Mülteciler Paris Saldırılarının Sorumlusu Değil Mağdurudur – Adnan Oktar

 

Mülteciler Paris Saldırılarının Sorumlusu Değil Mağdurudur – Adnan Oktar

Avrupa kıyılarına ulaşmaya çalışırken, Ege ve Akdeniz’in sularında boğuluyorlar; bebek, kadın, erkek cesetleri kıyıya vuruyor. Hatta bazen botları kasıtlı olarak batırılıyor ve denizde ölüme terk ediliyorlar.

Ya da seyahat ettikleri kamyon kasalarında havasızlıktan can veriyorlar.

Medeniyetin merkezi olarak kabul edilen topraklarda, gün geliyor, çocuk ve kadın ayırt etmeden biber gazı ve tazyikli su ile karşılanıyor, coplanıyor, yerlerde sürükleniyorlar.

İnsan hakları ve hukukun üstünlüğü değerleri üzerinde inşa edilen Avrupa Birliği’nde tel kafeslere kapatılarak insanlık dışı uygulamalara maruz kalabiliyorlar.

Tüm bu zulümler yetmezmiş gibi, şimdi de bazı çevreler tarafından, Paris saldırılarının sorumlusu olarak gösteriliyorlar.

Onlar, hemen her gün dramlarını medyadan takip ettiğimiz mülteciler. Aslında tek amaçları var: Bombalar, terör ve savaş nedeniyle artık yaşanmaz hale gelen vatanlarından kaçıyorlar; aileleri ile birlikte huzur, güvenlik ve refah içinde yaşayabilecekleri ülkelere ulaşmaya çalışıyorlar.

***

Her ne pahasına olursa olsun mültecilerin Avrupa’ya kabulüne karşı olan çevreler, Paris saldırılarını bahane etmekte gecikmediler. Fransa Ulusal Cephe Partisi Lideri Marine Le Pen göçmen alımının derhal durdurulması çağrısı yaptı; gerekçesi ise sığınmacılar arasında olması muhtemel IŞİD üyeleriydi.[i] Polonya Hükümeti Avrupa Birliği Bakanı Konrad Szymanski, Paris’de gerçekleşen trajik olaydan sonra, AB’nin mültecileri Avrupa ülkeleri arasında paylaştırma projesini uygulama imkanı kalmadığını söyledi.[ii]

Nazi Almanyası II. Dünya Savaşı’nda Paris’i işgal ettiğinde, diğer ülkeler ölümden kaçan Fransızları, aralarında Nazi ajanı olabilir ihtimaliyle kabul etmeselerdi, Le Pen ne derdi? Ya da Batılı ülkeler, soğuk savaş yıllarında, Sovyetler Birliği işgali altındaki Polonya’dan gelen sığınmacıları geri gönderselerdi, Szymanski ne düşünürdü?

Neyse ki konuyu sağduyuyla değerlendiren Batılı politikacılar da çıktı. Almanya İçişleri Bakanı Thomas de Maiziere, mülteciler ile Paris terör saldırıları arasında bağlantı kurulmaması gerektiğini ifade etti.[iii] Yine Avrupa Komisyonu Başkanı Jean Claude Juncker Avrupalı liderleri uyardı; teröristler ile mültecilerin karıştırılmaması gerektiğine, saldırıların faillerinin tam anlamıyla sığınmacıların kendilerinden kaçtığı insanlar olduğuna dikkat çekti.[iv]

Medyada mültecileri terörist gibi gösterip her yerde ezilmesine çalışan, bilerek veya bilmeyerek onları hedef göstenler var. Şüphesiz, Paris saldırılarını böyle zavallı insanların üstüne yıkmak çok büyük bir zulüm olur. Ayrıca, şu ana kadar tahkikatın ortaya koyduğu gerçek, saldırılara katıldığı kesinleşen tüm militanların AB vatandaşı olduğu. Saldırganlardan birinden iddia edildiği gibi Suriye pasaportu çıktığını kabul edelim. Bu pasaport çalıntı veya sahte olabilir, teröriste değil de olay yerindeki masum birisine ait olabilir, pek çok ihtimal söz konusu. Güvenlik nedeniyle kapsamlı önlemler almak devletlerin elbette doğal hakkıdır ama göçmenlere sınırları kapatmak bir tedbir değildir.

***

Kaldı ki IŞİD gibi radikal örgütlerin şiddet ve terör eylemleri gerçekleştirmek için göçmenlere kesinlikle ihtiyacı yok. Zaten şu anda Avrupa sınırları içinde Fransız, İngiliz ya da AB vatandaşı binlerce IŞİD mensubu veya sempatizanı yaşıyor. Dolayısıyla masumu suçludan ayırt etmek ancak detaylı istihbarat ile mümkün olabilir.

Şüphesiz, istihbaratın şiddeti tırmandırmayacak şekilde kullanılması önemli. Haber alma faaliyeti çözüm değil, sadece koruyucu ve önleyici bir tedbir olabilir. Kesin çözüm için ise sorunun kökenine yönelik bir plan gerekir. Şiddet yanlısı radikal militanlar İslam’ı Kuran’a göre anlamıyor; bağnaz inançlar, sahte hadisler ve hurafelerden çıkardıkları izahlar ile kendilerince şiddeti meşru hale getiriyorlar. Dolayısıyla kesin çözüm, sadece gerçek İslam’ı ve Kuran ahlakını temel alan bir eğitim. Sevgiyle, şefkatle, merhametle ve tevazuyla yaklaşarak sunulacak bir eğitim. Bunun dışında asla sapkın ideolojilerini ve silahlarını bırakmazlar.

***

Mültecilere yönelik sınırlara dikenli teller çekmek veya yüksek duvarlar örmek kesinlikle çözüm olmaz. Onlar şiddetten ve savaştan kaçan ve bu uğurda her türlü zorluğu hatta ölümü göze alan insanlar. Böyle önlemler göçmenlerin zorlu hayat şartlarını dayanılmaz hale getirir ama yollarından geri döndürmez, daha da vahimi soğuk hava koşullarında kitlesel ölümleri kat kat artırır. Düşünmesi bile endişe verici bu durum ise, kalplerde ve vicdanlarda derin yaralar açar, Avrupa tarihi için bir utanç kaynağı olur.

Onlar evlerini, mallarını, sevdiklerini, herşeylerini geride bırakmış fakir ve gariban insanlar. Dehşet içinde nereye gideceklerini, ne yapacaklarını şaşırmış durumdalar. Çoğunun, üzerindeki kıyafeti ve küçük naylon torbasındaki birkaç eşyası dışında hiçbir şeyi yok. Avrupalılar kısa bir süreliğine de olsa kendileri, aileleri ve sevdiklerinin benzer bir duruma düştüğünü düşünmeli; göçmenlerin içinde bulunduğu zorlukları hissetmeye çalışmalılar. Bu sayede onlara sevgiyi, şefkati ve merhameti esas alarak yaklaşmanın önemini daha iyi anlayacaklar.

***

Batılı devletler önemli bir sınavdan geçiyor. Sahip oldukları güçlü maddi, ekonomik ve teknolojik imkanlarla mülteci sorununa acil çözümler üretebilirler. Umulur ki çaresiz durumdaki mültecilere sevgiyle kucak açarlar ve savundukları özgürlük, eşitlik, kardeşlik, adalet, sevgi, dayanışma gibi güzel değerleri bir kez daha sahiplenirler. Zira aksi uygulamalar ve önlemler gittikçe artan şiddet olaylarına davetiye çıkaracaktır.


[i] http://www.dailymail.co.uk/news/article-3320841/Paris-terror-attacks-pave-way-march-Far-Right-Le-Pen-demands-immediate-halt-new-migrants-France-PEGIDA-hopes-draw-record-crowds-tally-tonight.html
[ii] http://www.independent.co.uk/news/world/europe/poland-plans-to-backtrack-on-migrant-commitment-following-attacks-in-paris-a6734521.html
[iii] http://news.yahoo.com/dont-paris-attacks-migrant-influx-german-interior-minister-153747598.html
[iv] http://www.independent.co.uk/news/world/europe/paris-terror-attacks-jean-claude-juncker-warns-european-leaders-do-not-mix-up-terrorists-with-a6736271.html

 

Kaynak: http://www.harunyahya.org/tr/Makaleler/213799/Multeciler-Paris-Saldirilarinin-Sorumlusu-Degil-Magdurudur

mbc times_adnan_oktar_refugees_victims_of_paris_attack

Adnan Oktar: İslam’ın menfaatlerini önemli görmeyen, korkak, kendi çıkarını düşünen ve zora girmeyen Müslümanlar

adnan oktar delikanli adnan hoca islam korkak musluman musrik munafik

Adnan Oktar: İslam’ın menfaatlerini önemli görmeyen, korkak, kendi çıkarını düşünen ve zora girmeyen Müslümanlar

Şimdi samimi olarak vicdanınızın sesine kulak verin ve düşünün;

İnsanlar doğar, büyür, eğitim görür, iş hayatına atılır, evlenir, çocuk sahibi olur, bu arada gücü yettiğince para ve itibar kazanmaya çalışır, sonra çocuklarını evlendirir, torun sahibi olur, ölür, ardından çocukları, torunları da benzer sıralamayı yaşar ve ölür. Sizce dünyaya geliş amacımız bu mudur?

Pek tabi ki değildir. Ancak din ahlakından uzak yaşayan insanların büyük bir kısmının hayat anlayışları bu kadarla sınırlıdır. Herkes için yaşam şartları değişse de, olmazsa olmaz bu ezberlenmiş sıralamayı yaşarlar ve ölürler. Bu sırada hayatlarındaki en büyük eksikliği görmezler, dünyaya asıl geliş amaçlarını düşünmezler. Bu en büyük eksikliği göremediklerinden, iş yerlerinde, okullarında başarılı olsalar bile, sıkıntılarına, mutsuzluklarına neyin sebep olduğunu da anlayamazlar.

İman edenler için ise, hayat bambaşkadır. Ticaret, okul, aile pek tabi ki hayatlarında vardır ancak hayatlarının bambaşka olmasının sebebi, tüm bunlarla ilgilenirken yeryüzüne geliş amaçlarını unutmadan hareket etmeleridir. Samimi kalple iman edenler, dünyaya Allah’a ibadet etmek, kulluk etmek için geldiklerini, dünyanın bir imtihan yeri, ahiret için bir hazırlık yeri olduğunu bilerek hareket ederler.

… insanları yalnızca Bana ibadet etsinler diye yarattım. (Zariyat Suresi, 56)

İşte bunlar, Allah’ın rızasını her şeyin üzerinde gören Müslümanlardır. Dünyaya dair uyguladıkları her şey Allah’ın rızasının en fazlasına dayalıdır. Dünyada amaçları maddi imkanlarını artırma değildir. Kariyer, makam mevki sahibi olma, ünlü olma peşinde değildirler. Allah için, dünyada zulüm gören milyonlarca Müslümanı çektikleri eziyetlerden kurtarabilmek için çaba harcamak varken, evlenip çoluk çocuk sahibi olma peşinde değildirler. Hayatlarını örnek aldıkları kişiler hayatları zorlu imtihanlarla geçmiş peygamberler ve salih Müslümanlardır.

Bir de Müslüman kimlikleriyle tanıdığımız, sadece hacca gitmek, namaz kılmak, kelime-i şehadet getirmek, oruç tutmak ve zekat vermek gibi İslam’ın 5 şartı diye bilinen ibadetleri yeterli gören bir grup insan vardır. Bu kişiler, dünyada zulüm gören Müslümanların durumlarını düşünmezler. Dünyayı saran imansızlık belasına karşı ilmi mücadelede bulunmazlar. Allah’ın dinini anlatıp yaymazlar. Müslümanların arasını bulup uzlaştırmazlar. Saydığımız örneklerdeki gibi sayısız ibadetle hiç ilgilenmezler. Bütün dünyaları, kendi evleri, iş yerleri, komşuları çevresinde döner durur.

Kuran ahlakını yaşamak, Allah için mücadele etmek 24 saattir. Dolayısıyla din bizim hayatımızın her anını kapsar. Ve her Müslüman, öncelikle Kuran’ın tamamını okuyup Allah’ın bizden istediği ahlakı anlamak ve her dakikasında Allah rızasının en fazlasını seçerek hayatına geçirmekle mükelleftir.

Kuran ahlakında yukarıda saydıklarımız gibi Müslümanların birliği, iyiliği emretme, kötülükten sakındırma, İslam’ın dünya hakimiyeti için çaba sarf etme, Allah için cesur olma, Allah için kınayıcının kınamasından, iftiraya uğramaktan çekinmeme gibi Allah’ın farz kıldığı daha sayısız ibadetler vardır. Ahirette tüm Müslümanlar bu ibadetlerden de sorguya çekilecekdirler. Allah’ın ayetlerinin çok az bir kısmını uygulayıp, namaz gibi farz olan diğer ibadetleri uygulamayan, hayatlarını tam bir teslimiyetle Allah’a adamak yerine hem dünyayı hem ahireti dengede tuttuğunu zanneden Müslümanlar Allah esirgesin ahirette büyük bir kayba uğramaktan çekinmelidirler. Samimi Müslümanlarla samimiyetsiz olanların farkı işte buradadır. Kuran’a göre bir insan ya dünyayı ya da ahireti tercih edebilir, her ikisini dengede tutmak diye bir şey yoktur. İşte bu samimiyetsizlik, her türlü riskten kaçınma, korkaklık ve çekingenlik İslam dünyasının bugün içinde bulunduğu durumun, İslam ahlakının dünyaya hakim olmamasının sebebidir. Bu umursuz, sadece kendi menfaati peşinde olan insanlar yüzünden İslam alemi dağınık, bu insanlar yüzünden Müslümanların gördüğü eziyet, zulüm her geçen gün artmaktadır.

