Adnan Oktar: ABD Ortadoğu’da Bir Kuzey Kore İnşa Etmemeli

adnan oktar ortadogu amerika kuzey kore adnan hoca a9 tv

Adnan Oktar: ABD Ortadoğu’da Bir Kuzey Kore İnşa Etmemeli

Kobani’de yaşanan çatışmalar, ABD ve Avrupa’nın PKK’ya karşı tavrının nasıl olması gerektiğini yeniden gündeme taşıdı. Doğru strateji geliştirebilmek için durumu doğru değerlendirmek gerekir. Ne var ki ABD’nin attığı adımlar, bir takım yanlış değerlendirmelere sahip olduğunu gösteriyor.

IŞİD’le mücadelede asla unutulmaması gereken iki önemli gerçek vardır. 1. IŞİD’in şiddeti silahlı mücadeleyle son bulmaz. Tam tersine her bir hava saldırısı, her bir askeri hareket IŞİD’in daha güçlenmesine ve gelişmesine sebep olur. 2. PKK da tıpkı IŞİD gibi şiddeti yöntem olarak benimsemiş, hatta IŞİD’den çok daha fazla insanın ölümüne sebep olmuş eli kanlı bir terör örgütüdür. Yani Kobani’de, bir tarafta Kuran’dan uzaklaştığı için şiddete başvuran IŞİD, diğer tarafta Allah’sız, dinsiz, aile ve ahlak kavramlarını reddeden ve terörü vazgeçilmez olarak gören PKK vardır. Bir terör örgütüne karşı diğerinin desteklenmesi ise ne akla mantığa ne de vicdana uygun bir stratejidir.

Bir çok komünist yapılanma gibi PKK da propaganda tekniklerini etkili olarak kullanmaktadır. Leninist propaganda taktiklerinin temeli olan ajitasyon ve yalan, PKK propagandasının da temelini oluşturur. Bu propagandanın etkisi altında kalan veya ideolojik olarak PKK’ya yakınlık duyan bazı sol kesimler, özellikle son dönemlerde, Batı basınında PKK’yı sözde topraklarını savunan kahramanlar ordusu gibi göstermektedir. Oysa PKK ne tüm Kürtlerin temsilcisi ve koruyucusudur ne de kahramandır. PKK yıllarca gerilla taktikleri kullanarak, yani korkak ve sinsi yöntemlerle, Türk askerine karşı mücadele etmiştir. Ancak ovada yüz yüze bir grupla mücadele edecek tecrübeye, daha da önemlisi cesarete sahip değildir. Bu nedenle, IŞİD’e karşı Suriye’de kara savaşı yürütebilecek en son grup PKK’dır. Nitekim, IŞİD’in Kobani saldırılarının başladığı günlerde kadınları, çocukları ve yaşlıları bırakıp kaçmaları; PKK yöneticilerinden Cemil Bayık’ın “Kobani’de coğrafi koşullar bizim çarpışmamız için uygun değil” açıklamaları bu gerçeği teyit etmektedir.

Saddam’dan Daha Fazla Kürt Öldürmüş olan PKK Kürtlerin Temsilcisi Değildir.

ABD’de hakim olan yanlış kanaatlerden biri de PKK’nın Kürtlerin temsilcisi olduğu düşüncesidir. PKK yurt dışında etkin propaganda gücü olduğu için böyle bir imaj oluşmaktadır. Oysa Kürtlerin sosyo-kültürel yapıları, PKK gibi bir örgütü kabullenmelerini en baştan imkansız kılar. Kürtler dindar, aile bağları güçlü, geleneklerine sadık, sevecen ve barışsever bir halktır. PKK ise tüm dinlere karşı, Allah’sız, aileye karşı, ahlaki değeri olmayan bir örgüttür. Dolayısıyla Kürtlerin isteyerek ve gönüllü olarak PKK’yı benimsemesi mümkün değildir. PKK’nın Kürtler üzerindeki hakimiyeti baskı ve zorla oluşturulmuş bir hakimiyettir.

PKK 1980’lerde adını Türklere değil Kürtlere yaptığı terör eylemleri ile duyurmuştur. Strateji olarak önce Kürtler arasında dehşet salmayı, bu yolla güç tesis etmeyi  benimsemiştir. İlk hedefi, kendisine muhalif veya alternatif olan diğer Kürt örgütler ve siyasi hareketler olmuştur. Bunları acımasız cinayetlerle bertaraf ettikten sonra, sivil Kürt halkına yönelmiş ve eylemleriyle “Biz burada devletten daha güçlüyüz, bizim yanımızda olmazsanız size yaşam hakkı tanımayız” mesajını vermiştir. Bugün de hala aynı tutumuyla Kürtlerin bir kısmını etkisi altında tutmaktadır.

