Evrim teorisi savunucusu Ayşe Hür hanım bize böyle delil getirebilir mi?

ayse hur evrim teorisi oteki gundem fosil

Ayşe Hür bize böyle delil getirebilir mi?
Video: http://www.youtube.com/watch?v=34MKACfQJ5U

Evrimcileri Korkutan Fosiller Yaratılışın En Büyük Delillerindendir;
http://harunyahya.org/tr/Makaleler/149759/

Bulunan her fosil, evrimi yıkan bir delildir. Bulunan her bir yaşayan fosil örneği, Darwinistlerin yaşamlarını adadıkları sahte teoriyi yok edecek güçtedir.

Evrim teorisi çürütülüyor – Evrimin Fosillere Yenilişi http://harunyahya.org/tr/books/3800/
evrim teorisi kitap harun yahya adnan oktar

Protein Mucizesi: http://www.harunyahya.org/tr/Kitaplar/912/
evrim teorisi kitap protein mucizesi harun yahya adnan oktar

Tek bir proteinin varlığı evrimi yıkmıştır. Darwinistler istedikleri kadar içi formüllerle dolu aldatıcı kitaplar yazsınlar, istedikleri kadar sahte fosiller oluştursunlar, Yaratılışa dair bilimsel delillere istedikleri kadar demagojik saldırılarda bulunsunlar, istedikleri kadar her tarafa hayali çizimlerle doldurdukları kartondan afişler yapıştırıp bunu evrim sergisi diye tanıtıp dursunlar, gülünç duruma düşmekten kurtulamamaktadırlar. Çünkü Darwinistler daha TEK BİR PROTEİNİN NASIL MEYDANA GELDİĞİNİ BİLE AÇIKLAYAMAMAKTADIRLAR.

Canlıların en temel yapıtaşı olan proteinin tek başına ortaya çıkma ihtimali SIFIRDIR. Çünkü bir proteinin oluşması için 100 KADAR PROTEİNİN o sırada o bölgede zaten hazır bulunması ŞARTTIR. Bu olağanüstü komplekslikteki yapının muhteşem detaylarına girmeye bile gerek yoktur. Başka proteinler olmadan bir proteinin oluşmayacağı gerçeği –tek başına- DARWİNİZM’İ EN TEMELİNDEN YERLE BİR ETMEKTEDİR. Evrimcilerin tek bir protein karşısındaki hezimeti bununla bitmez.

Ayrıca,

Tek bir proteinin oluşması için DNA gerekir
Protein olmadan DNA oluşamaz
DNA olmadan protein oluşamaz
Protein olmadan protein oluşamaz
Protein yapımında görev alan proteinlerin bir tanesi bile eksik olsa protein var olamaz
Ribozom olmadan protein oluşmaz
RNA olmadan protein oluşmaz
ATP olmadan protein oluşmaz
ATP’yi üretecek mitokondri olmadan da protein oluşmaz.
Hücre çekirdeği olmadan protein oluşmaz
Sitoplazma olmadan da protein oluşmaz
Hücredeki organellerden bir tanesi eksik olsa protein oluşamaz
Hücredeki bütün organellerin var olması ve çalışması için de proteinler gereklidir
Bu organeller olmadan da hiçbir şekilde protein olmaz.
​Kısacası,

BİR PROTEİNİN VAR OLMASI İÇİN HÜCRENİN TAMAMI GEREKİR. Hücre, bugün incelediğimiz ve çok az bir kısmını anlayabildiğimiz mükemmel kompleks yapısı ile var olmadığı sürece, TEK BİR TANE BİLE PROTEİN MEYDANA GELEMEZ.

Evrim teorisini çürüten 2.5 milyon yıllık ceviz fosili

evrim teorisi ceviz fosili adnan oktar

Canlılar hiçbir şekilde evrim geçirmemiş, Allah tarafından yaratılmışlardır.

Bugünkü fosilimiz bir ceviz fosili. Hepimizin bildiği, günümüzde de birçok insanın tanık olduğu, faydalı, içinde büyük miktarda kalsiyum da bulunduran bir kuruyemiş de diyebiliriz, ceviz. Bu fosil 2,5 milyon yaşında. Hollanda’da Maas Nehri yataklarında bulunmuş bir fosil. Resimde ayrıntıları net bir şekilde görebilirsiniz, çok narin bir fosil bu. Çünkü, “neden narin?”… çok nadir bulunabiliyor bitki fosilleri, ceviz de kabuğu nispeten daha sert olmasına rağmen belki biraz daha fosilleşmeye yatkın bir fosil ama neticede yumuşak doku olduğundan dolayı fosilleşmesi neredeyse imkansız diyebiliriz. Fakat Allah’ın hikmeti, yumuşak dokuların da fosilleşmesine olanak sağlayacak olan bir fosilleşme türü var. Onun da adı karbonizasyon. Yani kömürleşme reaksiyonu olarak da adlandırılan veya genel olarak bilinen bir yöntemle veya bir yolla neredeyse hiç içerisinde oksijen bulunmayan ve çürükçül bakterilerin de olmadığı bir yerde sıkışıp ani oksijenden kesilmesi sonucunda böyle bir reaksiyon sonrasında oksijenle irtibatı kesilip yeryüzünün alt katmanlarına doğru giderek orada kömürleşme reaksiyonu esnasında böyle fosili çıkartılıyor. Biraz daha beklemiş olsa belki organik yakıtlardan birisi olacaktı. Fakat enteresan olan bütün ayrıntılarıyla yani cevizi bize simgeleyen onun kabuğundaki girinti ve çıkıntıların fosilde de bütün ayrıntısıyla görülebiliyor olması evrimcilerin kendi hayal mekanizmalarıyla üretmiş oldukları hezeyanları sıfıra indirmektedir. Çünkü fosil evrim teorisine göre evrim teorisi denildiğinde en önemli bilimsel kaynağı teşkil eder. Paleontoloji bugün bize 400 milyona yakın tür tahini ve yaş tahini yapılmış fosil sunmaktadır. Resimde görmüş olduğumuz ceviz ve geriye kalan 400 milyon tane kataloglanmış olan fosil bize evrim teorisinin öne sürdüğü bir türün ortak bir atadan yavaş gelişmelerle zaman içerisinde değiştiği düşüncesini tamamen ortadan kaldırmaktadır. Çünkü bulunan tüm fosiller günümüzde yaşayan türünün kendisiyle yani şekil olarak aynısı, eğer hala yaşıyorsa, veya soyu tükenmiş bir canlıysa bulunan en genç fosiliyle aynı şekli bize göstermektedir. Dolayısıyla Charles Darwin’in bundan 150 yıl önce iddia ettiği gibi canlılar yavaş gelişmelerle başka türlere dönüşmüyor, onlar Allah’ın yaratmasıyla aniden ve tastamam olacak şekilde varolup asla ve kat’a hiçbir değişiklik yani başka bir türe doğru hiçbir yönelme göstermemişlerdir. Resimde görmüş olduğunuz ceviz ve diğer 400 milyon ve toprağın altındaki milyarlarca fosil hep bir ağızdan “bizi Allah yarattı, evrim hiçbir zaman olmadı” demektedir.

Video: http://www.youtube.com/watch?v=pbWJjg2wdis
FOSİL NO: SP3916
YAŞ: 2.5 milyon yıllık
DÖNEM: Pliosen
BULUNDUĞU YER: Maas Nehri yatakları, Beers, Hollanda
Kaynak: http://www.yaratilismuzesi.com/fosiller/143309/ceviz-fosili-2.5-milyon-yillik-pliosen-river-maas-yataklari-beers-hollanda

Ücretsiz kitap: Yaratılış Atlası – Cilt 4
http://harunyahya.org/tr/Kitaplar/116028/Yaratilis-Atlasi—Cilt-4

yaratilis atlasi recep tayyip erdogan

Evrimin Fosillere Yenilişi
http://harunyahya.org/tr/Kitaplar/3800/Evrimin-Fosillere-Yenilisi
evrim teorisi kitap harun yahya adnan oktar

Uçan balık fosili evrim teorisini alt üst etti

ucan balik evrim teorisi adnan oktar

Bilim, tüm canlıları Allah’ın yarattığını gözler önüne sermektedir.

Canlıların aşamalı olarak gelişmediklerini, yani evrim geçirmediklerini gösteren bir diğer delil de, resimdeki uçan balık fosilidir. Bu fosil, günümüzde yaşayan uçan balıklar gibi, Exocoetidae sınıfına aittir. 95 milyon yıl önce yaşayan uçan balıkların, günümüzdeki uçan balıklardan hiçbir farkı yoktur. Söz konusu balıklar, kanatımsı çıkıntılara ve uzun bir kuyruğa sahiptirler ve bu sayede su üzerinde, uçar gibi hareket edebilirler.

FOSİL NO: SF0060
YAŞ: 95 milyon yıllık
DÖNEM: Kretase
BULUNDUĞU YER: Hjoula, Lübnan
Kaynak: http://www.yaratilismuzesi.com/fosiller/123269/ucan-balik-fosili-95-milyon-yillik-kretase-hjoula-lubnan

Ücretsiz kitap: Evrimin Fosillere Yenilişi
http://harunyahya.org/tr/Kitaplar/3800/Evrimin-Fosillere-Yenilisi
evrim teorisi kitap harun yahya adnan oktar

Evrim teorisini perişan eden 23-5 milyon yıllık denizatı fosili

evrim teorisi fosiller fosil cagatay tarhan adnan oktar

 

Tüm canlıları yaratan Allah’tır.

Syngnathidae familyasına dahil olan denizatları, milyonlarca yıldır değişmeyen yapılarıyla evrim teorisine meydan okuyan canlılardan biridir. Resimde görülen denizatı fosili 23-5 milyon yaşındadır ve günümüzde yaşayan denizatlarının aynısıdır.

FOSİL NO: SF0036
YAŞ: 23-5 milyon yıllık
DÖNEM: Miosen
BULUNDUĞU YER: Marecchia Oluşumu, İtalya
Kaynak: http://www.yaratilismuzesi.com/fosiller/123194/denizati-fosili-23-5-milyon-yillik-miosen-marecchia-olusumu-italya

Ücretsiz kitap: Evrimin Fosillere Yenilişi
http://harunyahya.org/tr/Kitaplar/3800/Evrimin-Fosillere-Yenilisi
evrim teorisi kitap harun yahya adnan oktar

8.6 milyon yıllık tilki kafatası fosili evrim teorisini çürütüyor

evrim teorisi fosiller ender helvacioglu ergi deniz ozsoy harun yahya

Yeryüzünde yaşayan gelmiş geçmiş tüm canlılar Allah tarafından yaratılmışlardır.

