Adnan Oktar evlenmediği için pişman oldu mu?

adnan_oktar_kedicikleri_tulay_kumasci_evlilik

Adnan Oktar evlenmediği için pişman oldu mu?
video: https://www.youtube.com/watch?v=ml8pAOo7xQE

 

“Adnan Bey, evlenmediğiniz için hiç pişman oldunuz mu? Hayatınızda sizden bir parça olmasını istemez miydiniz? Yani çocuğunuzun olmasını istemez miydiniz?” Halime Yazar. Buradaki bütün gençler benim çocuğum zaten. Bu kadar çok çocuğu olan bir aile var mı? Aşiret sahibi olsa bile insan bu kadar çocuğu olmaz. Hem yetişmiş, terbiyeli, eğitimli.

KARTAL GÖKTAN: Vesilenizle.

ADNAN OKTAR: Üç yaşında da çocuğum var. İki yaşında da var. Bir yaşında da var. Elli beş-altmış yaşında bile çocuğum var yani. Ne güzel işte. Bütün çocuklar Allah’ındır. Şahıslar “benim çocuğum” diyor. Senin çocuğun değil. Allah’ın, Allah’a ait, Allah seni vesile ediyor. Sen gölge varlıksın. Senin nereden çocuğun olsun? “Benden oldu.” Senden oldu gibi gösteriyor Allah. Senden oluyor. Doğrudan yaratan Allah’tır. Bağımsız, müstakil yaratılır her insan. İşte “Ayşe’den doğma Mustafa’dan olma” yok öyle bir şey. O sana öyle gösterilir. Allah spermi vesile yapar. Spermden insan olmaz. Allah yaratır. Allah’ın insan yaratmak için sperme ihtiyacı olmaz. Yumurtaya ihtiyacı olmaz. İnsana ihtiyacı olmaz. Doğrudan Allah yaratır. Yavaş yavaş yavaş gelişiyor gibi gösterir. Vesile olması, sebep olması için o kadar. Mesela biz Peygamberimiz (sav)’in evlatlarıyız. Mümin olan kişiler, kim varsa evladıdır Resulullah (sav)’ın. Tabii ki, babaya da ihtiyacı yok. Anneye de ihtiyacı yok. Anneyi babayı Allah sebep diye gösteriyor. Anneden babadan hiçbir insan doğmaz. Olmaz, öyle bir şey yok. “Benim oğlum” diyor. Senin değil Allah’ın yarattığı varlık. Senin gibi gösteriyor Allah. Senden olmuş gibi gösteriyor. İşte ona doğum sancısı gösteriyor Allah. Doğuruyor gibi gösteriyor. Yaratan Allah’tır.

Evlenmediğim için bilakis pişman olma bir yana çok büyük hayır gördüm. Belki iki çocuğum olacaktı şu an yüzlerce çocuğum var Allah’a çok şükür, kardeşim var. Çocuğun olur senin başına bela olur. Nitekim de gördük baş belası oluyor çocuğu. Bazen de hayırlı olur. Ama bak benim evlatlarımın hepsi hayırlı. Hayırlı olmayan bir tane evladım yok. Vefalı, sadık, güzel ahlaklı, temiz, nezih.

Kıyamet yakın, kıyamet yakın. Şimdi doğanlar bozulmayı görmeye başlayacaklar. İslam’ın hakimiyetini de görecekler. Bozulmayı da görecekler. Ama 2082’lerde doğanlar hep felaketleri görecekler. Belaları görecekler. Rahat yaşayacak olan bu son nesildir şu an doğanlar. En keyifli, en nimetli nesil bu yeni doğanlardır şu aralar. Bunlar İslam’ın hakimiyetini görüyor. Sadece sonunu görmüş olacaklar. Ama bak sonunu da görmüş oluyorlar. Ama iyi günlerin tamamını görmüş olacaklar. Ama bozulmayı da görecekler. Çünkü 2016’dayız. 2082, altmış altı sene var. 66 yaşın üstünde olacağına göre insanlar. Çoğu öyledir altmış altının üstünde yaşar.  Bozulmayı da görecekler.

OKTAR BABUNA: Yüz dört sene de kıyamete kadar inşaAllah.

ADNAN OKTAR: Evet, yüz dört sene de yani 2120. Yüz dört sene var kıyamete. Yüz dört sene bir insan ömrü. Uzun bir insan ömrü. Yazsınlar. Bir granit kayaya yazalım. Eğer o kaya dediğimiz tarihi geçerse tamam. Tuzla buz olacak o kayalar o yılda. Ne demek istediğimi anlamışlardır.

Evlenmediğim için de İslam’a hizmetimi bütün gücümle ve tam yapmış oluyorum. Tam günümü ayırmış oluyorum. Öbür türlü hanıma ayıracaksın. Çocuklara ayıracaksın. İş yerine gideceksin. İş yerinden geleceksin hanımı ailesine götüreceksin. Ertesi gün yemek yemeye götüreceksin. Çocuğu okula kaydettireceksin. Tebliğ, cumartesi günleri Nurcular toplantı yapacak Nur talebeleri. Oraya gidip çay içeceksin. Bitkin düşüyorlar zaten. Uykusuz. Saat sekiz- dokuz gibi falan geliyorlar. On gibi falan uykuları geliyor kafaları düşmeye başlıyor. Oradan da eve gidiyorlar. Bu tebliğde bu olacaktı. Ne Darwinizm böyle yerle bir edilecekti. Öyle bir şey olsaydı. Evli olsaydım. Allah vermesin. Ne İngiliz derin devleti böyle darmakeşan olacaktı, ne Rumiliğin iç yüzü ortaya çıkacaktı, ne homoseksüellerin saltanatı son bulacaktı, ne iman hakikatleri bu kadar geniş yayılacaktı. Münafık alametlerinden hiç kimsenin belki haberi olmayacaktı. Biz de işimizde gücümüzde olacaktık. Çoluk çocuk, kaynana, kayınbaba onunla uğraşacaktık. Allah bak iki evlat yerine yüzlerce evlat verdi. Ve mükemmel bir İslami tebliğ imkanı sağladı. En hayati konuları Allah bize nasip etti.  Üç yüzün üzerinden kitap yazdım. Allah’a şükür. O kitaplar da yazılmayacaktı. Yüzlerce belgesel hazırlandı. Onlar da hazırlanamayacaktı. Yüzlerce internet sitesi milyonlarca ziyaretçisi olan. Onlar da yapılamayacaktı. Dünyanın en ünlü gazetelerinde sürekli yazılarım çıkmamış olacaktı. Dünyaya dalanlarla biz de dalıp gitmiş olacaktık. Hayır, yapanları kınamıyorum. Ama ben yapamam. Ben böyle bir hayata girmem. İslam’a, Kuran’a hizmetin dışında bir hayatı kabul etmem ben.

OKTAR BABUNA: Altı senedir her gün yayına çıkıyorsunuz. Haftada yedi gün, ayda otuz gün.

ADNAN OKTAR: Kırk yıldan beri bir gün tatil yapmadım. Maddenin hakikatini kimse bilmeyecekti. Maddenin hakikati gizli kalmıştı. Dünyanın bilmediği bir şeydi. Matrix filmi falan ondan sonra çıktı. Kitapları film yapımcılarına gönderdim iki yıl sonra Matrix filmini hazırladı adamlar.

KARTAL GÖKTAN: Bağnazlığın ve İslamofobinin hakim olduğu bir dünyada İslam’ın modern ve aydınlık yüzü olarak İslam’ın nasıl yaşanması gerektiğini hem anlattınız, hem örnek olarak gösterdiniz.

ADNAN OKTAR: Bir Müslümanın dans edebileceği, plaja gidebileceği, eğlenebileceği tahayyül dahi edilemezdi. Hele bir hocanın, şeyhin kalkıp böyle kaşıkla oynayacağı, neşeli olacağı, espriler yapacağı tahayyül bile edilemezdi. Adamların suratlarını görüyorsunuz. Modern İslam anlayışını ilk defa dünyaya gösterdik. Bizim dışımızda böyle bir model yok. İlk defa Kuran’ın yeterliliğini bu kadar kapsamlı anlattık. İlk defa bağnazlığı akılcı ve şefkatli bir üslupla yerle bir ettik.

YASİN GÖKER: Ve Allah’ın varlığını bilimsel olarak anlatıyorsunuz kitaplarınızda. Kuran mucizeleriyle, iman hakikatleriyle, ezbere değil.

ADNAN OKTAR: Tabii, Allah’ın varlığını ve birliğini bilimsel, akılcı, delillere dayalı, mukni olarak anlatan izah eden bizden başka da yok.

Binlerce Anadolu’da konferans verdik. Yurt dışında da yüzlerce konferans verdik. Ve halen de devam ediyor. PKK’ya birçoğu neredeyse teslim olmuştu. Sayın Öcalan’lar, Muhterem Öcalan’lar falan havalarda uçuşuyordu.  PKK’yı rezil kepaze ettik. PKK’nın bütün oyunlarını ortaya serdik. PKK tehlikesine karşı hükümet akıl almaz bir atağa geçti. Yoksa çözüm süreci, düğüm süreci bilmem ne falan diye ortaya çıkmışlardı biliyorsunuz.

KARTAL GÖKTAN: Etkinizin ne kadar büyük olduğu da gelen tepkilerden anlaşılıyor. Fransa’da kitaplarınız ulaştıktan sonra “bütün fikir sistemimizi alt üst etti bu kitaplar” diye açıkladılar.

ADNAN OKTAR: Fransa, kitaplar gittikten üç sonra açıklama yaptılar. “Fransız tarihinin en büyük felaketi” diyor. “Gökten felaket yağıyor” diyor. “Atom bombası” diyor. Kardeşim Hitler’in işgalinde bile böyle bir şey dememişlerdi adamlar. İhtilal bütün Almanya’yı aldı. Orada böyle bir şey demediler.

İBRAHİM AKMUGAN: Osmanlı’nın neden yıkıldığını delilleriyle, belgeleriyle gösterdiniz. İlk defa tarihi bir bilgi bu şekilde insanlara ulaşmış oldu.

ADNAN OKTAR: Hiç bilinmiyordu. Abdülhamit’i kahraman gibi gösterdiler. Halbuki Abdülhamit döneminde Osmanlı yıkıldı zaten. İsrail devletini kuran kurdurtan Abdülhamit’tir. Allah razı olsun. O konuda takdir ediyorum ama Osmanlı’nın yıkılışı konusunda büyük bir felaket olduğu için şiddetle kınıyorum. Hiç savaş yapmadan bütün Osmanlı’yı teslim etti.

YASİN GÖKER: Mesnevi’deki İslam’a aykırı yerleri gösterdiniz kaynaklarıyla.

ADNAN OKTAR: Mesela o da hiç bilinmiyordu. Ne kadar homoseksüel, ateist varsa Avrupa’da hepsi Rumi. Önüne geleni Rumi yapıyorlar. Halbuki adam tanımaz bilmez. Fakat Rumilik deyince adamın bildiğin İslam dışı her şey olarak biliyor. İslam’ı kabul etmeyen her şey olarak biliyor.

OKTAR BABUNA: Atatürk’ü yanlış tanıtıyorlardı o imajı tamamen düzelttiniz gerçek Atatürkçülüğü.

ADNAN OKTAR: Tabii, Atatürk mesela yanlış biliniyordu, milletin içerisinde Atatürk’e muhalif esaslı bir kanat vardı, bu kanadın görüşlerini tamamen ortadan kaldırdık. Atatürk sevgisini, Atatürk’e olan saygıyı pekiştirip oturtturduk. Atatürkçü görünenler de Atatürk’ün dindar olduğunu görünce Atatürk’ü bıraktılar, Atatürk’ten hiç bahsetmez hale geldiler bu da çok manidar.

ŞERİFKAN SÜLEYMANİYELİ: Yaptığınız tebliğe karşı hiçbir ücret talep etmiyorsunuz, kitaplarınız her yerde ücretsiz dağıtılıyor.

ADNAN OKTAR: MaşaAllah.

ŞERİFKAN SÜLEYMANİYELİ: Milyonlarca kitabınız internet sitelerinden ücretsiz indiriliyor.

ADNAN OKTAR: Mesela münafıkların günümüzdeki halini kimse bilmiyordu yani çünkü münafıklar öyle bir zırha bürünmüşler ki, modern bilimin teknolojinin bütün imkanlarını kullanıyorlar Müslümanları yerden yere vuruyorlar ama kimse bunun farkına varmıyordu, münafıkların ne olduğunu anlattık.

Mesela darbe günü, ilk darbenin geçersizliğini anlatan bendim. Ne Başbakan ortada ne Cumhurbaşkanı ne Kuvvet Komutanı kimse ortada yoktu. İlk, darbenin geçersizliğini milyonlarca kişiye duyuran ben oldum. Çok kapsamlı, kuvvet komutanlarını konuşmaya davet ettim, siyasi partileri, Tayyip Hoca’yı herkesi konuşmaya davet ettim, ‘hemen bir açıklama yapın’ dedim, ‘Milletvekilleri de meclise gitsinler’ dedim. Milletin direnmesini söyledim darbeye karşı ve ‘darbe geçersiz sahte bir darbe’ dedim.  ‘Oyun oynuyorlar’ dedim yani ordunun bütün ordunun kabulüyle meydana gelen bir darbe değil ama tabii onu da kabul etmeyiz ayrı bir şey.