Size ne oluyor ki, Allah yolunda ve: “Rabbimiz, bizi halkı zalim olan bu ülkeden çıkar, bize Katından bir veli (koruyucu sahib) gönder, bize Katından bir yardım eden yolla” diyen erkekler, kadınlar ve çocuklardan zayıf bırakılmışlar adına cehd (gayret, çaba) etmiyorsunuz? (Nisa Suresi, 75)

Samimi iman edenlerin hayatları ise Bediüzzaman Said Nursi Hazretleri örneğinde olduğu gibi şanlı ve şereflidir. Bediüzzaman Said Nursi Hazretleri, dünyayı elinin tersiyle itmiş, Allah yolunda mücadele etmiş, zor imtihanlardan geçerek 30 yıl hapis yatmıştır ve Allah’ın rızasını kazanmayı ummuştur. Bediüzzaman Hazretleri de o çileleri çekmek yerine, dilese kendine aile kurar, yakın çevresi, komşuları, ticaret ile ilgilenebilirdi ve yıllarca, hapis, sürgün hayatı yaşamaz, bu dünyada rahat ederdi. Ama Allah için 30 yıl hapis yatmak onun için tüm bunlardan daha değerliydi.

Resulullah (sav) döneminde yaşayan, rahatına düşkün bazı Müslümanlar uyanıklık yaptıklarını zannederek, sıcağı, evlerinin açıkta olduğunu bahane etmiş Peygamberimiz (sav)’le, sahabelerle birlikte savaşa çıkmamış, ancak ahireti kaybetmişlerdir. Hava, Peygamberimiz (sav) ve sahabeler için de sıcaktı ama bu onları Allah yolunda mücadele etmekten alıkoymadı. Peygamberimiz (sav)’in ve sahabelerin de evleri vardı ama Allah için elleri, kolları, bacakları kopup, belki tek gözleriyle savaşa gitmek, Allah için mücadele etmeyi seçmek onlar için her şeyden önemliydi:

De ki: “Eğer babalarınız, çocuklarınız, kardeşleriniz, eşleriniz, aşiretiniz, kazandığınız mallar, az kâr getireceğinden korktuğunuz ticaret ve hoşunuza giden evler, sizlere Allah’tan, O’nun Resûlü’nden ve O’nun yolunda cihad etmekten daha sevimli ise, artık Allah’ın emri gelinceye kadar bekleyedurun. Allah, fasıklar topluluğuna hidayet vermez. (Tevbe Suresi, 24)

Dolayısıyla Allah için her türlü zora giren ve keyifleri kaçmasın diye hiçbir zorluğa girmeyen Müslümanların durumu, dünyada aynı olmadığı gibi ahirette de aynı olmayacaktır. Uyanıklık hapisten, mücadeleden, yorulmaktan, uykusuz kalmaktan, iftira atılmaktan kaçacak şekilde her türlü tedbiri alarak mücadeleye katılmamak değildir. Uyanıklık, bu dünyada Allah’a tam teslim olarak her türlü zorluğa girmek, Allah’ın rızasını kazanmak için her dakikası bu dünyadaki son dakikasıymışçasına mücadele eden Müslümanlarla birlikte hareket etmektir.

Müslümanlara yapılan zulmün, eziyetlerin sebebinin dinsiz ideolojiler olduğu ortadadır. Zulme karşı tek çözümün Müslümanların birliğiyle dinsiz ideolojilere karşı ilmi mücadele, İslam ahlakının yeryüzüne yayılması olduğu da ortadır. Bu önemli mücadeleyi, İslam’ın menfaatlerini aciliyetli görmeyip, yalnızca akraba ilişkileri, yalnızca ticaret gibi tali konularla ilgilenmek Allah esirgesin bu kişileri ahirette büyük bir utanca, pişmanlığa boğabilir. Ümmeti her türlü fesattan selamete çıkarmak her Müslüman’ın boynunun borcudur, farz bir ibadettir. Her Müslüman birbirinin velisidir. (Mü’min erkekler ve mü’min kadınlar birbirlerinin velileridirler… Tevbe Suresi, 71) Allah müminlerin birbirlerini koruyup kollamalarını emretmişken, bu farzı bırakmak Müslümana yakışmaz. Gözlerinin önünde velisi olduğu Müslüman bir kardeşinin ölümünü seyretmek Müslümana yakışmaz. Dünyayı imansızlık belası sarmışken, dinsizliğe karşı fikirle, ilimle mücadele etmek yerine, keyfinin peşinden gitmek Müslümana yakışmaz.

Yine burada görev samimi Müslümanların üzerindedir. Müslümanları umursuzluk belasından, bencillik belasından kurtarmanın, zulmün, ayrılıp dağılmışlığın tek çözümünün Kuran ayetlerinin her birini yaşantımıza geçirmek olduğunu hatırlatmak, birlik ve beraberliğimiz için gayret etmek, Müslüman kardeşlerimize iyiliği emredip kötülükten sakındırmak her birimizin sorumluluğudur.

Mü’min erkekler ve mü’min kadınlar birbirlerinin velileridirler. İyiliği emreder, kötülükten sakındırırlar, namazı dosdoğru kılarlar, zekatı verirler ve Allah’a ve Resûlü’ne itaat ederler. İşte Allah’ın kendilerine rahmet edeceği bunlardır. Şüphesiz, Allah, üstün ve güçlüdür, hüküm ve hikmet sahibidir. (Tevbe Suresi, 71)

Sizden; hayra çağıran, iyiliği (marufu) emreden ve kötülükten (münkerden) sakındıran bir topluluk bulunsun. Kurtuluşa erenler işte bunlardır. (Al-i İmran Suresi, 104)

Kendilerine apaçık belgeler geldikten sonra, parçalanıp ayrılan ve anlaşmazlığa düşenler gibi olmayın. İşte onlar için büyük bir azab vardır. (Al-i İmran Suresi, 105)

Kaynak: http://www.harunyahya.org/tr/Makaleler/213764/Islamin-menfaatlerini-onemli-gormeyen-korkak-kendi-cikarini-dusunen-ve-zora-girmeyen-Muslumanlar

Adnan Oktar – Yalnızlık Hayatın Doğal Bir Parçası Değil

 

Adnan Oktar – Yalnızlık Hayatın Doğal Bir Parçası Değil

Channel 4 News TV hazırladığı belgeselde milyonlarca yaşlının yalnızlık nedeniyle çektiği sıkıntıyı dokunaklı bir şekilde ekrana yansıtmış. Margaret Nickless, “Eğer hiç yalnız kalmadıysanız, yalnızlığın nasıl bir duygu olduğunu bilemezsiniz.” sözleriyle içinde bulunduğu durumu tarif etmeye çalışıyor, gözleri yaşlı bir şekilde. Roy Croucher ise, “Dışarıdan eve her dönüşünüzde bomboş bir eve döndüğünüzü, yalnızlığın sizi yeniden saracağını biliyorsunuz. Ve bütün gününüz telefonun bir kez olsun çalmasını beklemekle geçiyor.” diye dile getiriyor yalnızlığını.[1]

Günümüzde yalnız yaşayan nüfus sayısı dünya genelinde 300 milyona yaklaşmış durumda. Üstelik bu sayının her yıl giderek arttığı belirtiliyor. Özellikle gelişmiş Batı toplumlarında yalnız yaşayan ya da kendilerini yalnız hisseden insanların sayısındaki hızlı artış bilim insanlarının yoğun ilgisini çekerken pek çok araştırmaya da konu oluyor. Amerika birçok konuda olduğu gibi bu konuda da başta geliyor. Ülkede 32 milyondan fazla yalnız yaşayan insan var. Toplam hanelerin %28’inde tek kişi bulunuyor.[2]

New York Üniversitesi sosyoloji profesörlerinden Eric Klinenberg konuya farklı bir yaklaşım sergiliyor ve yalnızlığın dünyanın yeni “trend”i olduğunu ileri sürüyor. Gerçekten de markaların ve tüketim dünyasının yalnızlığı trend haline getirdiğini söylemek mümkün. Yalnız yaşayanlara yönelik ürünler tüm dünyada revaç buluyor. Dünyaca ünlü markalar yalnızlara hitap eden ürünlere ağırlık veriyorlar. Kısacası yalnız yaşayanlar önemli bir “ekonomik pazar” olarak görülüyor. Bunun nedeni yalnız yaşayan insanların çoğunlukla hareketli bir yaşam sürmeleri; dışarıda daha sık yemek yemeleri, konser, tiyatro, sinema gibi etkinliklere, spor salonlarına daha fazla rağbet etmeleri. Dolayısıyla yalnızlığı önleyecek tedbirler alınacağı yerde, insanlar adeta yalnızlığa teşvik ediliyor. Ve elbette bu politika yalnız yaşayanların sayısında ciddi bir artışa neden oluyor.

Bir başka şaşırtıcı husus, insanların büyük bir çoğunluğunun artık mecburiyetten değil, kendi tercihleri ile yalnız yaşıyor olmaları. Amerikalı sosyolog Klinenberg bunu insanların yalnız yaşamayı karşılayabilecek maddi güce erişmiş olmalarına bağlıyor. Diğer bir deyişle ünlü sosyolog ekonomik güçleri artan insanların yalnız yaşama potansiyellerinin de arttığını söylüyor. Gençlerin yalnız yaşamayı tercih etmelerinin sebebi ise, ünlü sosyoloğa göre, kişiliklerini bulma arayışları.[3]

Yalnız yaşayanların sayısındaki artışla ilişkilendirilen bir diğer unsur da teknoloji. İnsanların internet ve sosyal medya sayesinde başkaları ile sürekli iletişim halinde olmaları, yalnız yaşamı arttıran başlıca sebepler arasında görülüyor.

Oysa dünyada bu kadar çok yalnız insan olmasının suçlusu ne teknoloji, ne ulaşım, ne de iletişim alanındaki gelişmeler. Gün geçtikçe büyüyen bu sorunun tek sebebi var, o da dünyayı kasıp kavuran sevgisizlik. Yaşlı, genç; insanların yalnızlığa mahkum olmalarının ya da kendi rızalarıyla yalnızlığı tercih etmelerinin ardında yalnızca tüm dünyaya hakim olan sevgi eksikliği var. İnsanlar birbirlerini sevmiyor, birbirini umursamıyor, birbirlerinin sorunlarıyla ilgilenmiyor. Bunun akabinde yaşlılar hiçbir vicdan rahatsızlığı duyulmaksızın kendi hallerine terk ediliyor, kabuklarına çekilmelerine, dünyadan soyutlanmış olarak yaşamalarına göz yumuluyor;  çevrelerinden ilgi ve sevgi göremeyen gençler kendilerine zarar verecek alışkanlıklara yöneliyor; arkadaşsızlıktan, sevgisizlikten bunalan insanlar çareyi köpeklerle, kediler, kuşlar, balıklarla arkadaş olmakta buluyor. Aradıkları sevgiyi bulamayan insanlar yaşam sevinçlerini yitiriyor ve yalnız yaşamaya karar veriyorlar. Listeyi daha da uzatıp detaylandırmak mümkün.

Gerçek şu ki sevgisizlik en büyük toplumsal belalardan biridir. Yalnızlık ise sevgisizliğin meydana en tehlikeli hastalık ve hiç kuşku yok insana en acı veren şeylerdendir. Öyle ki uluslararası hukuk, yasal suçlara en büyük karşılığı yalnız kalma cezası olarak saptamıştır. Hapiste suçlular işledikleri suçun karşlık bulması için yalnızlığa mahkum edilirler. Mahkumiyetin süresi ne kadar artarsa ceza o kadar ağır olarak nitelendirilir. Ömür boyu hapis demek, bir anlamda ömür boyu yalnızlıkla aynı anlama gelir.

Yoldan geçen insanları çevirin ve onlara en çekindikleri şeyin ne olduğunu sorun; birçoğunun cevabı yalnızlık olacaktır. Kimse yalnız yaşlanmak, yaşlılığında unutulmak istemez. Her insan sevilmek, aranmak, ilgi görmek ister. Sevilmek, korunup kollanmak, vefa ve sadakat görmek bu dünyanın en büyük nimetlerindendir. Kadın-erkek, yaşlı-genç; tüm insanlar sevgi hasretiyle yaşarlar. Kendilerini seven, ne olursa olsun terk etmeyen insanlar olsun isterler. Sevgi ve sadakat her insanın adeta gıdası, can damarıdır.

Pek çok akademik çalışmanın ileri sürdüğünün aksine, yalnızlık kesinlikle hayatın olağan bir parçası değildir. İnsanların sevgi, dostluk, kardeşlik içerisinde birarada olmaları, birbirlerini kucaklamaları hayatın tadı, tuzu, anlamıdır. Sevgi olmadan, dostluk, arkadaşlık olmadan yalnız yaşamayı tercih etmek ve başkalarını bu şekilde yaşamaya mecbur bırakmak insaniyetle bağdaşacak bir davranış sayılamaz. İnsan yaratılışı gereği etrafında sürekli olarak güzellik görmek isteyen, güzelliklerden hoşlanan bir varlıktır. Kalbindeki coşkulu iman ve Allah sevgisi Allah’ın tecellilerine karşı derin bir sevgi oluşturur. Ruhu ancak Allah’ın tecellilerini gördüğünde rahat eder. Hayvanlar, bitkiler, ağaçlar, çiçekler, çeşit çeşit meyveler, yiyecekler, güzel manzaralar; her biri Allah’ın varlığının muhteşem tecellileridir, ama Allah’ın en yoğun tecelli ettiği varlık insandır. Allah’ın ahlakı, sevgisi, şefkati en yoğun insanda tecelli eder. Dolayısıyla Allah aşığı bir insan sürekli olarak insan sevgisi arar, bütün ruhuyla sevmek, sevilmek ister. Ruhunda böyle coşkulu bir sevgi yaşarken yalnız kalmayı düşünemez dahi. Öte yandan tek bir insanın dahi yalnız ve mutsuz olmasına da asla müsaade etmez. Herkesin sevgiyle, kardeşlikle birarada olmasını, sağlıklı, neşeli olmalarını ister. İnsanların mutluluğu ona tarifsiz bir sevinç verir.