Evrimciler, insanın sözde maymundan türediğini öne sürerken, birtakım kafataslarını kendilerince delil olarak ortaya koyarlar. Soyu tükenmiş maymunlara ya da geçmişte yaşamış farklı insan ırklarına ait olan bu kafatasları üzerine yazılan senaryolar, birer aldatmacadan ibarettir. Tarih boyunca yaşamış hiçbir canlının genel anatomisinde veya kafatası yapısında bir değişiklik olmamışken, maymunların sözde böyle bir süreçten geçtikleri iddiası gerçek değildir. Örneğin tilkilerin kafatasları, resimdeki 8.6 milyon yıllık tilki kafatası fosilinin de gösterdiği gibi, hiç değişmemiştir. Tilkiler, günün birinde zekalarını daha da geliştirmeye karar verip, kafatası hacimlerini genişletmemiş, yapılarını değiştirerek bir başka canlıya dönüşmemişlerdir. Tilkiler hep tilki, kurtlar hep kurt, aslanlar hep aslan, maymunlar hep maymun olmuşlardır. Somut bulguların ortaya koyduğu gibi, canlıların birbirinden türediği, insanın atasının sözde maymun olduğu iddiası büyük bir yalandan ibarettir.

FOSİL NO: SM1133
YAŞ: 8.6 milyon yıllık
DÖNEM: Miosen
BULUNDUĞU YER: He Zheng, Gan Su, Çin
Kaynak: http://www.yaratilismuzesi.com/fosiller/126079/tilki-kafatasi-fosili-8.6-milyon-yillik-miosen-he-zheng-gan-su-cin

Ücretsiz kitap: Evrimin Fosillere Yenilişi
http://harunyahya.org/tr/Kitaplar/3800/Evrimin-Fosillere-Yenilisi
evrim teorisi kitap harun yahya adnan oktar

Kuran Mucizeleri 25: Fosilleşme ve demir içeriği

kuran mucizeleri kuran'da fosillesme demir icerigi harun yahya

 

Dediler ki: “Biz kemikler haline geldikten, toprak olup ufalandıktan sonra mı, gerçekten biz mi yeni bir yaratılışla diriltileceğiz?” De ki: “İster taş olun, ister demir. Ya da göğüslerinizde büyümekte olan (veya büyüttüğünüz) bir yaratık (olun).” “Bizi kim (hayata) geri çevirebilir” diyecekler. De ki: “Sizi ilk defa yaratan.”… (İsra Suresi, 49-51)

Yukarıdaki ayetlerde, insanların ölü bedenlerinin taşlaşmasına ve demire dönüşmesine işaret edilmektedir. Canlı dokusu milyonlarca yıl boyunca korunamaz. Bu nedenle insanların geçmişte yaşamış canlıları görmeleri, ancak bunların fosilleşmesi ile mümkün olur. Canlılar öldükten sonra, vücutları toprağın altında taşlaşarak, fosiller halinde yıllarca korunabilir. Sözlüklerde “fosil” kelimesinin anlamı açıklanırken, “taşlaşmış canlı kalıntısı, taşıl” gibi ifadelerle, özellikle taşlaşmaya dikkat çekilmektedir.

 

Fosilleşen bedende, aynı zamanda demir elementi de bozulmadan saklanır. İnsanın sağlıklı yaşaması için günde ortalama 10-15 miligram demir tüketmesi gerekir. Günlük beslenme yoluyla alınan demirin fazlası karaciğerde depolanır. Ayrıca, kan plazmasında transferrin proteini belirli miktarda demir taşır. 1 Ayette insan bedeni kalıntılarında demir bulunduğuna dikkat çekilmesi de, bu bakımdan son derece hikmetlidir.

Ayetlerin devamında da Allah önemli bir gerçeği hatırlatmaktadır: Hayalinizde düşündüğünüz, büyüdüğünü, geliştiğini, evrimleştiğini zannettiğiniz garip bir mahluk da olsanız, maymunumsu bir yaratık da olsanız fark eden bir şey olmayacaktır. Allah, insanların maymundan gelişerek evrimleştiğini iddia eden kişilere, her ne şekilde yaratıldıklarını düşünürlerse düşünsünler bu yanlış sapkın inançlarının bir şey değiştirmeyeceğini haber vermektedir. Allah’ın yaratmasını inkar eden tüm insanların ahirette cehennem için hazır edilecek şekilde, yine tam teşekküllü bir insan görünümünde yaratılacaklarını bildirmektedir.

Kuran ayetleriyle insanların taşlaşarak fosillere ve demire dönüşeceğinin bildirilmesi, bugün bilimsel olarak tasdik edilmiş bir gerçektir. Ayetlerin indirildiği dönemde arkeolojik, paleontolojik, jeolojik ya da astronomik incelemeler yapılmadığı gibi, elektron mikroskobuyla elementlerin tespiti de mümkün değildi. Bu bakımdan yukarıdaki ayetlerde bildirilen gerçekler, Kuran’ın İlahi bir kitap olduğunu bir defa daha doğrulamaktadır.

1 http://www.healthatoz.com/healthatoz/Atoz/ency/iron_tests.jsp

Kuran Mucizeleri internet sitesi: http://kuranmucizeleri.com/

Kuran Mucizeleri – Cilt 1
http://harunyahya.org/tr/Kitaplar/825/Kuran-Mucizeleri-%E2%80%93-Cilt-1

kuran mucizeleri cilt 1 harun yahya adnan oktar

Kuran Mucizeleri – Cilt 2
http://harunyahya.org/tr/Kitaplar/19383/Kuran-Mucizeleri-%E2%80%93-Cilt-2

kuran mucizeleri cilt 2 harun yahya adnan oktar

Kuran Mucizeleri – Cilt 3
http://harunyahya.org/tr/Kitaplar/17432/Kuran-Mucizeleri-%E2%80%93-Cilt-3

kuran mucizeleri cilt 3 harun yahya kitap

Evrim teorisini temelden yıkan soru: Cansız moleküller – Adnan Oktar

Aslında evrim teorisi daha yolun en başında, yani “hayat nasıl başladı?” sorusu karşısında çökmüştür. Fosiller veya türlerin oluşumu hakkında sayısız spekülasyonlar yapan, sayfalarca hikayeler anlatan evrimciler, “Hayat nasıl başladı?” sorusu karşısında hayali senaryolar dahi üretemeyerek, tamamen sessizliğe bürünmektedirler. Çünkü tek bir protein molekülünün dahi kendiliğinden, tesadüfler sonucunda nasıl meydana geldiğini açıklamalarına imkan yoktur; cansız moleküllerin nasıl olup da canlı bir organizmaya dönüştüğü sorusuna verebilecekleri bir yanıt bulunmamaktadır.

Evrimcilerin en güvendikleri kaynak olan Nature dergisinin online sayfasında, 13 Şubat 2012 tarihli, Brian Switek imzalı bir yazıda bu çaresizlikleri şöyle ifade edilmektedir:

Hayatın nasıl başladığı doğanın en kalıcı gizemlerinden biridir. Fosiller ve biyolojik ipuçlarına bakarak bilim adamları ilk hücrenin yeryüzünde dört milyar yıl önce ortaya çıktığını tahmin etmektedirler.  Ancak ortaya çıkışlarını tam olarak neyin katalize ettiği konusu anlaşılmaz kalmıştır.

Hayatın kökenine dair araştırmalar yapan bilim adamları, yaklaşık 50 yıl önce ilk başarısız deneyini gerçekleştiren Stanley Miller’dan daha fazla bilgi edinmiş değiller.

Fizik profesörü ve yazar Paul Davies bu konuya Beşinci Mucize: Hayatın Kökeni ve Anlamı Araştırması adlı kitabında şöyle yer vermektedir:

Bu kitabı yazmaya başladığımda bilimin hayatın kökeni gizemini çözmeye yaklaştığına inanmıştım… Fakat bu alanda bir-iki sene araştırma yaptıktan sonra şu anda anlayışımızda müthiş büyük bir boşluk olduğu kanaatindeyim… Anlayışımızdaki bu boşluk sadece belli teknik detaylar hakkındaki cehaletimiz değil; önemli bir kavramsal boşluk. [i]

Colorado State Üniversitesi’nden hücre biyoloğu Franklin Harold da hayatın kökeni konusunun “bilimin çözülmemiş gizemlerinden” biri olduğunu söylemektedir. [ii]

Harvard Üniversitesi biyologlarından Andy Knoll ise, hayatın kökeninin evrim teorisi ile açıklanamadığını şöyle kabul etmektedir:

Eğer Yeryüzündeki yaşamın derin tarihi, kökeni, bugün çevremizde gördüğümüz biyolojiyi oluşturan aşamalar hakkında bildiklerimizi özetlemeye çalışırsak, burada net bir görüntümüz olmadığını itiraf etmek durumundayız sanırım. Yaşamın bu gezegen üzerinde nasıl başladığını bilmiyoruz. Tam olarak ne zaman ve hangi koşullar altında başladığını bilmiyoruz. [iii]

Bu açıklamalar, konuyu gazetelerden veya TV programlarından takip eden insanları şaşırtmaktadır. Çünkü insanların büyük bir kısmı, hatta bunun içinde bilim adamları da bulunmaktadır, evrim teorisinin hayatın kökenine dair bir açıklaması olduğunu zannetmektedir. Hatta haber programlarında veya gazete köşelerinde fikirlerine yer verilen, evrim teorisini ateşli bir şekilde savunan bazı “acemi evrimciler”, evrim teorisinin ilk canlılığın nasıl oluştuğunu açıkladığını iddia etmekte, hatta bunun örneklerini laboratuvarda her gün gördüklerini söyleyecek kadar ileri gidebilmektedirler. İşte bu kişiler, hiçbir bilimsel delile dayanmadan, evrim teorisini körü körüne, ideolojik nedenlerle savunan, bilim ve akılcılıktan uzak kimselerdir. Oysa evrim teorisinin,  cansız atomların nasıl olup da canlandığına, canlı organizmalara nasıl dönüştüklerine dair en küçük bir açıklaması yoktur. Evrimciler de bunu gayet iyi bilmekte, ancak büyük çoğunluğu bu gerçeği itiraf edememektedir. Özellikle Türkiye’deki evrimciler uğradıkları hezimetin şiddetiyle, tamamen gerçekten uzak iddialarla teorilerini savunma gayretine girmektedirler.