Mesela entelektüel kültürlü gençliğe İslam’ı ilk defa biz anlattık. İslam’la aralarındaki bütün bağ kopmuştu entelektüel seçkin kesimle yani sosyetenin İslam’la aşağı yukarı bütün bağları kopmuştu, bu bağı sağlamış olduk ve İslam’a hizmet edebilecekleri duruma gelmelerini sağladık inşaAllah.

YASİN GÖKER: Mason localarına tarihte ilk kez Kuran okuttunuz.

ADNAN OKTAR: Tabii masonluğu da İslam’a hizmet eder hale getirdik. Masonluk dedin mi, şeytanın ordusu gibi biliniyordu, onların İslam’ın hizmetkarı haline getirdik elhamdülillah.

KARTAL GÖKTAN: Kitap ehline yanlış bir bakış açısı vardı kimi Müslümanlarda, onlardan samimi iman edenler olduğunu, onlara sevgi duymamız gerektiğini anlattınız.

ADNAN OKTAR: Tabii, Musevi düşmanlığını ortadan kaldırdık, Hristiyan düşmanlığını ortadan kaldırdım, Alevi düşmanlığını ortadan kaldırdım, Şii düşmanlığını ortadan kaldırdım, vesile olduk.

İBRAHİM AKMUGAN: Şu an cemaatlere bir saldırı var, akılcı bir şekilde siz cemaatlere sahip çıkıyor ve koruyorsunuz.

ADNAN OKTAR: Müslüman cemaatlere sahip çıkan hiç kimse yok ve İngiliz derin devletinin teşvikiyle cemaatlere yönelik bir yok etme operasyonu vardı yahut aşağılama, itibarsızlaştırma operasyonu vardı, bunu da ortadan kaldırdık Allah’a çok şükür.  Sedd-i Zülkarneyn gibi.

TARKAN YAVAŞ: İnsanların dindarlaşmasına vesile oldunuz Hocam inşaAllah, çok daha dindar ve Kitap’a Kuran’a Allah’a sadık oldular inşaAllah

ADNAN OKTAR: Kar, kış, soğuk, sıcak, bayram, yılbaşı her gün canlı yayındayım. Yılbaşında adamlar tarihe karışıyorlar birçok insan, bayramlarda ortada yoklar, tatillerde ortada yoklar. Ben en sıcak günlerde buradayım, bütün tatillerde buradayım, yılbaşlarında buradayım.

OKTAR BABUNA: Darbede buradasınız.

ADNAN OKTAR: Darbede buradayım, her şeyde. Darbede birçoğu araziye geçti. Mesela şehitliği felaket gibi gösteriyorlardı, cenaze marşıyla falan şehit kaldırıyorlardı, muazzam bir felaket gibi gösteriyorlardı şehitliği. Şehitliğin nimet olduğunu, şeref olduğunu, Kuran’ın üslubu olduğunu, Allah’ın bize bu şekilde anlattığını bütün halka duyurduk ondan sonra muazzam bir şahadet özlemi gelişti gençlerde. Zaten bu 15 Temmuz kalkışmasında da gördünüz, müthiş bir şahadet özlemi gelişti gençlerde maşaAllah.

TARKAN YAVAŞ: Kadınlara olan sevgiyi saygıyı siz vesile oldunuz Hocam inşaAllah.

ADNAN OKTAR: Tabii, kadınlara çocuklara olan sevgi, kediden bile nefret ediyordu birçok insan, kedileri sevdirdik. En başta insanları sevdirdik, kardeş olma ruhunu verdik, cemaatlerin birbirleriyle dost olması için gayret ettik ve ediyoruz da halen. Kadınlara olan nefreti ortadan kaldırdık, kadın aleyhtarı bütün hurafeleri deşifre ettik. Çocuk sevgisini insanların kalbine koyduk geliştirdik.

KARTAL GÖKTAN: Aylardır her gün sevgi etiketi yapıyorsunuz.

ADNAN OKTAR: Evet her gün tabii, sevgi ana gündemimiz.

YASİN GÖKER: Mehdiyet’in tüm delillerini siz anlattınız Hocam.

ADNAN OKTAR: Biz olmasak Mehdiyet unutulup gidilecekti, bütün güçleriyle hepsi bastırdılar. Mehdiyet’i en akılcı, en bilimsel, en doğru şekliyle 1300 seneden sonra en kapsamlı anlatan biziz. Başka dünyada anlatan, Mehdiyet’i anlatan hiçbir grup topluluk yok bu tipte, bu kalitede, bu çapta, bu bilimsellik anlayışıyla, bu ispat anlayışıyla bütün detaylarıyla anlatan bizim gibi yok.

OKTAR BABUNA: Bütün bunları yaparken de sayısız iftira atıldı, davalar açıldı hepsinden aklanarak çıktınız maşaAllah.

ADNAN OKTAR: Tabii, hakkımda yüzlerce dava açıldı hepsinden beraat ettim.

İBRAHİM AKMUGAN: Risale-i Nur’a ve Bediüzzaman Hazretleri’ne de hak ettiği en güzel siz verdiniz maşallah.

ADNAN OKTAR: Tabii Bediüzzaman’ı mesela unutturmaya çalıştılar, Bediüzzaman’ı en üstlere taşıdık. Darbe gecesi konuşmalarım var mı onun bandı?

KARTAL GÖKTAN: Evet.

ADNAN OKTAR: Aç bakayım. Kardeşim bizden başka konuşan olmadı. Bak gittiler TÜRKSAT’ı bombaladılar beni susturmak için yine susmadık internetten devam ettik. Allah şaşırttı sahte anteni vurdular gittiler çünkü baktılar beni susturamıyorlar, ne yapacaklarını şaşırdılar.

Plajda, gazinoda her yerde Allah’ı anabileceklerini öğrettik insanlara. Mesela kadınların özel günlerinde Allah’ı anamayacakları şekilde bir sistem geliştirmişlerdi bunun yanlışlığını anlattık. Kadınları dinden uzak tutuyorlar o şekilde.

Bu Televole kültürü, bedavacılık kültürünü apaçık ortaya koyduk.

Mesela cenneti sadece yeşillik ve bahçe olarak algılıyorlardı, cennette tekneler, yatlar, teknoloji, arabalar her şey olduğunu söyledik acayip hayret ettiler.

Mesela bu tip olaylarda güç sahibi olanlar yahut tanınan insanlar hep olayın neticesini bekledi mesela, darbede kim kazanacak diye beklediler ondan sonra açıklama yaptılar, ben direkt açıklama yaptım, doğrudan darbeye karşı tavır aldım.

TARKAN YAVAŞ: Gezi olaylarında da aynı şekilde olmuştu Hocam. Siz açıklamalarınızdan çok sonra onlar açıklama yaptı.

ADNAN OKTAR: Tabii, Gezi olaylarında buranın yayınını durdurturdular, biliyorlardı benim ne yapacağımı buna rağmen yine biz durmadık internetten sabaha kadar devam ettik. Hiç kimse yok bir tek biz vardık ortada yani.

PKK’yla Kürt ayırımını çok iyi vurguladık. PKK’lının kalleş ve kahpe olduğunu ama Kürt’ün nur olduğunu, mübarek olduğunu, muhterem olduğunu, yüce olduğunu anlattık.

TARKAN YAVAŞ: PYD İle PKK’nın aynı olduğunu siz yine gösterdiniz.

ADNAN OKTAR: Tabii, Hükümet; ‘PKK, PYD terör örgütü değil’ diyordu. Bakanlar söylüyordu bunu. Ben ‘terörist bunlar’ dedim, ısrarla anlattım. PKK tehlikesi filmini ısrarla gösterdim ondan sonra bu süreç müreç bilmem ne falan konuları ortadan kalktı, yoksa ‘herkes trene binsin süreç devam ediyor’ diyorlardı.  Değil mi? Bu fitneyi de ortadan kaldırdık Allah’a çok şükür.

OKTAR BABUNA: Türkiye’nin İsrail’le ve Rusya’yla barışmasına vesile olan sizsiniz Hocam maşaAllah.

ADNAN OKTAR: Rusya’yla barışmayı biz sağladık elhamdülillah. İsrail’le barışma da yine vesile olduk, ısrarlı açık ve ayrıca dilekçelerle yaptığımız, yazışmalarla yaptığımız faaliyetler sonucunda bak Rusya’yla İsrail’le Türkiye’nin arasını düzelttikten sonra darbe oldu zaten. Bir de bu olmadan olsa bir düşünün, gecenin üçünde olsa ne olacaktı?

Şehitlerin hayat şeklini açıkladık, bilinmiyordu.

TARKAN YAVAŞ: Bu dünya liderlerinin de Hazreti Mehdi’yi müjdelemesine vesile oldunuz, onlar da sizden sonra hazreti Mehdi’yi söylediler.

ADNAN OKTAR: Mehdi konusu tamamen kapanmıştı, İsa Mesih, Mehdi konusu, buna dünya çapında tek sahip çıkan biz olduk. Tamamen kapatmışlardı.

TARKAN YAVAŞ: Bu İran Cumhurbaşkanı’na söylemiştiniz ‘ gündeme getirin bunu’ diye, o hemen Birleşik Milletler’de gündeme getirmişti.

ADNAN OKTAR: Ben söyledim. Birleşik Milletler’de konuşsun dedim. Mehdi’den bahsetsin çok büyük olay olur dedim.

KARTAL GÖKTAN: Siyasiler dahil herkes Fetullah Gülen’i överken siz eleştiriyordunuz, “sevgisiz olmayın tepeden bakmayın.”

ADNAN OKTAR: Fetullah Gülen’i tek eleştiren bendim yani ama hakaret tarzında değil, doğru akılcı Kurani eleştiren bendim.

BÜLENT SEZGİN: İsrail’in özür dilemesine de vesile olmuştunuz Mavi Marmara olayından dolayı.

ADNAN OKTAR: Tabii, buraya hahamlar geldi, baş haham da geldi konuştuk. Tevrat’tan gösterdim yani özür dilenmesi çirkin bir hareket değil Tevrat’a uygun bir ibadet şekli dedim öyle kani oldular. Rusya’dan da özür dilenmesi için çok ısrar ettim, hükümet üyelerinin büyük bir bölümü hep karşıydı ‘özür dilemeyiz biz’ diye, ya ‘özür dilemek Müslüman ahlakıdır’ dedim anlattım özür dilendiği halde bu sefer de ‘biz özür dilemedik’ dediler. Ya kardeşim sen Rusça bilmiyor musun? Kullandığın kelime özür dilemek anlamında yani Rusça’da özrün karşıladığı bir kelime var onu kullanmışsın nasıl bilmiyorsun yani.

İBRAHİM AKMUGAN: Birçok Müslüman, peygamberler gibi sahabeler gibi yaşamanın çok zor olduğunu düşünüyordu siz bunun Kuran’a uyarak mümkün olabileceğini gösterdiniz.

ADNAN OKTAR: Tabii.

Devlet ve hükümete hemen ben destek verdim darbe konusunda ve diğer konularda da ama bak RTÜK diyor ki ‘homoseksüellerle ilgili konuşma’, konuşuyorum. İşte diyorlar adam yok sana operasyon yapar bilmem ne falan, benim vicdanım rahat yani kendimden eminim ben inşaAllah yani dürüst ve doğru hareket ettiğime çok eminim, o yüzden ben bir tek Allah’tan korkarım. Bize provokasyon çok yapıldı, daha önce de yapıldı biz yolumuzdan şaştık mı? Bana 75 yıl hapis cezası istediler 75 yıl. Mahkeme kararı açıklanırken ben eğleniyordum yani, açıklayacaklardı mahkeme kararını, güzel bir eğlence içindeydim, umurumda bile değil yani. Sonra mahkeme istifa etti çekildi sonra da berat ettik tabii.

Mesela Erbakan Hoca’yı savunan bir tek ben vardım. Ne Saadet Partisi savundu, ne Milli Görüşçüler savundu o dönemde, Numan Kurtulmuş’u karşısına diktiler Hocamız’ın aleyhine akıl almaz konuşmalar yapıyordu. Her yerden resimlerini ismini cismini her yerden sildiler. Milli Gazete’de tek kelime bahsedilmiyordu, Milli Görüş’te tek kelime bahsedilmiyordu Erbakan’dan. Tamamını tersine çevirdim Allah’ın izniyle yayınlarla, demokratik dik duruşumuzla.

TARKAN YAVAŞ: Ordunun, polisin daha modern olmasına, güçlenmesine siz vesile oldunuz Hocam.

ADNAN OKTAR: Tabii, özel harekatçı sayısının artırılmasını istedik. Kanser hastalarından ilaç parası alınmasın dedik bak o da kabul edildi. Özel harekatçıların okulları açılsın dedik açıldı, sayısı arttırılsın dedik artırıldı, silah kalitesi artırılsın dedik artırdılar.

TARKAN YAVAŞ: Kalekolları söylediniz.

ADNAN OKTAR: Tabii, kalekolların ben şemasını bile, planını bile çizip gönderdim.

Emniyette mesela işkence yapıldı hiç urumda olmadı, 9 kere suikast yaptılar umurumda olmadı, daha şevkle daha gayretle devam ettim.

İran’la bağlantıyı koparıyorlardı İran’la bağlantıyı sağladık, dost olmalarını sağladık. İrancı diye hakaret gibi gösteriyorlardı. Musevileri savunan ben oldum, Hristiyanları savunan hep ben oldum.

OKTAR BABUNA: İsrail İran’ı vurmaya hazırlanıyordu siz durdurdunuz Hocam, vesile oldunuz maşaAllah.

ADNAN OKTAR: Tabii. Alevilere Şiilere akıl almaz baskı yapılıyordu birçok insan tarafından biz durdurduk, vesile olduk.