Sevgi yaşandığında dünyadaki pek çok sorun gibi yalnızlık sorunu da ortadan kalkacaktır. Tüm insanlar sevgiyle biraraya gelecek, büyük-küçük herkes sevgi ve saygı görecek, kimse yalnız yaşamaya mahkum edilmeyecek, kimse yalnız yaşamak istemeyecektir. Her gün bir bayram edasıyla, neşe ve mutluluk içinde geçecektir. Bu güzel günleri oluşturmak hepimizin görevidir.

Adnan Oktar’ın New Straits Times’da yayınlanan makalesi:

http://www.nst.com.my/news/2015/12/118496/solitude-new-trend

new straits_times_adnan_oktar_solitude_new_trend

Kaynak: http://www.harunyahya.org/tr/Makaleler/213632/Yalnizlik-Hayatin-Dogal-Bir-Parcasi-Degil

Adnan Oktar: Yemen Başarısız Devlet Olmayı Hak Etmiyor

adnan oktar resimleri yemen adnan hoca harun yahya a9 tv

Adnan Oktar: Yemen Başarısız Devlet Olmayı Hak Etmiyor

Devletler dev bir organizmaya benzer, o nedenle de zaman zaman hasta olabilirler. Günümüzde, iç savaş, yoksulluk, doğal afet ve bulaşıcı hastalık gibi nedenlerle hukuk ve sosyal düzeni kısmen ya da tamamen çöken devletler mevcuttur. Bu devletler sağlıklarını yitirmiş olmalarına rağmen bir hayalet gibi dünya haritasında yer almaya devam ederler. Uluslararası ilişkilerde bu tip devletler “başarısız devletler ya da çökmüş devletler” olarak isimlendirilmektedir.

Başarısız devletlerin en belirgin özelliklerinden biri sürüp giden iç savaşların varlığıdır. Çökmüş devletlerin en belirgin özelliği ise güçlü devletlerin aksine dış sınırlarını kontrol edememeleri ve yabancıların müdahalelerine maruz kalmalarıdır. Devlet başarısızlığının bir başka göstergesi ülkede suç oranının artması; ülkenin ve halkın güvenliğinin sağlanamamasıdır. Bir diğer özellik hükümetlerin güçsüz ve zaaf içinde olmasıdır. Başarısız devletler, yalnızca çok az kişinin faydalanabildiği ekonomik fırsatlar sağlar; yöneticiler ve onlara yakın olanlar hızla zenginleşirken halk yoksulluk içinde yaşar.

Sadece son birkaç ayda Yemen’de yaşananlar çökmüş devlet olarak tanımlanan ülkelerin yaşadıkları sorunlar ile bir paralellik arz ediyor.

Ülke içinde yaşanan Husi ayaklanması, El Kaide’nin eylemleri, S. Arabistan, ABD ve İran’ın Yemen’e müdahaleleri ve ayrılıkçı Güney Hareketi’nin Rusya’dan yardım istemesi ülkede önemli bir otorite boşluğu yaşandığını gösteriyor.

Son olarak Sana’da İran Büyükelçisi Seyyid Hasan Nam’ı hedef alan bombalı saldırı Yemen’deki olumsuz koşulların devamını isteyenlerin varlığının açık bir göstergesi. Bilindiği üzere bir diplomatın değil bombalı saldırıya maruz kalması, hakkında yasal bir soruşturma bile yürütülmesi bile imkânsız. Kasım başında Aden kentinin Hormaksar semtinde Cuma namazına katılanlar ülkenin içinde bulunduğu siyasi bunalımdan sıyrılarak ‘bağımsızlık çığlıkları’ atılması çağrısında bulundu. Kuzeydeki Ensarullah Hareketi’nin ilerleyişini (Husiler) kabul etmeyen Güney Hareketi destekçileri de Aden için ”bağımsızlık” istedi.

Ülkenin içindeki bu karışıklık önemli asayiş sorunlarının da yaşanmasına yol açıyor. 25 milyon nüfuslu Yemen’de sivillerin elinde 60 milyon silah olduğu dikkate alınırsa ülkede sık sık şiddet olayları ve çatışmaların yaşandığını anlamak daha kolay olur.

Silahlı gruplar, kışlaları basıp, taraftarlarını silahlandırıyor, ele geçirdikleri silahların bir kısmını da satıyorlar. Bu nedenle ülkede kişi başına 2’den fazla silah düşer oldu. Artık işi ticarete döküp, bu işten geçimini sağlamaya başlayanlar bile mevcut.  Silah ticari neredeyse gat ticareti kadar yaygın hale gelmeye başladı.

Yaşananlar Yemen’i sadece güvenlik alanında değil, ekonomik alanda da bir istikrarsızlık sarmalına sürüklüyor. Yemen’in 2011 yılından beri hızla içine girdiği ekonomik darboğaz, alım gücü düşük olan halkın daha da yoksullaşmasına neden oluyor. Uzun zamandır süren olumsuz koşullar nedeniyle gıda fiyatları yükseliyor. Bununla birlikte başkent Sana’daki sebze meyve halleri, manavlar ve süpermarketlerde durgunluk gözleniyor.

Ülkede siyasi istikrarsızlığın devam edeceği öngörüleri ve bu yıl içinde ilk kez enflasyonun iki haneli rakamlara çıkması, gelecek adına karamsar bir tablo oluşturuyor. Yemen’de kişi başına günlük alım gücü 4 dolar. Bu uluslararası ortalamalara göre oldukça düşük bir rakam olmasına karşın, daha da düşme eğiliminde. Çünkü temel gıda maddeleri üzerinde büyük bir yüksek fiyat baskısı var. Yemen’de yabancı yatırımlar durmuş durumda, Nüfus artmaya devam ederken, işsizlik oranı da sürekli yükseliyor.

Tüm bunlar Bahhah Başkanlığındaki yeni kabinenin önündeki en önemli sorunlardan biri. Sorunların çözümü için çok yoğun bir çaba gösterilmesi gerektiği açık. Hükümetin devletin sarsılan otoritesinin yeniden sağlanması yönünde çalışmalar yürütmesi Yemen için son derece hayati bir öneme sahip.

Bu otoritenin sağlanması ise herkesin demokrasiye inanması ve birbirinin haklarına, seçilmiş olanlara saygı duymasından geçiyor. Ülkenin çıkarları gözetilerek muhalefetle birlikte edildiğinde, her kesimden insanı içine alacak, herkesi kucaklayacak bir yönetim anlayışı geliştirildiğinde ülkedeki sorunlar da çözülme sürecine girecektir.

Yemen’de huzur ve sükûnet, demokrasinin gereklerinin yerine getirilmesi ve ister Sünni, isterse Zeydi olsun Yemen’de yaşayan insanların tümünün devlete ve onun tüm birimlerine gösterecekleri saygı ve güvenle sağlanabilir.

Tabi ki en başta Kuran ahlakına göre yaşayan bir toplum oluştuğunda huzurun en yüksek derecede yaşandığı bir ortam da tesis edilmiş olacaktır. Böyle bir ortamda insanlar her türlü anarşi ve terör eyleminden uzak duracaklar, muhalif düşüncelerde de olsalar ülkenin çıkarları söz konusu olduğunda birlikte hareket edebileceklerdir.

Yemen’de yapılması gereken kargaşaya yol açacak her türlü hareketten kaçınılmasıdır. Çünkü Allah Kuran’da iman edenleri “bozgunculuktan” men etmiştir. Bu konuyla ilgili bir ayette şöyle buyrulmaktadır:

…Allah’ın verdiği rızıktan yiyin, için ve yeryüzünde bozgunculuk yaparak karışıklık çıkarmayın.  (Bakara Suresi, 60)

Adnan Oktar’ın National Yemen’de yayınlanan makalesi:

http://nationalyemen.com/2014/12/07/yemen-doesnt-deserve-to-be-a-failed-country/

national yemen_adnan_oktar_not_failed_country

http://www.harunyahya.org/tr/Makaleler/195254/Yemen-Basarisiz-Devlet-Olmayi-Hak-Etmiyor

PKK Terörüne Karşı İlmi Seferberlik İlan Edilmeli – Adnan Oktar

adnan oktar basbakan recep tayyip erdogan pkk abdullah ocalan

Bir yılı aşkın süredir şehit haberi gelmemesi, bölgede daha huzurlu bir ortamın tesis edilme imkanının oluşması tüm insanlarımız tarafından sevinçle karşılanmaktadır. Ancak son dönemlerde gerek Güneydoğu’da gerekse başta İstanbul olmak üzere bazı illerde PKK ve uzantıları tarafından tırmandırılan şiddete karşı milli bir teyakkuz gerektiği açıktır. PKK’nın çözüm süreci olarak adlandırılan bu süreci barış süreci olarak görmediği, daha güçlenmek için bir süreliğine geri çekilme süreci olarak değerlendirdiği anlaşılmaktadır. Bu süreç boyunca kimlik kontrolü yapmak, yol kesmek, adam kaçırmak, şantiye yakmak gibi eylemlerine devam eden PKK, Devletimizin şefkatli ve sabırlı tutumunu yanlış anlamakta, bu sabrı suiistimal etmektedir. Mevcut durum karşısında yapılması gerekenleri şu şekilde özetleyebiliriz:

1.         Güneydoğu’yu Türkiye’den ayırmak ve bölgede bağımsız komünist Kürdistan kurmak hedefinde olan PKK terörü milli bir meseledir. Cumhuriyet tarihinin en büyük komünist kalkışması ile karşı karşıya olduğumuz görülmektedir. Milli meselelerin çözümü, siyasi hedeflerin üstünde yer alır. Milletimiz vatanın korunmasının siyasi tartışma konusu yapılmasını istemez. Tüm Partilerin ülkemizin birliği ve bütünlüğü için ortak hareket ettiğini görmek ister. Dolayısıyla bu milli meselenin çözümüne yönelik atılacak adımların, hükümet ve muhalefetin bir araya gelerek, Sayın Cumhurbaşkanı, Genelkurmay Başkanı ve kuvvet komutanlarının da katılımıyla yapılacak bir toplantıyla belirlenmesi gerekir. Bu toplantı milletimizin bu mücadelede yekvücut olduğunun gösterilmesi açısından da önemlidir.

2.         Güneydoğu’nun Türkiye’den koparılması halen bir çok Amerikan ve Avrupa düşünce kuruluşlarında konuşulan, yeni sınırlar yeni haritalar üzerinden hesapları yapılan bir plandır. Söz konusu çevreler bu planı hayata geçirmek için PKK’yı son derece kullanışlı bir örgüt olarak görmektedir.Bu sebeple de örgüte dış destek devam etmekte, örgüt sözde özgürlük savaşçısı olarak lanse edilmekte ve BM terör listesinden çıkarılması için çalışmalar yürütülmektedir.

3.         PKK Marksist, Leninist, Stalinist bir örgüttür. Elemanlarına bu ideolojinin eğitimini vermekte, silah kullanmayı öğretmeden önce komünizmi öğretmektedir. Gençlerin dağa çıkışına fikri propaganda ile sağlamaktadır. Bu felsefi propaganda ve eğitim, terörün ve örgütün can damarıdır. Ne var ki Türkiye’nin on yıllardır devam eden terörle mücadelesinde, mücadelenin en önemli safhası göz ardı edilmiş, terörü besleyen fikri zemini ortadan kaldırmaya yönelik kültürel bir faaliyet yapılmamıştır.

4.         Yanlış da olsa ideali ve ülküsü olan bir yapılanmaya karşı kalıplaşmış siyasi söylemlerin ve demagojinin hiçbir etkisi olmaz. Siyasi adımlarla yol alındığı sanılsa da, gerçekte hiçbir ilerleme olmaz. İlerleme ve değişim olmasının tek yolu karşıdaki gücün fikri yapısının değişmesi, zihinsel bir dönüşüm yaşamasıyla mümkündür. Beyni değişmedikten sonra örgüt ne silah bırakır, ne eve döner. Eve dönse dahi bunu bir taktik olarak yapar, bıraktığını iddia ettiği silaha da ulaşması an meselesi olur. Zihin değişimi ise ancak eğitimle olur. İnancının çürüklüğünü net olarak görmesi, zihnindeki putların kırılması ve yerine doğru bilginin konulması gereklidir.

5.         PKK’nın ve diğer sol radikal örgütlerin gençlere yönelik fikri telkini aralıksız devam etmektedir. Buna karşılık gençliğimizin büyük kısmı siyasi olarak bilinçsiz yetişmektedir. Gençlerin birliğin ve bütünlüğün önemini kavrayan, büyük Türkiye idealine sahip, Türk İslam coğrafyasının sorunlarından haberdar ve bu sorunlara çözüm üretebilecek şuura sahip olması ancak eğitimle mümkündür. Devletimiz, müfredata “milli şuur” dersi ekleyerek bilinçli gençler yetişmesini sağlamalıdır. Aksi takdirde, milli şuuru zayıf gençler yetişmeye devam edecek, PKK ve diğer illegal örgütler bu durumdan fayda sağlayacaktır.

6.         PKK başta olmak üzere Marksist Leninist Stalinist tüm örgütlerin sözde bilimsel dayanağı Darwinizm’dir. Okullarda gençlere “kör tesadüflerin ürünü” oldukları safsatası, “tarihin evrimi” aldatmacası okutulmaktadır. Okulda alınan, “atalarınız hayvanlardan türedi, ilkel komünal toplumlar vardı, daha sonra bu toplumlar evrimleştiler ve bugünkü hallerine ulaştılar” eğitiminin üzerine komünist ideolojiyi bina etmek çok kolaydır. Örgütler gençlere yaklaştıklarında “tarihin sözde evrimi içerisinde devrimin yeri olduğunu” anlattıkları zaman, gençlerin bu aldatmacaya verebilecek hiçbir cevapları yoktur. Çünkü okulda verilen eğitim de bu aldatmacayı desteklemektedir. Gençlerin büyük kısmı bu yapılarla herhangi bir tartışmaya girebilecek, iddialara cevap verebilecek, anlatılanların geçersizliğini ortaya koyacak bilgi birikimine sahip değildir. Bu sebeple, okullarda Darwinizm ve materyalizm, hatta komünizm, faşizm ve tüm akımlar öğretilmeli, ancak bununla birlikte mutlaka cevapları da gençlere anlatılmalıdır. Devletimiz tek yanlı Darwinist materyalist eğitime son vermelidir. Ancak o zaman komünizmin her türlü propagandasına karşı gençler donanımlı olur.