Paul Davies, halkın bu gerçekten neden habersiz olduğunu, bilim adamlarının evrim teorisinin hayatın kökenini açıklamaktan çok uzak olduğunu neden ifşa etmediklerini şöyle açıklamaktadır:

Kapalı kapılar arkasında kafalarının karıştığını açık açık kabul etmelerine rağmen pek çok araştırmacı halka hayatın kökeninin hala anlaşılamadığını söylemekten rahatsızlık duyuyor. Bu rahatsızlıklarının iki nedenden kaynaklandığı görülüyor. Öncelikle bunun dini açıklamalara….  kapı açtığını hissediyorlar. İkincisi cehaletlerini açık açık kabul ederlerse ellerindeki fonları kaybedeceklerinden endişeleniyorlar.  

Davies’in de belirttiği gibi, cansız atomların şuursuzca, tesadüfler sonucunda bir araya gelerek canlılığın en küçük yapıtaşları olan proteinleri dahi meydana getirmelerinin imkansızlığının farkında olan evrimciler, hayatı üstün bir Akıl ve İlim sahibi olan Allah’ın yarattığı gerçeğini gizleyebilmek için yaptıkları araştırmaların başarısızlıklarını insanlardan saklamaktadırlar.

Darwin de, Türlerin Kökeni adlı kitabında sözde türlerin birbirlerine nasıl evrimleştiklerine dair spekülasyonlar üretmiş olmasına rağmen, ilk canlılığın nasıl başladığına dair spekülasyon dahi üretememiş, hayatın kökeniyle ilgili bir kitap veya makale yazmamıştır.

Darwin’den sonra da hiçbir evrimci canlılığın ilk olarak nasıl başladığını, ilk hücrenin, hatta ilk proteinin dahi tesadüfler sonucunda kendiliğinden nasıl oluşabildiğine dair bir açıklama getirememiştir.

Günümüzde evrim teorisinin en önde gelen savunucularından olan Richard Dawkins dahi, ilk proteinin tesadüfen oluşmasının elbette ki imkansız olduğunu itiraf ederek, yaşamın uzayda bir yerde, ÜSTÜN BİR AKIL tarafından yaratıldığını söylemektedir.

Bir bilim adamının, proteinler gibi olağanüstü komplekslikteki bir Yaratılış harikasını “uzaylıların yaptığı” gibi akıl almaz bir iddiayla ortaya çıkması, elbette ki Darwinist bilim dünyası açısından içler acısıdır. Fakat çok daha mantıksız bir iddianın –tesadüflerin- savunuculuğunu yapmaktansa, canlı varlıkların uzayda üstün bir akıl tarafından var edildiği iddiasını savunmak, Dawkins’in gözünde de Darwinizm’in bittiğinin göstergesidir. Zaten eldeki muhteşem Yaratılış delilleri karşısında hala Darwinizm’i savunuyor olmak aklı başında ve dürüst bir insan için mümkün değildir.
“İlk canlı organizma çok basitti” iddiası nasıl çürüdü?

Yukarıdaki satırlarda da bahsettiğimiz gibi, evrimciler, ilk canlılık nasıl oluştu sorusuna bilimsel bir yanıt veremezler; ilk canlılığın sözde “ilkel”, “basit” yapılı bakteriler olduğunu söyleyerek, sanki cansız maddelerin tesadüfler sonucunda bir araya gelip bu sözde ilkel organizmaları oluşturmalarının çok kolay olduğu izlenimi oluşturmaya çalışırlar.

Ne var ki, biyokimya, moleküler biyoloji, genetik gibi alanlardaki hızlı gelişmeler, evrimcilerin bu iddialarının da bilimsel hiçbir tutarlılığı ve geçerliliği olmadığını açıkça ortaya koymaktadır.

Örneğin bazı bilim adamları, genom araştırmaları kapsamında, yaşam için gereken minimum gen gerekliliğini hesaplayan çalışmalar yaptılar. Yani bir organizmanın canlı özelliği kazanması için en az kaç proteine veya hangi kimyasal süreçlere ihtiyacı olduğunu hesapladılar. Bu araştırmacıların büyük bir kısmı, kendilerince, ilk canlı organizmanın aslında kompleks olmasına gerek olmadığını, tesadüfen oluşabilecek kadar “basit” özelliklere sahip olduğunu göstermeyi umdular. Ne var ki elde ettikleri sonuçlar bu umutlarını da yok etti. Yaşam için gereken minimum özelliklerin dahi son derece kompleks ve tesadüfen elde edilemez olduğunu bir kez daha gördüler.

Söz konusu bilim adamları öncelikle en az kompleksliğe sahip olduğu bilinen prokaryot (tek hücreleri) canlılara yöneldiler. Biyokimyacılar, bir organizmanın genom büyüklüğünü o türün kompleksliğinin ölçümü için kullanmaktadırlar. (Genom, DNA’nın nükleotid dizileri (harfleri) ile yazılmış organizmanın tüm kalıtımsal bilgisidir.) Bir organizmanın genomunda bulunan bilgiler, hücredeki makinaların protein yapmak için kullandıkları talimatlardır.

Proteinler, hücrenin hem yapısında hem de tüm işlevlerinde yer alırlar. Bir organizmada bulunan proteinlerin sayısını ve türünü belirlemek, biyokimyacılara bu organizmanın yapısı, işlevleri ve dolayısıyla kompleksliği hakkında önemli bilgiler verir.

Prokaryotlarda genellikle bir gen bir protein üretir. Bu nedenle prokaryotların genomunda bulunan genlerin sayısı ve türü, bu organizmada bulunan proteinlerin sayısını ve türünü bize verir. Ve bu ilişki nedeniyle genom büyüklüğü, bir prokaryot hücrenin biyolojik kompleksliğinin önemli bir kriteridir.
Yaşam için gerekli olan minimum komplekslik

Biyokimyacılar, yaşamın minimum kompleksiliğini anlamak için tespit edilen genom dizilerine baktılar ve bugüne kadar tespit edilen en az kompleksliğe sahip organizmanın Pelagibacter ubique adlı bakteri olduğu belirlendi. Bu bakteri 1354 gen ürününe, yani protein, ribozomal ve transfer RNA gibi fonksiyonel RNA’lara sahiptir.

Bu durumda açıkça görülmektedir ki, evrimcilerin sözde en basit organizmalar dedikleri canlılar dahi son derece komplekstirler. Yani evrim teorisinin iddia ettiği gibi, cansız maddeler kendi aralarında bir şekilde organize olup canlılığı oluşturmuş olamazlar. Evrim teorisi tek bir proteinin dahi nasıl oluştuğunu açıklayamazken, yaklaşık 1350 proteinin oluşup, bir şekilde bir araya gelip ilk canlı organizmayı oluşturduğunu açıklamak zorundadır. Bunun imkansızdan da öte olduğu son derece açıktır.

Artık bilinmektedir ki, yeryüzünde meydana gelen ilk yaşam kimyasal açıdan son derece kompleksti. Araştırmacılar hayatın en minimal formunda dahi, hücre içerisinde organize olmuş şaşılacak sayıda protein bulunduğunu keşfetmiş oldular.

Evrim teorisi tek bir proteinin daha nasıl oluştuğunu açıklayamazken, “ilkel” olduğunu iddia ettiği ilk tek hücreli canlıda bulunan yüzlerce proteinin nasıl var olduğunu ve bir araya gelerek kusursuz bir sistemi nasıl tesadüfler sonucunda oluşturabildiğini kesinlikle açıklayamaz. Kaldıki yaşam tarihi incelendiğinde en küçük genoma sahip olan Pelagibacter ubique’in yaratılmış ilk canlı olmadığını yaşama ilk başlayanların bakteriler aleminin en kompleks üyesi olarak nitelendirilen siyanobakteriler olduğu görülmektedir. Zira hayat kaynağımız oksijen ve bitkilerdeki azotun tedarikçisi olan bu bakteriler, yaşam çevriminin ilk basamağını oluşturmaktadırlar.

Evrim teorisinin içinde bulunduğu bu son derece açık açmazı daha da iyi anlamak için, tek bir protein molekülünün oluşması için hücre içinde gerçekleşen olaylar zincirini hatırlatmakta fayda vardır. Proteinleri proteinlere ürettiren bu muhteşem sistemin, sonsuz bir ilim ve akıl sahibi olan Yüce Allah tarafından yaratıldığı son derece açıktır.


[i] Paul Davies, Beşinci Mucize: Hayatın Kökeni ve Anlamı Araştırması (New York: Simon & Schuster, 1999), s. 17-18

[ii] Franklin Harold, The Way of the Cell:Molecules, Organisms, and the Order of Life (New York: Oxford University Press, 2001), 235.

[iii] Andy Knoll, PBS Nova Interview, May 3, 2004 http://www.pbs.org/wgbh/nova/evolution/how-did-life-begin.html

 

Ücretsiz Kitap: Hayatın Gerçek Kökeni
http://harunyahya.org/tr/Kitaplar/690/Hayatin-Gercek-Kokeni
harun yahya hayatin gercek kokeni adnan oktar evrim teorisi

Archaeopteryx bir ara geçiş formu değildir – Damla Pamir

archaeopteryx damla pamir evrim teorisi

 

Archaeopteryx bir ara geçiş formu değil, soyu tükenmiş bir kuş türüdür.