Bu işte insanları kıskandırıyor. Eğlenmemiz, kalite, güzellik, zenginlik, bereket, bolluk, dediklerimizin doğru olması, samimiyetimiz kıskandırıyor.

Yaptırımların kaldırılması ve İran’da yeni bir dönem – Adnan Oktar

adnan oktar iran ambargo tehran times adnan hoca

Yaptırımların kaldırılması ve İran’da yeni bir dönem – Adnan Oktar

80 milyon nüfusa sahip İran, 1979 yılında gerçekleşen İran Devrimi’nin ardından ABD ve AB tarafından empoze edilen ciddi ekonomik yaptırımlardan dolayı sıkıntı içindeydi. Başkan Obama’nın iktidara gelişiyle daha ılımlı hale gelen ABD’nin Ortadoğu politikasının yansımaları 2008’deki global ekonomik resesyondan sonra İran’da da hissedildi. Önceki iktidarın izlediği politika dikkate alındığında, bu aslında ABD tarafından pek de beklenen bir hamle değildi. 17 Temmuz 2015 yılında imzalanan nükleer anlaşma ise hem ABD-İran ilişkileri açısından dönüm noktasıydı, hem de yıllardır sistemin dışına itilmiş bir ülke olan İran’ın yaptırımlardan kurtulması açısından bir umut teşkil ediyordu.

Açıkçası, yaptırımların gölgesi altında sürdürülen bir hayat İran halkı için oldukça sıradan sayılır. Öyle ki, genç nesillerin yaptırımların olmadığı bir hayatı tecrübe etmeye hiç fırsatları olmadı. Bu yüzden İran dışında yaşayan gazeteciler ambargonun halk üzerindeki etkilerini tam olarak tarif edemezler. Bazı Batılı ekonomistler ve analistler yaptırımların politik, ekonomik veya ticari sonuçlarına yönelik değerlendirmelerde bulunsalar da, psikolojik etkilerini açıklayamamakta, İran halkının gerçekte neler hissettiğini sırf istatistikleri inceleyerek anlayamamaktadırlar. Diğer taraftan 400 yıldan fazla bir süredir İran ile barış içinde yaşayan Türkiye, yaptırımların safında yer almamış, İran’la  ekonomik ve kültürel ilişkilerini hiçbir zaman kesmemiştir. Kısa süre sonra yaptırımların ortadan kalkmasıyla İran halkını yeni bir dönem beklemektedir.

On yıllardır global sistemden uzak kalan İran’ın ekonomisini bir gecede yenilemesi elbette mümkün olmayacaktır. Ülke ekonomisi yaptırımlarla birlikte yüksek enflasyon ve işsizlik oranları yüzünden halihazırda ciddi hasar almış durumdadır. Gençler arasındaki işsizlik oranı % 25’lerde seyrederken, kadınlar arasında bu oran % 40’lardadır. Ancak bir gerçek de var ki, işsizlik problemini çözmek İran için aslında hiç de zor değil. Zira geniş nüfusa sahip ülkenin % 64’ü 35 yaşının altına iken, okur yazar oranı da % 87 olarak karşımıza çıkıyor. Bununla birlikte 2012-2013 döneminde üniversiteye kayıtlı olan ve % 60’ını bayanların oluşturduğu 4.4 milyon öğrencisi var.

İranlılar ülkelerinin ekonomik olarak gelişeceği konusunda umutlular. Banka ve bazı finans kurumlarının global sistem ile uyumlu hale gelmesini ve artık ihracat yapabilecekleri için petrol ve doğal gaz üretiminin artışını bekliyorlar. Dünyanın dördüncü büyük petrol ve ikinci büyük doğal gaz rezervlerine sahip ülkesi olması itibariyle, İran için enerji sektörü son derece önemli. Ekonomistler de geçerli tek kaynak sayılmasa da, enerjinin İran için önemli bir ekonomik potansiyel olduğunu düşünüyorlar.

İran hizmet, sanayi ve tarım sektörlerinde de çok çeşitli kaynaklara sahip bir ülke. Yaptırımlardan önce, 2011 yılında dünyanın 13ncü en büyük otomotiv üreticisi idi. Diğer taraftan İran’ın önemli bir ticari ortağı olan Türkiye, petrol ihtiyacının çoğunu İran’dan daha pahalıya satın aldığı için, ülkenin enerji sektöründe oldukça önemli bir rol oynamaktadır.

Bu geçiş döneminde İran’ın atacağı ilk adım Türkiye gibi komşu ülkelerle ekonomik ilişkilerini iyileştirmek olmalıdır. İran halkının yüzde 20’sinin Türkçe konuşabiliyor olması ticari ilişkileri geliştirmek açısından çok önemlidir. Bununla birlikte iki ülke de jeopolitik konumları sebebiyle diğer pazarlara ulaşabilmek için birbirlerine bağımlıdır. Örneğin Suriye’deki çatışmalar yüzünden Türkiye’nin Körfez ülkelerine ulaşabilmek için kullanacağı tek yol İran sınırıdır. İran da petrolünü Avrupa’ya taşıyabilmek için TANAP boru hattı avantajını kullanabilecektir.  Halihazırda İran, Ukrayna krizinden dolayı Rusya ile anlaşmazlık içindedir. Bu nedenle petrol konusunda yeni ticaret kaynakları edinme peşindedir. Diğer taraftan, dünyanın güç sahibi ülkelerinin yeni ortaya çıkan bu pazardaki en büyük payı kapmak için büyük çaba harcadıkları unutulmamalıdır. Nitekim bu ülkeler  daha önce de Türkiye ve Brezilya arasında imzalanacak nükleer anlaşma  için yapılması gereken görüşmeleri engellemeye çalışmışlardır.

Bu entegrasyon sürecinde İran yabancı yatırımcıları kendine çekmeye çalışmalıdır. Ancak 150 milyar dolarlık dondurulmuş varlığının kontrolünü eninde sonunda geri kazanacak olan İran ekonomisinin iyileşmesi için bu tek başına yeterli olmayacaktır. İran, yabancı yatırımcıların projelerde hiç tereddüt etmeden yer alabilmeleri için güvenilir ve elverişli bir ortam yaratmak zorundadır.

Buna ek olarak, İran, ekonomisine ivme kazandırmak ve riskleri azaltmak için radikal bazı reformlara da imza atmalıdır. 2000’lerin başlarında uzun bir  reform ve özelleştirme süreci geçiren Türkiye aslında İran için iyi bir örnek teşkil etmektedir. Örneğin Türkiye 2001 yılında Merkez Bankası’na fonksiyonel bağımsızlık vermiş, ülkeye yabancı yatırımcı çekebilmek için bankanın mali gücünü artırmasını ve  fiyat istikrarını sürdürebilmesini sağlamıştır.

İran’ın atması gereken diğer önemli bir adım ise Dünya Ticaret Örgütü’ne üye olmaktır. 1996 yılında üyelik için başvuran İran, ABD’nin itirazı yüzünden kabul edilmemişti. Şimdi örgüte üye olabilirse ürünleri üzerinde gümrük vergisi avantajı sağlayacağı için ihracat yapması kolaylaşacak ve global arenada rekabet gücü elde edecektir.

Eğer İran ve Türkiye, halklarına refah kazandırabilir ve siyasi farklılıkların ekonomik ve kültürel ilişkilerini etkilememesi adına ortak bir gündeme imza atabilirse sonuç çok daha verimli olacaktır. Yaptırımlarla mücadele etmek zorunda kalmamış, korkusuz, huzurlu ve sağlıklı düşünen bir topluma sahip Türkiye, İran’la daha iyi ilişkiler kuracaktır.  Çin ve Almanya aynı pazar içinde zorlu rakiplerdir. Ancak Türkiye komşu ülke olarak lojistik açıdan avantajlıdır. Bu durum Ocak 2015 yılında yürürlüğe giren Tercihli Ticaret Anlaşması ile de İran’ın Türkiye’yle daha hızlı ve düşük maliyetle ihracat yapmasına imkan tanıyacaktır.

Unutulmamalıdır ki; ortak geçmişi olan bu iki Müslüman ülkenin ileriye gidebilmek için birbirinden öğreneceği çok şey vardır. Bölgedeki iki güçlü Müslüman ülkenin birlik oluşturması, güvenilir pazar arayışı içindeki yabancı yatırımcıları kendine çekecek sağlam ortamı yaratmak açısından çok değerlidir. Dünya eninde sonunda bu kuvvet birliğinin farkına varacaktır. Türkiye’nin zengin İran petrolü ve gaz rezervleri için teknoloji ve nakliye fırsatları sağlaması ekonomik açıdan iki ülkeyi birbirine kenetlemektedir. Burada Türkiye’nin hedefi elbette ki tek başına yükselmek değil, aksine kendisinden beklendiği gibi komşularıyla birlikte büyüyüp gelişmektir.

Adnan Oktar’ın Tehran Times’da yayınlanan makalesi:

tehran times_adnan_oktar_end_of_sanctions_new_beginnings_iran

İlerlemek için tek yol diyalog – Harun Yahya (Adnan Oktar)

adnan oktar diyalog malezya hristiyan

Malezya’da temyiz mahkemesinin “Allah” adını ‘sadece Müslümanlar kullanabilir’ kararını onaylamasının ardından Başbakan Najib Razak da bu kararı bir kez daha savundu. Öncelikle şunu söylemek gerekir ki bu, Malezya’da nesillerdir birlikte yaşayan Hristiyan ve Müslümanların dostluğuna yakışmayan bir karar olduğu gibi, Kuran ahlakına da uygun olmayan bir karardır.

Nüfusunun yaklaşık %40’ı Hristiyan olan Malezya’da, 400 yıl önce Malayca basılmış İncil’lerde dahi Allah isminin kullanıldığı göz önünde bulundurulduğunda bu yasağın ne gibi sorunlara sebep olacağı daha iyi anlaşılacaktır. Toplumsal huzur ve anlayışın yanı sıra dinen de “Allah” diyen bir insana “diyemezsin” yasağı getirmenin bir mantığı yoktur. Müslüman olmayan bir insanın Allah diyerek dua etmesi ve ibadet yapması rahatsız olunacak değil tam tersine sevinç duyulacak bir durumdur.

Malezya’da bu gelişmeler yaşanırken, Ortadoğu’nun en katı ülkelerinden biri olarak bilinen İran’da ise daha ilginç gelişmeler yaşanıyor. Ruhani’nin seçilmesinin ardından daha özgür bir İran hayaline yönelik önemli adımlar atılıyor. Yahudi soykırımını inkar eden dilden vazgeçilmeye başlanması, ABD ziyareti sırasında Ruhani’nin Twitter üzerinden verdiği ılımlı mesajlar, Obama ve Ruhani arasında gerçekleşen telefon görüşmesi, Ruhani’nin BM konuşmasını Tevrat, İncil ve Kuran’dan ortak değerlere vurgu yaparak bitirmesi bu adımlardan bazılarıydı. Geçtiğimiz günlerde bunlara bir güzel örnek daha eklendi.

Ruhani Başpikopos Leo Boccardi’yi makamında konuk etti. Bu görüşmenin ardından twitter yayınladığı fotoğrafla birlikte verdiği mesaj ise son derece önemliydi. Şöyle diyordu Ruhani:

“Bugün İslam ile Hıristiyanlık arasında her zamankinden daha fazla diyaloğa ihtiyaç var. Çünkü çoğu çatışmanın temelinde cehalet ve yabancılık yatıyor. Bugün İran ve Vatikan’ın ilahi öğreti temelinde yoksulluk ve eşitsizliği yenme gibi ortak hedefleri, aşırıcılık ve terörizm gibi ortak düşmanları var. Halkımın refah ve sağlığıyla ilgili sıcak dilekleriniz için teşekkürler Papa. Şiddet ve aşırıcılığa karşı bir dünya için birlikte çalışma umuduyla.”

Ruhani’nin bu sözleri aslında Kuran’da tavsiye edilen ahlakın bir yansıması. Kuran’a göre Hristiyanlar tıpkı Museviler gibi kitap ehlidir ve Müslümanların kitap ehli ile ilişkileri sevgi ve anlayış temeline dayalıdır. Buna göre, aynı peygamberlere inanan, Allah’ın varlığına iman eden, ortak ahlaki değerlere sahip olan kitap ehli ile Müslümanlar birbirlerinin karşıtı veya rakibi değil dostudur. Kitap ehlinin Hz. İsa ve Hz. Musa’ya olan sadakatleri, İncil ve Tevrat’a bağlılıkları Müslümanlar için birer güzelliktir. Müslümanlar diğer insanlara olduğu gibi kitap ehline de davette bulunurlar ama bu davetleri “en güzel şekilde” yani nezaketle, şefkatle, saygıyla olmalıdır. Davetin içeriği de Kuran’da bildirilmiştir: Bir olan Allah’a iman etmek.

Müslümanlarla kitap ehlinin ilişkilerini şekillendiren bir diğer önemli hüküm de, onların yemeğinin Müslümanlara helal olması ve Müslüman erkeklerin ehli kitaptan hanımlarla evlenmesine izin verilmesidir. Bu da  en sıcak insani ilişkinin kurulması anlamına gelir ve iki inancının mensupları arasındaki sosyal ilişkinin son derece yakın olduğunu gösterir. Aynı sofralarda oturmak, evlenerek bir ömür boyu hayatını birleştirmek iki toplum arasında bir ayrılık ve anlaşmazlık çıkarmak isteyenlere verilecek en güzel cevaptır.