7.         Gençlerin eğitimi sadece Güneydoğu için değil tüm bölgeler için aciliyetlidir. Sosyal medyada gençlerin bir kısmının kullandığı sevgiden uzak, öfkeli, nefret dolu, kavgacı, yüzeysel üslup önemli bir tehlikeye işaret etmektedir. Bu işareti görmezden gelmek, milli bir felakete zemin hazırlamak olur. Bir ülkenin temel ihtiyacı manevi kalkınmadır. Ekonomik kalkınma, yol, baraj, sanayi tesislerinin inşası, manevi inşayla birleşmezse o ülkenin güçlü olması mümkün değildir.

8.         Bu durumu ortadan kaldırmak gelenekselleşmiş din ve ahlak dersleri ile sağlanamaz. Gençlerin ihtiyacı olan fıkıh öğretimi, itikadi meselelerdeki detaylar veya İslam tarihi değildir. Elbette gençlerin bu bilgilere de sahip olması gerekir. Ancak öncelikli olan tahkiki (gerçek, samimi) imandır. Tahkiki imana vesile olacak en etkili yöntem ise iman hakikatlerinin anlatılmasıdır. Flu, zihin karışıklığına sebep olan, hayatın akışıyla uyumsuz, ağır, içe kapalı bir üslup değil, somut delile dayalı, canlı, samimi, akılcı, gerçekçi bir üslup kullanılmalıdır.

9.         Güneydoğu’da böyle bir eğitim hem devlet eliyle hem de STK’ların desteğiyle sağlanabilir. Hiçbir vakıf ve camiayı ayırt etmeden, tüm imkanları bu eğitim için seferber etmek gereklidir.Türkiye’nin bölünmesi tehlikesi söz konusuyken, gruplar, vakıflar, camialar, partiler arasındaki fikir ayrılıklarının bir önemi yoktur. Tüm bu ayrılıkları bir kenara koyup, bölünmeye karşı ortak tavır alınmalıdır. Her bir grup kendi gücü oranında ilmi çalışma yapmalı, Devletimiz de tüm bu çalışmaların önünü açmalıdır.

10.    Bölge halkına özgürlük vaad eden PKK, bunu yaparken bağnazların hurafelerini kendi lehine kullanmaktadır. Kadını yarım varlık olarak gören, modernliğe ve gençlerin neşesine karşı, cahil, acımasız, gaddar, adalet ve hakkaniyet duygusu olmayan bağnazlık PKK’ya uygun bir zemin oluşturmaktadır. Dikkat edilirse PKK ve uzantıları sık sık “kadınları özgürleştireceklerini”, “gençlere değer verdiklerini” vurgulamaktadır. Oysa gerçek kadın özgürlüğü, eşitlik ve adalet ancak Kuran ahlakının tam uygulanmasıyla sağlanır.  PKK’nın elinden bu kozu almak da bağnazlığa karşı Kuran ahlakının yayılmasını sağlamakla mümkündür.

11.    PKK’nın bir diğer avantajı da geçmiş yıllardan izi kalan “devletin soğuk yüzü” imajının tam olarak düzeltilememiş olmasıdır. Örgüt bölge halkına suni de olsa bir sevgi sunmaktadır. Onların gerçek koruyucusu olduklarını vaat etmektedirler. Bazı yetkililerin ve siyasilerin halka üstten bakan, sevgisiz, merhametsiz, anlayışsız tavırları da PKK’nın bu anlatımlarını güçlendirmektedir. Bölgede görev yapan tüm görevlilerin ve siyasilerin güler yüzlü, mütevazı, sıcak kanlı, halden anlayan, insaniyetli olması PKK’ya vurulacak en önemli darbelerden biridir. Kürt kardeşlerimizin sahibi Marksist Leninist dinsiz Allah’sız PKK değil, adil, sevecen, şefkatli, güçlü Devletimiz’dir.

Kürt kardeşlerimiz yıllarca çok büyük acılar çektiler. Artık acıların sarılacağı, Güneydoğu’nun Paris gibi, Londra gibi olacağı günlerdeyiz. Türkiye’nin hep birlikte büyüyeceği, İttihadı İslam’ın kurulacağı dönemdeyiz. Yıllarca iddia edilen Ergenekon’un akıl almaz zulümlerine maruz kalan kardeşlerimize, şimdi de Marksist Leninist Stalinist, baskıcı, dayatmacı, gaddar, acımasız PKK tırnaklarını geçirmiş durumda. Kardeşlerimiz bir beladan kurtulmuşken, onları yeni bir belanın içine atmak çok büyük vicdansızlık olur. Ne Devletimiz ne milletimiz böyle bir vicdansızlığa göz yummaz.

Kaynak: http://harunyahya.org/tr/Makaleler/187121/pkk-terorune-karsi-ilmi-seferberlik

Ücretsiz kitap: Komünizm Pusuda
http://harunyahya.org/tr/Kitaplar/781/Komunizm-Pusuda
komunizm pusuda komunist ak parti akp gezi parki adnan oktar recep tayyip erdogan

Komünist Kürdistan Tehlikesi
http://harunyahya.org/tr/Kitaplar/146212/Komunist-Kurdistan-Tehlikesi
komunis tkurdistan tehlikesi recep tayyip erdogan akp ak parti adnan oktar

Komünist Çin’in Zulüm Politikası ve Doğu Türkistan
http://harunyahya.org/tr/Kitaplar/779/Komunist-Cinin-Zulum-Politikasi-ve-Dogu-Turkistan
komunist cin dogu turkistan recep tayyip erdogan akp ak parti adnan oktar

Terör Sevgiyle Yok Edilir
http://harunyahya.org/tr/Kitaplar/957/teror-sevgiyle-yok-edilir
adnan oktar pkk teror sevgiyle yok edilir kitap basbakan recep tayyip erdogan

Abdülkadir Molla’nın idamı ve alınacak dersler – Harun Yahya (Adnan Oktar)

adnan oktar abdulkadir molla idam banglades

Dünyada İslam karşıtlığına yol açan gerçek İslam değil bağnazlıktır

Bugün tüm dünyada ‘İslamofobi’ adı altında yaşanan korku, aslında gerçek İslam dinine karşı değil, bağnazlığa karşı duyulan korkudur. Aynı korku Müslüman ülkelerin kendi içindeki, farklı görüşler arasında da yaşanmaktadır. Müslüman yönetimler dahi, kendi halkları içerisinde radikal grupların gelişmesine karşı ciddi bir teyakkuz ve temkin ile yaklaşmaktadırlar. Bu nedenle de, böyle bir ihtimal dahi söz konusu olduğunda, durumu baskı ve şiddet ve zor kullanarak kontrol altına almaya çalışmaktadırlar.

Bangladeş’te yaşananlar Müslümanların Kuran ahlakını tam olarak yaşamamasının sonucudur

İşte bugün Bangladeş’te Cemaat-i İslami liderlerinden Abdul Kadir Molla’nın ömür boyu hapis yerine, idam cezasıyla karşılık görmesi de, yine bu radikal gruplara ve bağnazlığa karşı duyulan tedirginliğin bir sonucudur. Dolayısıyla İslam’ı doğru algılayan samimi Müslümanlar, hem dünyaya hem de kendi coğrafyalarındaki halklarına İslam’ın gerçek yüzünü biran önce tanıtmakla sorumludurlar. Aksinde dünyanın bir çok ülkesinde, dindar kimselere yapılan bu gibi zulümlerin sayısı giderek artabilir.

Müslümanlar zorluklar karşısında birbirlerine destek olmalıdırlar

Vicdan ve Hamiyet-i İslamiye duyguları, inanan bir insanı, şahit olduğu bir zulüm karşısında  sessiz kalamayacağı şekilde harekete geçirir. Yaşanan zulüm ve haksızlığı durdurabilmek için elinden gelen her şeyi yapar. Sesini duyurabileceği her imkanı kullanır ve var gücüyle o mazlum insanlara destek olmaya, onlara yardım ulaştırmaya çalışır.

İşte bizler de Allah’tan korkan Müslümanlar olarak, bu yüzden Bangladeş’te Abdul Kadir Molla’ya karşı yapılan zulmü engellemeye ve oradaki mazlum Müslümanların sesini tüm dünyaya duyurmaya çalıştık. Gerek sosyal medyadan gerekse siyasi yollarla Türk milleti olarak, Bangladeş’teki yardıma muhtaç Müslümanların sesini duyurup, zulmü durdurmanın yollarını aradık.

“Müslüman, Müslümana zulmetmez ve onu tehlikede bırakmaz”

Peygamberimiz (sav) bir hadisinde, “Müslüman, Müslümana zulmetmez ve onu tehlikede bırakmaz” (Buhari, cilt 5, s. 2261) diye bildirmiştir.

Kuran’da ise, “Müminler ancak kardeştirler. Öyleyse kardeşlerinizin arasını bulup-düzeltin…” (Hucurat Suresi, 10) buyrulmuştur. Bangladeş gibi Müslüman bir ülkede, inanan insanların Müslüman kardeşlerinin kanını dökmeleri, Kuran ahlakına göre asla kabul edilebilir değildir.

Müslümanlar hatalara karşı hoşgörülü, şefkatli ve affedicidirler

Ve Müslümanın en önemli özelliklerinden biri, insanlara karşı affedici, şefkatli ve merhametli bir tavır içerisinde olmasıdır. Her insan hata yapabilir. Önemli olan bu hataları tekrarlamamak ve bunlardan yola çıkarak iyi ve güzel olana ulaşabilmektir. Bangladeş halkı da, geçmiş yıllarda yaşanan olayların değerlendirmesini yaparken, intikam alma gözüyle değil, hoşgörüyle bakarak merhamet ve affediciliği esas alarak hareket etmelidir. Allah Kuran’da, hatalar karşısında “affetmenin her zaman daha hayırlı olduğunu” bildirmiştir. Bu nedenle Bangladeş hükümeti de, ülkesindeki yargılamalarda ve ceza kararlarında da, Kuran’da bildirilen bu üstün ahlak anlayışını unutmamalıdır.

Allah, Müslümanların zorlukları birlik olarak yenebileceklerini bildirmiştir

Sadece Bangladeş halkının kendi içinde muhalefeti bırakıp kardeşçe yaşaması değil, dünyadaki tüm Müslümanların Allah’ın bildirdiği bu farzı yerine getirip birlik olmaları gerekir. Çünkü Rabbimiz, “Ve haklarına tecavüz edildiği zaman, BİRLİK OLUP KARŞI KOYANLARDIR.” (Şura Suresi, 39) ve“Şüphesiz Allah, Kendi yolunda, SANKİ BİRBİRLERİNE KENETLENMİŞ BİR BİNA GİBİ SAF BAĞLAYARAK MÜCADELE EDENLERİ sever.” (Saff Suresi, 4) diye bildirmiştir.

Ve Allah, “Eğer siz bunu yapmazsanız (BİRBİRİNİZE YARDIM ETMEZ VE DOST OLMAZSANIZ) yeryüzünde bir fitne ve BÜYÜK BİR BOZGUNCULUK (FESAT) OLUR.” (Enfal Suresi, 73) sözleriyle, eğer Müslümanlar birlik olmaz, birbirlerini desteklemezlerse, o zaman dünyada zulmün, kargaşanın, acıların, savaşların, çatışmaların kan dökücülüğün hakim olacağını bildirmiştir. Allah’ın “…ÇEKİŞİP BİRBİRİNİZE DÜŞMEYİN, çözülüp YILGINLAŞIRSINIZ, GÜCÜNÜZ GİDER…” (Enfal Suresi, 46) ayetiyle hatırlattığı gibi, böyle bir durumda Müslümanların haksızlıklar karşısında güçsüz kalıp mağlup olacaklarını hatırlatmıştır.

Müslümanların güç birliği oluşturması çok kolaydır; zor görülmemelidir

Müslümanların dünyadaki haksızlıklara karşı güç birliği oluşturup birlik ruhu içerisinde, tek ses olarak hareket etmeleri aslında çok kolaydır. Pek çok Müslüman bunu gözünde büyütmekte, olası senaryolar üreterek böyle bir birliği zor görmektedir. Kolaylıkla aşılabilecek konular, büyük engeller gibi değerlendirilerek harekete geçilmemektedir. Küresel dengelerin, çıkar çatışmalarının, sosyal, siyasi, ekonomik ya da kültürel farklılıkların, böyle bir birliği olanaksız kılacağı düşünülmektedir. Oysa ki ortada ne zor ve ne de karmaşık olan hiçbir şey yoktur. Bu zaten, her vicdanın severek tasdik edeceği insani bir dayanışma birliğidir.

Müslümanlar arasındaki birlik ve dayanışma, dünyanın diğer ülkelerine de büyük konfor sağlayacaktır

Böyle bir birlik dünya üzerindeki her din, her inanç ve her düşünceden insanın da rahat yaşamasını sağlayacak büyük bir konfordur. Dünyanın çok geniş bir coğrafyasına yayılmış ve çok geniş bir nüfusa sahip olan Müslümanların sevgi ve kardeşlik ruhu içerisinde yaşamaları, dünyanın her yerine barış, huzur, adalet, hoşgörü, merhamet ve affediciliği hakim kılacaktır.