Video: http://www.youtube.com/watch?v=KYaBvwTaPQQ

Twitter: https://twitter.com/DamlaPamir

Darwin 1859’da Origin of Species (Türlerin Kökeni) isimli kitabını yayınladıktan sonra, onun iddialarını doğrulayacak ara geçiş formu arayışı başlamıştı. 1861’de Bavaria’daki Solenhofen kalkerlerinde bulunan ilk Archaeopteryx fosili de, Darwinistler için teoriyi ayakta tutacak kurtarıcı bir fosil olarak görüldü. “Eski zamanlardan kalma kanat” anlamına gelen Archaeopteryx‘in iskeleti, nadir bulunan, çok kıymetli bir fosil olarak bir banka kasasında koruma altına alındı. 30 cm uzunluğunda, bir karga büyüklüğünde olan bu fosilin Darwinistler için önemi, fosil üzerindeki kuş ve sürüngene ait olduğu iddia edilen özelliklerden kaynaklanmaktaydı. Bir tür heves ve ön yargı ile bu fosil bir ara geçiş formu olarak sunuldu ve evrim teorisine kesin bir delil gibi yansıtılarak birçok müze sergisinde ve ders kitaplarında yerini aldı. Ancak bu fosilin yorumu hakkında yapılan eleştiriler ve ortaya konan çelişkiler duymazlıktan gelindi.

Archaeopteryx‘in kendine özgü birtakım özellikleri, onun evrimciler tarafından sürüngenlerden kuşlara bir geçiş canlısı olarak yorumlanmasına sebep oldu. 150 milyon yıllık, soyu tükenmiş bir kuşa ait olan bu fosilin, kuşlardan çok uzun zaman önce yaşamış, yarı sürüngen-yarı kuş özellikleri taşıyan bir canlıya ait olduğu öne sürüldü. Archæopteryx‘in ön kollarındaki tüylü pençeler, ağzındaki dişler ve kemikli sürüngen benzeri kuyruğu, evrim teorisinin taraflı yorumlarına maruz kaldı. Söz konusu benzerlikler nedeniyle Archæopteryx‘in dinozorlardan türediği fikri, ilk kez 1870’de Darwin’in fikirlerinin savunucularından olan Thomas Huxley tarafından ortaya atıldı.114

Archaeopteryx Fosil Örnekleri

Archaeopteryx türüne ait 7 fosil örneği bulunmuştur. (Bunlara tek tüy fosili dahil değildir.) Bu fosillerin açıklamaları şöyledir:

archaeopteryx fosil ornekleri evrim teorisi

 

Maxburg Örneği

1958’de (Londra türü gibi) Langenaltheim yakınlarında bulundu; 1959’da Heller tarafından tanıtıldı. Tür, yalnızca gövdeden oluşuyordu. Şu an nerede olduğu bilinmemektedir.

Haarlem veya Teyler Örneği

Tür, tüyden 5 yıl önce 1855’de Reindenburg yakınlarında bulundu. Ama bir müzede kaldı ve von Meyer tarafından Pterodactylus olarak sınıflandı. 1970’de Ostrom tarafından fosilin yeniden incelenmesi, tüylerini ve gerçek kimliğini ortaya çıkardı.

Solnhofen-Aktien ve Verein Örneği

1993’te P. Wellnhofer yeni bir tür tarif etti: Archaeopteryx bavarica. Bu türün küçük sertleşmiş bir göğüs kemiğine ve farklı bir tüy görüntüsüne sahip olduğu rapor edildi.

Solnhofen Örneği

1960’larda Eichstatt yakınlarında bulundu ve 1988’de Wellnhofer tarafından açıklandı. Bu tür, başlangıçta Compsgnathus olarak tanımlandı, ama daha sonra Archaeopteryx lithographica olarak tekrar sınıflandırıldı.

Eichstatt Örneği

Bu tür, 1951’de Workerszell tarafından bulundu ve Almanya’daki Münih Paleontoloji Müzesi’nden Peter Wellnhofer tarafından açıklandı. Bu fosil, türlerin en küçüğüdür; diğerlerinin üçte ikisi ölçüsündedir. Archaeopteryx türünden çok farklı olmasına rağmen yine de bir Archaeopteryx lithographica’dır.

Berlin Örneği

1877’de Blumenburg yakınlarında çıkarıldı ve bu Archaeopteryx fosili 1884’te W. Dames tarafından sunuldu. Archaeopteryx örnekleri içinde en ünlüsüdür. Bunun, Londra türünden daha iyi bir tür olduğu düşünüldü, çünkü (ne kadar parçalanmış olsa da) tam bir kafaya sahipti. Sonunda Berlin Müzesi’ne satıldı.

Londra Örneği

1861’de Langenaltheim yakınlarında bulundu, bu Archaeopteryx fosili, Hermann von Meyer tarafından aynı yıl açıklandı. Bu ve Berlin türü, en iyi bilinen Archaeopteryx fosilleridir. Sonunda amatör bir fosil bilimci olan Dr. Carl Haberlein tarafından İngiliz Müzesi’ne satıldı.

Evrim teorisine göre Velociraptor veya Dromaeosaur ismi verilen küçük yapılı dinozorların bir kısmı, ağaçların yüksek dallarından avlarının üstüne atlarken, zamanla kanatlanıp uçar hale gelmişti. Archaeopteryx, sözde dinozor atalarından ayrılan ve yeni yeni uçmaya başlayan ilk türdü. Bu hikaye hemen her evrimci yayında yer alır. Oysa Archaeopteryx fosilleri üzerinde yapılan son incelemeler, bu canlının kesinlikle bir ara geçiş formu olmadığını, sadece günümüz kuşlarından biraz daha farklı özelliklere sahip, soyu tükenmiş bir kuş türü olduğunu ispat etmektedir. Archaeopteryx‘in günümüz kuşlarından farksız bir iskelete, tüy yapısına ve uçuş kaslarına sahip olduğu ve başarılı bir biçimde uçtuğu, bugün bilim dünyasının ortak kabulüdür. Ayrıca bilimsel değerlendirmeler kanıtlamıştır ki, Archaeopteryx sahip olduğu göğüs kemiği115 ve asimetrik tüy yapısıyla116 tam olarak uçucu bir kuştur. Genel evrimci iddiaların aksine, dişlerinin bulunması ise onun bir dinozor olduğunu göstermez.117

Kısacası Archæopteryx birtakım özgün özelliklerinden dolayı, yarı sürüngen-yarı kuş bir “ara form” olamaz. Özellikle 1992 yılında bulunan yedinci Archaeopteryx fosili, bu konuyu kesinleştirmiş, daha önce “sürüngen benzerliği”ne dayanarak ortaya atılan evrimci iddiaları çürütmüştür. Bilim yazarı Richard Milton da Archaeopteryx hakkındaki iddiaların geçersizliğine şöyle değinmektedir:

Kuşkusuz Archaeopteryx keşfedilen önemli bir fosil olsa da, şu anda bu önemin tam olarak ne olduğunu söylemek güçtür. Daha da önemlisi; Darwinistler için bunun, doğal seçmeyle birlikte yürüyen rastgele genetik mutasyon mekanizmasını desteklediğini ileri sürmek imkansızdır.Archaeopteryx bu mekanizmaların hiçbiri için kanıt oluşturmamaktadır, çünkü fosil kayıtlarında, tıpkı Eohippus gibi, hiç bilinen doğrudan atası ve soyu olmayan, tamamen izole bir fosildir.118

Günümüzde Archaeopteryx‘in bir geçiş formu olmadığı anlaşıldığından, pek çok evrimci artık yeni bir delil arayışına girmek gerektiğinde hemfikirdir. Alan Feduccia Archaeopteryx‘le ilgili evrimci iddiaların yanlışlığını şöyle ifade etmektedir:

Paleontologlar Archaeopteryx‘i yerdeki tüylü dinozorlara döndürmeye çalıştı. Ama dönmedi. O bir kuş, tüneyen bir kuş. Hiçbir söylenti bunu değiştiremeyecek.119

Yale Üniversitesi, Jeoloji Kürsüsü profesörü olan John H. Ostrom bir evrimci olmasına rağmen, iddiaların delilsiz olduğunu kendisi de kabul etmektedir:

Zdenek Burian, kuşlardaki uçuşun evriminde Archaeopteryx öncesi basamağın, ki genel olarak Pro-avis (uçuş öncesi) olarak adlandırılır, yeniden düzenlenmesini yapmıştır. Herhangi bir Pro-avis‘e ait hiçbir fosil kanıtı yoktur.120

Bir başka evrimci bilim adamı Colin Patterson, bu tür iddiaların bilimsellikten uzak olduğuna şu ifadelerle değinmektedir:

Archaeopteryx tüm kuşların atası mıdır? Belki evet, belki hayır: Bu soruyu cevaplamanın hiçbir yolu yoktur. Bir formun diğerini nasıl ortaya çıkardığı ve aşamaların doğal seleksiyonla nasıl kayırıldığının nedenlerini bulmak için hikayeler uydurmak yeterince kolaydır. Fakat bu tür hikayeleri teste tabi tutma imkanı olmadığından bilimin parçası değildirler.121

İlerleyen satırlarda detaylarına değineceğimiz bu nedenlerden dolayı, Archaeopteryx‘i “ilkel kuş” olarak tanımlayan evrimci tez yanlıştır. Fakat bu fosilin Darwinistler için vazgeçilmez bir önemi vardır: Bu önem, hayali evrim sürecine bir kanıt olmasından değil, üzerinde rahatlıkla spekülasyon yapılabilmesinden kaynaklanmaktadır. Geçersizliği defalarca ispatlanmış olmasına rağmen, bu fosil mümkün olan her fırsatta çok önemli bir delilmiş gibi gündeme getirilmektedir. Çünkü evrim teorisinin temel iddiasını oluşturan ara geçiş fosilleri bir türlü bulunamamaktadır. Adeta bir “kurtarıcı” olarak görülen ve evrimcilerin kullanabileceklerini sandıkları tek örnek olması bakımından Archaeopteryx‘in gözden çıkarılması, evrim teorisine ağır bir darbe olacaktır. Dolayısıyla Archaeopteryx‘in hala bir delil gibi sunulması, bilimsel değil dogmatik bir vazgeçememe durumudur.

Archaeopteryx Neden Bir Ara Geçiş Formu Değildir?

Evrimciler 19. yüzyıldan bu yana Archaeopteryx hakkında spekülasyon yapmaktadırlar. Ağzında dişlerin, kanatlarında pençe benzeri tırnakların var olması ve uzun kuyruğu, fosilin bu açılardan sürüngenlere benzetilmesine neden olmuştur. Pek çok evrimci Archaeopteryx‘i “ilkel kuş” olarak tanımlamış, hatta bu canlının kuşlardan çok sürüngenlere yakın olduğunu iddia etmiştir. Ancak bu efsanenin çok yüzeysel olduğu; canlının kesinlikle “ilkel kuş” olmadığı, aksine iskelet ve tüy yapısının uçmaya son derece elverişli olduğu, sürüngenlere benzetilen özelliklerinin tarihte yaşamış ve hatta günümüzde yaşayan diğer bazı kuşlarda da bulunduğu zamanla ortaya çıkmıştır.