Bugün, dünya üzerinde büyük bir fikri mücadelenin devam ettiği ve fikri mücadelenin iki tarafı olduğu bir gerçektir. Ancak bunun tarafları Müslümanlar ve Museviler-Hıristiyanlar değildir. Bir tarafta, sevgiden, barıştan, dostluktan yana olanlar diğer tarafta ise çatışmayı esas alanlar, kavgadan, savaştan menfaat sağlayanlar vardır.

Geçmişte üç İlahi dinin mensupları arasında çeşitli bahanelerle bazı çatışmalar, anlaşmazlıklar olmuş olabilir. Ancak bunlar, Musevilik, Hıristiyanlık ve İslam’ın özünden değil, devletlerin, toplulukların ve bireylerin hatalı karar ve düşüncelerinden, çoğu zaman da ekonomik veya siyasi çıkar ve beklentilerinden kaynaklanmıştır. Yoksa, her üç İlahi dinin ortak amaçlarından biri, tüm insanların barış, huzur, güvenlik ve mutluluk içinde yaşamalarıdır ve bu amaca aykırı olan ve çatışmayı öngören her türlü düşünce her üç dine göre de yanlıştır.

İnançlı, samimi, vicdanlı ve sağduyulu Hıristiyanlara, Musevilere ve Müslümanlara düşen ise, kötülüklere ve kötülere karşı yardımlaşmak, birlik ve beraberlik içinde çalışmaktır. Bu birlik; sevgi, saygı, şefkat, merhamet, anlayış, uyum ve iş birliği prensipleri temel alınarak bina edilmelidir.

http://kitapehli.com/

Anlaşmazlıkların ve sorunların şiddet yoluyla çözülmesi gerektiğine inananlar, baskıcı ve despot uygulamalarıyla insanlara zulmedenler, zulümlerini kendilerince meşrulaştırmaya çalışanlar karşısında iman edenlerin iş birliği önem kazanmaktadır.

O halde gelin birlik olalım, çatışma ve kavgaya sürükleyen her türlü sebebin ortadan kalkmasına vesile olalım. Bu birlikteliğin önündeki en büyük engel olan yobazlığa karşı hep birlikte mücadele edelim. Birbirimizi sevelim ve koruyalım. Farklılıklarımızı çatışma sebebi yapmayalım. Birlik ve beraberliğimizi ortak inançlarımız üzerine kuralım..

Bu makalenin orjinali “Malaysia Today” sitesinde İngilizce olarak aşağıdaki linkte yayınlanmıştır:

http://www.malaysia-today.net/mtcolumns/guest-columnists/60350-dialogue-is-the-only-way-forward

Sorun başörtüsü değil, özgürlük… – Harun Yahya (Adnan Oktar)

adnan oktar turbanli basortusu ozgurluk laiklik

 

Son zamanlarda dünyanın birçok ülkesinde kadınların kamu alanlarında başörtüsü takma ya da çarşaf giyme hakları tartışılmakta. Türkiye de bu ülkelerden biri. Geçtiğimiz haftalarda Türkiye’nin 90 yıllık Cumhuriyet tarihinde ilk kez 3 kadın milletvekili Türkiye Büyük Millet Meclisi’ne başörtülü olarak girdiler ve muhalefet partilerinden de herhangi bir tepki görmediler. Böylece yıllardır kemikleşmiş bir sorun daha uzlaşı içinde halloldu. Oysa 1999 yılında benzer bir girişimde bulunan bir milletvekili muhalefetin çok büyük tepkisiyle karşılaşmış, meclis salonundan çıkartılmış ve ülkede çok büyük bir gerilim oluşmuştu. Ancak Ak Parti iktidarıyla birlikte Türkiye’de çok şey değişti ve artık kamusal alanlarda da, üniversitelerde de kadınlara başörtüsü takma özgürlüğü tanındı. Normalleşme yolunda çok önemli bir sorun daha böylece ortadan kalkmış oldu.

Bugünlerde Singapur’da da benzer bir tartışma yaşanıyor. Kamu sektöründe üniforma gerektiren polislik, hemşirelik, askerlik gibi işlerde çalışan Müslüman kadınların da başörtüsü kullanmalarına izin verilmesini isteyen İslami gruplarla hükümet yetkilileri arasında çeşitli görüşmeler yapılıyor. Bu tip bir uygulamanın eşitlik ve adalet duygusunu zedeleyeceğini düşünenlerin karşısında, bunun inanç özgürlüğü kapsamında değerlendirilmesi gerektiği için özgür bırakılması gerektiğini söyleyenler yer alıyor. Çeşitli dini grupları, etnik toplulukları içinde barındıran Singapur’un bu sorunu da kolaylıkla aşacağına dair bir şüphem yok. Çünkü nüfusun yüzde 15’ini oluşturan Müslüman azınlık ülke sınırları içinde yıllardır özgür bir şekilde yaşamlarını devam ettiriyor, herhangi bir baskı ve zorlamayla karşılaşmıyor.

Ancak bu sorun sadece Türkiye ve Singapur ile de sınırlı değil. Gerek İslam ülkelerinde gerekse Batılı ülkelerde başörtüsü ve çarşaf hala çok büyük bir tartışma konusu. Örneğin İran’da başörtüsü takmak zorunlu, Arap ülkelerine ait havayollarının bir çoğunda ise hostesler ateist ya da başka bir dinden olsalar dahi başörtüsü takmak zorundalar. Suudi Arabistan’da kadınların araba kullanmaları dahi yasaklanmış durumda. Avrupa’da da bu konuda çok büyük tartışmalar söz konusu. Fransa, Belçika, İtalya, Almanya gibi ülkelerde kamuya ait iş yerlerinde, hatta halka açık alanlarda başörtüsü ve çarşafa yönelik kısıtlamalar söz konusu. Özellikle de 5 milyon Müslüman nüfus barındıran Fransa’da çok ciddi sınırlandırmalar gündemde. Bu nedenle tesettürlü kadınların çok büyük bir bölümü sosyal hayattan elini tamamen çekmiş durumda.

Aslında bu tartışmaları başörtüsü ya da çarşaf takma hakkıyla sınırlandırmak gerilimin en büyük nedeni. Bunu bir özgürlük sorunu olarak gördüğümüz zaman çözüm hiç şüphesiz çok daha kolay olacak. Eğer başörtülü hanımların haklarını savunanlar, başörtüsü kadar dekolte giyinen kadınların da haklarını savunsalar, ya da başörtü takmayan ve dekolte giyinenlerin haklarını savunanlar aynı şekilde başörtülü hanımların da haklarını savunsalar bu sorunlar hızla ortadan kalkacak. Başörtülü hanımların eğitim haklarının ellerinden alınması, istedikleri işlerde çalışamamaları bizi ne kadar rahatsız ediyorsa, başörtüsü takmayan hanımların da ikinci sınıf muamele görmeleri, bağnaz zihniyetteki kimseler tarafından “kirli ve günahkar” olarak itham edilmeleri de bizi bir o kadar rahatsız etmeli. Özgürlüğün içine tüm kadınların haklarını koymalıyız. Müslümanların da, gayri müslümlerin de, ateistlerin de, Budistlerin de…

Zaten Kuran ahlakının temelinde de bu anlayış yatmaktadır. İslam dini her türlü baskıyı, zorlamayı reddeder, İslam’da esas gönül kabulüdür. Bakara Suresi’nin 256. ayetinde Allah “Dinde zorlama yoktur” şeklinde emreder. Farklı inançlardaki kişilere ya da inançsız kişilere yönelik hiçbir baskı İslam dininde kabul edilemez. İslam inanç konusunda insanlara kesin ve açık bir dille, tam hürriyet tanır. Buna göre her insan kendi inançlarına göre ibadetlerini özgürce yerine getirebilir, inançlarına göre giyinebilir, inançlarına göre hareket edebilir. Hiç kimse bir diğerini kendi dininin ibadetlerini yerine getirmekten alıkoyamaz, inançlarına göre hareket etmesini yasaklayamaz. Bu, İslam ahlakına aykırıdır ve Allah’ın razı olmadığı bir davranıştır.

O halde başörtü konusunu suni bir gerilim olmaktan çıkartmanın yolu tartışma ortamları açmak, başörtüsü takmayanları ötekileştirmek ya da manevi bir baskı ortamı oluşturmak değil, alabildiğine özgürce bir ortamı savunmak olmalıdır. Unutmamak gerekir ki, dünya üzerindeki kadınların tek sorunu başörtüsü değildir. Kıyafete gelinceye kadar halledilmesi gereken o kadar çok sorunu var ki kadınların:

Dünyada her 3 kadından biri hayatının bir döneminde şiddete maruz kalıyor, 90 saniyede bir bir kadın tecavüze uğruyor, eşleri tarafından öldürülen milyonlarca kadın var, Arap dünyasında 2 kadından biri okuma bilmiyor, İran gibi ülkelerde kadına boşanma hakkı verilmiyor, dünya üzerindeki mültecilerin yüzde 80’ini kadınlar oluşturuyor[1] ve daha bunun gibi yüzlerce sorunu var kadınların. Müslüman ülkelere baktığımızda ise bu sorunların çok daha köklü olduğunu görüyoruz.

O halde yapılması gereken kadının tek sorununun başörtü takmak olduğu gibi yanlış bir yaklaşımı terk edip, bir an önce kadına hak ettiği değeri verecek bir zihin değişikliği için gayret etmek olmalıdır. Özellikle de İslam dünyasında kadını hala ikinci sınıf insan, hatta haşa hayvanla eş tutan bir anlayış hakimken tüm Müslümanların kendilerini başörtüsü tartışması içinde bulmaları gerçeklere gözleri kapamaktan başka bir şey değildir. Önce tüm insanlığa “kadına saygı, sevgi ve şefkat duymayı” öğretelim, Kuran’da da bahsedildiği gibi “kadınlara bir çiçek gibi davranmanın aciliyetini” anlatalım. İslami kaynaklarda yer alan hurafeleri delil göstererek kadını aşağılayan zihniyeti hep birlikte ortadan kaldıralım. Kuran’da kadın ve erkeğin her açıdan eşit olduğunun anlatıldığını tüm dünyaya gösterelim. Peygamberimiz (sav) döneminde kadınlarla erkeklerin sosyal hayatta her anlamda birlikte hareket ettikleri gerçeğinin gizlenmesine izin vermeyelim. Kadına yönelik bir zulüm sistemine dönüşen bu çarpık zihniyeti İslam ruhuyla ve el birliğiyle değiştirirsek, başörtüsü gibi tartışmalar da hiç şüphesiz kendiliğinden ortadan kalkacaktır.


[1] http://tr.wikipedia.org/wiki/Kadın_hakları

Sayın Adnan Oktar’ın The Malaysian Insider’da yayınlanan makalesi

http://www.themalaysianinsider.com/sideviews/article/the-headscarf-is-not-the-issue-freedom-is-harun-yahya

Didem Ürer: Türkiye eksenli yeni dünya düzeni

didem urer adnan oktar

 

İsrail-Gazze-Batı Şeria üçgeninde barış ve uzlaşmayı sağlama gücüne sahip tek ülke Türkiye’dir. Her üç taraf da bu gerçeği kabul etmektedir. Bu nedenle Türkiye’nin bu fırsatı iyi değerlendirmesi ve bölgedeki tarihi rolünü ustalıkla yerine getirmesi çok hayatidir.

Devamı: http://haber.rotahaber.com/turkiye-eksenli-yeni-dunya-duzeni_415745.html#.UoJEtMU6Ji4.facebook

Kana bulanan Suriye inananların birliğiyle temizlenecek – Adnan Oktar

 

Suriye’de Esad rejimi sürekli olarak halkını katletmeye devam ediyor. Bu rejimin halkına karşı gerçekleştirdiği en şiddetli katliam ise kimyasal gaz kullanılması ve 1300 kişinin şehit olmasıydı. Şehit olan masum insanların arasında yüzlerce çocuk da vardı. Batı dünyasından bu kimyasal katliama birkaç cılız kınama dışında tepki gelmedi. Zaten 2011 yılından beri devam eden bu katliamlara karşı batı sessizlik kılıfını çoktan örtmüş durumda. İnsanların katledilmesi onları neredeyse hiç ilgilendirmiyor hatta sanki Müslümanın Müslümanı kırması işlerine geliyor gibi görünüyor. Birçok Müslüman ülke ise “bana dokunmayan yılan bin yaşasın” zihniyetiyle hayatlarını hiçbir şey olmamış gibi devam ettiriyor. Vicdan sahibi bir kesim dışında ne Amerika, ne Avrupa, ne de bazı Müslüman ülkeler Suriye’deki olaylarla gerçek anlamda ilgilenmiyor.