Bu yazının orjinali Malezya Islam Partisi’nin gazetesi olan Harakah Daily News’de yayınlanmıştır:

http://en.harakahdaily.net/index.php/berita-utama/world/8250-mullahs-execution-and-lessons-to-learn.html

Türk İslam Birliği’ne Çağrı
http://harunyahya.org/tr/Kitaplar/734/Turk-Islam-Birligine-Cagri
adnan oktar turk islam birligine cagri harun yahya kitap

Allah’a Tevekkül Etmenin ve Teslim Olmanın Kolaylığı – Harun Yahya (Adnan Oktar)

adnan oktar tevekkul etmek teslim olmak kader

Her insanın hayatında “olumsuzluk”“terslik” gibi görünen birçok olay meydana gelir. Bunlar bir insanın tüm hayatını etkileyecek kadar şiddetli gibi görünen veya günlük hayat içinde karşılaşılan ufak tefek olaylar olabilir. Kuran ahlakını yaşamayan insanlar, en küçüğünden en büyüğüne kadar nefislerinin hoşlanmadığı bu tür olaylarla karşılaştıklarında sıkıntı, endişe, mutsuzluk, gerginlik ve korku duyarlar. Oysa bu onların çok önemli bir gerçekten habersiz yaşamalarının sonucunda kendi kendilerine yaşattıkları bir zulümdür. Allah’ın bir ayetinde bildirdiği gibi “…Allah, onlara zulmediyor değildi, ama onlar kendi nefislerine zulmediyorlardı.”(Tevbe Suresi, 70) Allah’a iman etmeyen veya iman ettiği halde Allah’ın bildirdiği gerçekleri görmezden gelerek yaşamayı tercih eden insanların daha dünyada aldıkları karşılık, hep böyle endişe, üzüntü ve kuruntu içinde yaşamak, birçok korkuya ve zayıflığa sahip olmaktır.

Gerçeği bilenler içinse, dünya hayatında korku, endişe veya mutsuzluk nedeni olabilecek hiçbir şey yoktur. Çünkü iman edenler, her olayı Allah’ın kaderde yarattığını, herşeyin Allah Katındaki Levh-i Mahfuz isimli kitapta bulunduğunu ve kendilerinin de diğer tüm insanlar gibi kaderin izleyicisi olduklarını bilirler.

Allah’ın yarattığı olayların kendileri için her zaman güzellikle sonuçlanacağını, Yüce Allah’ın salih kullarının kaderini en hikmetli ve kendileri için en hayırlı şekilde yarattığını asla unutmazlar.

www.Kurandaihlas.beyazsiteler.com

teslimiyet2

Kaderle İlgili Yanlış İnançlar İnsanları Üzüntü ve Sıkıntıya Sürükler

İnsanların büyük bir bölümü kaderi bilirler, ama kaderle ilgili çarpık anlayışlara sahiptirler. Örneğin sadece insanın saç rengi, boyunun uzunluğu, hangi anne babaya sahip olacağı gibi belirli konuların insanın kaderinde olduğunu diğer konularda ise eğer çok çabalar, çalışır ve azim gösterirlerse kaderlerini değiştirebileceklerini zannederler. Oysa gerçek şudur: Bir insanın her anı, tüm yaşantısı, hayatı boyunca karşılaştığı ve karşılaşacağı her olay, her konuşma, her bakış, her ses kaderindedir. Örneğin şu an bu derginin bu satırlarını okuyan kişinin kaderinde bugünün bu saatinde bu satırları okumak zaten vardır. Allah bu anı, siz daha yaratılmadan milyonlarca yıl önce de bilmektedir. Belki bu dergiyi okuyana kadar insan birçok olay yaşamıştır. Örneğin tam okumaya başlayacakken kapı çalmış ve bir arkadaşı gelmiştir. Böylece dergiyi okuması üç saat sonraya ertelenmiştir. Eline dergiyi alıp da tam o sırada kapının çalması, kapıyı açtığında arkadaşının gülen yüzü, “merhaba” deyişi, dergiyi okuma saatinin üç saat ertelenmesi harfi harfine, siz bunları yaşamadan önce Allah’ın hafızasında, sizin, arkadaşınızın ve bu derginin kaderinde belirlenmiştir. Allah bir ayetinde bu konuyu şöyle bildirir:

“Senin içinde olduğun herhangi bir durum, onun hakkında Kur’an’dan okuduğun herhangi bir şey ve sizin işlediğiniz herhangi bir iş yoktur ki, ona (iyice) daldığınızda, Biz sizin üzerinizde şahidler durmuş olmayalım. Yerde ve gökte zerre ağırlığınca hiçbir şey Rabbinden uzakta (saklı) kalmaz. Bunun daha küçüğü de, daha büyüğü de yoktur ki, apaçık bir kitapta (kayıtlı) olmasın.” (Yunus Suresi, 61)

teslimiyet3

 

Allah, Zamandan ve Mekandan Münezzehtir

İnsan, zamana ve mekana tabidir. Bu nedenle bizim için geçmiş, şu an ve gelecek olan Allah’ın Katında bir andır. Örneğin bir sonraki yaş günümüz bizim için gelecek olan bir andır. Gerçekte ise o an, Allah Katında olup bitmiştir, Allah o anı bilir. Yani bizim bir sonraki yaşgünümüzde ne giyeceğimizi, kimlerle birlikte olacağımızı, o gün ne yapacağımızı Allah şu anda bilmektedir. Aynı şekilde iki sene sonra, üç sene sonra, on sene, kırk sene sonra ne yapacağımızı da Allah şu anda en ince detayına kadar sarıp kuşatmıştır. Allah tek bir insanın yaşamının tüm günlerini, hatta tüm dakikalarını, saniyelerini tek bir an olarak bildiği gibi, kainat var olduğundan beri yaşamış olan milyarlarca insanın ve bundan sonra yaşayacak olan tüm insanların yaşamlarının her saniyesine de tek bir an olarak hakimdir. Allah sonsuz uzun zamanı sonsuz kısa zaman içinde yani tek bir anda yaratmıştır.

İnsanın Allah’ın bu sonsuz ilminin bilincinde olması ve kaderinin bir izleyicisi olduğunu bilmesi ise onun için büyük bir nimet ve kolaylıktır. Hakkıyla iman eden, samimiyetle Allah’a teslim olan bir mümin, kendisi için hazırlanmış olan kaderini ibret alarak, heyecanla, şükürle ve her an tefekkür ederek, koltuğuna oturup bir filmi izleyen kişinin rahatlığı ile, güven ve sevinç içinde izler.

teslimiyet4

Müminler Allah’tan Razıdırlar

Allah’ı dost ve vekil edinen ve Allah’ın yarattığı her olaydan, her görüntü ve her konuşmadan razı olan bir insan kaderinden de razıdır. Allah, insanları denemek için kaderlerinde farklı olaylar ve görüntüler yaratabilir. Bunlar kimi zaman ürkütücü, kimi zaman zorluk ve sıkıntı dolu görülebilir. Ancak bu olayların her biri Allah Katında en ince detaylarına kadar planlı ve saklıdır. Örneğin, Hz. Yusuf (a.s.) hiçbir suçu olmadığı halde yıllarca zindanda kalmıştır. Bu onun kaderindedir. Fakat, Hz. Yusuf (a.s.) Allah’ın yarattığı kadere hoşnutluk ve sevinçle teslim olduğu için, hapis ona bir zorluk ve sıkıntı değil, aksine birçok nimetin ve güzelliğin kapısını açan bir olay olarak görünmüştür. Söz gelimi, böyle bir zorluk anını kolaylıkların ve konforun olduğu bir ortamla karşılaştıran mümin, nimetlerin zevkine daha şiddetle varır. Her gün bir gül bahçesi gören bir insanın bu bahçeden alacağı zevk ile, yıllarca beton duvardan başka bir şey görmemiş bir insanın gül bahçesinden alacağı zevk elbette ki çok farklıdır. Zorluğu, çirkinliği bilen bir insan rahattan ve güzellikten çok daha büyük bir zevk alacaktır. Veya kaderinde Hz. Yusuf (a.s.) gibi haksızlığa, zorluğa, hapis gibi bir ortama sabretmek olan bir insan, bunun ahirette kendisine Allah’tan bir hoşnutluk ve ecir olarak döneceğini düşünerek, kaderine sevinir. Sonuçta, kaderinde olanı yaşadığını ve kendisi dahil olmak üzere hiçbir yaratılmış varlığın onun kaderinin önüne geçemeyeceğini, kaderindeki tek bir saniyeyi dahi değiştiremeyeceğini bilir ve kaderine teslimiyetin rahatlığını yaşar.

Kadere teslim olan bir mümin elbette ki, her konumda elinden gelenin en fazlasını yaparak çaba gösterir. Söz gelimi hastalanan bir insan elbette ki doktora gidecek, ilaçlarını alacak ve hastalığı ile ilgili herşeye dikkat edecektir. Ancak bunları yaparken, gittiği doktorun, aldığı ilaçların ve tedavisinin sonucunun da Allah’ın yarattığı kaderde olduğunu bilerek davranır. Bu nedenle, hiçbir zaman mutsuzluğa, telaşa, sıkıntıya veya karamsarlığa kapılmaz. Allah’ın kendisi için dilediğinin en hayırlısı olduğunu bilmenin huzur ve güvenini yaşar. İnsanın her olayda bir hayır olduğuna iman etmesi son derece önemli bir konudur.

Müminler, şer gibi görünen olaylarda dahi onun kendileri için büyük bir hayır olduğuna iman eder ve Allah’a tevekkül ederler. Bu, sadece müminlere has bir özelliktir. Peygamber Efendimiz (s.a.v.) bir hadisinde bu konuya şöyle dikkat çekmiştir:

“Mü’min kişinin durumu ne kadar şaşırtıcıdır. Zira her işi onun için bir hayırdır. Bu durum, sadece mü’mine hastır, başkasına değil: Ona memnun olacağı bir şey gelse şükreder, bu ise hayırdır; bir zarar gelse sabreder bu da hayırdır.” (Muslim, Zuhd 64, 2999)

Allah, Tüm Evrenin Tek Hakimi, Sonsuz Güç Sahibidir

Allah’ın tek güç sahibi olduğu gerçeğini bilen ve hakkıyla görebilen bir insan için zaten Allah’a teslim olarak tevekkül etmekten başka bir yol yoktur. Çünkü bir insanın karşılaştığı her olay, her insan, her konuşma, her ses, Allah’ın denetimi altındadır. Peygamber Efendimiz (s.a.v.)’in de belirttiği gibi Allah’tan gelen herşey mümin için bir güzellik ve bir hayırdır. Müminlerin bu gerçeğin bilincinde olarak yaşadıkları tevekkül anlayışını Allah bir ayetinde şöyle bildirir:

“Ben gerçekten, benim de Rabbim, sizin de Rabbiniz olan Allah’a tevekkül ettim. O’nun, alnından yakalayıp-denetlemediği hiçbir canlı yoktur. Muhakkak benim Rabbim, dosdoğru bir yol üzerinedir (dosdoğru yolda olanı korumaktadır.)” (Hud Suresi, 56)

Allah’a tevekkül etmeyerek, herşeyi kendi güçlerinin ve kontrollerinin altında zannedenler ise, daima korku, hüzün, endişe ve karamsarlık içinde olurlar. Bu, bir filmi izleyen bir insanın sanki filmin sonunu değiştirebilecekmiş gibi heyecana ve paniğe kapılmasına benzer. Böyle bir korku nasıl son derece yersiz ve gereksiz ise, kaderini izleyen bir insanın da olaylar karşısında benzer hislere kapılması gereksiz ve yersizdir. Örneğin, suçsuz bir insana iftira atanlar Allah’ın kontrolünde varlıklardır. Allah, insanı denemek için bu olayları yaratır. Bunlara sabrettiği takdirde, Allah’ın rızasını, cennetini ve rahmetini kazanmayı uman mümin için üzülüp kederlenecek hiçbir neden olmaz. Ayrıca Allah, müminlere her zaman yardımını gönderir ve onlara işlerinde kolaylık sağlar. Bu, Allah’ın kesin bir vaadidir. Allah bir ayetinde haksızlığa uğrayanlar için şöyle buyurmaktadır:

“İşte böyle; her kim kendisine yapılan haksızlığın benzeriyle karşılık verir, sonra aleyhine ‘azgınlık ve saldırıda’ bulunulursa, Allah, mutlaka ona yardım eder. Şüphesiz Allah, affedicidir, bağışlayıcıdır.” (Hac Suresi, 60)

Müslümanlar İçin Tevekkül ve Teslimiyet Tek Yoldur

Allah’ın gücünü, yardımını ve dostluğunu bilen müminler için tevekkül ve teslimiyet tek yoldur ve yolların en güzeli ve en kolayıdır. Aksi takdirde insan kaldıramayacağı ağır bir yükün altına girer. Bediüzzaman Said Nursi, bir sözünde insanın tevekkül etmediği takdirde, kendi kendini nasıl bir zorluk içine sokacağını şöyle ifade eder:

“İnsan zaîftir, belaları çok. Fâkirdir, ihtiyacı pek ziyâde. Acizdir, hayat yükü pek ağır. Eğer Kadîr-i Zülcelâl’e dayanıp tevekkül etmezse ve îtimad edip (güvenip) teslim olmazsa, vicdanı daim azâb içinde kalır. Semeresiz meşakkatler (güçlükler), elemler, teessüfler onu boğar. Ya sarhoş veya canavar eder.”(Sözler, s. 29)

Ayrıca şunu belirtmek gerekir ki, burada anlatılanlar insanların kendilerini veya birbirlerini teselli etmeleri, zorluklar karşısında düşünerek kendilerine telkinde bulunmaları için verilen bilgiler değildir. Bunlar Allah’ın yaratışının ve dünya hayatının gerçek yüzüdür. Asıl, aksine inanan veya aksine göre davranan kendini aldatmış ve yanıltmış olur. Dolayısıyla din ahlakından uzak yaşayan bir insan en varlıklı ve en rahat günlerinde dahi tevekkülsüzlüğün sıkıntı ve gerilimini yaşarken, gerçeklere iman eden bir mümin, her ne koşulda olursa olsun din ahlakının insanlara getirdiği kolaylığı, neşeyi ve konforu yaşar.