Günümüzde tanınan ornitologlardan (kuş bilimcilerinden) biri olan Alan Feduccia da bu görüşü savunmakta, Archaeopteryx‘in kuşların ilkel atası olduğu görüşüne karşı çıkmaktadır.122 Feduccia’nın belirttiği gibi; “Archaeopteryx‘in çeşitli anatomik özelliklerini inceleyen yeni araştırmacıların pek çoğu, bu canlının daha önce hayal edilenden çok daha kuş-benzeri olduğunu göstermiştir” ve “Archaeopteryx‘in theropod dinozorlara olan benzerliği çok büyük ölçüde abartılmıştır.123

Archaeopteryx günümüz kuşlarından farklı bazı özelliklere sahiptir, ancak uçucu kuş olduğunu gösteren özellikleri ile gerçek bir kuştur. Archaeopteryx‘in birtakım özgün özelliklere sahip olması, bu canlının bir “ara form” olduğunu göstermemektedir. Archaeopteryx‘in sadece soyu tükenmiş bir kuş türü olduğunun ve yarı dinozor-yarı kuş gibi bir ara geçiş formu olmadığının delilleri kısaca şöyle sıralanabilir:

Archaeopteryx‘in lades kemiği ve sonradan bulunan göğüs kemiği:

Dinozorlar köprücük kemiğine sahip değildir, ancak bütün kuşlar gibi Archaeopteryx de bir lades kemiğine (köprücük kemiğine) sahiptir. Anatomist David Menton, Archaeopteryx‘in lades kemiğinden şu ifadelerle söz eder:

Archaeopteryx güçlü bir lades kemiğine (furkula kemiğine) sahiptir. Kuşlar uçtukça hareket eden X-ışını yöntemi kullanılarak, yakın zamanda yapılan bazı etkileyici çalışmalar, [kuşun] omuz kemerinin uçuş sırasında, kanat darbelerinin inanılmaz kuvvetine karşı koyabilmek için, nasıl esnek olması gerektiğini göstermektedir. Gerçekten de her kanat darbesinde lades kemiğinin nasıl esnediğini görebilirsiniz.124

1990’lara dek Archaeopteryx‘in “sternum”unun, yani göğüs kemiğinin olmaması, canlının uçamayacağının en önemli kanıtı olarak gösterilmekteydi. (Göğüs kemiği, uçmak için gerekli olan kasların tutunduğu, göğüs kafesinin altında bulunan bir kemiktir. Günümüzde uçabilen veya uçamayan tüm kuşlarda, hatta kuşlardan çok ayrı bir familyaya ait olan uçabilen memeli yarasalarda bile bu göğüs kemiği vardır.)

Archaeopteryx Bir Ara Geçiş Formu Değil, Soyu Tükenmiş Bir Kuş Türüdür

archaeopteryx ara gecis formu degildir evrim teorisi

Archæopteryx günümüz kuşları ile çok sayıda ortak özelliğe sahiptir:

 

• Tüyler
• Furkula ya da lades kemiği
• İçi boş kemikler • Göğüs boşluğundaki bölüm
• Pelvis ve bacaklar

 

Archæopteryx uçucu bir kuşun sahip olması gereken tüm özelliklere sahiptir. Dişli çene, pençe gibi sahip olduğu özellikler ise, bir kısım evrimcilerin iddia ettiği gibi onu bir ara geçiş formu yapmaz. Bu özellikler sadece, onun farklı bir kuş türü olduğunu göstermektedir.

Ancak 1992 yılında bulunan yedinci Archaeopteryx fosili, bu tartışmanın yanlış olduğunu gösterdi. Zira bu son bulunan Archaeopteryx fosilinde, evrimcilerin çok uzun zamandır yok saydıkları göğüs kemiği bulunuyordu.125 Nature dergisinde bu yeni bulunan fosil şöyle anlatılmaktadır:

Son bulunan yedinci Archaeopteryx fosili, uzun zamandır varlığından şüphe edilen, ama hiçbir zaman ispatlanamayan bir dikdörtgensel göğüs kemiğinin varlığına işaret ediyor. Bu canlının uzun mesafelerde uçuş yeteneği hala spekülasyona dayalı, ama göğüs kemiğinin varlığı, güçlü uçuş kaslarının olduğunu gösteriyor.126

Alan Feduccia ise bu konu ile ilgili olarak şu yorumda bulunmaktadır:

Archaeopteryx‘in sağlam lades kemiği (furkulası), iyi gelişmiş bir göğüs kası (pectoralis) için uygun bir çıkış noktası oluşturacaktı… DolayısıylaArchaeopteryx‘in bir kara hayvanı olduğu tezi geçersizleşmiştir. Archaeopteryx‘in göğüs kemerinde, onun kuvvetli bir uçucu olmasını engelleyecek bir şey yoktur.127

Bu bulgu, Archaeopteryx‘in tam uçamayan yarı kuş olduğu yönündeki iddiaların en temel dayanağını geçersiz kılmıştır.

Archæopteryx‘in tüylerinin yapısı:

Archaeopteryx‘in gerçek anlamda uçabilen bir kuş olduğunun en önemli kanıtlarından bir tanesi de hayvanın tüylerinin yapısı oldu. Archaeopteryx‘in günümüz kuşlarınınkinden farksız olan asimetrik tüy yapısı, canlının mükemmel olarak uçabildiğini ortaya koydu. Ünlü Paleontolog Carl O. Dunbar’ın belirttiği gibi, “Tüylerinden dolayı bu yaratık (Archaeopteryx) tam bir kuş özelliği gösteriyordu”.128 Paleontolog Robert Carroll ise konu hakkında şu açıklamayı yapar:

Archaeopteryx‘in uçuş tüylerinin geometrisi, modern uçucu kuşlarınki ile tamamen aynıdır, uçucu olmayan kuşların ise tüyleri simetriktir. Tüylerin kanat üzerindeki düzeni de modern kuşlarınkiyle benzerdir… Van Tyne ve Berger’e göre Archaeopteryx’in kanatlarının boyutu ve şekli, tavuk cinsinden kuşlar, kumrular, ağaçkakanlar, çulluklar ve tüneyen ötücü kuşların çoğu gibi, bitki örtüsünün sınırlı açıklıkları boyunca hareket eden kuşlarınkine benzerdir… Uçuş tüyleri en az 150 milyon yıldan beri durağandır (değişmemiştir).129

Alan Feduccia da, Archaeopteryx‘in uçabilen bir kuş olduğunu belirtirken canlının asimetrik tüylerine dikkat çekmektedir:

Asimetrik tüylerin anlamı, bu canlıların uçma yeteneğine sahip olmalarıdır. Devekuşu gibi uçamayan kuşlar, simetrik tüyleri olan kanatlara sahiptirler.130

archæopteryx asimetrik tuy yapisi evrim teorisi fosil

Archaeopteryx Asimetrik Tüy Yapısı İle Günümüz Kuşlarından Farksızdir

 

Archaeopteryx’in gerçek anlamda uçabilen bir kuş olduğunun en önemli kanıtlarından bir tanesi de hayvanın tüylerinin yapısıdır. Archaeopteryx’in günümüz kuşlarınınkinden farksız olan asimetrik tüy yapısı, canlının mükemmel olarak uçabildiğini göstermektedir.

Anatomist David Menton ise, Archaeopteryx‘in tüylerinin kompleksliğini vurguladıktan sonra, bazı evrimcilerin canlıyı kısmen pullu gibi gösterme çabalarının aldatıcılığına şöyle dikkat çeker:

… Tüyler yalnızca kuşun yüzeyine uygulanmamış. Tüylerin liflerle kemiklere bağlandıkları yerlerde, küçük “çıkıntılar” görürüz. Bu yüzden Archaeopteryx‘te birincil ve ikincil kanat tüyleri sırasıyla “el”e ve “ulna”ya tutturulmuştur. Ve kuyruktaki tüyler 20 omurun her birine dikkatle bağlanmıştır. Bu kuşun bacaklarında ve vücudunda çok sayıda küçük tüyler var ve başının da tüylerle kaplı olduğuna dair güçlü kanıtlar vardır. Ancak Archaeopteryx‘in veya onun hayali atalarının resimlerine baktığınızda, ressamların çoğunlukla pullu kafa gösterdiklerini görürsünüz.131

Bir kısım evrimciler, Archaeopteryx‘in tüy yapısındaki bazı özellikleri öne sürerek, bu canlının “ağaçlara tırmanıp oralardan planör gibi süzülen veya kanat çırparak yerden kısa sürede havalanan bir dinozor” olduğunu iddia etmişlerdir. Oysa Archaeopteryx‘in mükemmel yapıda ve asimetrik tüylerinin olduğu, geride bıraktığı tüm kalıntılardan anlaşılmaktadır.

Archaeopteryx‘in kanatlarının ve kanat tüylerinin şekli ve genel orantısı günümüz kuşları ile aynıdır.Archaeopteryx‘in sahip olduğu kanat yapısının 150 milyon yıldır (Jurasik dönemden beri) bir değişikliğe uğramamış olması, Archaeopteryx‘in kanatlarının uçuşa uygun olarak yaratıldığını göstermektedir.Archaeopteryx‘in uçamadığını söyleyenler, onun kanat tüylerindeki asimetrik yapıya açıklama getiremezler.132

Bu canlı, kusursuz uçuş kasları ve uçuşa uygun tüyleriyle, tam bir uçucu kuştur. Daha önce yaşamış yarı sürüngen-yarı kuş hiçbir canlının fosiline rastlanmamıştır. Dolayısıyla Archaeopteryx günümüz kuşları kadar “uçucu” olan yapısıyla evrim teorisi aleyhinde önemli bir delildir.

Archaeopteryx‘in kanatlarındaki pençeler:

archæopteryx hoatzin penceli kanat evrim teorisi

Günümüzde Venezuella’da yaşayan Hoatzin kuşları da aynı Archaeopteryx gibi pençeli kanatlara sahiptir. Dünyada pençeli kanatlara sahip başka birçok kuş türü vardır. Bu durum, pençeli kanatların bir ara geçiş formu özelliği olduğu iddiasını yıkmaktadır.