SURİYE’YE YAPILACAK ASKERİ MÜDAHALE ÇÖZÜM OLAMAZ

Geçtiğimiz günlerde Suriye için bir gelişme oldu. ABD Senatosu’ndan Suriye’ye askeri müdahale için onay çıktı! Bazıları bu haberi “müjde” gibi sunsalar da bu onayın anlamı aslında, Suriye halkının bombalanacak olmasıdır. Bu durumdan zararlı çıkacak tek taraf, yine her zamanki gibi, mazlum halk olacaktır. Bu zavallı mazlum halkın bir ismi var: “Suriye halkı”…

Aslında Suriye ve Suriye halkı denildiğinde her birinin ayrı bir birey olduğu düşüncesi kimsenin aklına gelmiyor. Oysa onlar da herkesin kendi etrafında gördüğü her zaman karşılaştığı konuştuğu selamlaştığı, aynı otobüsü, aynı işi veya apartmanı paylaştığı insanlar gibi birer insan. Hepsinin bir işi, hayatları, aileleri, okulları, arkadaşları sevdikleri ve bir sosyal hayatları var. Aslında var yerine vardı demek daha doğru. Çünkü her şeylerini kaybettiler veya kaybetmek üzereler. Hemen hemen hepsi evlerini, işlerini ve sevdiklerini kaybetmiş olmanın getirdiği perişanlığı yaşıyorlar. Aralarında başlarına gelecekleri büyük bir korkuyla bekleyen milyonlarca mazlum insan var. Peki, kendilerini dört duvar arasına sıkıştırılmış gibi hisseden bu insanlar ne yapacaklar? Kendilerini toprağın altına mı gömsünler? Denize mi atlayıp kurtulsunlar? Kaçacak hiçbir yerleri, sığınacak hiçbir kapıları yok. Elleri kolları bağlı olarak psikopat bir rejimin deccali zulmü altında esir alınmışlar. İşte bu noktada getirilen öneriler, bu insanların hayatlarını değiştirecek çözüm olmaktan uzak.

www.mehdiyetinsirlari.com

Suriye’ye Yapılacak Müdahalede Kan Akması Nasıl Önlenir?

Suriye’de gece gündüz insanlar şehit ediliyor. Haber ajanslarına göre şehit edilenlerin sayısı 100 bini çoktan aştı. Bu rakamın %88’ini sivil halk oluşturuyor. Üstelik sivil halkı oluşturanlar arasında çocuk ve kadınların kaybı oldukça yüksek. Her saat başı 6 kişinin şehit edildiği Suriye’de, günde ortalama 135 kişi hayatını kaybetmekte ve  ortalama 2 saatte bir çocuk, 3 saatte de 1 kadın şehit edilmektedir. Bu zulmün durması için başka bir zulmü yani Amerika’nın müdahale etmesini istemek ise masum halka yapılacak en büyük kötülüklerden biridir. Çünkü bu -Allah esirgesin- mutlaka can kaybına neden olur ve kimse bu zavallı insanların hayatlarının son bulmasını engelleyemez. Ancak Suriye’de akan kanın durması için kanlı bir yöntemi istemenin yerine barışçıl, nezaketli, kibar, kansız, sevgi dolu Kuran’a uygun metod benimsenebilir.

suriye2

Amerika’nın Müdahale Edip, Suriye’yi Bombalaması Sadece Acıya Acı Katar

Amerika’nın kurtarıcılığını beklemek akıllı bir hareket değildir. Çünkü havadan bombardıman yapılması aynı Irak’ta olduğu gibi Suriye’nin tarihi dokusunun ülkeyi ayakta tutan sanayi tesislerinin ve alt yapısının yerle bir olması anlamına gelir. Bu ise halkın mağdur olması demektir. Mesela barajların bombalanması halkın elektriğini keser, yolların ve köprülerin bombalanması mültecilerin ve zulümden kaçanların ulaşımlarını engeller, Esad rejimi ve yandaşlarına ise bir zarar vermez çünkü onlar daima kendilerini kurtaracak ve düzenlerini bozmayacak bir yol bulurlar. Diğer taraftan Amerika’nın Suriye’yi bombalaması mazlum insanların yaralanmalarına, ölmelerine, yakınlarını, sevdiklerini kaybetmelerine, daha da fakirleşmelerine kısacası sadece acılarına daha çok acı katılmasına neden olur. İşte bu sebeple, müdahale doğru bir yöntem değildir.

Amerika’nın Suriye’yi Bombalaması Esad’ı Rahatsız Etmez

Açıktır ki zaten Esad’ın kendisi halkını bombalamakta, kimyasal silahlarla katletmekte, Napalm bombaları ile yakarak, makineli tüfeklerle tarayarak, bombayla parçalayarak yüzbinlerce insanı şehit etmektedir. Bu nedenle Amerika’nın müdahale etmesi ve Suriye’yi bombalaması Esad’ın rahatsız olacağı değil, aksine hoşuna gidecek bir davranış olur. Çünkü kendi yerine bombalama ve yakıp yıkma işini, ABD yapacağı için Esad buna içten içe memnun olacaktır. Bilindiği gibi Esad Lazkiye tarafında küçük bir bölgeyi kendine ayırmış, yandaşları ile adeta bir sayfiye yeri görünümündeki bu alanda refah içinde yaşamını sürdürmektedir. Tahrip ettiği, yakıp yıktığı Suriye’nin daha da yıkılmasına, halkın zarar görmesine ise hiç aldırmayacağı ortadadır.

suriye3

Amerikan Askerlerinin de Suriye’ye Göreve Gitmekten Memnun Olmaları Beklenemez

Amerikan askerleri de tıpkı Suriye halkı ve bizler gibi öncelikle duyguları ve sosyal ilişkileri olan birer insandır. Göreve çağrıldıkları ve işleri askerlik olduğu için Suriye’ye gideceklerdir. Onlar da bu yaptıkları işten dolayı rahat ve huzurlu olamayacaklardır. Eğer İslam Birliği kurulmuş, inananlar ittifak etmiş olsalardı onlar da masum Suriye halkının topraklarına yönelik harekâta geçmenin vicdan azabını yaşamayacaklar, istemeye istemeye aldıkları emirleri yerine getirmek zorunda kalmayacaklardı. Çünkü hiçbir vicdan sahibi insan, bir başkasını öldürmekten, onun evini barkını yıkmaktan zevk almaz. Kimse evini, ailesini, vatanını arkasında bırakıp belki de bir daha geri dönmeyecek şekilde, kan dolu savaş şartlarının içine girmek istemez.

Bazı Müslümanlar Hz. Mehdi (a.s.)’ın çıkışını, Hz. İsa (a.s.)’ın nüzulünü kabul etmedikleri, beklemedikleri, bunun için Allah’a dua etmedikleri, bu gerçeklere yüz çevirip direndikleri sürece (haşa) Allah’a karşı direnmiş, Allah’ın takdirine karşı gelmiş olacaklardır. Bunun sonucu da şu ana kadar olduğu gibi her yönden acı bir azap yağmasından, bela üstüne belaya uğramaktan başkası olmayacaktır.

İnsanlar Mehdiyet’e direnmeyi bıraktıkları ve coşkuyla ve sevgiyle Hz. Mehdi (a.s.)’ın gelişini gözleyip, bu kutlu şahsa kavuşmak için Allah’a yalvardıklarında ise Yüce Allah, Hz. Mehdi (a.s.)’ı insanlığa gönderecek ve onun vesilesiyle dünyayı karanlıklardan aydınlığa, savaşlardan barışa ve mutluluğa, insanları korku, acı ve yoksulluktan güvenlik, mutluluk ve nimete eriştirecektir

Müdahale Durumunda Esad’ın Elindeki Silahları Kullanması da Tam Bir Vahşete Yol Açar

Şu anda Esad’ın elinde ne kadar füze olduğunu kimse net olarak bilmemektedir. İran’ın Suriye’ye çok fazla silah sevkiyatı yapmış olması da ihtimal dâhilindedir. Bu silahların tamamının havadan imha edilmesi gibi bir durum olamayacağına göre Esad’ın savunma durumuna geçmesi halinde büyük bir katliam yaşanabilir. Halkına kullandığı kimyasal silahları bu kez Amerikan ordusu için tekrar kullanması durumunda Türkiye’nin de içinde bulunduğu tüm çevre ülkelerin büyük bir tehlike altında kalacağı aşikârdır.

www.hzmehdi.com

Müdahalenin Sonucu Tüm Dünyaya Yıkım Getirir

Müslüman ülkelerin, Arap Dünyasının ve G-20 toplantılarında bir araya gelen ülkelerin devlet başkanlarının savaşa son verilmesini konuşmamaları, Sünnileri ve Şiileri barıştırma düşüncesinde olmamaları,  savaş ya da müdahaleyi tek çözüm olarak düşünmeleri son derece ilginçtir. Bu ve benzeri planlar dünyaya bir fayda getirmez, tam tersine herkese büyük bir zarar verir. Bu zararların başında maddi ve manevi kayıplar gelir. Suriye’ye yapılacak herhangi bir müdahalenin genel maliyetinin yaklaşık 300 milyar dolar olacağı hesaplanıyor. Oysa savaşa harcanacak böyle bir rakam şu anda Afrika’da açlığa karşı ölüm kalım mücadelesi veren 18 milyon insanın, şu an dünyada mülteci konumunda bulunan milyonlarca insanın rahatlıkla kurtarılmasına yetecek bir miktardır. Değil 300 milyar, sadece tek bir füzenin maliyeti olan 4 milyon dolar bile Suriye halkının güvenli biçimde Irak, Ürdün gibi çevre ülkelere tahliye edilip buralarda mültecilere uygun insani koşulların sağlanmasına, yemesine, içmesine yetecek bir miktardır.

suriye4

Suriye’ye Müslüman Ülkeler Kurtarma Operasyonu Yapmalıdırlar

Suriye’ye yapılması planlanan müdahale için Amerika da Müslüman ülkelerden yardım alınması gerektiğine inanmıştır. Bu amaçla operasyon için Arap ülkelerinden finansal destek almaktadır. Oysa Arap ülkeleri bu kadar yüksek bir meblağı kan dökülmesi için değil Müslümanların birliğini sağlamak için harcamalıdırlar. Esad’ı durdurmanın Suriye’deki akan kana son vermenin tek yolu, bütün İslam ülkelerinin birleşip kansız ve barışçıl bir kurtarma operasyonu şeklinde Suriye’ye girmesidir. Türkiye, İran, Mısır, Fas, Tunus, Cezayir, Libya, Ürdün, Malezya ve diğer İslam ülkeleri, birer tümen veya tugay asker gönderebilirler. İslam ülkelerinin Genelkurmay Başkanları bir araya gelip bir komuta heyeti oluşturduktan sonra ortak bir karar alabilirler. Bu birleşik İslam barış ordusu sabah ezanından sonra “Ya Allah Bismillah” diyerek karadan ve denizden Suriye’ye girebilir. Kuran’da bildirilen Hz. Yakub (a.s.)’ın çocuklarına ‘şehre farklı kapılardan girme’ tavsiyesindeki işarete uygun bir yöntemle, hiç kimseye zarar vermeden 70 ayrı noktadan Suriye’ye girebilir ve Suriye ordusunu teslim olmaya mecbur edebilirler. Bu biçimde gerçekleşecek bir MÜDAHALEYE SURİYE HALKI DİRENMEZ. ÇÜNKÜ BURAYA GELEN ASKERLER SAVAŞMAK İÇİN DEĞİL, KURTARMAK İÇİN GELECEKLER VE MÜSLÜMAN ORDUSU OLDUĞU İÇİN DÜŞMAN OLARAK ALGILANMAYACAKLARDIR. Bu ordu halka, muhaliflere, Alevi kardeşlerimize, Nusayrilere çok iyi davranacak, hepsinin canının malının kendilerine emanet olduğunu, gönüllerinin rahat olmasını bildirecektir. Bu ordunun görevi polis gücü gibi olacak ve tek bir silah patlamadan sadece düzenin yeniden sağlanmasını temin edecektir.

Özellikle İRAN VE TÜRKİYE’NİN BİRLİKTE HAREKET ETMESİ VE ASKER GÖNDERMESİ DİĞER İSLAM ÜLKELERİNİN ASKER GÖNDERMESİNİ VE AKAN KANIN BİR AN ÖNCE DURMASINI HIZLANDIRIR. Çünkü bu iki ülkenin birlikte hareket etmesi Şii ve Sünnilerin birleşmesine, bölgedeki tüm İslam devletlerini bir araya getirerek tek bir ümmete dönüştürmesine vesile olacaktır.

RUSYA DA BU BİRLİĞE DESTEK VERİR. Rusya Devlet başkanı Putin de birliğe katılan çok sayıda İslam ülkesini karşısına almak. Putin de bu birliğin Suriye’deki olayları yatıştıracağı yönünde basın açıklamaları yaparak desteğini gösterebilir.

www.Kurandaittihadiislam.com

Suriye’de Akan Kanın Durmamasının Tek Sorumlusu Bir Türlü Bir Araya Gelemeyen Müslümanlardır

Suriye’de sorunların çözülmesi için tek bir yol vardır. Bu da kesin olarak Müslümanların birlik olmasıdır. Birlik olmadan bu kanın durması imkânsızdır. Tüm inananların derhal ve acilen bir araya gelmeleri şarttır. Kendilerine bu manevi birliğin temsilcisi olan ihlaslı bir lider seçip ardından da güç birliği yapmaları lazımdır. Bu harcını; sevgiyle, kardeşlikle, şefkatle, merhamet ve güçlü bir Allah korkusuyla karıp karıştırdıkları bir birlik olacaktır.

Çünkü Kuran’da Allah şöyle buyurur;

  •  “İnkar edenler birbirlerinin velileridir. Eğer siz bunu yapmazsanız (birbirinize yardım etmez ve dost olmazsanız) yeryüzünde bir fitne ve büyük bir bozgunculuk (fesat) olur.” (Enfal Suresi, 73)
  •  “Allah’ın ipine hepiniz sımsıkı sarılın. Dağılıp ayrılmayın…” (Al-i İmran Suresi, 103)
  •  “Mü’minler ancak kardeştirler. Öyleyse kardeşlerinizin arasını bulup-düzeltin…” (Hucurat Suresi, 10)
  •  “… Çekişip birbirinize düşmeyin, çözülüp yılgınlaşırsınız, gücünüz gider. Sabredin. Şüphesiz Allah, sabredenlerle beraberdir.” (Enfal Suresi, 46)
  •  “Ve haklarına tecavüz edildiği zaman, birlik olup karşı koyanlardır.” (Şura Suresi, 39)
  •  “Şüphesiz Allah, Kendi yolunda, sanki birbirlerine kenetlenmiş bir bina gibi saf bağlayarak cehd edenleri (mücadele edenleri) sever.” (Saff Suresi, 4)

Demek ki Kuran’a göre bu zulmü ortadan kaldırabilecek tek çözüm; tüm inananların birlik olmasıdır.

