti-demokratik ve hukuk dışı bakış açısıyla, halkın protestolarını engellemek için“yaşama özgürlüğü” dahil tüm hürriyetleri halkın elinden alırlar. Darbeciler bu despot ve zalim mantıkla, Mısır’da da olduğu gibi, kendilerini meşru görmeyen halkın kanını oluk oluk dökecek kadar zalimane bir hale gelirler.

Meydanlarda toplanarak “demokratik protesto hakkını kullanan halkı evlerine hapsetme” amacına yönelik, katliama dönüşen müdahale sonucunda geçen hafta hükümete göre 700 kişi öldü, Müslüman Kardeşler yetkilileri ise, 2000 kişiden fazla insanın  şehit edildiğini,  10.000 kişinin de yaralandığını ifade ediyor. Sadece tek bir günde şehit edilen kişilerin toplamı, Hüsnü Mübarek’in devrilmesine kadar geçen 18 gün içinde öldürülen kişilerin toplamına eşit.  İşte bu olaylar sonucunda cunta hükümeti 1 aylık “olağanüstü hal” ilan etti.  Bu durum karşısında bazı Batı ülkeleri endişelerini dile getirdiler. Çünkü herkes çok iyi biliyor ki, Hüsnü Mübarek on yıllarca süren “diktatörlük” rejimini “olağanüstü hal” bahanesini öne sürerek meşrulaştırmıştı. “Olağanüstü Hal” aslında dikta yönetimine geçiş için “daha uygun bir bahane”den başka bir şey değildir.

New York Times’dan David Kirkpatrick Mısır’daki cunta rejiminin 25 şehre atadığı valilerin 19’unun generallerden oluştuğunu yazdı. Bu generallerin arasında, Hüsnü Mübarek döneminde görev yapmış, açıkça Mursi ve taraftarlarını korumayı reddetmiş, hatta onlara silah doğrultmuş kişiler de var.  Öyle gözüküyor ki General Sisi ve onun destekçileri, Hüsnü Mübarek döneminden çok daha baskıcı ve zorba bir yönetim tesis etmeyi amaçlıyorlar. 1952’de Nasır’ın kurduğu dikta rejimi, 2012’de sandıktaki demokratik seçimlerde İhvan’ın başa gelmesiyle son bulmuştu. Şu an halihazırdaki darbe yönetimi açıkça Mısır halkını 60 yıl öncesine geri götürmeyi amaçlıyor.

85 milyonluk Mısır’ın -nüfusu en fazla olan Arap ülkesi-  yüzde 10’unu Kıpti Ortodoks mezhebine mensup Hristiyanlar oluşturuyor. Ancak son günlerde, Kıpti papazın darbeye verdiği destek yüzünden İhvan üyelerinin Kıpti kiliselerine ve valiliklere saldırdığı yönünde yalan haberler yayılıyor. Ve bu konuyla ilgili hiçbir resmi açıklama yapılmıyor.  Örneğin Müslüman Kardeşlerin taraftarları, geçen hafta Hıristiyanları korumak amacıyla Cuma namazını Suhaf kilisesinin önünde kıldılar. Müslüman kardeşlerin Müslüman olmayan azınlıklara yönelik hoşgörülü tutumlarıyla ilgili daha pek çok örnek bulunmaktadır. Bununla birlikte ordu yanlısı Mısır medyası, Müslüman kardeşleri hükümet yanlısı çetelerin provokasyonlarının faili gibi gösteren yalan haberler yayıyor ve gerçekleri saptırıyorlar. Nitekim geçtiğimiz Cuma günü  Müslüman Kardeşler yeni bir açıklama yaptı ve barışçıl gösterilerden asla vazgeçmeyeceklerini bir kez daha ifade etti:

Bizim muhalefetimizin barışçıl olduğunu ve barışçıl olarak devam edeceğini, kendi topraklarımızı, onun kurum ve kuruluşlarını koruyacağımızı birçok kez teyit ettik. Biz her türlü şiddeti, terörizmin her çeşidini ya da mezhep ayrımına dayalı çatışmaları lanetliyoruz. Biz bunların hepsini kınıyoruz.“

Bir önceki makalemde de belirttiğim gibi,  Mursi ve Müslüman kardeşlerin yönetimlerini tekrar tesis etmek yönünde ısrarcı olmamaları gerekmektedir.  Ordu ve İhvan arasında görüşmeler hemen başlamalı ve iki taraf acilen asgari müşterekte anlaşmalıdır.  Halkı oluşturan bütün kesimin; yani Kıpti Hristiyanların, İhvan’a gönül verenlerin, seküler kesmin, Selefilerin, liberallerin ve toplumu oluşturan diğer tüm kesimlerin istekleri göz önünde bulundurulmalı, acilen demokratik bir uzlaşı sağlanmalıdır. Hırsla, kinle ve intikam hisleriyle değil, dostane, sevecen, hoşgörülü ve sabırlı bir yaklaşımla taraflar hakem ülkeler huzurunda ortak bir çözüme yaklaştırılmalıdır. Türkiye Ortadoğu’da örnek olarak gösterilen güçlü bir demokrasi olması sebebiyle taraflar arasında arabulucu rolü oynamaya en uygun ülkedir.

Bu görüşmelerde iki taraf da karşı tarafın makul istekleri olacağını göz önünde bulundurmalı, makul bir koalisyon ve geçiş hükümeti derhal kurulmalı, asker de kışlasına, asli görevi olan dış güçlere karşı ülkeyi koruma görevine dönmelidir. Geçiş sürecinin ardından kurulacak yeni yönetim ise mutlaka bağnazlıktan uzak, modern ve demokratik bir anlayışa sahip olmalıdır.

Karşı oldukları ve ülkenin neredeyse yarısından fazlasına tekabül eden bir grubun katliamlarla yok edilişini büyük bir sevinçle destekleyen bir kitlenin varlığı, bu yapının askeri cunta tarafından eleştirilmeyip hatta yoğun bir şekilde desteklenmesi, Mısır’ın çok daha karanlık bir noktaya gideceğinin göstergesidir. Bir ülkede, farklı görüşe sahip insanlara yönelik şiddeti desteklemek veya sadece seyretmek çok ciddi bir insanlık sorunudur. Örneğin bir twitter mesajında, ordu yönetimi tarafından hunharca işkence edilen ve daha sonra şehit edilen bir hanım kardeşimizin komşusunun bu dehşet sahnesini balkonundan gülümseyerek seyrettiğinden bahsedilmektedir. Mısır Özgürlük ve Adalet Partisi Dışişleri Sözcüsü Abdul Mawgoud Dardery toplumun bir kesiminde oluşan bu tutumu CNN’e verdiği röportajda şu şekilde ifade etmiştir:

Cani ordu kuvvetleri hastaneleri yakıyor, insanları canlı canlı yakıyor. Bu daha önce Mısır tarihinde yaşanmamış bir olay.  Bu kişiler Mısır Ordusu ve Mısır Polis Güçleri ile birlikte kendi vatandaşlarını öldüren Mısırlılar olamaz.”

İşte tüm bu nedenlerden ötürü, Mısır’daki tüm taraflar acilen toplumda sevgi, merhamet, şefkat ve hoşgörüyü vurgulamalı, şiddetin her türlüsünü kınamalıdırlar. Özellikle de Mısır ordusunun barışı, dostluğu ve kardeşliği teşvik etmesi toplumda sevgi ve huzurun yerleşmesi için gereklidir. Şiddeti, kini ve nefreti tırmandırıcı değil, sevgisizlikten kaçınılan bir politika izlenmesi aciliyetlidir.

Şiddet bir ülkeyi adeta boğar, felç eder. Telafisi çok güç hadiselere sebebiyet verir.

Mısır’da bir sevgi ve muhabbet patlaması yaşanmalıdır. Mısır’ın sevginin merkezi olmasına niyet edilmelidir. Şiddeti meşru gören bir muhalefet ruhu ve gerginlikle ancak kan gövdeyi götürür. Bu durumda, Mısır ve Ortadoğu huzura ve barışa kavuşamayacak, bu karışıklık bütün dünyayı da derinden etkileyecektir.