Evrimciler Archaeopteryx‘in kanatlarında pençeler olmasını, Archaeopteryx‘in dinozorlardan evrimleştiğine ve bu canlının bir ara geçiş formu olduğuna delil olarak kullanırlar. Oysa bu özellik canlının sürüngenlerle herhangi bir şekilde bir ilgisi olduğunu göstermez. Nitekim günümüzde yaşayan iki tür kuşta, Touraco corythaix ve Opisthocomus hoazin‘de de dallara tutunmaya yarayan pençeler bulunmaktadır. Bu canlılar, hiçbir sürüngen özelliği taşımayan, tam birer kuştur. Dolayısıyla Archaeopteryx‘in kanatlarında pençeleri olduğu ve bu sebeple de bir ara form olduğu yönündeki iddia geçersizdir.

Ayrıca 1983 yılında İngiliz Doğa Tarihi Müzesi’nde, kanatlarında pençeleri olan 9 ayrı kuş ailesine ait birçok türün örnekleri sergilenmiştir.133 Dolayısıyla kanatlardaki pençeler Archaeopteryx‘i bir ara geçiş formu yapmaz. Bu, günümüzde de yaşamakta olan bazı kuşlara ait bir özelliktir.

Archaeopteryx‘in ağzındaki dişler:

Evrimci biyologların, Archaeopteryx‘i ara geçiş formu olarak gösterirken dayandıkları en önemli noktalardan biri, ağzındaki dişleridir. Ancak bu özellik, canlının sürüngenlerle herhangi bir şekilde ilgisi olduğunu göstermez. Evrimciler bu dişlerin bir sürüngen özelliği olduğunu öne sürerek yanılmaktadırlar. Çünkü dişler sürüngenlerin tipik bir özelliği değildir. Günümüzde bazı sürüngenlerin dişleri varken bazılarının yoktur. Daha da önemlisi, dişli kuşların Archaeopteryx‘le sınırlı olmamasıdır. Günümüzde dişli kuşların soyu tükenmiştir. Ancak fosil kayıtlarına baktığımız zaman, gerek Archaeopteryx ile aynı dönemde gerekse daha sonra, hatta günümüze oldukça yakın tarihlerde “dişli kuşlar” olarak isimlendirilebilecek ayrı bir kuş grubunun yaşam sürdürdüğünü görürüz. Dr. Carl Wieland bu konuyu şöyle yorumlamaktadır:

Archaeopteryx‘in dişleri olduğu gerçeği fazlaca abartılmıştır. Archaeopteryx, kavrayıcı dişlere sahip olan tek kuş fosili değildi. Bazı kuş fosillerinin dişleri bulunmaktaydı, bazılarının da yoktu. Fakat birçok sürüngen dişlere sahip değilken, dişler nasıl olur da sürüngenlerle olan bir akrabalığı ispatlayabilmektedir?… Bazı memelilerin dahi dişleri vardır ve bazılarının ise yoktur.134

Bu konudaki çok önemli ancak çoğu zaman göz ardı edilen bir gerçek, Archaeopteryx‘in ve diğer dişli kuşların diş yapılarının, dinozorların diş yapılarından çok farklı olmasıdır. L. D. Martin, J. D. Stewart ve K. N. Whetstone gibi ünlü kuş bilimcilerin yaptıkları ölçümlere göre, Archaeopteryx‘in ve diğer dişli kuşların dişlerinin üstü düzdür ve geniş kökleri vardır. Oysa bu kuşların atası olduğu iddia edilen theropod dinozorların dişlerinin üstü testere gibi çıkıntılıdır, kökleri de dardır.135 S. Tarsitano, M. K. Hecht ve A. D. Walker gibi anatomistlerin yaptıkları çalışmalar da, Archaeopteryx ile dinozorlar arasında öne sürülen bazı “benzerlik”lerin tümüyle yorumlama hatası olduğunu ortaya çıkarmıştır.136

Tüm bunlar, Archaeopteryx‘in bir ara geçiş formu olmadığını; sadece “dişli kuşlar” olarak isimlendirilebilecek ayrı bir sınıflandırmaya ait olduğunu gösterir. Bu canlıyı theropod dinozorlarla ilişkilendirmek ise son derece bilim dışı bir yaklaşımdır.

Archæopteryx‘in çene kemiği:

Archaeopteryx‘in çene kemiğinin dinozorlara benzediği iddia edilmiştir, ancak Haubitz ve ekibi tarafından bilgisayar tomografisi kullanılarak yapılan incelemelerde, Archaeopteryx‘in çene kemiğinin gerçekte günümüz kuşları ile aynı olduğu ortaya çıkmıştır.137 Çene hareketi de evrimci iddiayı çürüten önemli bir kanıttır: Sürüngenler de dahil olmak üzere çoğu omurgalılarda sadece alt çene hareket eder; fakat kuşlarda –Archaeopteryx de dahil olmak üzere- üst çene de hareket etmektedir.

Archaeopteryx‘in parmak yapısı ve kanatları:

Nesli tükenmiş, tüneyen bir kuş türü: Archæopteryx

Araştırmacılar Solnhofen tüylerinin yanı sıra Archaeopteryx’in uçuş tüylerinin asimetrisini, uçan ve uçucu olmayan günümüz kuşlarınınki ile karşılaştırdılar.1 Archaeopteryx’in tüylerinin ortalama asimetrisinin 1,25 olduğunu keşfettiler ki bu, günümüzdeki uçan kuşlarınkinden daha düşüktü; ama günümüzün uçucu olmayan kuşlarınkini aşıyordu. İzole edilen tüy ise 2,2’lik bir asimetri sergiliyordu; tam uçan günümüz kuşlarının sahasındaydı. Ayrıca Archaeopteryx’in pençeleri 500’den fazla günümüz kuş türü ile karşılaştırıldı. Araştırma Archaeopteryx’in arka ayaklarının tüneyen kuşların, orta pençelerinin ise en güçlü tüneyen kuşların alanına düştüğünü gösterdi.2 Bu nedenle söz konusu çalışmayı yapanlar Archaeopteryx’in tüneyen, tam bir kuş olduğu sonucuna vardılar.

1. J.R. Speakman, S.C. Thomson, “Flight Capabilities of Archaeopteryx”, Nature, vol. 370, 18 Ağustos 1994, s. 514.
2. Alan Feduccia, “Evidence from Claw Geometry Indicating Arboreal Habits of Archaeopteryx”, Science, vol. 259, 5 Şubat 1993, ss. 790-793.

Archaeopteryx hakkındaki evrimci teze bir darbe de, parmak yapısından gelmektedir. Theropod dinozorlarla kuşların ön kol kemiklerinin embriyonik süreç sırasındaki gelişme biçiminin birbirinden tamamen farklı olduğu bulunmuştur.

darwinistlerin sahte archæopteryx cizimleri

 

Darwinistlerin Sahte Archaeopteryx Çizimleri

(1) 1975’te Amerikalı paleontolog Robert T. Bakker’den sonra değiştirildi.

(2) 1979’da Amerikalı paleontolog John H. Ostrom’dan sonra değiştirildi.

(3) 1980’da Amerikalı paleontolog Paul C. Sereno’dan sonra değiştirildi.

(4) 1991’de Amerikalı paleontolog Derek Briggs’den sonra değiştirildi.

Theropod dinozorlarının elleri, birinci, ikinci ve üçüncü sıradaki parmak kemiklerinden, kuşların kanatları ise ikinci, üçüncü ve dördüncü sıradaki parmak kemiklerinden gelişir. Bu gerçek, dinozorları kuşlardan ayıran son derece önemli bir delildir ve 1997 tarihli Science dergisindeki bir makalede bu konuya şu şekilde dikkat çekilmiştir:

Aslında kuşların kökeni konusunda kolay bir çözüm bulunamamıştır. (…) Bu görüşteki problem evrimsel bir boşluğun olması, ikna edici hiçbir ara geçişin olmamasıdır. İhtiyacımız olan şey, çeşitli post-Archaeopteryxbulgularını tamamlamak için, proto-Archaeopteryx bulguları edinmektir. Ama zaman içinde ortaya çıkan dinozorların I-II-III düzeninin aksine, kuşların II-III-IV parmak formülü, dinozor kökenli (orthodoxy)ye inanmak için en önemli bariyer konumundadır.138

Wales Üniversitesi Biyoloji Bilimleri Enstitüsü’nden J. Richard Hinchliffe, bu sonuca embriyolar üzerinde modern izotopik teknik kullanarak varmış; kuşların ellerinin II, III ve IV. parmaklardan oluşurken, theropoddinozorlarının I, II ve III. parmaklardan oluştuğunu saptamıştır. Bu ise Archaeopteryx-dinozor bağlantısını savunanlar için büyük bir problemdir.139 Hinchliffe’nin araştırma ve gözlemleri, Science‘ın aynı makalesinde şöyle anlatılmaktadır:

Theropodlarla kuş kemikleri arasındaki homoloji, “dinozor-kökeni” hipotezi ile ilgili diğer bazı problemleri akla getirmektedir. Bunlardan bazıları şunlardır:

– Archaeopteryx kanadı ile kıyaslandığında, (vücut büyüklüğüne göre) theropodun çok daha küçük olan ön kolu. Bu tip küçük kollar, oldukça büyük bir dinozorun yerden yukarıya doğru havalanması için ikna edici bir ön kanat değildirler.