Unutmayalım, yüzyıllardır dünya adeta dev bir kan gölüne döndü. Tarihi; katliamlarla, büyük savaşlarla, yıkımlarla, felaketlerle dolu… Ancak şu da kesin ki Allah mutlaka güzel ahlakı yeryüzünde hakim edecektir. Bu Allah’ın kesin vaadidir ve Allah vaadinden asla dönmez.

Allah Kuran’da, “Andolsun, Biz Zikir’den sonra Zebur’da da: “Şüphesiz Arz’a salih kullarım varisçi olacaktır” diye yazdık.” (Enbiya Suresi, 105) diye bildirdiğine göre mutlaka güzel ahlakın dünyaya hakim olduğu böyle bir dönem yaşanacaktır.

İnsanlar büyük bir istekle Allah’ın dinine yönelecek ve oluşan güzelliği, coşkuyu ve huzuru yaşama imkânı bulacaklardır. Ama bu ortamın bir an evvel gerçekleşmesi için hepimizin bir ağızdan “TÜRK İSLAM BİRLİĞİ TEK ÇÖZÜM” dememiz ve bu isteğimizi elimizdeki tüm imkanları kullanarak, her fırsatı değerlendirerek geniş kitlelere yaymamız şarttır. O zaman Allah duamızı kabul edecek ve bu birliğin en kısa zamanda kurulduğunu –inşaAllah- bizlere yaşatarak gösterecektir.

Adnan Oktar: Müslümanların Ramazan’da İttifakla İttihad-I İslam İçin Dua Etmeleri, İttihad-ı İslam’ı Çabuklaştırır

adnan oktar ittihadi islam birligi misir mursi ramazan dua

 

Günümüzde dünya üzerinde 30’dan fazla silahlı çatışma alanı  bulunuyor. Esas düşündürücü olan ise bunların %80’den fazlasının Müslüman topraklarından oluşması. Bu konuda özellikle sürekli olarak gündeme gelen ülkeler Filistin ve Suriye’dir. Oysa Afganistan, Pakistan, Burma, Yemen, Somali, Libya, Sudan, Nijerya, Fildişi Sahilleri, Bangladeş, Mali, Cezayir ve bunun gibi diğer pek çok ülkede çatışmalar halihazırda devam etmektedir.

İslam Ülkelerinin Günümüzdeki Sorunlarında Küresel Güçlerin Payı ve Gerçekler

charles darwin evrim teorisi ramazan birlik

 

İslam ülkelerinin söz konusu durumu gündeme geldiğinde, bu konuda yapılan yorumlar hep aynı yönü gösterir. Sorumlu ya Amerika’dır, ya İsrail, ya sömürgeci Avrupa devletleri ya da o her zaman baş suçlu ilan edilen “küresel güçler”dir. Elbette bugüne kadar bir kısım Evanjeliklerin ve bazı yanlış bilgi sahibi Müslümanların, Müslümanlar ve Ehl-i Kitap arasında büyük bir savaş yaşanacağı yönündeki yanlış inançları nedeniyle hatalı bir siyaset izlenmiştir. Özellikle Evanjeliklerin Amerikan dış politikasındaki etkin rolü, geçtiğimiz Amerikan hükümeti döneminde Irak ve Afganistan’ın işgaline, hem milyonlarca masum Müslümanın hem de Avrupalı ve Amerikalıların kanının akmasına sebep olmuştur. Bazı Evanjelikler, farklı mezheplerden Hristiyanlar ve az sayıda da olsa birtakım Museviler, dökülen kanın şiddetlenerek artacağına inanmakta ve Müslümanlarla Ehl-i Kitap arasında büyük bir savaş öngörmektedirler.

Batı dünyasının ve özellikle sömürgeci ülkelerin Müslüman topraklarına yönelik bir çıkar politikasının yıllarından beri devam etmekte olduğu bir gerçektir. Bir kısım sinsi güçlerin Evanjelik Hristiyanları Müslümanlara karşı kışkırttıkları ve bu nedenle özellikle Ortadoğu’yu bir savaş alanı haline getirmeyi planladıkları da ortadadır. Dünyada radikal zihinler sadece İslam dünyasına ait değildir. İslam’a karşı gruplaşan radikal güçlerin de planları daima vahşi olmuştur. Dolayısıyla söz konusu Batılı radikallerin emelleri, daima İslam dünyasını zayıflatmak, küçültmek, sindirmek, yoksullaştırmak ve onları değersiz görmeye ve göstermeye yönelik olmuş ve bu konuda da oldukça başarı  elde etmişlerdir.

Ama bir de bu konuya Müslümanlar açısından bakmak gerekiyor. Acaba tüm sorumluluğu Batı’ya yüklemek doğru mu? Aslında değil. Bunu anlamak için şu an sefalet ve vahşet yaşayan birkaç İslam ülkesine yakından bakmak yeterlidir

Vicdan ve fazilet sahibi, Allah’tan korkan kimselerin, dünyanın dört bir yanındaki Müslümanların yaşadığı sıkıntıları gördükleri halde bunu göz ardı edip sadece kendi isteklerinin ve dertlerinin peşine düşmeleri, sıradan dünya menfaatleri uğruna bu sorumluluklarını bir kenara bırakabilmeleri mümkün değildir. Bu nedenle böyle bir durumda kişinin yalnızca kendisi harekete geçmekle kalmamalı, diğer Müslümanları da, birlik olup, güzel ahlakın tüm yeryüzüne yayılması, zulümlerin sona ermesi için çaba harcamaya  çağırması gerekmektedir. Allah bu ahlakın gerekliliğini, “… Müminleri hazırlayıp-teşvik et…” (Nisa Suresi, 84) ayetiyle insanlara bildirmiştir.

Müslümanların Sorunlarının En Önemli Nedenlerinden Biri Arap Sosyalizmidir

Arap sosyalizmi, 20. yüzyılın ikinci yarısından itibaren Müslüman Arap dünyasını etkilemeye başlamıştır. Osmanlı İmparatorluğunun yıkılışından sonra özellikle Ortadoğu’da Batılı güçler tarafından çizilen sınırlar bölgedeki Müslümanlara bir anda etnik kimlik yüklemiştir. Daha önce bir arada sadece Müslüman kimliği ile kardeşçe yaşayan toplumlar, suni olarak oluşturulmuş sınırlar içinde bir anda İslam yerine milliyetçiliğe veya daha da kötüsü sosyalist milliyetçiliğe sarılmaya başlamışlardır. Bir kısım ülkelerde İslam değerleri yerine Marksist ilkeler benimsenmiştir. İslam’ın hoşgörüsü yerine Marksizm’in vahşeti yer almış, Batı’nın böl-yönet politikası bir anda hem din hem de milletler içinde kendisini göstermeye başlamıştır. Ülkeler sosyalist diktaların yönetimine girerken Filistin gibi bazı topraklarda da komünist direniş güç kazanmıştır. İran’da yaşanan ihtilal dahi, her ne kadar neticesinde “İslam Cumhuriyeti” adını alsa da, Fransız komünistleri arasında inşa edilen, kurulmasından itibaren de komünist blokta yerini alan bir devlet ortaya çıkarmıştır.

Şii-Sünni, Arap-Acem, Kürt-Türk çatışması yine bu düşüncenin ürünü olarak ortaya çıkmış ve Ortadoğu paramparça olduğu gibi, burada kurulan ülkeler de parçalara bölünmüştür. Irak gibi bir ülke bile artık günümüzde üç parçaya ayrılmıştır.

RAMAZANBIRLIK3

 

Suriye’de Hizbullah ve İran’ın Baas rejimin yanında yer alması, İslam dünyasında 1950’lerden bu yana bir belaya dönüşmüş olan Arap Sosyalizminin çirkin ittifakının bir diğer sonucudur.

Irak ve Suriye’de Baas rejimi komünist siyasi yapıyı oluşturmuştur. Akademik, siyasi, askeri ve bürokratik kadrolar, koyu Stalinist parti kadrolarından yetiştirilmiş, Baas Partisi en küçük organından en yüksek organına kadar Leninist bir stil olan hücre yapılanmasıyla idare edilmiştir. Bu hücre yapılanması sayesinde Baas Partisi uzun yıllar boyunca hem Suriye’de hem de Irak’ta halkın ve bürokrasinin üstünde ağır bir baskı yapılanması kurmuştur. Amerikan müdahelesiyle Irak Baası dağılırken, Suriye’de ise Baas çözülmemek için hala direnmektedir. Ve tüm klasik baskıcı komünist rejimlerin yaptığı gibi kendi insanını katlederek ayakta kalmaya çalışmaktadır.

Durum Arap yarımadası dışında yer alan Müslüman ülkelerde de  benzer biçimde gelişmektedir. Örneğin Afrika’da Somali 1960 yılında bağımsızlığını ilan ettikten sonra Marksist bir lider olan Barre’nin hegemonyası altında dönemin komünist ülkelerine güvenmiş ve tarım sektöründen maden yataklarına kadar tüm zenginliğini çeşitli dış güçlerin eline vermiştir. Tıpkı Mali’de olduğu gibi güneyde radikal İslam gruplarının çeşitli etkileri görülürken, ülkenin genelinde komünist tahribatın etkisi devam etmiş ve yüzlerce yıldır birbirleriyle hiçbir sorunu olmayan yüzlerce Müslüman aşiret, birbirleriyle savaşır hale gelmiştir.

Uranyum ve petrol yatakları bakımından son derece zengin Nijerya’nın halkı, yoksulluk sınırının altında yaşamaktadır. Ülke İngiliz hakimiyetinden kopup bağımsızlığını kazandığında, sömürülecek alanlar hiçbir zaman İngiltere tarafından terk edilmemiştir. Ülkeleri zayıflatmanın en önemli yöntemi olan böl-yönet politikası, radikal unsurların devreye sokulmasıyla tıpkı Somali’de ve diğer Müslüman Afrika ülkelerinde olduğu gibi Nijerya’da da uygulanmış ve ülke parçalara ayrılmıştır. Bölünme ve çatışmalar daha çok bölünme ve çatışmayı beraberinde getirmiş ve yüzlerce yıldır dostluk içinde yaşayan kabileler birbirleriyle çatışır hale gelmişlerdir.

Sudan’da, Bangladeş’te, Endonezya’da ve diğer pek çok İslam ülkesinde de benzer olaylar yaşanmaktadır. Müslüman Afrika ülkelerinin bir kısmı komünistleştirilmeye çalışılarak, bir kısım Ortadoğu ülkelerinde Marksizm yaygınlaştırılarak, bu ideolojinin en büyük tahribatlarından biri olan “şiddeti hak arama yolu olarak” gören ve Kuran’ın ruhundan çok uzak olan nesiller yetiştirilmiştir. Birbiriyle sürekli kavga halinde olan, kardeşlik ruhunu unutmuş, bilimden ve sanattan da uzaklaşmış katı yapı Müslüman aleminin büyük bir kısmında yaygınlaşmıştır. Bu tahribatın izleri günümüzde Müslümanların acı çekmelerinin en büyük nedenlerinden biridir.

www.hadislerdemehdi.com

İslam Dünyasının En Büyük Sorunlarından Biri Mezhep Çatışmalarıdır

RAMAZANBIRLIK4

 

İslam ülkelerinin bir kısmında Sünnilerle Şiiler, Alevilerle Vahabiler birbirlerine düşürülerek zaten birbirleriyle çatışan İslam ülkelerinin kendi içlerinde de parçalara ayrılması gerçekleşmiştir. Komünizmin vahşet politikası, mezheplerin birbirlerine düşürülmesi ve Müslümanların dinlerinden ziyade milliyetlerini ön planda tutmaları onları zayıflatmıştır. Sömürgeci ülkeler ilk kıvılcımı başlatmış olsalar da sonraki vahşete esas izin veren ise Müslümanların kendileri olmuştur. Bu ülkeler bölünmeyi makul görmüşlerdir. Birbirlerini kardeş değil düşman olarak görmüşlerdir. Bu zihniyetin sonucu olarak şu an çatışma yaşanan İslam coğrafyasının çok büyük bir kısmında Müslümanlar Müslümanları katletmektedirler. Bu katliamın en ibret verici örneği kuşkusuz ki Suriye’de yaşanmaktadır.

Suriye’de yaşananlar bir yandan komünist Baas zihniyetinin vahşetini gözler önüne sererken  bir yandan da İslam aleminin önemli bir konusu olan Şii-Sünni ayrımını gündeme getirmiştir.