Ücretsiz kitap: Türk İslam Birliğine Çağrı
http://harunyahya.org/tr/Kitaplar/734/Turk-Islam-Birligine-Cagri
adnan oktar turk islam birligine cagri harun yahya kitap

Müslümanlar Tüm Dünyadaki Müslümanlardan Sorumludurlar – Harun Yahya (Adnan Oktar)

adnan oktar sorumluluk

 

Allah’ın bu emri gereği tüm Müslümanlar kardeşlerinin huzuru ve mutluluğunu  samimi olarak istemelidirler. Elbette bu hizmet sırasında çeşitli zorluklarla karşılaşırlar. Ancak Müslümanların birbirlerine olan bağlılıkları ve aralarındaki dayanışma, topluca bu zorlukların üstesinden gelebilmelerini sağlar.

www.Kurandaittihadiislam.com

kapak2(4)

Hepimizin bildiği gibi son günlerde İslam dünyasında büyük bir hareketlenme yaşanıyor: Darbeler yapılıyor, iç çatışmalar çıkıyor, kısacası Müslümanlara yapılan zulümler artarak devam ediyor. Gerek dünya basını gerekse ülkemizdeki gazete, televizyon ve sosyal medya haberlerine baktığımızda herkesin perde arkasında bir fail aradığını görüyoruz. İslam coğrafyasının dünyayı saran “İslamofobiya”dan kaynaklanan bir takım haksızlıklara maruz kaldığı inkar edilemez bir gerçektir. Fakat İslam dünyasını oluşturan ülkelerin bu karışıklıklarda hiç mi payı yoktur?

Şikâyet etmek, yakınmak, sürekli mağduriyetini dile getirmek, protesto etmek, hep başkalarına suçu yüklemek İslam âlemine ne kazandıracaktır?

Müslümanlar tüm  Müslümanlardan sorumlu olduklarını düşünüp birlik bilinci içinde hareket etmeleri gerektiğini ne zaman kavrayacaklardır?

kapak2a

 

Zulüm Gören Müslümanları Korumak Her Müslümanın Görevidir

Filistin’de, Endonezya’da, Doğu Türkistan’da, Patani’de, Mısır’da, Suriye’de veya dünyanın herhangi başka bir yerinde Müslümanların çok acı ve zulüm gördükleri açıktır. Halen Müslüman ülkelerin çoğunda savaşlar, iç karışıklıklar devam etmektedir. Bu savaşlarda yüz binlerce silahsız insan hayatını kaybetmekte, kadınlar tecavüze uğramakta, işkence görmekte milyonlarca Müslüman evlerinden yurtlarından çıkarılmakta, sakat kalmakta, yakınlarını kaybetmektedir. Masum çocuklar hala kurşunlara hedef olmakta, bebekler kundaklarında katledilmekte, kaçmaya çalışan insanlar mayınlara basarak sakat kalmaktadırlar. İnsanlar eşi benzeri görülmemiş bir vahşete tabi tutulmakta, zulme uğramaktadırlar. Hatta Mısır örneğinde olduğu gibi namaz kılma ibadetini gerçekleştirirken bile acımasızca şehit edilmektedirler. Müslümanların bulunduğu pek çok ülkede kadınlar, çocuklar zulme uğratılmaya, eziyet görmeye devam etmektedirler. Müslüman topluluklar birer birer bağımsızlıklarını yitirmekte, kendilerine yardım eli uzatacak vicdan sahibi insanların yardım etmesini beklemekte ama seslerini duyuramamaktadırlar.

Eziyet gören, şehit edilen bu Müslümanların varlığından herkes haberdardır. Çünkü hemen her gün, gazetelerde, televizyonlarda bu çaresiz, zavallı, kimsesiz ve muhtaç insanların görüntülerine rastlamak mümkündür. Pek çok kimse bu insanların içinde bulundukları durumu görür, onlara acır. Ancak bir süre sonra konuştuğu konuyu ya da seyrettiği kanalı değiştirince veya okuduğu gazetenin sayfalarını çevirince bu insanların varlığını unutur. Çoğu kişi bu insanları bulundukları durumdan kurtarmak için bir çaba harcaması gerektiğini, Müslümanların birbirlerinden sorumlu olduklarını düşünmez. Ve “dünyada o kadar zengin ve güç sahibi ülke ve yöneticiler varken o insanları kurtarmak bana mı kaldı” gibi yanlış düşüncelerle sorumluluğu başkalarının üzerine atar.

Bu gibi kişiler, “evimde sorun yok, işimde sorun yok, ticaretim aksamıyor, çocukların okullarında da mesele yok” deyip bir kenara çekilmeyi tercih ederler. Oysa böyle bir tavır ancak dünyaya büyük bir hırsla bağlı olan, bu geçici ve çok kısa olan ömründe dünyevi menfaatlerin peşinden koşan insanlar için geçerli olabilir. Müslüman sessiz kaldığı fikren engel olmadığı bu zulmün bir gün devleşip kendisine de büyük zarar verebileceğini unutmamalıdır. Ucu kendisine dokunmayan şiddete sessiz kalmanın büyük vicdansızlık olduğunu bilmelidir. Özellikle de önemsiz meselelerde binlerce defa “aslan” kesilenlerin bu önemli olayla karşı karşıya kalınca sorumluluğu başkalarına bırakmaları ciddi bir ahlak bozukluğudur. Allah rızası için gayret etmek gerekirken, zulüm gören Müslümanları tek başına bırakmaya çalışmak, “o ülkeden bize ne biz kendi ülkemize bakalım” mantığıyla hareket etmek, bir köşeden olayların durulmasını izlemek, samimi ve gerçek Müslümanlık değildir.

Zulüm gören Müslümanları kurtarmak için vicdan sahibi olan her Müslümanın bu sorumluluğunu bireysel olarak hissetmesi gerekir. Tüm Müslümanların hissetmesi gereken bu sorumluluğa Yüce Allah şöyle dikkat çekmiştir:

“Size ne oluyor ki, Allah yolunda ve: “Rabbimiz, bizi halkı zalim olan bu ülkeden çıkar, bize Katından bir veli (koruyucu sahip) gönder, bize katından bir yardım eden yolla” diyen erkekler, kadınlar ve çocuklardan zayıf bırakılmışlar adına çaba göstermiyorsunuz?” (Nisa Suresi, 75)

kapak2b

Sorumluluk Sahibi Olan Müslümanlar İslam Dünyasının Yaşadığı Sorunlar Hakkında Özeleştiri Yapmalıdır

Müslümanların şu sorular hakkında samimi olarak düşünmeleri gerekir.

  • “İslam dünyası” olarak nerede yanlış yaptık, bundan sonra ne yapmamız gerekir?
  • Yapılan hataları nasıl telafi edebiliriz? Ne şekilde ve hangi doğrultuda net ve somut adımlar atabiliriz?
  • İslam dünyasının hem ekonomik, hem siyasi, hem de sosyal olarak kalkınması için nihai neticeye giden en keskin çözümler neler olabilir?
  • Batı toplumlarının rahatsız olduğu konularda sadece ön yargı mı var? Onların da haklı olduğu noktalar var mı?
  • Bazı kişilerin bilgi eksikliğinden, bazılarının ise samimiyetsizliklerinden kaynaklanan bağnaz yapının bu istenmeyen imajda bir rolü var mıdır?
  • Peygamberimiz (s.a.v.)’in zamanında yaşanan sevgi ve barış dolu, herkesin razı olduğu İslam anlayışına sahip miyiz?
  • Allah Kuran’da Müslümanların birlik olmaları gerektiğini bildirmiş, olmamaları durumunda ise, manevi güçlerini kaybedeceklerini, ezilip yenileceklerini haber vermişken, Müslümanların dağınık bir yapıda olmaları, asıl hatanın kendilerinde olduğunu göstermez mi?

www.turkislambirligimujdesi.com

kapak2c(1)

Müslümanların Zulme Karşı Sorumlulukları Allah’ın ve Resulullah (s.a.v.)’in Yoluna Uymak Olmalıdır

Müslümanlara karşı yapılan zulüm konusunda çekimser veya şiddete dayalı geçici çözümler önerenler bilmelidirler ki, onların olaylara karşı ilgisiz tavırları Müslümanlara karşı yapılan zulmü daha da artırır. Çünkü dünyanın herhangi bir yerinde zavallı ve masum Müslümanlar hiçbir sebep olmadan katledilirken diğer Müslümanların bu olup bitenler karşısında hiç ses çıkartmamaları ve sessizce bu zulmü seyretmeleri kötülere ve zalimlere destek olmaları anlamına gelir. Sırf kendi rahatları, huzurları bozulmasın diye zulme tepkisiz kalanlar, elbette ki ahirette zulme ve haksızlığa karşı sabır ve dirayet gösterenlerle birlikte olmayı umamazlar.