PKK’nın kadın çocuk ayırt etmeden masum Kürt halkını hedef alan eylemlerinden bazıları şunlardır:

20 Ağustos 1987’de Mardin’de Şehmus Arık isimli Kürt vatandaşın evini basıp kalaşnikoflarla katliam yapan PKK’lılar 2’si kadın, 3 çocuğu öldürdü. 4 aylık Hamza öldürüldüğünde beşikte uyuyordu.

9 Temmuz 1989’de Diyarbakır’ın Kırım Köyü’ne baskın düzenleyen PKK’lıteröristler 3 yaşındaki bir kız çocuğunu da öldürdü.

10 Mayıs 1988’de Mardin’in Nusaybin ilçesinde 15 sivil Kürt vatandaşı öldüren PKK 6 çocuğa da acımamıştı. Kız bebeklerden birisi beşiğinde uyurken katledilmişti.

10 Haziran 1990’da Şırnak’ın Çevrimli Köyü’ne saldıran PKK 27 sivili katletti. Teröristlerin öldürdüğü 27 kişinin 11’i ise çocuktu.

19 Ağustos 1992’de Diyarbakır’ın Lice ilçesine sivil vatandaşlara saldıranPKK kundaktaki bir bebeği de makineli tüfekle taradı.

22 Ekim 1993’de Siirt’te 22 Kürt vatandaşımızı katleden PKK’nın hedefinde yine kadın ve çocuklar vardı. Baskında 13’ü çocuk ve 9’u kadın sivil insanlar hunharca katledildi.

24 Temmuz 1994’de Van’da Atabinen Köyü’nü basan PKK’lı teröristlerin hedefinde yine kadın ve çocuklar vardı. 6 kadını yataklarında katleden PKK, annelerinin yanında uyuyan 3 bebeği de öldürdü.

Görüldüğü gibi PKK’nın lideri Öcalan’ın “bebek katili” ismini alması varsayımsal değil, somut örneklerin neticesinde gelişen bir durumdur. Burada sadece bir iki örneğini verdiğimiz bu şiddet tırmanarak gelişmiş, 1980 ve 90’larda Türkiye’de aktif olan derin devlet yapısının (Ergenekon Terör Örgütü) da desteğiyle PKK Kürtler üzerinde şiddete dayalı hakim güç haline gelmiştir.

PKK terörü sebebiyle Türkiye’de hayatını kaybedenlerin sayısı ise 40 bini geçmiştir. Şehit olan Türk asker, polis, öğretmen ve diğer devlet görevlilerinin yanı sıra, bu 40 bin kişinin büyük çoğunluğu Kürtlerdir. Özetle on binlerce Kürdü terörle yok eden PKK, bölgedeki en büyük Kürt düşmanlarından biridir. Kürt halkı PKK belasından tam anlamıyla kurtulacağı günleri özlemle beklemektedir.

Komünist Terörün Karanlık Yüzü: Örgüt İçi İnfazlar

Lenin, Stalin, Mao, Pol Pot gibi tüm komünist liderlerin ortak yönlerinden biri, muhaliflerine karşı acımasız tutumlarıdır. Komünist ülkelerin tarihi sadece liderden ve politbürodan farklı düşündükleri için esir kamplarına sürülen milyonlar, acımasızca katledilen on binler, siyasi suikastler, sokak ortasında halka açık gerçekleştirilen işkencelerle doludur. Kendisini 21. yüzyılın Lenin’i olarak gören Öcalan’ın tarihinde de, beraber yola çıktığı arkadaşları da dahil olmak üzere, binlerce muhalifin kanının izi vardır.

Abdullah Öcalan’ın bizzat kendi mahkeme ifadelerine, PKK yöneticilerinin açıklamalarında ve örgütten ayrılanların beyanlarına göre, PKK’nın örgüt içi infazla öldürdüğü insan sayısı 15 ila 17 bin arasında değişmektedir. Bu kişilerin bazıları toprağa gömülüp başından vurularak, bazıları ailelerinin yanında kurşunlanarak, bazıları üzerlerine asit atılarak katledilmişlerdir. Daha da ötesi, bu cinayetler PKK yanlısı basın organları tarafından “ajanlar hak ettikleri cezayı aldı” üslubuyla adeta gururla yayınlanmıştır.