– Theropodlarda bilek kemiğine, çok nadir olarak -sadece dört türde- rastlanmaktadır. Theropodların çoğunda, bileği oluşturan kemik parçalarının sayısı çok daha fazladır ve Archæopteryx’in bilek kemiği ile benzerlik kurulması çok zordur. 140 Ayrıca L. D. Martin, J. D. Stewart ve K. N. Whetstone gibi ünlü kuş bilimcilerin yaptıkları araştırmalarda, Archaeopteryx ile theropod dinozorlarının bilek kemikleri karşılaştırılmış ve aralarında hiçbir benzerlik olmadığı ortaya konmuştur.141

Anatomist David Menton bir röportaj esnasında, “Archaeopteryx‘in ayakları, onun karada koşan bir dinozor olduğu görüşünü destekler mi?” sorusuna şöyle yanıt vermiştir:

Hayır. Archaeopteryx‘in tüm tüneyici kuşlar gibi arkayı işaret eden kavrayıcı bir ayak parmağı ya da arka ayak parmağı bulunmaktadır. Arkaya doğru bakan parmaklar bazı dinozorlarda da bulunmaktadır; fakat bunlar tüneme için kullanılan kıvrık pençeli, kavrayıcı ayak baş parmağı gibi değildir.142

Archaeopteryx‘in iskelet yapısı:

Archaeopteryx‘in iskelet yapısının, öne eğik durmasına neden olduğu ve bunun da dinozorlara ait bir özellik olduğu şeklindeki yorumlar bilimsel bulgular tarafından doğrulanmamaktadır. A. D. Walker bu yönde yapılan yorumların yanlış olduğunu ve Archaeopteryx‘in iskelet yapısının kuşlarda olduğu gibi canlının geriye doğru durmasına elverişli olduğunu açıklamıştır.143 Dr. David Menton kuşların iskelet yapısından şöyle bahsetmektedir:

… sürüngenler, memeliler ve yaşayan kuşlar arasında dizayn benzerlikleri bulunmaktadır. Kuşlar kendilerine özgü, özelleşmiş bir iskelete sahiptirler. Aynı zamanda bir ornitolog olan ünlü bir evrimci şöyle söylemektedir: “Kuşlar uçmak için oluşturulmuşlardır. Archaeopteryx de öyle.”144

Darwinizm Bilim Dalı Değildir; Hayali ve Yalana Dayalı Bir Felsefedir

darwinizm bilim dali degildir hayali ve yalana dayalı bir felsefedir

 

Tek bir fosile dayanılarak yapılan farklı Archaeopteryx çizimleri, evrimci bilim adamlarının hayal güçlerinin, fosil yorumlarında ne kadar etkili olduğunu göstermektedir. Hiçbir bilimsel değeri olmayan bu hayali çizimler, kamuoyunu etkilemek için sözde delil olarak sunulmaktadır. Ancak bu sahtekarca yöntemler, Darwinizm’in bir bilim olmadığını ortaya koymaktadır. Birçok bilim dal vardır, ancak Darwinizm bir bilim değildir; yalana dayal, hayali bir felsefedir.

Archaeopteryx‘in denge becerisi:

Scientific American dergisinin 6 Ağustos 2004 sayısında, “İlk Kuşların Uçmak için Beyinleri Vardı” başlıklı haberde, bilinen en eski kuş türüArchæopteryx‘in uçmak için gerekli olan özel sinir sistemi mekanizmalarına sahip olduğu belirtilmektedir. 1861 yılında paleontologlar bu kuş türüne ait fosili bulduklarında bunun kısa süre önce ortaya atılan evrim teorisine delil olacağını düşünmüşlerdi. Ancak zaman içinde yapılan bilimsel araştırmalar sonucunda bunun gerçek dışı bir iddia olduğu ortaya çıktı.

Teksas Üniversitesi’nden Timothy B. Rowe ve ekibi 147 milyon yıllıkArchæopteryx iskeletinde uçucu özellikleri araştırmaya başladılar. Röntgen görüntülerinden yararlanarak oluşturdukları üç boyutlu kafatası üzerindeki çalışmalarında, gelişmiş görme merkezi ve iç kulak kanallarının uçucu kuşlardakine çok benzer olduğunu ortaya koydular. Bu yapıların sonucunda mevcut olduğu anlaşılan denge becerileri de uçuculuk için gereken özelliklerdir.

Ohio Üniversitesi’nden Lawrence M. Witmer, “Kuşların sadece tüylerden ibaret olduğunu düşünüyorduk,” diyor ve devam ediyor, “uçabilmek için büyük bir bilgisayar da yerleştirmeniz gerekiyor.”.145 Jurasik çağa ait Archaeopteryx kuşunun kafatasını ileri tekniklerle inceleyen bilim adamları da, Nature dergisinde yayınlanan araştırmalarında, Archaeopteryx‘in beyninde uçuculuk ve denge için günümüz kuşlarına benzer yapılar olduğunu, 150 milyon yıllık kuşun açıkça uçabildiğini söylemektedirler.146

Londra’daki Doğa Tarihi Müzesi’nden Dr. Angela Milner’in ifadesiyle, Archaeopteryx‘in beyni tümüyle kuşlarınkiyle aynıdır. Bilgisayarlı tomografi yoluyla kafatasının üç boyutlu yapısını ve bilgisayarla iç kulağı yeniden oluşturan Dr. Milner, “Dinozora benzer bir beyinle karşılaşmayı bekliyorduk. Fakat tümüyle kuşlarınkiyle aynıydı.” diye belirtmektedir. Yapılan araştırmada Archaeopteryx‘in beyin anatomisinin günümüz uçucu kuşları ile çok yakın bir yapıda olduğu ortaya çıkmıştır; iç kulakta denge için kullanılan gelişmiş kanallar ve görme için daha büyük optik loblar vardı. Bunların her ikisi de verimli bir uçuş için zaruri özelliklerdir. Dr. Milner, “Beyin taramaları Archaeopteryx’in aslında kuşların uçmasına imkan veren tüm yapılara sahip olduğunu gösterdi,” diye eklemektedir.147

Zamanlama uyumsuzluğu:

Archaeopteryx‘in dinozor-kuş arası bir canlı olamayacağının en önemli delili, theropod dinozoru fosillerinin, bulunan Archaeopteryx fosillerinden çok sonraki dönemlere ait olmasıdır. Kuşların atası olduğu iddia edilen dinozor fosillerinin, Archaeopteryx‘ten yaklaşık 75 milyon yıl sonrasına ait Kretase dönemine ait oluşları, böyle bir geçişin tümüyle hayali olduğunu açıkça göstermektedir.

Bu “zamanlama uyumsuzluğu”, Archaeopteryx hakkındaki evrimci iddialara yıkıcı bir darbe indirmektedir. Amerikalı Biyolog Jonathan Wells Icons of Evolution (Evrimin İkonaları) adlı kitabında, Archaeopteryx‘in evrim adına adeta bir “ikona” (kutsal sembol) haline getirildiğini, oysa delillerin bu canlının “kuşların ilkel atası” olmadığını açıkça gösterdiğini vurgulamaktadır. Wells’e göre bunun göstergelerinden biri, Archaeopteryx‘in atası olarak gösterilen theropod dinozorların Archaeopteryx‘ten daha genç olmalarıdır; çünkü söz konusu dinozorlar “(fosil kayıtlarında) Archaeopteryx‘ten daha sonra ortaya çıkarlar.”148

Wales Üniversitesi Biyoloji Bilimleri Enstitüsü’nden Richard Hincliffe, Science dergisinde yer alan bir makalesinde bu konuya şöyle değinmektedir:

Gerçekten de pek çok theropod dinozor, özellikle de kuşa benzeyen dromaesaurlar fosil kayıtlarında Archaeopteryx‘ten daha sonra bulunmaktadırlar.149

Sura Suresi 29

Kovulmuş şeytandan Allah’a sığınırım; Göklerin ve yerin yaratılması ile onlarda her canlıdan türetip-yayması O’nun ayetlerindendir. Ve O, dileyeceği zaman onların hepsini toplamaya güç yetirendir. (Şura Suresi, 29)

Öte yandan, Archaeopteryx ile yakın dönemlerde yaşamış kuş fosillerine rastlanmış olması da, Archaeopteryx‘in bir ara geçiş formu olmasını imkansız kılan bir başka önemli delildir. Tüm bunlar, Archaeopteryx‘in bir ara geçiş formu olmadığını; sadece “dişli kuşlar” olarak isimlendirilebilecek ayrı bir sınıflandırmaya ait olduğunu gösterir. Bu canlıyı theropod dinozorlarla ilişkilendirmek ise, son derece tutarsızdır. Amerikalı Biyolog Richard L. Deem de “Demise of the ‘Birds are Dinosaurs’ Theory” (“Kuşlar Dinozordur” Teorisinin Sonu) başlıklı makalesinde, kuş-dinozor evrimi iddiası ve Archaeopteryxhakkında şunları yazmaktadır:

‘Kuşlar dinozordur’ teorisiyle ilgili başka problemler de vardır. Theropodların ön ayakları Archaeopteryx‘e kıyasla, vücutlarına göre çok küçüktür. Bu canlıların ağır vücutları da düşünüldüğünde, bir tür “ön-kanat” (proto-wing) geliştirmeleri olası gözükmemektedir. Theropod dinozorların çok büyük bölümü (kuşlarda bulunan) semilunatik bilek kemiğinden yoksundur ve Archaeopteryx‘te hiçbir benzeri bulunmayan bazı bilek parçalarına sahiptir. Bütün theropodlarda V1 sinirleri [göze ait oftalmik sinirler] diğer bazı sinirlerle birlikte kafatasını yandan terk eder, kuşlarda ise aynı sinirler kafatasını ön taraftan kendilerine ait bir delikten geçerek terk eder. Bir başka sorun ise, theropodların çok büyük kısmının Archaeopteryx‘ten daha sonra ortaya çıkmış olmalarıdır.150

Bu bilgilerin ışığında Archaeopteryx veya ona benzeyen diğer kuşların birer ara geçiş formu olmadıkları kesin bir biçimde ispatlanmış durumdadır. Fosiller, kuşların sürüngenlerden -veya bir başka gruptan- evrimleştiklerini göstermemektedir. Aksine özgün yapılarıyla aniden ortaya çıktıklarını kanıtlamaktadır.