Öncelikle şunları ifade etmekte fayda var: Şii de Sünni de Vahabi de aynı Allah’a iman eden, aynı Peygambere biat etmiş, aynı Kitaba inanan, aynı kıbleye dönen yani bir olan Müslümanlardır. Farklı meşrepler, farklı yollar, farklı uygulamaları olabilir, ama bu farklılıkların hiçbiri birinin diğerine düşman olması için bir mazeret değildir. Bu farklılıkların hiçbiri dost olmaya engel değildir. Bu farklılıkların hiçbiri, özellikle de İslam aleminin başında bu kadar çok sıkıntı varken, birlikte hareket etmeye engel değildir. Hepsinden önemlisi, bu farklılıklar asla Kuran’ın “Müslümanların kardeş olduğu” hükmünü unutturmamalıdır. Yanlışları eleştirirken de doğruya davet ederken de bu bilinçle hareket etmek gerekir. Bu sebeple, gerek Irak’ta uzun yıllardır devam eden çatışmaları gerekse Suriye’de yaşanan garip işbirliklerini değerlendirirken bunu körü körüne bir Şii düşmanlığı veya İran karşıtlığı üzerinden yapmak çok çirkin olur. Akılcı ve makul olan ve elbette Kuran ahlakına uyan, olayları kör bir kavgaya dönüştürecek öfke dolu bir dil kullanmak değil, kardeşliği tesis edecek itidalli ve sevgi dolu bir dil kullanmaktır.

www.turkislambirligimujdesi.com

Müslüman Alemindeki Sorunların Asıl Nedeni Kuran Ahlakından Uzaklaşmış Olunmasıdır

Bilindiği gibi İslam ülkelerinin bir kısmında yaşanan acılar sadece dış dünyadan kaynaklanmamakta, farklı etnik kökenler, farklı mezhepler, farklı kültürlerden Müslümanlar arasında da -Kuran ahlakına tamamen aykırı olarak- çatışmalar yaşanmaktadır. Allah’ı bir, dini bir, Kitabı bir, Peygamberi bir olan ve Allah’ın emriyle kardeş olmaları gereken Müslümanların birbirleriyle çatışıyor olması hiç şüphesiz üzerinde önemle düşünülmesi gereken bir durumdur. Çünkü Kuran’a göre müminlerin birlik olmaları farzdır. Ayetlerde şöyle buyrulur:

“Allah’ın ipine hepiniz sımsıkı sarılın. Dağılıp ayrılmayın. Ve Allah’ın sizin üzerinizdeki nimetini hatırlayın. Hani siz düşmanlar idiniz. O, kalplerinizin arasını uzlaştırıp-ısındırdı ve siz O’nun nimetiyle kardeşler olarak sabahladınız. Yine siz, tam ateş çukurunun kıyısındayken, oradan sizi kurtardı. Umulur ki hidayete erersiniz diye, Allah, size ayetlerini böyle açıklar.” (Al-i İmran Suresi, 103)

“Müminler ancak kardeştirler. Öyleyse kardeşlerinizin arasını bulup-düzeltin ve Allah’tan korkup-sakının; umulur ki esirgenirsiniz” (Hucurat Suresi, 10)

“Allah’a ve Resulü’ne itaat edin ve çekişip birbirinize düşmeyin, çözülüp yılgınlaşırsınız, gücünüz gider. Sabredin. Şüphesiz Allah, sabredenlerle beraberdir.” (Enfal Suresi, 46)

“Ve haklarına tecavüz edildiği zaman, birlik olup karşı koyanlardır.” (Şura Suresi, 39)

RAMAZANBIRLIK5

 

Burada Müslümanların birlik olmasıyla ilgili olarak sadece birkaç ayete yer verilmiştir. Bu ayetlerden ve Kuran’da bildirilen diğer ayetlerden açıkça anlaşıldığı gibi;

  1.  Müslümanların birlik olmaları,
  2.  Kardeşçe bir sevgi ve şefkatle birbirlerine bağlı olmaları,
  3.  Çekişip tartışmamaları,
  4.  Birbirlerinin velileri ve dostları olmaları,
  5.  Birbirlerini her koşulda koruyup kollamaları,
  6.  Birbirleriyle istişare halinde olmaları,
  7.  Kenetlenmiş bir bina gibi tek safta olup, inkarcı zihniyete karşı ilmi bir mücadele yapmaları farzdır.

Tüm bunlara aksi bir tutum içinde olmak, yani;

  1.  Birleştirici değil ayırıcı olmak,
  2.  Müslüman kardeşlerine sevgiyle ve şefkatle yaklaşmamak,
  3.  Müslüman kardeşlerine karşı affedici, koruyucu ve kollayıcı olmamak,
  4.  İnkara karşı verilen ilmi mücadelede Müslümanlarla kenetlenmiş bir bina gibi olup birlikte fikri mücadele içinde olmamak haramdır.

Eğer İslam alemi güçlü, istikrarlı, müreffeh bir medeniyet olmak, dünyaya her alanda yön vermek ve ışık tutmak istiyorsa, birlik halinde hareket etmek zorundadır. Bu birliğin yokluğu, Müslüman ülkeler arasındaki ayrılık ve dağınıklık, İslam dünyasından ortak bir ses yükselmemesi, mazlum Müslüman halkları da savunmasız bırakmaktadır. Filistin’de, Keşmir’de, Doğu Türkistan’da, Moro’da ve daha pek çok yerde zavallı kadınlar, çocuklar ve yaşlılar ihtiyaç içinde zulümden kurtarılmayı beklemektedirler. Bu masum insanların sorumluluğu herkesten önce, İslam dünyasının üzerindedir.

Müslümanlar, Peygamberimiz (s.a.v.)’in  “Müslüman, Müslümana zulmetmez ve onu tehlikede bırakmaz” (Ebu Davud, Edeb 46, (4893); Tirmizi, Hudud 3, (1426); Buhari, Mezalim 3, İkrah 7; Müslim, Birr 58) sözünü hatırlarından çıkarmamalı ve bu söze uygun hareket etmelidirler.

www.yasananahirzaman.com

Dünyadaki Zulmün Durmasını İsteyen Müslüman Kardeşlerimiz Mübarek Ramazan Ayında Can-ı Gönülden İttihad-ı İslam İçin Dua Etmelidirler

Allah Kuran’ın pek çok ayetinde müminlerin birbirlerinin velileri olduklarını bildirmiştir. “Veli” kelimesinin anlamı dost, koruyucu, yardımcı ve destekçidir. Buna göre Müslümanların birbirlerini dost edinmeleri, birbirlerini korumaları ve birbirlerine destek olmaları Allah’ın onlara bir emridir.

Allah bir ayetinde müminlerin birbirlerini veli edinmeleri gerektiğini şöyle bildirmektedir:

“Sizin dostunuz (veliniz), ancak Allah, O’nun elçisi, rüku ediciler olarak namaz kılan ve zekatı veren mü’minlerdir.” (Maide Suresi, 55)

Bir sonraki ayette ise Allah müminlerin birbirlerini dost ve veli edinmeleri durumunda inkarcılara karşı sürdürdükleri fikri mücadelede mutlaka galip geleceklerini şöyle bildirmektedir:

“Kim Allah’ı, Resûlü’nü ve iman edenleri dost (veli) edinirse, hiç şüphe yok, galip gelecek olanlar Allah’ın taraftarlarıdır.” (Maide Suresi, 56)

Bu ayetten ve Kuran’ın daha pek çok ayetinden anlaşılmaktadır ki, müminler birbirlerini sevip dost edinirlerse, birbirlerine destek olurlarsa inkarcıların inananlara uyguladıkları kötülüklere kesin olarak son verecek ve Allah’ın emrettiği güzel ahlakı yeryüzünde yerleşik kılacaklardır. Açıktır ki, günümüzde dünyanın pek çok yerinde yaşanan adaletsizlikleri, zulüm ve haksızlıkları durduracak olan, tüm Müslümanların birbirlerini kardeşçe kucaklamaları, aralarındaki uzaklıkları ortadan kaldırarak bir an önce birleşmeleri ve İttihad-ı İslam’ı oluşturmalarıdır.

Geçmişte bir kısım hatalar yapılmış olabilir. Fakat şu an Müslümanlar olarak kendi sorumluluklarımızı görmek zorundayız. İslam ülkelerinin yatışmasının yolu başkalarını suçlayarak vakit kaybetmek değil, Allah’ın emri gereği birlik olmaktır. Allah, Enfal Suresinin 73. ayetinde, “İnkar edenler birbirlerinin velileridir. Eğer siz bunu yapmazsanız (birbirinize yardım etmez ve dost olmazsanız) yeryüzünde bir fitne ve büyük bir bozgunculuk (fesat) olur.” (Enfal Suresi, 73) buyurarak bu ayetin hükmünü gerçekleştirmiştir. Müslümanlar dostluklarını kaybettikçe, bölünüp parçalandıkça yeryüzünde çatışma ve bozgunculuk artmıştır. Bu nedenle  çözüm Müslüman aleminin, Kuran ahlakının gerektirdiği biçimde birlik olmasıdır.

Hiç şüphe yok ki Allah’tan korkan, vicdan sahibi hiçbir Müslüman, kardeşlerinden yüz çevirmenin ve kardeşleriyle birlik olmamanın karşılığında ortaya çıkan kargaşanın ve zulüm dolu ortamın oluşturduğu fitnenin vebalini yüklenmek istemez. Ne var ki Müslümanların birleşmesi için gayret etmeyen herkes şahit olduğu acılardan, zulüm ve haksızlıklardan, savaşlardan sorumlu olacaktır.

RAMAZANBIRLIK2

 

Allah’ı, Peygamber Efendimiz (s.a.v.)’i ve mümin kardeşlerini seven her Müslüman, dünyanın dört bir yanında esaret altında yaşayan milyonlarca mazlum insanın, zulüm gören, işkenceye uğrayan, evlerinden sürülen, yokluk içinde yaşamak zorunda bırakılan kardeşlerinin sorumluluğunu üzerinde hissetmeli ve onların huzur ve güvenliğe kavuşmaları için İslam dünyasının bir an önce birleşmesini istemelidir. Nitekim mağdur olan kardeşlerimizi içinde bulundukları durumdan kurtarmanın en kısa, en etkili, en kesin yolu İttihad-ı İslam’ın sağlanmasıdır.

Zulmün durmasını isteyen kardeşlerimiz bu mübarek günlerde Müslüman dünyasının kurtuluşu için “Ya Rabbi, İttihad-ı İslam’ı bir an önce meydana getir”, “İttihad-ı İslam’ı hemen oluştur” diye Allah’a dua etmelidirler. Allah müminlerin dualarına icabet edendir. Bu güzel ve hayırlı duayı yapan kardeşlerimiz inşaAllah kısa süre sonra dualarının gerçekleştiğini göreceklerdir. Israrla bu duayı yapan, bu duaya ilişkin faaliyetlerde bulunan müminler hiç kuşkusuz büyük bir sevap işlemiş olacaklardır.

İslam Birliğini sağlayacak olan Allah’tır, bizlere düşen bu birliğin kurulması için Allah’a dua etmektir. Bizler Müslümanları daima kardeşliğe çağırmakla, birbirlerini sevmeye, tek Yaradan’ın kulları olduklarını hatırlamaya çağırmakla, dünyadaki her insanı, Allah’ın kulu olarak sevmeye davet etmekle, Allah’ın bu kainatı nefret için değil sevgi için yarattığını hatırlatmakla yükümlüyüz.

Dünyayı güzelleştirmenin sırrı birlik çağrısı yapmaktır. Radikallerin sahte dini sürekli lanet ve nefret ile canlı kalıyor olabilir. Kuran’da bildirilen İslam dinimiz bize sevmeyi ve daima dost olmayı emrediyor. Biz, şartlar ne olursa olsun, zulüm altında bile olsak, sevgiyi konuşmalıyız. Lanet okumak dünyaya asla barış getirmez ama sevgi ve birliği konuşmakla Allah’ın izniyle dünya değişir.

www.dorthakmezhebegoremehdi.com

İslam Aleminin Manevi Liderinin Olmaması Hz. Mehdi (a.s.)’ın Geliş Alametlerindendir

Allah tarih boyunca her kavmi lideriyle, önderiyle birlikte yaratmıştır. Bu, Adetullah’ın gereğidir. Hz. Nuh (a.s.), Hz. İbrahim (a.s.), Hz. Musa (a.s.), Hz. Yusuf (a.s.), Hz. İsa (a.s.) ve Hz. Muhammed (s.a.v.) döneminde iman edenlerin önderi olarak Allah’ın mübarek elçileri İslam toplumlarının başında olmuştur. Hz. Talut (a.s.) döneminde de, Hz. Zülkarneyn (a.s.) döneminde de Müslümanların hep bir lideri olmuştur. Peygamberimiz (s.a.v.)’in ardından da Müslümanlar yakın tarihe kadar hiç başsız kalmamışlardır. Bu dönemde Müslümanların manevi bir liderinin olmaması, Allah’ın takdir ettiği Hz. Mehdi (a.s.)’ın geliş alametlerinden birisidir. Ancak Allah kaderde İslam toplumu için bir güzellik takdir etmiş ve manevi önderleri olmadan geçen bu dönemin ardından onları çok üstün ahlaklı, çok mübarek, sevgi ve şefkat dolu, Müslümanlara çok düşkün, hamiyet-i İslamiyesi çok kuvvetli bir zatla, yani Hz. Mehdi (a.s.)’la müjdelemiştir. Yaklaşık 1.5 asırdır başsız olan İslam alemi, Allah’ın takdir ettiği kaderin gereği olarak, bu yüzyılda Hz. Mehdi (a.s.)’ın manevi önderliği altında birleşecek ve İslam Birliği kurulacaktır inşaAllah.

http://harunyahya.org/tr/Makaleler/165377/Muslumanlarin-Ramazan%E2%80%99da-Ittifakla-Ittihad-I-Islam-Icin-Dua-Etmeleri-Ittihad-i-Islam%E2%80%99i-Cabuklastirir

İran ve Hizbullah, komünistin değil Müslümanların yanında olmalı – Didem Ürer

didem urer iran hizbullah komunizm adnan oktar

 

Müslümanların şunu iyi bilmesi gerekir ki; ne toprak, ne sınır, ne iktidar, ne petrol, ne siyasi güç, bir Müslümanın diğer Müslümanın kanını dökmesini, hiçbir insanın başka bir insanın kanını dökmesini meşrulaştıramaz.