Müslüman ülkelerde yaşanan olaylar için bazı Müslüman kardeşlerimizin farklı düşünceleri de olabilmektedir. Bazı kardeşlerimiz şiddete şiddetle karşılık verilmesi yönünde düşünmektedirler. Halkın ve devlet güçlerinin karşı karşıya gelmesi, birbirlerine karşı bıçak satır ve ateşli silahlar kullanmalarının zulme çözüm olacağını savunanlar, bu düşüncenin  zulme asla engel olamayacağını bilmelidirler. Zulüm, sokak çatışmalarıyla, yağmalarla, saldırganlıkla, şiddetle son bulmaz. Şiddete dayalı yöntemle meydana gelecek değişim, asla insanların özlemi ve ihtiyacı içinde oldukları huzuru, refahı ve güveni onlara sunmaz.

Bazı kardeşlerimiz ise tüm iyi niyetleriyle insani yardım, ateşkes, insani koridor, mülteci kampları gibi suni çözümlerle Müslümanlara yapılan zulmün duracağı düşüncesine sahiptirler. Elbette insani yardımlarla birtakım başarılar ve gelişmeler elde edilebilir. Ama bunlar kalıcı ve tam tatmin edici çözüm oluşturmaz. İnsani yardımların yapılması, güçsüz ve zayıf bırakılmışların her türlü ihtiyacının karşılanması Allah’ın Kuran’da emrettiği güzel bir ahlak özelliğidir. Ancak bu, tek başına, insanların sorunlarının çözümü için yeterli değildir. Çünkü bu yardımların kim tarafından ve nasıl dağıtılacağı yani milletin menfaatinin gözetilip gözetilmeyeceği de olayın bir başka boyutudur.

Diğer taraftan insanların hayat şartlarının iyileştirilebilmesi için ülke içinde bir düzenin ve istikrarın mevcut olması çok önemlidir. Bu istikrar ekonomiden sosyal yaşama kadar her alana hakim olmalıdır. Müslüman ülkelerin bir kısmı bu bakımdan da tam bir karmaşa içindedir. Sonuçta insani yardımların çözüm olması, bu yardımların küçük, etkisinin büyük sonuçlar doğuracağının beklenmesi çok büyük bir hatadır. Çünkü Allah bu konuda tüm inananlar için tek bir çözüm bildirmiş ve birleşmelerini emretmiştir:

“Şüphesiz Allah, Kendi yolunda, sanki birbirlerine kenetlenmiş bir bina gibi saf bağlayarak çarpışanları sever.” (Saff Suresi, 4)

Unutulmamalıdır ki; kalıcı ve gerçek çözüm, ancak Allah’ın ve Resulullah (s.a.v.)’in gösterdiği yola uyarak sağlanır.

www.turkislambirligiyolunda.com

İslam Birliği’ni tesis etmenin aciliyeti çok açıkken, kendilerince bu birliğin kurulmasını imkansız görenler, bunun için gayret etmeyenler, bu yolda yapılan çalışmaları desteklemeyenler çok büyük bir vebal altına girdiklerini unutmamalıdırlar. Zulme rıza göstermenin de zulüm olduğu gerçeğini göz ardı etmemelidirler. Bu büyük coğrafyada akan her damla kandan, yıkılan her evden, şehit olan her masumdan, yaralanıp sakat kalan her mazlumdan, açlık ve yokluk içinde yaşayan her insandan İslam Birliği için gayret etmeyen her Müslüman sorumludur. Türk-İslam Birliği’nin kurulması Allah’ın Kuran’da gösterdiği, Peygamberimiz (s.a.v.)’in hadislerinde detaylarıyla anlattığı tek çözümdür. Birlik olmak Kuran’a göre farz, dağılıp ayrılmak ise haramdır.

kapak2d

Müslüman Ülkelere Barış ve Huzurun Gelmesi İçin Tek Çözüm İslam Birliğidir

Müslümanların yapması gereken en önemli ve akılcı hareket “birlik” olmaktır. İslam dünyası sürekli yönlendirilen, iç işlerine müdahale edilen, darbe yapılan, ekonomik olarak dış ülkelere bağımlı, siyasi olarak küresel güçlerin sözünü dinlemek durumunda bırakılan sistemden kurtulmak istiyorsa, bir an önce birlik olmalıdır. Sorumluluk sahibi bir Müslüman  “İslam’ın dünyaya hızla yayılmasından rahatsız olan, Kuran’ı Müslümanların elinden almalıyız diyen, İslam’ın yükselen yıldızını söndürmeye çalışan karanlık mihrakların hain planlarına teslim olmak istemiyoruz” diye düşünüyorsa bunun yolu İslam Birliği’ni savunmaktır. İnkarcılar kendi menfaatleri doğrultusunda, aynı düşünceyi ve felsefeyi savunmayanlarla bile asgari müştereklerde birleşip kötülük, fitne ve bozgunculukta ittifak kurarlar. Eğer İslam alemi kendi arasında ittifak kuramazsa Allah yeryüzünde büyük bir fitne ve bozgunculuk olacağını bildirmiştir:

“İnkar edenler birbirlerinin velileridir. Eğer siz bunu yapmazsanız (birbirinize yardım etmez ve dost olmazsanız) yeryüzünde bir fitne ve büyük bir bozgunculuk (fesat) olur.” (Enfal Suresi, 73)

İslam dünyasının yapması gereken, mezhep, ırk çatışmalarına izin vermeyerek, ortak paydalarda birlik olup, Türkiye önderliğinde kurulacak, “İttihad-ı İslam”ı hızla hayata geçirmektir. Bu birlik İslam’ın güzelliğinin önce tüm bölgeye yayılmasına, problemlerin kendi içinde çözülmesine vesile olacak, başka ülkelerin Müslümanların iç işlerine karışmasına engel olacak,  mezhep çatışmaları, iç karışıklıklar ve kargaşaları durduracaktır. Tüm İslam alemi ancak, bir merkezde birleşerek tek vücut olacağını daima hatırda tutmalıdır.  Sevgili Üstadımız Bediüzzaman Said Nursi Hazretlerinin 21. Lemalar risalesinde bildirdiği gibi “birlik” olduğu zaman vücudun tüm azaları rahat ederek tıpkı bir fabrikanın çarkları gibi birbirleriyle son derece uyumlu ve birbirlerini tamamlayıcı yönde hareket etmeye başlarlar. İslam ahlakının getirdiği güzel ahlakla, bir el diğer elle rekabet etmez, bir göz diğer gözü tenkit etmez, dili kulağına itiraz etmez, kalp ruhun ayıbını görmez, tam tersine birbirlerinin noksanını tamamlar, kusurlarını örterler, her türlü ihtiyacını giderirler. Kısacası: İslam coğrafyasının her türlü hakları korunur, ayrımcılık, haksızlık, zulüm son bulur, siyasi, sosyal ve iktisadi olarak müthiş bir güç ortaya çıkar.

Zaman her insanın kendi başının çaresine bakmasının değil, her Müslümanın diğeri için de ciddi bir çaba göstermesinin vaktidir. Birçok Müslüman peygamber kıssalarını, sahabelerimizin hayatlarını detaylarıyla okur, onları takdir eder, üstün ahlaklarını övücü konuşmalar yapar, cesaretlerini, atak ve itidalli, kınayanın kınamasından korkmayan, asla yılmayan, her türlü zorluğa göğüs geren tavırlarını anlatır. Bu mübarek insanlar, Allah’ın sevdiği, cennetinde ağırlayacağını müjdelediği, son derece kıymetli ve fedakâr insanlardır. Onlar hayatları boyunca iyilik ve dürüstlük konusunda gözü kara davranmışlardır. Ancak bugün Müslümanların sorumluluğu sadece onların hayatlarını anlatmak değil, onları örnek almak ve her an onlar gibi davranmaktır. Her vicdan sahibi Müslümanın sorumluluğu İttihad-ı İslam için çaba sarf etmektir. Bu sadece Müslüman ülke halkları için değil tüm insanların da rahat ve huzur bulacağı, barış içinde yaşayacakları tek çözüm yoludur. Allah’ın adetullahı gereği Rabbimiz mutlaka İttihad-ı İslam’ı oluşturacaktır. Fakat önemli olan daha fazla acı çekilmeden, vakit kaybedilmeden bu farz vazifenin gerçekleşmesi yönünde çalışmaktır.