Allah Kuran’da müminler için şöyle bildirir:

“Haberiniz olsun; Allah’ın velileri, onlar için korku yoktur, mahzun da olmayacaklardır. Onlar iman edenler ve (Allah’tan) sakınanlardır. Müjde, dünya hayatında ve ahirette onlarındır. Allah’ın sözleri için değişiklik yoktur. İşte büyük ‘kurtuluş ve mutluluk’ budur.” (Yunus Suresi, 62-64)

Tevekkülden uzak bir insanın kuruntuları, kuşkuları, endişeleri, korkuları bitmez. Herşey böyle bir insan için tehlike niteliğindedir. Her yerden, her insandan kendisine zarar gelebileceğine inanır. Şüpheci, huzursuz yani sağlıksız bir karakterle yaşar. Allah’a güvenmenin rahatlığından uzak kaldığı için kendi sıkıntılarıyla kavrulur. İmanlı insan ise her ne olursa olsun Allah’a güvenip dayandığı, O’nu dost bildiği için tevekkülün konforu altında son derece kalender, neşeli ve sağlıklı bir ruh haliyle yaşar. Böyle bir insanı sarsabilecek, üzebilecek, yıpratabilecek hiçbir şey yoktur. Çünkü herşeyi Rabbimiz’in yarattığını bilir. Rabbimiz’in sonsuz gücüne dayanıp güvenmiştir. Bu sonsuz gücün desteğiyle hareket etmenin huzuru içerisinde yaşar. Allah dilemedikçe hiç kimsenin en ufak bir şey yapamayacağının bilinci hayatının temeli olur ve her anında kadere tabi olmanın konforunu yaşar.

İmanın Güzellikleri
http://harunyahya.org/tr/Kitaplar/3774/Imanin-Guzellikleri
imanin guzellikleri adnan oktar kitap harun yahya

Kamil İman
http://harunyahya.org/tr/Kitaplar/759/Kamil-Iman
kamil iman adnan oktar kitap harun yahya

Kitap: Müminin 24 Saati
http://harunyahya.org/tr/Kitaplar/875/Muminin-24-Saati
muminin 24 saati adnan oktar harun yahya kitap gercek mumin

Allah’a İman, Bereketin Anahtarı İmandır – Harun Yahya (Adnan Oktar)

adnan oktar iman etmek sevgi

Bir ülkeye bolluk ve refah gelmesi, ancak bu olurken de sosyal adaletin sağlanması, diğer bir deyişle herkesin bu zenginleşmeden nasibini alması en ideal ekonomik gelişmedir. Ne var ki günümüzde hiçbir ülkede toplumun genelini kapsayan müreffeh bir hayatın varlığından söz edilemez.

En gelişmiş ülkelerde dahi ciddi sayıda işsiz, fakir ve yardıma muhtaç insan vardır. Pek çok ülkede vatandaşlar arası gelir dağılımında çok büyük uçurum bulunmaktadır. Alınan tüm ekonomik tedbirlere, açıklanan yeni istikrar paketlerine rağmense bu durum değişmemektedir.

Ekonomistlerin İktisadi Yapıyı Değiştirmeye Yönelik Teknik Çalışmaları Çözüm Değildir

Ekonomiye dair değişik görüşler, farklı yaklaşımlar her zaman olmuştur. Komünist ekonomi modelinden, liberal ekonomi anlayışına ya da bu iki yaklaşımdan farklı oranlarda istifade edilerek ortaya çıkarılan karma modeller teorisyenlerinin dilinden hiç düşmemektedir. Herkes kendi yönteminin daha doğru ve uygulanabilir olduğunu ileri sürmektedir. Ancak tüm bu yaklaşımlar, soğuk ve teknik birer bakış açışı olarak kalmaktan öteye gidememektedir. Söz konusu bu ekonomik modeller uygulamaya geçirilse dahi sadece kısmi faydalar sağlayabilmekte, memleketin geneline bolluk ve zenginlik getirememektedir.

Hemen her gün TV kanallarındaki ekonomi programlarında hükümetçe uygulanan maliye politikalarının ele alındığına şahit oluruz. İstatistiki veriler üzerinde analizler yapılmakta ve ülkenin ekonomik geleceğinin ne olacağına dair öngörüler halkın ekserisinin zor anlayacağı derecede teknik ve ağır bir dille anlatılmaktadır.

Bulmacaya benzeyen finansal tablolar, bolca kullanılan İngilizce iktisadi terimler, diğer ülke ekonomileriyle olan teknik mukayeseler halktan biri için adeta içinden çıkılmaz çok bilinmeyenli birer denklem gibidir. Oysaki sade vatandaşlarımızın ekonomi denklemi sadece eline geçen gelir, yaşamını sürdürmek için yaptığı harcamalar ve ödediği vergiler üzerine kuruludur. Bu nedenle de herkes önce kendi ekonomik durumuna bakmaktadır. İşte bundan ötürü ekonomik gelişme halkın tamamına yansımadığı müddetçe, herkesi tatmin eden gerçek anlamda bir zenginleşmeden ve ilerlemeden söz edilemez.

Faiz Sistemi Üzerine Kurulan Ekonomi Çökmeye Mahkumdur

Günümüzde en çok konuşulan konuların başında ekonomik sorunlar gelmektedir. Dünya üzerindeki insanların büyük bir bölümü açlık sınırında yaşamakta, pek çok ülke dış yardım olmadan varlığını devam ettirememektedir. Ülkelerin sadece yardım almaları da yeterli olmamakta, çünkü bu yardımların faizlerini ödeyemedikleri için çok daha büyük sorunlarla karşı karşıya kalmaktadırlar. Çünkü ülkelerin tamamı Yüce Allah’ın Kuran’da yasakladığı faiz sistemini ekonomiye uygulamakta bu da refah ve bolluğun azalmasına neden olmaktadır. Çünkü Rabbimiz bu şekilde yapıldığında bereketin kaçacağını Kuran’da açıkça bildirmiştir:

“Allah faizi yok eder de sadakaları arttırır. Allah günahkar kafirlerin hiçbirini sevmez.” (Bakara Suresi, 276)

Bilindiği gibi günümüzde özellikle de ekonomik açıdan iyi durumda olmayan ülkelerde ekonomik düzen faiz sistemi üzerine kurulmuştur. Bankaların verdiği çok yüksek faizlerin, ülke ekonomisine pek çok açıdan olumsuz etkileri olmaktadır. Böylece insanlar yatırım ya da üretime değil, paralarını bankaya yatırmaya teşvik edilmektedir. Faizle, gecelik repolarla kazanılan para insanlara çalışmaktan daha kolay gelmektedir. Oysa son derece cazip ve kolay bir yol olarak gösterilen bu mantık aslında hiç de sanıldığı gibi insanlara refah ve zenginlik getirmez. Hiçbir yatırımın yapılmadığı, paranın bankalarda, yastık altlarında veya kasalarda biriktirilerek yığıldığı bir ekonomi, ardından hayat pahalılığı, enflasyon gibi ekonomik sorunları da getirecektir.

Sayın Adnan Oktar Diyor ki;

– Kuran’a sıkı sıkıya sarılan felah bulur; devlet de felah bulur, insan da felah bulur. Kuran’dan koptuğunda bereketsizlik oluyor. (A9 TV; 29 Ocak 2013)

– Devletin kitaplarında açık açık “Kainat tesadüfen yaratıldı” denirse bu Yüce Allah’ın zoruna gider. O ülkeye bereket gelmez. Huzursuzluk, anarşi ve terör olur. Huzursuzluğun da üstünde -Allah esirgesin- bela verebilir, ızdırap verebilir, sıkıntılar verebilir Allah. (A9 TV; 4 Ocak 2013)

– Darwinist-materyalist eğitim sevgisizliği getiriyor. Sevgi olmayınca muhabbet olmuyor, dostluk olmuyor, kardeşlik olmuyor, fikre tahammül olmuyor, düşünceye tahammül olmuyor. Müthiş bir öfke, müthiş bir kin, müthiş bir nefret ve sevgisizlik insanların kalbini yakıp kavuruyor. Darwinist-materyalist eğitim devam ettikçe bu bereketsizlik, bu uğursuz ruh üzerimizden kalkmaz, Allah esirgesin. (A9 TV; 31 Aralık 2012)

Bereket2

Kuran Ahlakının Yaşanması Bolluk ve Bereket Verir

Faize yönelmek yerine bir ülkede üretim yapılması durumunda, bu ülkenin ekonomisinde genel anlamda bir düzelme yaşanacak, piyasa hareketlenecek ve bu da herkes için yarar sağlayacaktır. Nitekim parayı biriktirmek, malı yığmak Allah’ın Kuran’da yasakladığı davranışlardır. İslam ahlakının yaşandığı bir ortamda yaşam şartları hep insanların lehlerine olacak şekilde düzenlenir. Bu nedenle faiz de yasaklanmış, kişilerin ağır borç yükü altında ezilmeleri engellenmiştir:

“Faiz (riba) yiyenler ancak şeytan çarpmış olanın kalkışı gibi çarpılmış olmaktan başka (bir tarzda) kalkmazlar. Bu onların: ‘Alım-satım da ancak faiz gibidir.’ demelerinden dolayıdır. Oysa Allah alış-verişi helal, faizi haram kılmıştır. Kime Rabbinden bir öğüt gelir de (faize) bir son verirse, artık geçmişi kendisine, işi de Allah’a aittir. Kim (faize) geri dönerse, artık onlar ateşin halkıdır, orada sürekli kalacaklardır.” (Bakara Suresi, 275)

İnfak edilen ve hayır yolda kullanılan malın bereketli olacağına ve faizin ise bereketsizlik getireceğine iman eden bir topluluk, malının ihtiyacından arta kalanını hayır yönünde kullanacaktır. Böyle bir sistemde ise tüm ülkenin nasıl bir refaha ulaşacağı açıktır. İnsanların böyle bir anlayışı uzak ve erişilmez görmemelerini sağlamanın tek yolu ise onlara Kuran ahlakını öğretmektir.

Ayrıca şunu da belirtmek gerekir ki, Kuran ahlakının rehberliğinde yaşanan bir hayatta Allah korkusu ile hareket edildiği için insanlar yalnız kendi çıkarlarını korumak maksatlı değil, tüm insanların rahatı ve çıkarı için uğraşırlar. Çünkü İslam ahlakında birlik, beraberlik, yardımlaşma ve dayanışma çok önemlidir.

Din ahlakının yaşandığı bir toplumda israf olmaz, israfa kaçan tüketim de olmaz. Yardımlaşma ve adalet sayesinde insanların ekonomik güç seviyesi yükselir. Zengin bir toplum oluşur. Kuran ahlakının yaşandığı, zenginlik ve refahı ile tarihe geçen “Asr-ı Saadet” dönemi bu gerçeğin en açık delillerindendir.

Bereket3

Yüce Allah’la Kurulan Yakın Bağlantı ve Teslimiyet Bereketin Anahtarıdır

Allah Kuran’da ekonomiyi çok iyi bilirseniz sizleri zengin ederim dememektedir. Ya da çok iyi ticaret yaparsanız, çok büyük bir sanayi hamlesi gerçekleştirirseniz refah içinde yaşarsınız buyurmamaktadır. Allah’ın kullarından istediği, Kendisi’ne yakınlaşmaları ve samimi olmalarıdır. Böyle olursa kullarına güzel bir hayat yaşatacağını şöyle müjdelemiştir:

“Erkek olsun, kadın olsun, bir mü’min olarak kim salih bir amelde bulunursa, hiç şüphesiz Biz onu güzel bir hayatla yaşatırız ve onların karşılığını, yaptıklarının en güzeliyle muhakkak veririz.” (Nahl Suresi, 97)

Başka bir ayette de Rabbimiz “… Andolsun, eğer şükrederseniz gerçekten size artırırım…” (İbrahim Suresi, 7) buyurarak Kendisine şükredildiği takdirde kullarına bahşettiklerini arttıracağını bizlere bildirmiştir. Çok açıktır ki Yüce Allah yüksek teknik bilgi seviyesi değil, derin iman istemektedir.

İnsanlar şunu unutmamalıdır ki tüm sebepleri yaratan Allah’tır. Teknik yöntemleri de finansal analizleri de enflasyon rakamlarını da fakirliği de bolluğu da Allah yaratır. Allah’tan bağımsız hiçbir şey gelişemez ya da oluşamaz.

Bizler dua niyetiyle ve Allah’a olan samimiyetimizi göstermek için çalışırız, ülkemizin gelişmesi için çaba sarf ederiz, tüm insanların mesut ve müreffeh bir hayat sürmesi için gayret ederiz. Ancak Allah dilerse insanlara verdiği rızıkları arttırır.

İşte bu nedenle de çözümü sebeplerden değil Yüce Allah’tan ummalıyız ve ancak O’na imanen daha çok yakınlaşırsak hayatımıza ve memleketimize bereket ve bolluk geleceğini unutmamalıyız.

Bugün en zengininden en fakirine kadar tüm ülkelerde çok büyük bir ekonomik darboğazın yaşandığını, işsizliğin arttığını görmekteyiz. Bir tarafta çok büyük bir zenginlik, sefahat, israf ve bunun sonucunda da dejenerasyonun her türlüsü yaşanmaktayken, diğer tarafta insanlar tek bir ekmek için birbirleriyle kavga etmektedirler. Sürekli bu konularda yazılar yazılmakta, sempozyumlar düzenlenmekte, toplantılar yapılmakta, ama köklü bir çözüm üretilememektedir; hatta açlık ve sefalet gün geçtikçe daha da artmaktadır. Çünkü bazı insanlar bolluk ve bereketin sadece teknik önlemler alınarak sağlanacağını düşünmektedir. Oysa çözüm tamamen metafiziktir. Ekonomik tedbirler elbette ki bir duadır ama asıl olarak, Allah’a teslim olmak, şükretmek, sadaka vermek ve yardımlaşmak ve Kuran ahlakını yaşamak bereket verir.