Daha fazlasını oku: http://haber.rotahaber.com/iran-ve-hizbullah-komunistlerin-degil-muslumanlarin-yaninda-olmali_369763.html

Beşar Esad için düşünüyorum, ne yapsak ne etsek diye – Adnan Oktar

besar esad suriye adnan oktar pkk

 

Adnan Oktar: Esad için düşünüyorum, ne yapsak ne etsek diye. Baasçılar var. Mesela bu Suriye’nin bu olaylarını çok iyi bilen bu Esad’la bağlantılı olan birisi geldi, bir arkadaşımız geldi mübarek muhterem bir insan, yani tam bağlantıda olan birisi. Mesaj gönderdim dedim, buna anlattım. Ama Adam Baas’ın elinde esir. Komünist sistemin elinde esir. İran, komünistlere teslim olmuş, Suriye komünistlere teslim olmuş. İttihad-ı komünizm bunların kafası. İttihad-ı İslam’ı hiçbir şekilde kabul etmez İran. İttihad-ı İslam’ı istemezler. Venezüella, Küba komünist ülkelerle birlikte komünizmi kurduğunda, “al sana İttihad-ı İslam bu” diyor. “Komünizm İttihad-ı İslam” diyor. Onların İttihad-ı İslam anlayışı bu. Suriye’nin İttihad-ı İslam anlayışı komünizm. Bütün dünya komünist olduğunda, “işte Allah’ın dediği oldu” diyor. Haşa. Beşar, yakayı kaptırmış vaziyette. Allah kurtarsın. Bir operasyonla ancak kaçırılırsa, o olur. Yapabilirlerse, Amerika, Türkiye, İsrail ittifak etsinler. Onun sarayından kaçırsınlar. Adam kaçsa, o itiraf eder, anlatır. “Allah belalarını versin” der bu PKK’lıların da, komünistlerin bu Suriye’deki azgın rejimine de lanet eder. Aslında o çocuğun öyle bir kafası yok. Ama esir düşmüş kurtulamıyor. Hz. Mehdi (a.s)’dan bahsedebilir mi dedim? “Korkar, Baas rejiminden çekinir” diyorlar. “Mehdi’yi sever, Mehdi’yi ister ama söyleyemez” diyorlar. En sıkı adamlarından birisi bunu söyleyen. “İttihad-ı İslam’ı, belki onu söyletebiliriz. “Basçılar ne der” diyor iki de bir. Bağımsız değil, rahat değil. Yani öyle bir bela var. Çünkü Suriye’nin en yüksek ideali, dünyanın komünist olması. PKK’nın en yüksek ideali, dünyanın komünist olması. İran’ınki de öyle, Venezüella da öyle, Küba da öyle, Kore de öyle, Çin de öyle, “bütün dünya komünist olduğunda işte tamam” diyor. “Dünya cennetini kurduk” diyor. Haşa. İran’dan sıdklarını sıyırması lazım Müslümanların, onlardan bir şey çıkmaz. Komünizmden onlar yakayı kurtarmadan onlar için kurtuluş yok. Suriye de öyle kurtulacak gibi görünmüyor. Rejimin mutlaka yıkılması gerekiyor. Esad’ın yapacağı bu. Yani rejimin mutlaka yıkılması lazım. Ama yerine çok sağlam bir rejim kurulsun. Suriye parçalansın diyen yok. Suriye’nin birlik ve beraberliğinin daha da güçlenmesi ama o, Esad’la olacak gibi görünmüyor. Yapabiliyorsa yapsın göstersin, konuşsun anlayacağım. Dediklerimi desin, bütün sözümü geri alacağım ama diyemiyor. En fazla o şeyi söyleyebilmiş, ben konuştuktan sonra; haber gönderdim desin dedim, yuvarlak benim sözlerime yakın ama çevresinde dolanan izahlar yapabiliyor. Açıkça söyleyemiyor. İttihad-ı İslam istiyorum diyemiyor, çünkü komünistlerden çekiniyor. Hz. Mehdi (a.s)’dan bahsedemiyor. Hz. Mehdi (a.s)’dan bahset, çekinme, sana bereket gelir korkma. Ne olacak yani?

Adnan Oktar’ın 20 Nisan 2013 tarihli A9 Tv röportajından

Sayın Adnan Oktar’ın Twitter hesabı: https://twitter.com/adnan_oktar

Adnan Oktar: Abdullah Öcalan tövbe etsin namazlarını kılsın

adnan oktar abdullah ocalan pkk 2013

 

DİDEM ÜRER: Yılmaz Ensaroğlu Diyarbakır’da şunu söylüyor: “Şu anda çözüm çabası olan
iki taraf da ana aktörleriyle buradaki psikolojiye baktığımda, halkın psikolojik olarak tatmin
edilmesi gerektiği görülüyor” diyor. “Taleplerde çok yoğun biçimde Abdullah Öcalan’ın
serbest bırakılması, koşulların iyileştirilmesi öne çıktı taleplerde” diyor.

ADNAN OKTAR: Koşulları iyileştirilsin, tabii, işkence mi görsün diyeceksin? Kimse istemez
böyle bir şeyi. Televizyon verilsin mi, verilsin. İstediği kanalı seyretsin. Bahçesine çıksın
gezinsin. Ama şehit anneleri her gün gidip, mezara gidiyor, elinde bir havlu canlarım akşama
kadar siliyorlar o mezarı. Belli ki bu çok bunalmış, sıkılmış artık. Abdullah Öcalan’ı da
bırakacaksın, mezarın kenarından geçecek! Mezarlara sürtünerek geçecek! Şimdi bunu
vicdan kabul ediyorsa, bunu bana bir söylesin. Cezasını çekecek, şamataya gerek yok. Kimse
işkence yapılsın demiyor. Kötü şartlarda mahkumiyetini çeksin demiyor. İnsani olan, devletin
imkanlarıyla sağlanan ne varsa olsun. Ahbapları gidiyor, arkadaşları gidiyor konuşuyor,
konuşsun. Diğer mahkumlarla da görüşsün, spor da yapsın, bahçeye çıksın. Ama onu vicdan
kabul etmez, bırakma işini. Bu olmaz. Bir tane, iki tane değil. Azmettirmeyle cinayet aynıdır.
Bizzat cinayetle azmettirme aynıdır. Türk Ceza kanununda da aynıdır. Ha öldürmüş, ha
azmettirmişsin. Vur dedin mi, aynısı. Emrinde senin adam, git vur dediysen, ceza sana da
çıkar. Bunu bıraksınlar. Mesela diyor ki “ben eski yerimde kalmak istiyorum” diyor Abdullah
Öcalan, tamam eski yerinde kalsın. Onu oradan zorla çıkartmaya gerek yok. Televizyon,
tamam seyretsin. Tövbe etsin, namazlarını kılsın, bilgisini artırsın, Allah’a sığınsın, o zaman
Allah kalbine bir ferahlık verebilir. Öbür türlü sokakta da olsa içi yanacaktır, cezaevinde de
olsa içi yanacaktır. Bir tövbe etsin, esaslı bir tövbe. Ama üslubundan gördüğümüz kadarıyla,
tövbe istiğfar etmiş görünüyor. Namazlarını kılıyor gibi bir üslup hissettim. Gelen haberler de
o yönde gibi. İttihad-ı İslam’ı istediği açık görülüyor. Mesela bunlar iyi, bunlar güzel. Ama
öbür türlü bunlar çok tehlikeli şeyler. İşte, “çıksın, başımıza geçsin, bölünsün.” Sen kendini de
yakacaksın, milleti de yakmaya kalkıyorsun. Ateşle oynuyorsun. Ne dediğini kulağın duyuyor
mu senin? “Abdullah Öcalan çıksın” diyorsun, “Güneydoğu da bölünsün, gelsin başımıza lider
olsun.” Al sana bir Kuzey Kore daha. Al sana bir Pol Pot rejimi daha. Çok tehlikeli gözü
dönmüş komünist devlet olmuş olacak o zaman. Bir ucu İran’da, bir ucu Suriye’de, bir ucu
Irak’ta, bir ucu Türkiye’de! Bütün dünyanın başına bela olur böyle bir yapı. Çok kan dökücü,
çok can yakıcı komünist bir devlet. Ve oradaki Kürt kardeşlerimizin çekeceği acıyı düşünün.
Hepsini askere alırlar. Atmış yaşındaki dedeleri bile askere alırlar o zaman komünist
hükümet. Genç kızların hepsini askere alırlar. Tamamen askeri rejim olur. Kuzey Kore’den,
Çin’den gelişmiş silahlar getireceklerdir, kendileri de silah fabrikası kurarlar. Yani çok gelişmiş
silah sanayi oluştururlar. Çin olduğu gibi yatırım yapar, bizzat orada fabrika kurar. Türkiye
diye bir şey kalmaz, kısa sürede biter, size söyleyeyim. Ne Ortadoğu kalır hiçbir şey kalmaz.
Mahvederler her yeri. Amerika da can havliyle diyecek; “İşte biz kendimizi korumak için savaş
durumundayız” diyecek, atacak atom bombasını, atacak hidrojen bombasını, dünyayı
cehenneme çevirecek. Evanjeliklerin de dediği sonunda olmuş olacak, Armageddon oldu
diyecekler. Bir avuç Evanjeliğin hırsı için, ortalığı kan denizine çevirmeye kalkıyorlar. Huzurlu
güzel yaşıyoruz kardeşlerimizle. Demokrasi tam anlamıyla gelişsin, gelişiyor da.

Başbakanımız zaten o yönde tavrı. En ileri demokrasi istiyorlar. Gayet güzel. Daha tamam, hukuk daha rayına oturmadı, demokrasi daha rayına oturmadı. Daha gittikçe gelişiyor. Şu an biz her şey düzeldi demiyoruz ki. Ama hükümete yardımcı olmak lazım. Sayın Başbakan’ın üstüne çökersen, hakaret edersen, nefret edersen, sürekli engellemeye kalkışırsan nasıl olsun, peki ne yapacaksın? Kim gelsin onu söyle? İkinci bir hükümet sözü de yok ortada. Hani o olmadı şu olur da demiyorlar. Kabus teklif ediliyor. Olmaz. Başbakan söylüyor: “Ben bölünmeye karşıyım.” Bitti. Adamlar istediğini söylesin. Konuşma hürriyeti var, konuşabilir. Ama ülkücü gençliği olsun, Alperenler olsun, Saadet gençliği olsun, dimdik ayakta olduklarını, kararlı olduklarını, vatan millet aşkıyla dolu olduklarını vurgulamada karalı bir üslupla, aşk dolu bir üslupla, muhabbet dolu bir üslupla devam ederlerse, deccal yürüyemez. Deccalin ayağını kilitlemiş olurlar. Hiçbir şey morallerini bozmasın, hiçbir sözden çekinmesinler. Yok basın şunu demiş. Desin kardeşim, istediğini desin. Havada takla atsın isterse, hiç bir şey olmaz.

Bir de Sayın Bahçeli’ye iyi sahip çıksınlar. Çünkü o merhametli bir insan. Ama insan olarak onun
da desteğe, şiddetli bir sahip çıkmaya ihtiyacı olur. Onu çok güçlü vurgulamak lazım.
Vurguluyorlar tamam, ama birkaç kat daha. O zaman güzel olur. Sayın Destici’ye de mesela
çok güçlü sahip çıkılsın. Yani liderlerin hepsi, Allah rızası için gayret ediyorlar. Her parti bizim
için kıymetli. Mesela CHP çok kıymetli, çok önemli, milli birlik beraberlik için. MHP çok
önemlidir, Büyük Birlik Partisi çok önemlidir, Saadet Partisi çok önemlidir. AK Parti de
hükümette, şahane bir demokrasi ziyafeti çekiyor. Ve o yönde bir gelişme gösteriyor. Şu anki
özgürlüğümüze bakın. Zorluklar olmuyor mu, oluyor. Önüne gelen dava açıyorlar, bilmem ne
yapıyorlar falan. Ama her halükarda şuan hukuku derliyor yinede, inşaAllah. Mesela bu yeni
bir hukukla ilgili çalışma yaptılar, yeni bir paketi bir şeyler, o da öyle ferahlatıcı gibi
görünüyor. İnşaAllah hayır olacak. Ama fütur asla olmaz, çünkü Allah bizden yana. Cenab-ı
Allah hep haktan yana. Bakın diyor ki Cenab-ı Allah, “eğer siz doğru yolda olursanız” Allah söz
veriyor bak çok net, Cenab-ı Allah’ın hükmü açık. Şeytandan Allah’a sığınırım. “Eğer siz doğru
yolda olursanız, kötüler size zarar veremez. Garanti veriyorum” diyor Cenab-ı Allah. “Hiçbir
şekilde zarar veremezler” diyor. “Ben sizden yana olurum” diyor, Allah. Ve “sizden yana
olacağım” diyor. Onun için gönülleri son derece rahat olsun kardeşlerimizin.

Adnan Oktar’ın 13 Nisan 2013 tarihli A9 Tv röportajından

Video: http://www.youtube.com/watch?v=tbZiW5RVX3I