kapak2e

Müslümanların bir araya gelmesi “Ya Allah Bismillah” deyip, şeytandan Allah’a sığınıp birleşmeleri Yüce Allah’ın farz kıldığı vazifenin başlangıcı olarak büyük bir sevinç kaynağı olacaktır. Rabbimiz tüm Müslümanların kardeş ve tek bir topluluk olmaları gerektiğine ayetlerde şöyle dikkat çeker:

“Gerçekten, sizin bu ümmetiniz tek bir ümmettir. Ben de sizin Rabbinizim, öyleyse Bana ibadet ediniz. Onlar, işlerini kendi aralarında parça parça dağıttılar (dinlerinde bölünmeler yaptılar); hepsi Biz’e döneceklerdir.” (Enbiya Suresi, 92-93)

“Allah’ın ipine hepiniz sımsıkı sarılın. Dağılıp ayrılmayın. Ve Allah’ın sizin üzerinizdeki nimetini hatırlayın. Hani siz düşmanlar idiniz. O, kalplerinizin arasını uzlaştırıp-ısındırdı ve siz O’nun nimetiyle kardeşler olarak sabahladınız. Yine siz, tam ateş çukurunun kıyısındayken, oradan sizi kurtardı. Umulur ki hidayete erersiniz diye, Allah, size ayetlerini böyle açıklar. (Al-i İmran Suresi, 103)

www.Kurandamehdiyet.com

Alevi, Sünni, Şii, Vahabi, Caferi ve diğer mezheplere mensup tüm Müslümanlar din kardeşi olduklarının şuuruna varmalı, işkence gören, yurtlarından sürülen, öldürülen, sakat bırakılan Müslümanların haykırışlarına kulak vermeli, zaten bugüne kadar hayli vakit kaybettiklerini bir an önce kavrayıp daha fazla vakit kaybetmemek için derhal harekete geçmelidirler.
Unutulmamalıdır ki, birleşmek ve ayrılığa düşmemek, Allah’ın hepimize farz kıldığı bir hükümdür.  Allah’ın bu hükmünü aciliyetle yerine getirmenin Allah’ın rızasına en uygun olan davranış olacağı açıktır.

Ücretsiz kitap: Türk İslam Birliğine Çağrı
http://harunyahya.org/tr/Kitaplar/734/Turk-Islam-Birligine-Cagri
adnan oktar turk islam birligine cagri harun yahya kitap

Kuran Mucizeleri 27: Firavun’un cesedinin korunması

kuran mucizeleri firavun cesedi harun yahya

 

İlerleyen bölümlerde daha detaylı değineceğimiz gibi, Firavun kendini ilah olarak kabul etmekte ve Hz. Musa’nın Allah’a iman etmesi için yaptığı davetlere karşı iftira ve tehditle karşılık vermektedir. Firavun bu kibirli tavrını ancak, ölüm tehlikesi ile karşılaşıp suların altında kalacağını anlayana dek sürdürmüştür. Kuran’da Firavun’un, Allah’ın azabıyla karşılaştığında, hemen imana yöneldiği şu ayetle bildirilir:

Biz, İsrailoğulları’nı denizden geçirdik; Firavun ve askerleri azgınlıkla ve düşmanlıkla peşlerine düştü. Sular onu boğacak düzeye erişince (Firavun): “İsrailoğulları’nın kendisine inandığı (İlahtan) başka İlah olmadığına inandım ve ben de Müslümanlardanım” dedi. (Yunus Suresi, 90)

Ancak Allah Firavun’un böyle bir anda iman etmesini kabul etmemiştir. Allah Firavun’un bu samimiyetsiz tavrını Kuran’da şu ayetlerle bildirir:

Şimdi, öyle mi? Oysa sen önceleri isyan etmiştin ve bozgunculuk çıkaranlardandın. Bugün ise, senden sonrakilere bir ayet (tarihi bir belge, ibret) olman için seni yalnızca bedeninle kurtaracağız (herkese cesedini göstereceğiz). Gerçekten insanlardan çoğu, Bizim ayetlerimizden habersizdirler. (Yunus Suresi, 91-92)

Bu ayetlerde Firavun’a ait cesedin gelecek nesillere ibret olacağının bildirilmesi, cesedin “bozulmamış” olacağına bir işaret olarak kabul edilebilir. Kuran’da 1400 sene evvelden haber verildiği gibi, halen tarihsel bir belge olarak bulunan bir ceset Kahire’deki Mısır Müzesi’nin Kraliyet Mumyaları Odası’nda sergilenmektedir. Büyük bir ihtimalle, sular üstüne kapanıp boğulduktan sonra, Firavun’un cesedi kıyıya vurmuş ve Mısırlılar tarafından bulunarak önceden yapılmış olan mezarına götürülmüştür.189

189. http://www.angelfire.com/az/miracles/Archaeology.html

Video: https://www.youtube.com/watch?v=FH7FtXThpwM

Kuran Mucizeleri internet sitesi: http://kuranmucizeleri.com/

Kuran Mucizeleri – Cilt 1
http://harunyahya.org/tr/Kitaplar/825/Kuran-Mucizeleri-%E2%80%93-Cilt-1

kuran mucizeleri cilt 1 harun yahya adnan oktar

Kuran Mucizeleri – Cilt 2
http://harunyahya.org/tr/Kitaplar/19383/Kuran-Mucizeleri-%E2%80%93-Cilt-2

kuran mucizeleri cilt 2 harun yahya adnan oktar

Kuran Mucizeleri – Cilt 3
http://harunyahya.org/tr/Kitaplar/17432/Kuran-Mucizeleri-%E2%80%93-Cilt-3

kuran mucizeleri cilt 3 harun yahya kitap

Barışın önündeki engel: Bağnazlık – Harun Yahya (Adnan Oktar)

adnan oktar yobaz yobazlar bagnaz bagnazlar

 

Sokakta kime sorarsanız size dünya çapında barışı sağlama ihtimalinin çok düşük olduğunu söyleyecektir. Nereye baksak çatışmalar, iç savaşlar ve ciddi gerilimlerin olduğunu görüyoruz…

Aslında barış ve sükuneti tesis etmek Allah’ın dilemesiyle çok kolaydır.

Barışı tesis etmek için öncelikle yapmamız gereken dünyada yaşanan savaş ve çatışmaların arkasındaki gerçek nedenleri ortaya koymaktır.

İster kabul edelim ister etmeyelim, Ortadoğu görülmemiş bir aciliyetle yardım bekliyor. Bu ister İsrail, Irak ya da Pakistan’da dehşet saçan intihar bombacıları, ister Irak’taki mezhep çatışmaları, ister Afganistan’da bir türlü bitmeyen iç savaş ya da Suriye’deki kanlı iç savaş olsun, bölgede giderek şiddetlenen politik ve dini krizi görmezden gelmek mümkün değil.

Bu durum sadece bölgeyi değil tüm dünyayı etkiliyor. Müslüman ülkelerde görülen bu karmaşanın ana nedenlerinden birisi radikalizm ya da diğer adıyla bağnazlık…

Ancak bağnazlığın gerçek İslam’la karıştırılmaması çok önemlidir. Dindar bir çevreden gelip, Müslüman olduğunu iddia ederek din adına savaş başlatan, kan ve ölümleri teşvik eden kişiler yüzünden Müslüman olmayan bazı kişiler gerçek İslam’ı bağnazlıkla karıştırabilmektedir. Aslında bu kan dökücü sistemin gerçek İslam ile hiçbir ilgisi yoktur ve İslam’ın özüne  tamamen aykırı olan çok yanlış bir ideolojidir.

Bağnazlar, Kuran’da yeri olmayan yasaklarla insanların özgürlüklerini kısıtlamak isterler. Onlara göre gülmek, müzik dinlemek, masada yemek yemek, çatal ve bıçak kullanmak günahtır. Namaz kılmayanların öldürülmeleri, zekat vermeyenlerin dövülmeleri ve oruç tutmayanların da hapse atılmaları gerektiğini savunurlar. Hatta İslam’dan çıkıp başka bir dini benimseyen kişilerin ölümle cezalandırıldığı bazı Müslüman ülkeler bugün halen mevcuttur.