Sonuç:

Görüldüğü gibi Archaeopteryx‘in bir kuş olduğunu gösteren çok açık özellikleri bulunmaktadır. Üstelik Archaeopteryx‘in iyi bir uçucu kuş olmasını engelleyecek hiçbir özelliği bulunmamaktadır.151  Archaeopteryx‘in organlarının theropod dinozorları ile hiçbir benzerlik göstermediği, bilim dergilerinden Science‘da da şöyle aktarılmaktadır:

Hiçbir dinozorun ayrılmış bir ayak başparmağı yoktur, fakat bütün kuşların vardır, bu onların konmak için kullandıkları ayaklarıdır… Bütün dinozorlar testere dişlidir, sivri azı dişleri vardır. [142 milyon yıllık bir kuş fosili olan] Confuciusornis‘in dişi yoktur. Archaeopteryx‘in dişleri olmasına rağmen testere biçiminde değil, çivi benzeri bir şekilde altta sıklaşmaktadır. Bütün dinozorların kafataslarının arkasında iki geniş açılım vardır. Kuşların ise yoktur. En ince detayına kadar aralarında hiçbir bağlantı yoktur.152

Tüm bilimsel bulgular, Archaeopteryx‘in dinozorlarla kuşlar arasında bir ara geçiş canlısı olamayacağını ortaya koymakta, bazı evrimcilerin bu konuda öne sürdükleri iddiaların geçerli olmadığını göstermektedir. Archaeopteryx fosilinin neden bir ara geçiş formu olmadığı ve evrimcilerin bu canlının bazı özelliklerini nasıl çarpıttıkları konusunda Dr. Michael Denton şu yorumu yapar:

1984’te Almanya, Eichstátt’ta kuşların kökeni konusunda uzman bilim adamları Uluslararası Archaeopteryx Konferansı’na katılmıştı. Bu canlı ile ilgili olarak orada konuşulan her konuda anlaşmazlık içindeydiler, fakat Archaeopteryx‘in gerçek bir kuş olduğu görüşü üzerinde çok geniş bir fikir birliği vardı… Bu onların gerçekte Archaeopteryx‘in ara geçiş formu olan ilkel bir kuş olduğuna inanmadıkları anlamına mı geliyordu? Kendilerini bu bildiriyi hazırlamak zorunda hissetmeleri ilginçtir… Vardıkları sonuçların, bir kişinin Archaeopteryx‘in gerçekte evrimle ilgili olarak hiçbir şey ifade etmediğini düşünmesine sebep olacağının açıkça farkındaydılar. O yüzden hepsi bu bildiriyi imzaladı. Elbette ki eğer (Archaeopteryx) gerçek bir kuş ise, çoğu zaman duyduğumuz gibi yarı gelişmiş, yarı sürüngen-yarı kuş benzeri bir canlı değildi.153

Kısacası kuş evrimi, biyolojik veya paleontolojik kanıtları olan tutarlı bir tez değil, Darwinist ön yargılardan kaynaklanan tamamen hayali ve gerçek dışı bir iddiadır. Bazı uzmanların bilimsel bir gerçekmiş gibi söz etmeyi sevdikleri kuş evrimi konusu, felsefi nedenlerle ayakta tutulan bir masaldan ibarettir. Bilimin gösterdiği gerçek, kuşlardaki kusursuz yaratılışın sonsuz bir aklın eseri olduğu, yani kuşları Yüce Allah’ın yarattığıdır.

DİPNOTLAR

114. Richard Milton, Shattering the Myths of Darwinism, Park Street Press, Rochester, Vermont, 1997, s. 1. 

115. http://www.netcevap.net/masallar_030513_0527.html; [Nature, cilt 382, 1 Ağustos 1996, s. 401.]

116. http://www.netcevap.net/masallar_030513_0527.html; [Carl O. Dunbar, Historical Geology, John Wiley and Sons, New York 1961, s. 310.]

117. Richard L. Deem, “Demise of the ‘Birds are Dinosaurs’ Theory”; http://www.direct.ca/trinity/dinobird.htm

118. Richard Milton, Son Tartışmalar Işığında Darwinizm’in Mitleri, Gelenek Yayıncılık, Eylül 2003, çev: İbrahim Kapaklıkaya, s. 139.

119. Alan Feduccia, “Archæopteryx: Early Bird Catches a Can of Worms”, Science, cilt 259, no. 5096, 5 Şubat 1993, s. 764-765.

120. John Ostrom, “Bird Flight: How Did It Begin?”, American Scientist, no. 67, Ocak-Şubat 1979, s. 47. 

121. Colin Patterson, Darwin’s Enigma: Fossils and Other Problems, Master Book Publishers, El Cajon CA, 4. baskı, 1988, s. 89.

122. Alan Feduccia, “Birds are Dinosaurs: Simple Answer to a Complex Problem”, The Auk, cilt 119, no. 4, Ekim 2002, s. 1187-1201.

123. Alan Feduccia, The Origin and Evolution of Birds, Yale University Press, 1999, s. 81.

124. “Bird Evolution Flies out the Window”, An anatomist talks about Archæopteryx: David Menton with Carl Wieland, Creation Ex Nihilo, cilt 16, no. 4, Temmuz-Ağustos 1994, s. 16-19. 

125. Nature, cilt 382, 1 Ağustos 1996, s. 401.

126. Nature, cilt 382, 1 Ağustos 1996, s. 401.

127. Storrs L. Olson, Alan Feduccia, “Flight Capability and the Pectoral Girdle of Archæopteryx“, Nature, no. 278, 15 Mart 1979, s. 248. 

128. Carl O. Dunbar, Historical Geology, John Wiley and Sons, New York, 1961, s. 310.

129. Robert L. Carroll, Patterns and Processes of Vertebrate Evolution, Cambridge University Press, 1997, s. 280-81.

130. E. Olsen, A. Feduccia, “Flight Capability and the Pectoral Girdle of Archæopteryx“, Nature, 1979, s. 248.

131. “Bird Evolution Flies out the Window”, An anatomist talks about Archæopteryx: David Menton with Carl Wieland, Creation Ex Nihilo, cilt 16, no. 4, Temmuz-Ağustos 1994, s. 16-19. 

132. Alan Feduccia, Harrison B. Tordoff, “Feathers of Archæopteryx: Asymmetric Vanes Indicate Aerodynamic Function”, Science, cilt 203, 9 Mart 1979, s. 1021.

133. Luther D. Sunderland, Darwin’s Enigma, Master Book Publishers, California, 1988, s. 74-75.

134. “Bird Evolution Flies out the Window”, An anatomist talks about Archæopteryx: David Menton with Carl Wieland; Creation Ex Nihilo, cilt 16, no. 4, Temmuz-Ağustos 1994, s. 16-19.

135. L. D. Martin, J. D. Stewart, K. N. Whetstone, The Auk, cilt 98, 1980, s. 86.

136. S. Tarsitano, M. K. Hecht, Zoological Journal of the Linnaean Society, cilt 69, 1985, s. 178; A. D. Walker, Geological Magazine, cilt 177, 1980, s. 595. 

137. B. Haubitz, M. Prokop, W. Döhring, J. H. Ostrom, P. Welinhofer, Paleobiology, cilt 14, no. 2, 1988, s. 206.

138. Richard Hinchliffe, “The Forward March of the Bird-Dinosaurs Halted?”, Science, cilt 278, 24 Ekim 1997, s. 596-597.

139. Richard Hinchliffe, “The Forward March of the Bird-Dinosaurs Halted?”, Science, cilt 278, no. 5338, 24 Ekim 1997, s. 596-597.

140. Richard Hinchliffe, “The Forward March of the Bird-Dinosaurs Halted?”, Science, cilt 278, no. 5338, 24 Ekim 1997, s. 596-597.

141. L. D. Martin, J. D. Stewart, K. N. Whetstone, The Auk, cilt 98, 1980, s. 86; L. D. Martin “Origins of Higher Groups of Tetrapods”, Ithaca, Comstock Publising Association, New York, 1991, s. 485, 540.

142. “Bird Evolution Flies out the Window”, An anatomist talks about Archæopteryx: David Menton with Carl Wieland; Creation Ex Nihilo, cilt 16, no. 4, Temmuz-Ağustos 1994, s. 16-19.

143. A. D. Walker, Geological Magazine, cilt 117, 1980, s. 595.

144. “Bird Evolution Flies out the Window”, An anatomist talks about Archæopteryx: David Menton with Carl Wieland; Creation Ex Nihilo, cilt 16, no. 4, Temmuz-Ağustos 1994, s. 16-19.

145. “Early Bird Had the Brains to Fly”, Scientific American, Science News, 5 Ağustos 2004.

146. Jacqueline Ali, “Bird brain reveals flight secrets”, BBC News Online; http://news.bbc.co.uk/2/hi/science/nature/3535272.stm

147. Jacqueline Ali, “Bird brain reveals flight secrets”, BBC News Online; http://news.bbc.co.uk/2/hi/science/nature/3535272.stm

148. Jonathan Wells, Icons of Evolution, Regnery Publishing, 2000, s. 117.

149. Richard Hinchliffe, “The Forward March of the Bird-Dinosaurs Halted?”, Science, cilt 278, no. 5338, 24 Ekim 1997, s. 596-597.

150. Richard L. Deem, “Demise of the ‘Birds are Dinosaurs’ Theory”; http://www.yfiles.com/dinobird2.html 

151. S. L. Olson, Alan Feduccia, Nature, cilt 278, 1979, s. 247.

152. “The Oldest Fossil Bird: A Rival for Archæopteryx“, Science, cilt 199, 20 Ocak 1978, s. 284. 

153. “Bird Evolution Flies out the Window”, An anatomist talks about Archæopteryx: David Menton with Carl Wieland; Creation Ex Nihilo, cilt 16, no. 4, Temmuz-Ağustos 1994, s. 16-19.

Kaynak: http://harunyahya.org/tr/Kitaplar/3713/kuslarin-ve-ucusun-kokeni/chapter/5636

 

 

Ergi Deniz Özsoy ve Ender Helvacıoğlu’na cevap: Adaptasyon bir evrim mekanizması değildir

didem urer ergi deniz ozsoy ender helvacioglu evrim teorisi

 

Didem Ürer: Adaptasyon bir evrim mekanizması değildir – Ergi Deniz Özsoy ve Ender Helvacıoğlu’na cevap. (Ne Oluyor? – CNNTÜRK – 3 Mayıs 2013)

Video: http://www.youtube.com/watch?v=CzT669lI4go

Onur Yıldız evrimcilerin yaptığı sahtekarlıkları evrimcilerin yüzüne vurdu (Ne Oluyor? – CNNTÜRK – 3 Mayıs 2013)

onur yildiz evrimcilerin sahtekarliklari sirin payzin evrim teorisi

Biyolog Onur Yıldız evrimcilerin insanları nasıl kandırdıklarını çok net bir biçimde anlattı. (Ne Oluyor? – CNNTÜRK – 3 Mayıs 2013)

Video: http://www.youtube.com/watch?v=X-E3w7fxcl8