Ülkemizdeki Ekonomik İstikrarın Sebebi İmandır

Ülkemizde son yıllarda meydana gelen ekonomik anlamdaki istikrarın asıl sebebini tek başına uygulanan başarılı iktisadi politikalarda aramak doğru değildir. Bunun böyle olduğunu zannetmek çok büyük bir yanılgı olur.

Evet, bugün ekonomide iyiye doğru bir gidişatımız olduğu ve bundan çok değil, sadece 10 sene öncesine oranla çok daha iyi bir iktisadi yapıya sahip bulunduğumuz kesinlikle doğrudur. Ancak her vatandaşımızı kapsayan bir refah seviyesine ulaşmadığımız da bir gerçektir. Hatta memleketimizin dört bir yanında çok zor şartlar altında geçimini sürdüren kardeşlerimiz vardır. Ancak buna rağmen zorlu şartlar içinde yaşayan kardeşlerimiz ülkede huzursuzluk çıkarmamakta, memleketin dirliğini bozacak çalkantılara sebebiyet vermemektedirler.

Hâlbuki diğer ülkelerde durum hiç de böyle değildir. Örneğin Yunanistan’da içine düşülen yokluk durumu halk ayaklanmalarına, çok şiddetli protestolara yol açmıştır. Kısacası, Yunanistan’ın huzuru kaçmıştır. Bizim memleketimizde ise geçim sıkıntısı yaşayan kardeşlerimizde genel anlamda bir sükunet ve metanet hakimdir.

İnsanlarımızın sahip olduğu bu örnek sabrın tek sebebi ise Allah’a ve İslam’a olan bağlılıklarıdır. Bizim milletimiz tevekküllüdür, kanaatkar ve kalenderdir. Mayası temiz olan halkımız gün geçtikçe daha da dindarlaşmakta ve de bu dindarlaşmanın verdiği manevi kuvvetle ayakta durmaktadır. Kardeşlerimiz çok zor şartlar altında yaşıyor olsalar dahi Allah’tan ümit kesmemektedirler. Ve bilmektedirler ki Allah samimi Müslüman kullarına mutlaka yardım eder.

İşte bu sabır, metanet, iman ve yükselen ahlak anlayışı, inşaAllah memleketimizin hem ekonomik gücünün hem de siyasal etkisinin artmasını sağlayacak temeli teşkil eden hasletlerdir. Milletimiz ne kadar dindarlaşırsa, Allah’a ne kadar yakınlaşırsa hem fert fert hem de topyekün bir zenginleşme yaşayacağımız Allah’ın izniyle kesindir.

İmanın Güzellikleri
http://harunyahya.org/tr/Kitaplar/3774/Imanin-Guzellikleri
imanin guzellikleri adnan oktar kitap harun yahya

Kamil İman
http://harunyahya.org/tr/Kitaplar/759/Kamil-Iman
kamil iman adnan oktar kitap harun yahya

En Yakın Ve Gerçek Dost: Allah

Herkes hayatı boyunca gerçekten güveneceği, her durumda sıkıntısını gideren, zengin ve muktedir bir insan ya da bir güç arayışı içindedir. Aslında gerçek dost insanı yaratan yaşamını sürdürmesini sağlayan, büyük kuvvet sahibi, herşeyi yapmaya kadir olan Yüce Allah’tır.

Dost1

Allah Tüm Nimetleri Kulları İçin Yaratır

Allah sonsuz güçtür, sonsuz akıldır, sonsuz çeşitlilikte yaratandır. O’nun gücünü, desteğini almak yeryüzündeki en büyük güce sahip olmak, en büyük desteğe sahip olmak demektir. İnsan son derece zayıf ve aciz bir varlıktır. Kendi başına Allah’ın dilemesi dışında hiç bir şeye güç yetiremez.

Bedeni Allah’ın izniyle hareket eder; sağlığı, vücudundaki kas, sinir sistemi, tüm vücut fonksiyonları Allah’ın dilemesiyle işlevlerini yerine getirir. Tek bir tane enzimin işlevini yerine getirememesi durumunda insan hayati fonksiyonlarını yitirir ki bu örnek bile bize er hareketimizde, her nefesimizde Yüce Rabbimiz’e muhtaç olduğumuzu gösterir.

Her yerden sarıp kuşatan, evreni, yeryüzünü, atomları, alemleri yaratan, sonsuz güç sahibi, tüm eksikliklerden münezzeh olan, her şeye kadir olan Allah’ımızın sevgisi, dostluğu herkesin ilgisinden, yakınlığından daha önemlidir. Allah’ın gücünü, desteğini alan kişi yanına en büyük desteği almıştır. Güçsüz bir varlık olan insan, Allah’ın desteği ve yardımıyla pek çok şeye güç yetirir; yolu Allah’ın izniyle açılır.

İmtihan ortamı olarak dünya hayatını yaratan Allah, kulları için birçok nimet de hazırlamıştır. İhtiyacı olacak veya seveceği her türlü koşul daha insan var olmadan önce kendisi için var edilmiştir. Soluyacağı tertemiz hava, gökyüzünde uçan birbirinden güzel kuşlar, binbir çeşitlilik ve güzellikteki bitkiler, son derece estetik çiçekler, eşsiz nimetler, sevdiği insanlar, kalpte coşku oluşturacak derecede sevimli ve güzel canlılar, kusursuz bir denge sistemi ve daha pek çok detayı Allah insan için hazırlamıştır.

Allah Kullarına Rehber Olarak Kuran’ı Yaratmıştır

Allah imtihan ortamı olan dünya hayatı için, kullarına kılavuz olmak üzere elçileri aracılığıyla içinde hiçbir şeyin eksik bırakılmadığı bir de Kitap indirmiştir. Bu insanın ihtiyacı olan her konuyu içinde bulduğu, Allah’ın rızasını kazanmanın yollarının apaçık anlatıldığı bir Kitap’tır.

İnsana doğruyu yanlıştan ayıracak, hangi davranışların ve ahlakın Allah’ın rızasına uygun olacağının tarif edildiği, ihtiyacı olabilecek her konuyu eksiksiz olarak bulacağı hikmet dolu, yol gösterici Kuran indirilmiştir:

“Bu bir Kitap’tır ki, Rabbinin izniyle insanları karanlıklardan nura, O güçlü ve övgüye layık olanın yoluna çıkarman için sana indirdik.” (İbrahim Suresi, 1)

Herşeyi kendisi için en kapsamlı ayrıntılarla hazırlanmış olarak bulan insanın üzerine düşen ise Allah’ın emir ve tavsiyelerinin bulunduğu Kuran’a uygun bir ahlakla yaşamasıdır. Yalnızca Allah’a yönelmiş bir kul olarak, hayatını, kendisi için sonsuz aklıyla en güzel detayları yaratmış olan gerçek dostunun, velisinin yani Yüce Allah’ın rızasına uygun şekillendirmesidir. Sevilmeye, anılmaya, yüceltilmeye, güvenilmeye, gerçek bir dost olarak yönelinmeye tek layık olan, insana herşeyi daha kendisi bile bunlardan haberdar değilken bahşeden Allah’tır.

Allah kullarını seven, onlar için güzellik dileyen, onları bağışlayan, merhamet eden, onlara yardım eden ve karşılıksız olarak lütufta bulunandır. Müşrikler ve inkar edenler ise Allah’ın rahmetinden uzak tutulmuşlardır. Sonsuz adalet sahibi olan Rabbimiz, Kendisi’ne samimi bir kalple iman eden salih kullarını dünyada ve ahirette rahmetiyle ödüllendirecek, inkarda direten kimseleri ise cehennem azabıyla azaplandıracaktır.

dost2

İnsanın Tek Vekili Allah’tır

Allah’ın tek dostu olduğunu bilen, O’nun gücüne ve kudretine sığınmış, O’nun üstün aklına ve rahmetine güvenen bir insanın, tek vekili de Yüce Allah’tır. Allah’ın yaptığı herşeyin güzellik, hayır ve üstün bir aklın tecellisi olduğunu bilen bir insan yalnızca Rabbimiz’e güvenip, dayanır, yalnızca O’na sığınır. Dolayısıyla imtihan ortamı olarak yaratılan dünya hayatında iman eden bir insanın temel vasıflarından bir tanesi Allah’a tevekkül olmalıdır. Tevekkül insanın Allah’a güvenip dayanması, O’nu vekil edinmesidir. Her anı, muhatap olduğu her olayı Allah’ın yarattığının farkına varmış bir Müslümanın tüm hayatı boyunca Allah’a tam tevekkül ile derin bir güven içerisinde olması imanının bir gereğidir.

Kendisi hiçbir şey değilken onu yaratan, nimetlerle her yerden çepeçevre sarıp kuşatan Allah’a gereği gibi teslimiyet göstermek imanın en temel özelliklerindendir. Bu nedenle tevekkül, Allah’ın gücünü takdir edebilen ve O’na yakın olan müminlere ait bir özelliktir. İman eden bir Müslüman, bütün olayların daha kendisi doğmadan Allah Katında yaratıldığını, her şeyin belirli bir hikmet ile insanın imtihanı için var edildiğini bilir. Müminler yaşadıkları olay her ne olursa olsun bunu değiştiremeyeceklerini ve bunun kendileri için en hayırlısı olduğunu bilirler. Ve hayatları boyunca, ölümle karşılaşana dek tevekkülün konforunu yaşarlar. Allah tevekkül eden kullarını sever.

Sürekli sonsuz güzel ahlakıyla hayırlar yaratan Allah’tan başka, insanın vekil edinebileceği hiçbir dostu yoktur. Dolayısıyla Kuran ahlakına uygun yaşayan bir Müslümanın hayatı boyunca tevekkül edeceği tek varlık Yüce Allah’tır. Allah, “Allah’a tevekkül et; vekil olarak Allah yeter.” (Ahzap Suresi, 3) diye buyurmuştur.

Ancak unutmamak gerekir ki kuşkusuz Allah’ın dostluğu insanlarınkine benzemez. O kimi dost edinmişse, o kişiyi dünyada ve ahirette olabilecek en üstün nimete kavuşturmuştur. Herşeyi yaratan Rabbimiz’in, yarattığını dost edinmesi ise çok büyük bir lütuftur. Bir ayette şöyle buyrulmaktadır:

“Allah adına gerektiği gibi cehd edin (çaba harcayın). O, sizleri seçmiş ve din konusunda size bir güçlük yüklememiştir, atanız İbrahim’in dini(nde olduğu gibi). O (Allah) bundan daha önce de, bunda (Kur’an’da) da sizi “Müslümanlar” olarak isimlendirdi; elçi sizin üzerinize şahid olsun, siz de insanlar üzerine şahidler olasınız diye. Artık dosdoğru namazı kılın, zekatı verin ve Allah’a sarılın, sizin Mevlanız O’dur. İşte, ne güzel Mevla ve ne güzel yardımcı.” (Hac Suresi, 78)

www.imanikonular.com

dost2a

Allah’ın İsimlerinden: MEVLA

(Dost, Sahip, Müminlerin Dostu Olan, Onlara Hayır Yolları Açan ve Onları Muvaffak Kılan)

“Hayır, sizin mevlanız Allah’tır. O, yardım edenlerin en hayırlısıdır.” (Al-i İmran Suresi, 150)

Mümin, herkesin ve herşeyin varoluşunu Allah’a borçlu olduğunu bilir. Kendisi de dahil tüm varlıkları Allah ayakta tutmaktadır ve dilediği anda yok edip ortadan kaldırabilir. Çünkü var olan herşeyin gerçek sahibi Allah’tır. Bu yüzden de müminin yegane dostu Allah’tır. Ve O’nu vekil edinmesinden dolayı yaşamı boyunca her türlü sıkıntı ve üzüntüden de uzaktır. Herşeyden önce Rabbimiz’in, en büyük dostunun yardımı ve desteği kendisiyle beraberdir. Allah da velisi olduğu kulunun üzerine “güven duygusu ve huzur” (Tevbe Suresi, 26) indirmiştir.

Bu huzur, müminin; her namazda, her salih amelde, Allah rızası için yaptığı küçük büyük her işte Rabbimiz’in kendisini gördüğünü ve bunların karşılığını kat kat fazlasıyla vereceğini bilmesinden doğar. Yine Allah’ın kendisini görünmeyen ordularla ve meleklerle desteklediğini, “önünden ve arkasından izleyenleri” olduğunu ve bunların kendisini “Allah’ın emriyle gözetip korumakta” (Rad Suresi, 11) olduklarını, O’nun yolunda yapılan mücadelede galip gelecek olanların, cennetle müjdelenenlerin hep müminler olduğunu bilmesinden kaynaklanan bir güven duygusudur. İman eden bir insan, mevlamız olan Allah’ın kimseye güç yetireceğinden fazlasını yüklemeyeceğini de bilir. Kadere ve her işi evirip çevirenin Allah olduğuna kesin bir bilgiyle iman eder ve böylece yalnızca Allah’a tevekkül etmiş olur. Müminlerin içinde bulundukları bu ruh haline Kuran’da şu ifadeyle dikkat çekilmiştir:

“De ki: “Allah’ın bizim için yazdıkları dışında, bize kesinlikle hiçbir şey isabet etmez. O bizim Mevlamızdır. Ve mü’minler yalnızca Allah’a tevekkül etmelidirler.”” (Tevbe Suresi, 51)

Allah Sevgisi
http://harunyahya.org/tr/Kitaplar/537/Allah-Sevgisi
Allah sevgisi adnan oktar kitap harun yahya

Allah İçin Yaşamak
http://harunyahya.org/tr/Kitaplar/521/Allah-Icin-Yasamak
Allah icin yasamak adnan oktar kitap harun yahya

Müslümanın Dikkat Ve Şuurunun Açık Olmasına Yardımcı Olacak Gerçekler – Harun Yahya (Adnan Oktar)

adnan oktar musluman suur acikligi dikkat tevekkul teslimiyet

Allah’tan başka bir güç olmadığına, kaderin, hesap gününün, cennetin ve cehennemin hak olduğuna, dünya hayatının bir imtihan yeri olduğuna ve her insanın Kuran ahlakını en mükemmel şekilde yaşamakla sorumlu olduğuna kesin kanaat getirmiştir. Bu imanı sonucunda bir insan, tüm hayatı boyunca artık Kuran ile bildirilen tüm bu gerçeklerin şuurunda olarak bir yaşam sürer. Her anını bu bilgiler ışığında, Allah’ın en razı olacağı ahlakı göstererek geçirir.