Bağnazlığın savunduğu din sapkın bir vahşet dinidir.  Böyle bir ortamda kimse düşüncelerini serbestçe açıklayamaz. Herkesin kendi fikirlerini benimsemelerini beklerler; aksi takdirde cezalandırılırlar. Oysa ki Allah Kuran’da bizlere  “dinde zorlama olmadığını” açıkça bildirmiştir. (Bakara Suresi, 256).

İslam dini; düşünce, ibadet ve fikir özgürlüğünü savunan, herkesin hakkını koruyan daha da önemlisi herkes için gerçek özgürlüğü tesis eden bir dindir. Müslümanların idaresindeki bir toplumda sadece Müslümanların değil (ya da sadece İslami bir mezhebin değil), Hristiyanların, Musevilerin, Budistlerin ve ateistlerin de dahil herkesin barış, adalet ve sevgi içinde yaşayabileceği bir sistem esas alınmıştır.

İstemediğimiz bir sıklıkla haberlerini duymaya devam ettiğimiz intihar saldırıları ve bombalamaların arkasındaki temel nedenlerden birisi Kitap Ehli’ni düşman olarak gören bağnaz düşünce yapısıdır; oysa ki Kuran’da Kitap Ehli olarak belirtilen Hristiyan ve Musevilere karşı hiçbir şekilde nefrete yer yoktur. Bunun tam aksine Müslümanlara, kitap ehline karşı sevgi ve şefkat göstermeleri, onları koruyup kollamaları öğütlenir. Allah, Müslümanların Hristiyan ve Musevilerin hazırladıkları yemeklerden yiyebileceğini ve onlardan hanımlarla evlenebileceğini Kuran’da açıkça belirtmiştir.  (Maide Suresi,5)

Bir önceki makalemde belirttiğim gibi, Malezya mahkeme kararının  Müslüman olmayanların ‘Allah’ ismini kullanmalarını yasaklaması bağnaz sistemi vurgulaması açısından önemlidir. Söz konusu kararın bir mantığı olmadığı gibi dinen de kabul edilebilirliği yoktur. Alınan bu karar İslam’a tamamen aykırıdır,  dolayısıyla kararın hemen iptal edilmesi gereklidir.

Gerçek İslam ve bağnazlık arasındaki diğer bir önemli fark ise bağnazların sanat ve güzelliği bir günah gibi görmeleri; Kuran’da ise sanat ve güzelliğin çok sıkça övülmesidir. Kuran’da Müslümanların bir araya geldiklerinde en güzel kıyafetlerini ve takılarını takınmaları emredilir. Cennet ise sanat, güzellik ve ihtişamın en yüksek noktasıdır. Dolayısıyla Kuran’da tarif edilen ve Allah’ın cennette olacağını haber verdiği kalite ve güzelliğin İslam dünyasında hakim olması gerekir.

Bağnazların Kuran’a tamamen zıt bir mantıkla kadınları yarı insan olarak gördükleri de bir gerçektir. Oysa bir toplumun kalitesi ve modernliği, o toplumda kadına verilen değerle doğru orantılıdır.

Kadın ve erkek Kuran’da her açıdan eşittir. Kadınlar ve erkekler, Peygamberimiz (sav) zamanında hayatın her alanında birlikteydiler. Peygamberimiz Hz. Muhammed (sav)’in eşi Hz. Hatice (ra)’ nin bölgenin önde gelen, ticaretle uğraşan kişilerden biri olması,  kadınların sosyal hayatta çok aktif olabileceğinin açık bir delilidir. Bu dönemde kadın ve erkek sahabeler, İslam diniyle yeni tanışanlara İslam’ı tebliğ etme ve sosyal barışı sağlama konusunda eşit haklara sahiptiler.

İnsanlar Kuran’daki sevgi anlayışını benimsediklerinde Allah’ın izniyle İsrail-Filistin anlaşmazlığı gibi konular da kalmayacaktır. Üç semavi dinin mensupları, aynı geçmişte olduğu gibi şimdi de Kudüs’te barış, sevgi, birlik ve kardeşlik içinde yaşayabileceklerdir.

Şu konu son derece önemlidir:  Radikal gruplara silah, darbe veya askeri güç ile karşılık vermek yalnız bu grupları daha fazla güçlendirir. Eğer insanlar bunun yerine İslam ve Kuran hakkında doğru bilgilerle donatılsalar, bu terör gruplarına verilen destek sona erer, bağnazların yanlış düşünceleri ortadan kalkar ve can damarları fikren kesilmiş olur.

Özellikle Batı dünyasındaki Müslüman olmayan kişilerin Müslümanlar tarafından bağnazlığa karşı verilen fikri mücadeleye destek olması gerekir. Bağnazlıkla mücadele eden Müslüman kurumların desteklenmesi ve etkilerinin daha güçlü şekilde ortaya koyulması gerekir.

Müslümanlar bağnazlığı ortadan kaldırarak gerçek Kuran ahlakına göre yaşamaya başladıklarında dünyadaki tüm insanlar mutluluk, barış ve huzura Allah’ın izniyle en kısa sürede kavuşacaklardır.

Makalenin orjinalini aşağıdaki linkten okuyabilirsiniz:

http://www.thejakartapost.com/news/2013/11/08/bigotry-stands-way-peace.html

Ücretsiz kitap: Münafıklıkla Mücadelenin Önemi
http://harunyahya.org/tr/Kitaplar/37794/Munafiklikla-Mucadelenin-Onemi

adnan oktar munafiklikla mucadelenin onmei bagnaz yobaz

Mısır’da ne yapılmalı?

adnan oktar misir harun yahya mursi darbe

 

Mısır’da, sandıkta seçilmiş hükümeti lağvederek demokrasiyi askıya alan ordu, şimdi de kendi meşrutiyetini sağlamak amacıyla “göstericilere meydanları yasaklama” gayreti içine girdi. Müdahale ile yönetime el koyan darbe yönetimleri “mutlak itaat” isteme gibi bir anlayışa sahip olurlar. Bu anti-demokratik ve hukuk dışı bakış açısıyla, halkın protestolarını engellemek için “yaşama özgürlüğü” dahil tüm hürriyetleri halkın elinden alırlar. Darbeciler bu despot ve zalim mantıkla, Mısır’da da olduğu gibi, kendilerini meşru görmeyen halkın kanını oluk oluk dökecek kadar zalimane bir hale gelirler.

Meydanlarda toplanarak “demokratik protesto hakkını kullanan halkı evlerine hapsetme” amacına yönelik, katliama dönüşen müdahale sonucunda geçen hafta hükümete göre 700 kişi öldü, Müslüman Kardeşler yetkilileri ise, 2000 kişiden fazla insanın şehit edildiğini,  10.000 kişinin de yaralandığını ifade ediyor. Sadece tek bir günde şehit edilen kişilerin toplamı, Hüsnü Mübarek’in devrilmesine kadar geçen 18 gün içinde öldürülen kişilerin toplamına eşit.  İşte bu olaylar sonucunda cunta hükümeti 1 aylık “olağanüstü hal” ilan etti.  Bu durum karşısında bazı Batı ülkeleri endişelerini dile getirdiler. Çünkü herkes çok iyi biliyor ki, Hüsnü Mübarek on yıllarca süren “diktatörlük” rejimini “olağanüstü hal” bahanesini öne sürerek meşrulaştırmıştı. “Olağanüstü Hal” aslında dikta yönetimine geçiş için “daha uygun bir bahane”den başka bir şey değildir.

New York Times’dan David Kirkpatrick Mısır’daki cunta rejiminin 25 şehre atadığı valilerin 19’unun generallerden oluştuğunu yazdı. Bu generallerin arasında, Hüsnü Mübarek döneminde görev yapmış, açıkça Mursi ve taraftarlarını korumayı reddetmiş, hatta onlara silah doğrultmuş kişiler de var.  Öyle gözüküyor ki General Sisi ve onun destekçileri, Hüsnü Mübarek döneminden çok daha baskıcı ve zorba bir yönetim tesis etmeyi amaçlıyorlar. 1952’de Nasır’ın kurduğu dikta rejimi, 2012’de sandıktaki demokratik seçimlerde İhvan’ın başa gelmesiyle son bulmuştu. Şu an halihazırdaki darbe yönetimi açıkça Mısır halkını 60 yıl öncesine geri götürmeyi amaçlıyor.

85 milyonluk Mısır’ın -nüfusu en fazla olan Arap ülkesi-  yüzde 10’unu Kıpti Ortodoks mezhebine mensup Hristiyanlar oluşturuyor. Ancak son günlerde, Kıpti papazın darbeye verdiği destek yüzünden İhvan üyelerinin Kıpti kiliselerine ve valiliklere saldırdığı yönünde yalan haberler yayılıyor. Ve bu konuyla ilgili hiçbir resmi açıklama yapılmıyor.  Örneğin Müslüman Kardeşler’in taraftarları, geçen hafta Hıristiyanları korumak amacıyla Cuma namazını Suhaf kilisesinin önünde kıldılar. Müslüman kardeşlerin Müslüman olmayan azınlıklara yönelik hoşgörülü tutumlarıyla ilgili daha pek çok örnek bulunmaktadır. Bununla birlikte ordu yanlısı Mısır medyası, Müslüman kardeşleri hükümet yanlısı çetelerin provokasyonlarının faili gibi gösteren yalan haberler yayıyor ve gerçekleri saptırıyorlar. Nitekim geçtiğimiz Cuma günü  Müslüman Kardeşler yeni bir açıklama yaptı ve barışçıl gösterilerden asla vazgeçmeyeceklerini bir kez daha ifade etti:

Bizim muhalefetimizin barışçıl olduğunu ve barışçıl olarak devam edeceğini, kendi topraklarımızı, onun kurum ve kuruluşlarını koruyacağımızı birçok kez teyit ettik. Biz her türlü şiddeti, terörizmin her çeşidini ya da mezhep ayrımına dayalı çatışmaları lanetliyoruz. Biz bunların hepsini kınıyoruz.“

Bir önceki makalemde de belirttiğim gibi,  Mursi ve Müslüman kardeşlerin yönetimlerini tekrar tesis etmek yönünde ısrarcı olmamaları gerekmektedir.  Ordu ve İhvan arasında görüşmeler hemen başlamalı ve iki taraf acilen asgari müşterekte anlaşmalıdır.  Halkı oluşturan bütün kesimin; yani Kıpti Hristiyanların, İhvan’a gönül verenlerin, seküler kesmin, Selefilerin, liberallerin ve toplumu oluşturan diğer tüm kesimlerin istekleri göz önünde bulundurulmalı, acilen demokratik bir uzlaşı sağlanmalıdır. Hırsla, kinle ve intikam hisleriyle değil, dostane, sevecen, hoşgörülü ve sabırlı bir yaklaşımla taraflar hakem ülkeler huzurunda ortak bir çözüme yaklaştırılmalıdır. Türkiye Ortadoğu’da örnek olarak gösterilen güçlü bir demokrasi olması sebebiyle taraflar arasında arabulucu rolü oynamaya en uygun ülkedir.

Bu görüşmelerde iki taraf da karşı tarafın makul istekleri olacağını göz önünde bulundurmalı, makul bir koalisyon ve geçiş hükümeti derhal kurulmalı, asker de kışlasına, asli görevi olan dış güçlere karşı ülkeyi koruma görevine dönmelidir. Geçiş sürecinin ardından kurulacak yeni yönetim ise mutlaka bağnazlıktan uzak, modern ve demokratik bir anlayışa sahip olmalıdır.

Karşı oldukları ve ülkenin neredeyse yarısından fazlasına tekabül eden bir grubun katliamlarla yok edilişini büyük bir sevinçle destekleyen bir kitlenin varlığı, bu yapının askeri cunta tarafından eleştirilmeyip hatta yoğun bir şekilde desteklenmesi, Mısır’ın çok daha karanlık bir noktaya gideceğinin göstergesidir. Bir ülkede, farklı görüşe sahip insanlara yönelik şiddeti desteklemek veya sadece seyretmek çok ciddi bir insanlık sorunudur. Örneğin bir twitter mesajında, ordu yönetimi tarafından hunharca işkence edilen ve daha sonra şehit edilen bir hanım kardeşimizin komşusunun bu dehşet sahnesini balkonundan gülümseyerek seyrettiğinden bahsedilmektedir. Mısır Özgürlük ve Adalet Partisi Dışişleri Sözcüsü Abdul Mawgoud Dardery  toplumun bir kesiminde oluşan bu tutumu CNN’e verdiği röportajda şu şekilde ifade etmiştir:

Cani ordu kuvvetleri hastaneleri yakıyor, insanları canlı canlı yakıyor. Bu daha önce Mısır tarihinde yaşanmamış bir olay.  Bu kişiler Mısır Ordusu ve Mısır Polis Güçleri ile birlikte kendi vatandaşlarını öldüren Mısırlılar olamaz.”

İşte tüm bu nedenlerden ötürü, Mısır’daki tüm taraflar acilen toplumda sevgi, merhamet, şefkat ve hoşgörüyü vurgulamalı, şiddetin her türlüsünü kınamalıdırlar. Özellikle de Mısır ordusunun barışı, dostluğu ve kardeşliği teşvik etmesi toplumda sevgi ve huzurun yerleşmesi için gereklidir. Şiddeti, kini ve nefreti tırmandırıcı değil, sevgisizlikten kaçınılan bir politika izlenmesi aciliyetlidir.

Şiddet bir ülkeyi adeta boğar, felç eder. Telafisi çok güç hadiselere sebebiyet verir.

Mısır’da bir sevgi ve muhabbet patlaması yaşanmalıdır. Mısır’ın sevginin merkezi olmasına niyet edilmelidir. Şiddeti meşru gören bir muhalefet ruhu ve gerginlikle ancak kan gövdeyi götürür. Bu durumda, Mısır ve Ortadoğu huzura ve barışa kavuşamayacak, bu karışıklık bütün dünyayı da derinden etkileyecektir.

Mısır’daki tüm olaylar kaderdedir. Karışıklıkları yaratan Allah olduğuna göre düzeltecek olan da Allah’tır – Adnan Oktar

adnan oktar misir mursi kader

 

Ahir zamandayız. Cenab-ı Allah tarihi nasıl yaptıysa o şekilde bize gösteriyor. İnsan zannediyor ki durduk yere Mursi’yi görevden alıyorlar. Halbuki daha Mursi annesinden doğmadan önce görevinden alınmıştı. Diyorlar ki El-Sisi görev başına geldi. O da daha annesinden doğmadan o oraya gelmişti. Baradey başbakanlıktan alındı diyorlar. Daha anasından doğmadan başbakanlıktan alınmıştı. Kader hiç değişmez.

Mesela orada Mısır’da baltacı takımı var. Onlar da öyle kaderlerinde şaki olarak yaratılıyorlar. Yoksa bir insan gidip birisini baltayla doğrayacak güçte olamaz. İstese de yapamaz. İradesi yetmez, aklı yetmez. Vicdanen güç yetiremez kimse, özel olarak yaratılır. Kaç kişinin toplanacağı, nasıl bağıracakları, kimin konuşacağı, kimin ne olacağı en ince detaylarına kadar belli.

Mesela havadan baktın mı kum gibi insan görünüyor. Alanlar Allah tarafından önceden hazırlanmış. İşte bir kısmı orada oturuyor. Bir kısmı öbür tarafta duruyor. Allah niye ikiye bölüyor? İmtihan olsun diye. Yoksa Cenab-ı Allah tüm Mısır’a İhvan kişiliği verir. Hepsi İhvan olur. Eğer otuz milyon İhvan olabiliyorsa, otuz milyon kişi daha İhvancı olursa konu biter. Ama Allah öyle yapmıyor. Bir kısmını başka türlü düşünür hale getiriyor. Birbirlerine muhalif hale getiriyor. Bazen birbirlerini sevdiriyor. Bazen birbirlerine düşman. Allah ayette “Daha önce birbirinize düşmandınız, Allah kalplerinizin arasını uzlaştırdı” diyor. Düşman olduğunda uzlaşmıyorlar. Allah Peygamberimiz (sav)’e, “Sen ne yaparsan yap onların kalplerini uzlaştıramazdın” diyor ayette. Ne kadar masraf yaparsan yap, ne kadar servet koyarsan koy uzlaştıramazdın. Allah kalplerini uzlaştırır. Bütün güç Allah’ın elinde.