Ancak yine de insanın, ‘nasıl olsa ben tüm bu gerçekleri biliyorum, tüm bunlara gönülden inanıyorum’ diyerek, bu konular üzerinde derinlemesine düşünmeyi bir kenara bırakmaması gerekir. İnsanın sabah uykudan uyandığı andan itibaren, gün boyunca hemen her saat, her dakika aklından tüm imani gerçekleri tekrar tekrar geçirmesi ona çok daha üstün bir ahlak mükemmelliği kazandırır.

www.Kuranahlaki.com

Dikkatyazisi1

Allah’a Tevekkül ve Kadere Teslimiyet

Kesin bilgi ile iman etmenin en büyük şartı olan teslimiyet veya tevekkül, Yüce Allah’ın ve ahiretin varlığına, aklı, kalbi ve vicdanıyla kesin olarak kanaat getiren her insan için çok kolay kazanılacak bir özelliktir. Çünkü Yüce Allah insanın fıtratını Zatına sevgi, inanç, güven ve bağlılık duyulmasına yatkın şekilde yaratmıştır. Bu nedenle asıl zor ve insanın fıtratına aykırı olan Yüce Allah’a teslim olmamaktır. Her türlü eksiklikten münezzeh olan Rabbimiz, bir rahmet ve şifa olarak indirdiği Kuran’da bu fıtrat üzerine yarattığı kullarına teslimiyet kazandıracak ve müminlerin teslimiyetini artıracak ahlak özelliklerini de bildirerek, kullarının üzerinden zorlukları almış ve bu şekilde onlar için dünya hayatındaki imtihanı kolay hale getirmiştir.

Dünya üzerinde her nereye gidilirse gidilsin, Allah’tan bağımsız, canlı cansız hiçbir varlık yoktur. Herşey ve herkes Yüce Rabbimiz’e boyun eğmiştir. Her biri, her an Allah’ın emrine uymakta ve Rabbimiz’in buyruğunu yerine getirmektedir. İşte, dünyanın en büyük sorunlarıyla, acılarıyla ya da sıkıntılarıyla yüzleşen bir insanın dahi, bu kesin ve değişmez gerçeği asla unutmaması gerekir.

Allah Kuran’da pek çok insanın zaman zaman gaflete düştüğü bu önemli gerçeği kullarına şöyle hatırlatmaktadır:

“… Artık dosdoğru namazı kılın, zekatı verin ve Allah’a sarılın, sizin Mevlanız O’dur. İşte, ne güzel mevla ve ne güzel yardımcı.” (Hac Suresi, 78)

Allah’la Yakın Bağlantı İçinde Olmak

Her işte Rabbimiz’e yönelip dönmenin ve onunla yakın bir bağlantı kurmanın yolu, bir işe besmele ile başlamaktır. Her zaman Allah’ın adını anarak bir işe başlamak kalplerde etki uyandırma bakımından daha sağlam bir güç oluştururken kişinin Allah’a olan yakınlığını da arttırır. Çünkü bir işe Allah’ın adıyla başlayan bir kişi herşeyin Allah’ın kontrolünde işleyeceğini, Allah dilerse yaptığı işte başarılı olacağını bilir. Kuşkusuz bu durum kul ile Allah arasında çok derin bir yakınlığın oluşmasına vesile olur. Böyle bir insan acizliğini anlamış Allah’ın izni olmaksızın hiçbir işi yapmaya güç yetiremeyeceğini kavramış ve kendini tamamen Yüce Allah’a teslim etmiştir. Müminlerin bu durumu Kuran’da şöyle haber verilir:

“De ki: “Allah’ın bizim için yazdıkları dışında, bize kesinlikle hiçbir şey isabet etmez. O bizim Mevlamızdır. Ve mü’minler yalnızca Allah’a tevekkül etmelidirler.”” (Tevbe Suresi, 51)

Rabbini çokça zikret ve akşam sabah O’nu tesbih et…” “… (Al-i İmran Suresi, 41)

Müslüman Allah’a olan sevgisini, Allah korkusunu, tevekkülünü, kendisinin ise Allah’ın yarattığı ve O’nun hakimiyeti altında hareket eden aciz ve muhtaç bir varlık olduğunu hemen her dakika yeniden düşünmelidir. Dünya hayatının çok kısa olup çok hızla tükendiğini, insanın hızla yaşlanmaya doğru sürüklendiğini, genç yaşlı demeden ölümün insan için an meselesi olduğunu, her olayın insanın denenmesi için yaratıldığını, asıl olarak Allah’ın rızasını ve sonsuza dek Rabbimiz’in sevgisini kazanabilmeyi hedeflediğini kendine sık sık hatırlatmalıdır.

Dikkatyazisi2

Müslümanları Sevmenin Gerekliliği

İman edenler, Allah’a olan güçlü sevgileri ve samimi bağlılıkları nedeniyle, Allah’ın yarattığı varlıkları da çok sever, bunların her birinde Rabbimiz’in sıfatlarının tecellilerini görürler. Kuran’ın “Sizin dostunuz (veliniz), ancak Allah, O’nun elçisi, rüku’ ediciler olarak namaz kılan ve zekatı veren müminlerdir.” (Maide Suresi, 55) ayetiyle bildirildiği gibi, iman edenler, Yüce Allah’ın insanlara doğru yolu göstermeleri için gönderdiği peygamberlere ve salih müminlere karşı da derin bir sevgi beslerler.

Müslüman müslümanları neden sevdiğini daima düşünmelidir. Allah’ın “Şüphesiz Allah, Kendi yolunda, sanki birbirlerine kenetlenmiş bir bina gibi saf bağlayarak mücadele edenleri sever.” (Saff Suresi, 4) ayetiyle hatırlattığı gibi, tüm Müslümanların, adeta tek bir vücut gibi birbirlerinin parçası; en yakın dostları ve velisi olduğunu hiç unutmaması tüm Müslümanlara karşı olan sorumluluğunu arttırır. Bu durumda dünyanın neresinde olursa olsun acı çeken veya zulüm altında yaşayan Müslümanların acılarını dindirmek ve zulme son vermek için ciddi bir fikri  mücadele başlatır.

www.Kurandadua.com

Her An Herşey İçin Dua Etmeyi Unutmamak

Allah dilerse, insanların gafletleri nedeniyle “imkansız” dedikleri konular, hemen o anda dahi gerçek olabilir. Geçmişte nasıl ki Allah elçilerine, salih müminlere yardımını ulaştırdıysa, “imkansız” sanılan durumlar gerçek olduysa, bu durum, tüm insanların hayatları için de geçerlidir.

İşte her insanın hayatında, Allah’tan çok istediği, ama ilk anda gerçekleşmesizor gibi görünen durumlar olabilir. Bu zor şartlar insanı asla yanıltmamalıdır. Duanın kaderin anahtarı olduğunu ve dua edildiğinde Allah’ın kaderinin hareket etmeye başladığını asla unutmamak ve Allah’tan kesin inanarak istemek çok önemlidir. Nasıl ki Rabbimiz Hz. Musa (a.s.)’a yol açtıysa, Peygamber Efendimiz (s.a.v.)’e, Hz. Yunus (a.s.)’a, Hz. Zekeriya (a.s.)’a, Hz. İbrahim (a.s.)’a yardım ettiyse, onlar gibi tüm samimi Müslümanların da dualarına da mutlaka rahmetiyle icabet edecektir.

Ancak elbette ki bir şeyin gerçekleşmesini çok isteyen bir mümin de, aynı Hz. Yunus (a.s.) gibi Allah’ı çokça zikredecek; Peygamberimiz Hz. Muhammed (s.a.v.) gibi, Hz. Musa (a.s.) gibi, en zorlu şartlarda dahi yılgınlığa kapılmadan “Elbette Allah bizimle beraberdir” diyecek ve hiçbir şüpheye kapılmaksızın Allah’ın gücüne derin bir iman ile iman edip güvenecektir. İşte o zaman Allah’ın duadaki sırrı gerçekleşecek ve Allah’ın izniyle kader bu yönde hareket etmeye başlayacaktır. Büyük İslam alimi İmam-ı Rabbani Hazretleri bir sözünde müminlere bu önemli ve kesin gerçeği şöyle hatırlatmaktadır:

“Bir şeyi istemek, ona nâil olmak (onu elde etmek) demektir; Zirâ Allahû Teâlâ kabul etmeyeceği duayı kuluna ettirmez.” (İmam-ı Rabbani) 

Bu nedenle mümin;

– Herşeyde Allah’a dönüp yönelerek,

-Yalnızca Allah’a dua ederek ve yalnızca O’ndan yardım dileyerek,

-Allah’ın her duaya icabet eden olduğunu bilerek,

-Allah’ın şahdamarından daha yakın olduğunu ve her düşündüğüne şahit olduğunu unutmadan,

– Allah’ı en güzel isimleriyle tesbih ederek ve bu isimlerinin anlamlarını derin derin düşünerek,

– Duanın bir şekli olmadığını, Allah’ın rızasını kazanmak için yapılan her hareketin bir dua olduğunu unutmayarak,

– Dua etmek için özel bir mekan ve yere gerek olmadığını, her zaman, her yerde dua edilebileceğini bilerek,

– Allah’a karşı olabilecek en saygılı şekilde,

– Sadece sıkıntı ve ihtiyaç içindeyken değil, bolluk ve nimet içerisindeyken de dua ederek,

– Dualarının arkasından verilen nimetlere nankörlük etmeyerek,

– Samimi ve içten olarak,

– Allah’a yalvara yalvara ve için için dua eder.

– Gösterişten uzak durarak,

– Korku ve umut taşıyarak,

– Kendisi için olduğu kadar hatta daha da fazlasıyla peygamberler ve diğer müminler için de,

– Müminlerin sağlığı, güvenliği, rahatı ve gücünü isteyerek,

– Allah’a yakınlaşmak, başarılı olmak, din ahlakını en iyi şekilde yaşayabilmek ve güzel ahlakta sabır gösterebilmek için,

– Dünyada ve ahirette Allah’ın en güzelini vermesi, nimetlerini artırmasını isteyerek,

– Hiç kimsenin müminlere zarar verememesi için,

– Kuran’da yer verilen peygamber dualarını kendisine örnek alarak dua eder.

Dikkatyazisi3(1)

Her Zaman Şükretmek

İmanın en büyük göstergelerinden biri olan şükretmek, her türlü nimetin tek sahibinin Allah olduğunun ve herşeyin yalnızca O’ndan geldiğinin şuurunda olarak bunu kalple ve dille ifade etmektir. Ayrıca Allah’la derin bağlantı kurmanın, “yalnızca O’na  kulluk etme”nin de en samimi yollarından biridir.

Müminler yaratılış delillerini inceleyerek Dünya’nın atmosfer ile uzaydan gelen tehlikelerden korunduğunu, yerin altında kaynayan magma tabakasından ince bir yerkabuğu katmanı ile korunduğunu, içilecek suyun yaratılmasını, toprağın verdiği ürünleri, ulaşım araçlarını, gece ile gündüzün yaratılmasını, hayatını, sağlığını, aczini, aklını, şuurunu, beş duyusunu, nefes aldığı havayı ve bunlara benzer nimetleri kendilerine her an kesintisiz bir şekilde Yüce Allah’ın sunduğunu düşünür ve tüm bunlar için Rabbimiz’e şükrederek yalnızca Allah’a yönelip dönerler. Nitekim Yüce Allah bir ayette Zatına şükredilmesinin O’na yaklaşmanın önemli bir vesilesi olduğunu şöyle haber verir:

 “… Sizin Allah’tan başka taptıklarınız, size rızık vermeye güç yetiremezler;  öyleyse rızkı Allah’ın Katında arayın, O’na kulluk edin ve O’na şükredin. Siz O’na döndürüleceksiniz.”” (Ankebut Suresi, 17)

www.insankarakterleri.com

Müminin Tüm Hayatı Boyunca Hatırında Tutması Gereken Bazı Konular

– Daima vicdanınızın sesini dinleyerek hareket etmek,

– Kendiniz, yakınlarınız aleyhinde de olsa daima adaletli olmak,

– Hoşgörülü ve bağışlayıcı olmak,

– Müminlere karşı şefkatli ve merhametli olmak,

– Büyüklenmekten sakınmak,

– Selama en güzel şekilde karşılık vermek,

– Öfkeyi yenmek,

– Çok iyi bildiğiniz bir konu bile olsa tartışmacı bir üsluptan sakınmak,

– İnsanlara gösteriş yapmaktan kaçınmak,

- Üstünlükteki tek ölçünün takva olması,

– Nefsin daima kötülüğü emrettiğini hatırda tutmak,

– Her an bir hayır peşinde olmak,

– Allah’tan gücünüzün yettiği kadar korkmak,

– Allah’ın rızasını ve hoşnutluğunu herşeyin üzerinde tutmak,

– Yalnızca Allah’tan korkup sakınmak,

– İyiliği emredip kötülükten sakındırmak,

– Bir kimsenin başka birinin günahını yüklenemeyeceğini unutmamak,

– Allah’ın kibirlenerek övünenleri sevmediğini bilmek,

– Namazlara titizlik göstermek,

– Her işte Allah’a yönelip dönmek,

– Sahibimizin Allah olduğunu ve tüm bunları O’nu razı etmek için yaptığımızı unutmamak…

Kitap: Müminin 24 Saati
http://harunyahya.org/tr/Kitaplar/875/Muminin-24-Saati
muminin 24 saati adnan oktar harun yahya kitap gercek mumin

Kuran’da Dua
http://harunyahya.org/tr/Kitaplar/798/Kuranda-Dua
kuran'da dua etmek adnan oktar harun yahya kitap