 

“Olaylara siyaset gözüyle değil, iman gözüyle bakılması gerekir”

Oradaki yöneticilerin, ulemanın, alimlerin derin imanla olaya bakmaları lazım. Yoksa siyaset gözüyle bakarlarsa kavrulurlar. Çünkü siyaset gözüyle baktı mı, saf siyaset gözüyle bakarsa iman gözüyle bakmamış oluyor. O zaman bu Allah’ın zoruna gider.  Allah’ın beğenmediği bir şey olur. Allah’ın beğeneceği gibi hareket edilmesi gerekir. Çünkü olayları meydana getiren Allah olduğuna göre, olayları düzeltecek olan da Allah’tır.

 

“Mısır’daki yöneticiler nefret söylemine hiç yer vermeyip, mutlaka sevgiyi esas almalılar”

Yöneticiler, Rabbaniyun, bilgin yöneticiler orada sürekli Allah ile bağlantı içinde olacaklar. Derin düşünecekler. En akılcı hareket ne ise onu yapacaklar. En akılcı hareket sevgi.  Özellikle ahir zamanda en büyük silah, her zaman öyledir de, en büyük silah sevgidir. Israrla sevgi, hiç nefret söylemine yer bırakmamak lazım. (7 Temmuz 2013, Adnan Oktar, A9 TV)

“Mısır’da da Çin’de de, her iki tarafın da huzur içinde olmasını istiyoruz” – Adnan Oktar

adnan oktar cin harun yahya misir mursi

 

Oktar Babuna: İyi günler sayın izleyicilerimiz. Çok değerli konuklarımız var bugün. Mısır’dan Mısır Adalet ve Kalkınma Partisi Eski Dış İlişkiler Komitesi Sözcüsü Dr. AbdulMawgoud R. Dardery ve aynı zamanda Çin Büyükelçiliğinden Wang Xiaoning ve Cheng Weihua.

Adnan Oktar: Hepsi için çok önemli konular var, Mısır’da çok önemli, Çin’de çok önemli. Çin’le ilişkilerimizin çok iyi olmasını istiyoruz. Çinlilerin bir özelliği vardır, çok güler yüzlüdürler, çok sevecendirler. Biz de onları o yüzden ayrıca seviyoruz. İnşaAllah oradaki Türk kardeşlerimizin de, Çinli kardeşlerimizin de huzur, bereket içinde rahat yaşamalarını istiyoruz.

Ama tabi Mısır’daki olaylarda çok bizi rahatsız ediyor. Tedirgin ediyor. Mısır’da da her iki tarafında huzur içinde olmasını istiyoruz. Barış içinde, kardeşlik içinde yaşamalarını istiyoruz. Darbelere karşıyız. Adı ne olursa olsun darbeye karşıyız. İllaki demokrasi, illaki demokrasi diyoruz. Ama Hocamız zaten bizim kardeşimiz, ama Elçimiz, yeni misafirimiz Hocamıza nazımız geçer, biz Elçimizden başlayalım, İnşaAllah.

Adnan Oktar: Çin Devleti’ne güveniyoruz, sizlere çok güveniyoruz ama Doğu Türkistan’la ilgili bize haberler geliyor. Biz de bundan çok mutazarrır oluyoruz, siz açıklık getirirseniz bizlere, böyle güzel, müjdeli haberler verirseniz çok memnun oluruz. Mesela bize en son olarak 18 Haziran tarihinde, 8 yaşında Doğu Türkistan’lı Müslüman bir genç kızın Çin polisi tarafından tecavüze uğradığı, sonra kız çocuğunun boğularak öldürüldüğü, sonra parçalara ayrılıp sokağa terk edildiği, bu polisin tutuklanmadığı, halen görevine devam ettiği söyleniyor. Buna en güzel cevabı herhalde siz verirsiniz. Bu konu hakkında bizi aydınlatır mısınız?

Wang Xiaoning: Öncelikle Sayın Hocam size çok teşekkür ederim. A9 kanalının programına katılmaktan çok mutluyuz ve değerli misafir arkadaşlarımızla da tanışmaktan son derece memnunuz. Sayın Hocam ve Sayın sunucu beyefendi Çin halkına güzel sözlerinizden dolayı da ayrıca teşekkür ediyoruz.

Uzun zamandır Çin ve Türkiye arasında özellikle Sincan konusundaki bilgiler, direkt iletişim kanallarımız olmadığı için, çoğu zaman ikinci el bilgiler geliyor Türkiye’ye. Bunların çoğu Batı ülkelerinin medyasından geliyor. Dolayısıyla biz Türkiye’deki Çin Büyükelçiliği olarak, bizim en önemli görevlerimizden bir tanesi de Çin ve Türkiye arasındaki gerek resmi gerek gayri resmi, gerek resmi olmayan kuruluşlar arasındaki direkt temaslarını kurmak ve yoğunlaştırmaktır. Dolayısıyla sizlere bu vesile ile de bize bu fırsatı verdiğinizden dolayı da çok teşekkür ediyorum. Demin sizin bahsettiğiniz bu dava, bu vaka konusunda ben direkt bilgi sahibi değilim.

Bu somut vaka konusunda bilgi sahibi değilim ama bir Çin’li olarak tecrübelerimize dayalı olarak, Çin yasal bir ülkedir. Polis bu yasa ülkesinin yasalarını yürütmenin çok önemli bir parçasıdır. Sincan’da olsa, Çin’in diğer bölgeleri de olsa eğer yasayı ihlal eden bir kişi, polis eğer yasaya aykırı bir şekilde suç işliyorsa ve hatta suç işledikten sonra serbestçe dolaşabiliyorsa bence bu mantıklı değildir.

Çin’li polis olan bir arkadaşım var. Çin’li polisler şu anda silahla sokağa çıkabiliyor. Eğer silah kullanırsayani ateş açıyorsa gerek kendini savunmak için gerek herhangi bir sebepten dolayı ateş açıyorsa, bu olaydan sonra kendi patronuna, üstteki yetkililerine yazılı şekilde rapor vermesi gerekiyor ve bu ateş açılması ile ilgili yaşanan tüm olayları anlatması gerekiyor. Yani bu konuda polis gerçekten çok sıkı kontrol ediliyor. Çok özür diliyorum bu somut vaka için çok uzun konuştum. Yani ben kısacası şunu demek istiyorum;Çin’de hiç kimse yasanın üstünde olmaz. Özellikle de bu yasayı icra eden bir kişi ise.

Adnan Oktar: Yani hukuk, kanun Çin’de geçerli diyorsunuz. Demokrasi Çin’in vazgeçilmesidir tarzında bir üslup. Ama Büyükelçimiz de herhalde detaylı bir bilgi de bilmiyorum dedi, başlangıçta. Bize sonra daha detaylı bilgi vereceğini umuyorum. Daha detaylı araştıracağını umuyorum. O zaman meseleyi daha girift yönlerinden tam kavramış oluruz ama Sayın Elçi’nin iyi niyetinden eminim, sizlerin de iyi niyetinden eminim.

Şimdi Dardery Hocamızdan bahsedelim. Nedir bu Mısır’daki olaylar, ne yapacağız? Nasıl olacak? Hayra bir gidişat var. Ama sizin görüşünüzü kardeşlerimizin duyması bizim için çok önemli.

Dr. Dardery: Öncelikle beni buraya davet ettiğiniz için teşekkür ediyorum. Türk halkı ve Başbakan’a da çok teşekkür ediyorum verdikleri destek için. Çinli konsolos temsilcisi beyefendinin de burda olmasından çok memnunum ayrıca. Umarım Mısır’daki sorunlarla da ilgilenirler, desteklerler. Mısır’da binlerce yıldan beri başkan seçilmesi mümkün değildi. İlk defa böyle birşey gerçekleşiyor. İngilizler geldiğinde Mısır’a özgürlük  vermediler. Askeri rejim vardı. 1950 yılında ordu darbe ile devraldı. 2-3 defadır hep darbenin seçtiği bir başkan vardı. Diktatör Mübarek vardı en sonunda, Hüsnü Mübarek vardı. O da diktatörlükle yönettiği ülkeyi şimdiye kadar. Bugüne kadar 6 seçim oldu. Demokrasi geldikten sonra en barışçıl devrim oldu bu şimdiye kadarki. Özgürlük ve Adalet Partisi %60 gibi büyük çoğunlukla iktidardaydı. Ancak belli güçler diktatörlük istedi. Araya girdiler ve kanlı bir darbe oldu. Bu Mısır halkına da saygısızlıktır. Onların demokrasisine saygısızlıktır. Mısır halkı kendi başkanını seçmek istiyor. Ancak bir kuşatma altında.

Adnan Oktar: Genel olarak dünyada bir güzellik olacak ama dostluk ve kardeşlik çok önemli. Mesela Çin; biz Çin’i tarihin en eski devirlerinden beri severiz. Barışçıl bir millettir, neşeli bir millettir, sanatçı bir millettir. Bilime çok katkısı olan bir millettir. İlk bilimsel buluşlar, tarihi buluşlar hep kağıttan tut füzeden çık, hep Çin’den. Hakikaten hep sevecen, neşeli insanlar. Biz Çin’in iyi olmasını istiyoruz. Kardeşlerimizle de böyle sarmaş dolaş, mutlu, sevinç içinde yaşamalarını istiyoruz. Zaten onlara emanetler orada da kardeşçe yaşayacaklarını umuyoruz. Ama tabii biz herşeyin açıklığa kavuşmasını , o dostluk havasının iyi pekişmesini istiyoruz. Yoksa biz Çin’in iyi niyetinden de eminiz. Bir ırk düşmanlığı, bir ırk karşıtlığı Çin’den ummuyoruz.

Çünkü her dinden insan var; Budist’te var, Hristiyan’da var, Müslüman’da var Çin’de, dinsiz olanlarda var. Herkese eşit mesafede olduklarına inanıyoruz. Ama bize sürekli bu tip haberler geliyor. Çok sayıda ama tabii şimdi Elçi’yi çok yormuş oluruz eğer hepsini teker teker sorarsam. En iyisi ben yazılı sunacağım. Yazılı olarak Elçilik bize kısa kısa, derli toplu cevap verirse yine Sayın Elçi’ninde yanında onları süratle kısa kısa vatandaşlarımıza anlatırız. Açıklığa kavuştururuz. Bunu bir ziyaret olarak kabul edelim. Bir daha ki sefere bunları çok kısa ve özlü teker teker, seri olarak cevaplar verecek şekilde hazırlayalım.

Dolayısıyla bu acı haberler hiç duyulmasın artık. Bunlar tarih olsun, kapansın. Türkiye ile de Çin çok sıkı bir işbirliği yapsın. Çin’e dostluk gözüyle İslam alemi bakıyor, bir tek Türkiye değil. Bütün İslam alemi bakıyor. Çin daima doğrudan yana, iyiden yana olduğunu düşündüğümüz bir ülke. Yani hep haklıdan yana olduğunu düşündüğümüz bir ülke. Kötüden yana, zalimden yana olmaz Çin. Biz öyle düşünüyoruz. Onun için bunu iyice pekiştirelim daha bir canlı olarak Çin ortaya çıksın. Mesela Mısır’ın mazlumluğuna da destek versin, Türkiye ile de çok güçlü bir işbirliği içinde olsunlar. Bu kardeşliği iyice pekiştirip acıları yeryüzünden tamamen kaldıralım. Çin hakikaten hep tarih içinde baktığımızda hep sevecenliği ile tanınan bir millet. Resimlerde hep güler yüzlüdürler. Evler falan çok hoştur. Üslup çok hoştur. Saldırgan değildir Çin. Yani saldırgan bir üslubu yok hep barışçıl bir yönü olmuştur tarih içerisinde. Büyük tarihi bir millet, tanınan bir millet. Çin’in biz adil olduğuna, sevecen olduğuna inanıyoruz. Dünya’ya daha iyi Çin’i tanıtalım. Çin milletini herkes sevsin. Çin de herkesi sevsin. Ve adaletten yana, haktan yana tavrını Çin daha güzel ortaya koysun.

Çünkü büyük bir güç Çin. Yani Çin’in desteklenmesi durumunda da Çin daha da güçlenir. Mesela Türkiye daha da desteklesin Çin’i. Ekonomisini desteklesin, haklı olan güzel yönlerini desteklesin. Türkiye ile işbirliğini iyice güçlendirelim ama özellikle İslam ülkeleri ile Çin’in bağını iyice güçlendirelim. Çünkü çocukluğumuzdan beri Çin deyince hakikaten üstümüzde bir korku olurdu. Ama şu an gittikçe dağılıyor bu. Çin çünkü bilinmiyor. Bilindikçe insanlar daha çok sever. Bilindikçe daha rahatlar. Bilinmezliğin verdiği o karanlığı tamamen dağıtalım.

Sayın elçimize biz yaklaşık 20 tane madde var onları bir sunalım. Sayın elçimizde bir şeyler diyecektir. Sonra kapatalım inşaAllah.

Wang Xiaoning: Herkese çok teşekkür ediyorum. Bir araya gelmekten çok memnunum. Burada özellikle sizlere Çin’e karşı duyduğunuz iyi niyetleri, dostluk duygusu içinde bizleri çok memnun etti. Ve ayrıca sizlerin Çin hakkındaki olumlu beklentileriniz için de çok sevinçle karşılıyoruz.

Çin dünyadaki bütün ülkeleriyle özellikle Müslüman ülkeleriyle bizim aramızdaki kültürümüz, yaşam tarzımız, düşüncelerimiz farklı olabilir ama herkesle  dost olmak, birlikte barış içerisinde yaşamak hoşgörü ile bir arada yaşamak istiyoruz. Ve böyle de olacağını ümit ediyoruz.

Adnan Oktar: Çok güzel. MaşaAllah, MaşaAllah. Allah hayır getirsin, güzellik getirsin. Farklı kültürler, farklı dinlerde olabilir ama Allah dünyayı bize huzurlu, güzel yaşamamız için yarattı. İnşaAllah herşey çok güzel olacak. Görüyorsunuz iyi niyeti, sevgiyi inşaAllah bu güzellik, bu iyilik dalga dalga yayılacak ve dünyayı sevgi saracak inşaAllah. (11 Temmuz 2013, A9 TV)

“Krizin çözümü için Mısır’lı liderler Türkiye’nin hakemliğinde burada bir toplantı yapsınlar”

adnan oktar misir mursi

 

“Mısır’da darbe güçlerinin, Mursi’ye destek gösterilerini sona erdirmek için yeni bir plan hazırladığı iddia edildi. İddiaya göre 2 gün içinde uygulamaya geçecek planda, meydanlara yiyecek girişi engellenecek, su ve elektrik kesilecek. Bu yeni operasyonda 5 bin kişinin ölebileceği tahminleri yapıldı.

 ADNAN OKTAR: “İnatlaşmayla olmaz. Mursi’nin de metodunu değiştirmesi lazım. Hepsi gururuna düşkünler ama her şeyin bir makulü vardır. İki tarafı da sakinleştirmek gerekiyor. Ordu ve karşıtlar bağnazlıktan korkuyorlarsa “bunu hemen ortadan kaldırıyoruz” derler. “Tedirgin misiniz, gelin iktidara da ortak olun, biz kazanmış olsak bile gelin size bakanlık verelim, birlikte idare edelim” demeleri gerekir. Bu kadar.

Mursi boş yere tutuluyor, Sisi de “Beni ne zaman öldürecekler” diye gece-gündüz korku içinde yaşıyor. Hepsi gelsinler Türkiye’de bir toplantı yapalım. Konu bu şekilde hallolsun. Türkiye’ye gelsinler. Sisi de gelsin, Mursi’yi de getirsinler, ABD heyeti de, Türk heyeti de katılsın, tek bir sohbet ortamında konu hallolur. 1 kişiyi de hakem yapacaklar, ama o hakemin kararına da razı olmaları lazım.

Kim hakem olabilir? Tayyip Hocam da olabilir, Dışişleri Bakanımız olabilir, çok efendi, bayağı güzel bir insan. Dışişleri Bakanımız sorsun onlara, “Şunun bir ortasını bulalım ve konuyu bitirelim” desin.

Bağnazlıktan çıkmak zaten Mursi taraftarlarının da faydasına. Onların da lehine. Ama tabi onlar bağnazlık olduğu kanaatinde değiller, onu dinin emri zannediyorlar oysa dinin emri değil, bağnazlık o.

Mesela bakın Gannuşi kazandığı halde liberalleri de hükümete almış Tunus’ta. Çok güzel yapmış, ne gerek var adamları tedirgin etmeye.

Mısır’daki hükümet toplantılarına Ordu mensuplarının da katılması iyi olur. Ama Ordu’nun bu toplantılarda saygılı, efendi olması önemli. Hükümeti tedirgin edecek şekilde, üst perdeden bir tavırla olmaz tabi.” (12 Ağustos 2013, Adnan Oktar, A9 TV)