PKK üyeliğinden 10 yıl cezaevinde kalan Aytekin Yılmaz,  örgüt içi infazları anlattığı “Yoldaşını Öldürmek” adlı kitabında, bu cinayetlerin PKK mensupları tarafından halay çekilerek kutlandığını anlatır:

“Ben iki olayda halay çekildiğini gördüm. Biri 1990’lı yıllarda gerillalar (PKK mensupları) karakol basıp 20-30 askeri öldürdüğündeydi. Bana korkunç gelirdi. İkinci halay da yoldaşlarını öldürdükten sonra çekilen halaydı.”

Bu  acımasız cinayetlerden bazıları şöyledir:

PKK’nın kurucularından olan Ordulu Haki Karer’in zaman zaman öne çıkması Öcalan’ı rahatsız etti. 18 Mayıs 1977’de, Gaziantep’te bir kahvehanede şüpheli bir şekilde vuruldu.

PKK Avrupa Sorumlusu Çetin Güngör, örgütün kongresinde yöneticilerin faaliyetlerini eleştirdi. Ajan olduğu gerekçesiyle 1984’te Stockholm’de öldürüldü.

12 Eylül darbesinde yakalanıp 11 yıl Diyarbakır Cezaevi’nde kaldıktan sonra tahliye olan Ali Rıza kod adlı Mehmet Çimen, Almanya’da üst kademeyle görüş ayrılığına düştü. Suriye’ye çağırıldı. Örgüt kararıyla banyo küvetinde üzerine asit dökülerek infaz edildi.

Örgütün kurucu isimlerinden olan ve Erzincan-Tunceli sorumluluğu yapan Yıldırım Merkit, ajan-işbirlikçi ilan edildi. Romanya’da uğradığı silahlı saldırı sonucu öldürüldü.

PKK’nın kuruluş aşamasında yer alan Kani Yılmaz (Faysal Dumlayıcı) Öcalan yakalandığında Avrupa’da yer bulamamasının sorumlusu olarak gösterildi. İki PKK ajanının aracına yerleştirdiği bomba ile 10 Şubat 2006’da öldürüldü.

PKK genel sekreter yardımcılığına kadar yükselen Mehmet Şener, ajan olduğu suçlamasıyla iki tetikçi tarafından kurşunlandı. (Mehmet Şener, Paris’te öldürülen Sakine Cansız’ın nişanlısıydı.)

PKK’nın kurucu üyelerinden Ali Ömürcan, Lübnan’da Cemil Bayık tarafından sorgulanarak idam edildi.

PKK’nın III. Kongresi’nde genel sekreter birinci yardımcılığına getirilen Halil Kaya, Öcalan’ın talimatıyla kurşuna dizildi.

Bunlar gibi yaklaşık 17 bin insan öldürüldü. Bu insanların bir çoğunun ölümü tarihe faili meçhul olarak geçti. Oysa failler meçhul değildi, gayet iyi biliniyordu. Örneğin 1986 yılında Almanya’da hazırlanan bir iddianamede, bu infazların emrinin Öcalan tarafından verildiği Savcı tarafından kayda geçilmişti.

Türkiye’de solun önemli isimlerinden biri olan ve yaklaşık 18 yılını cezaevinde geçiren İsmail Beşikçi PKK tarafından öldürülen binlerce insanın ve yakınlarının durumunu şöyle anlatır:

“PKK içinde, Mehmet Şener gibi yüzlerce infaz var… Oğulları, kızları kendi arkadaşları tarafından, PKK tarafından infaz edilenler ise bir sessizliğe gömülmüş, hayattan tamamen kopmuşlardır. Bu aileler için başvurulacak bir makam yoktur… PKK, örgütlerinin isimlerinde, yazılarında, konuşmalarında, ‘demokratik’ sözcüğünü çok kullanıyor. Bu sözcüğü çok kullanarak demokrat olduğu izlenimini yaratmaya çalışıyor. Demokratik ulus, demokratik vatan, demokratik özerklik vs. sözcüklerini sık sık kullanarak demokrat olamazsınız. Demokrat olmanın tek ölçütü vardır. O da ifade özgürlüğüdür. İfade özgürlüğü yaşama geçmeden demokrat, demokratik olamazsınız.”

Görüldüğü gibi PKK mensupları kendi arkadaşlarını dahi zerre tereddüt etmeden katledebilecek bir ahlaksızlığa sahiptir. Ve bu zihniyete sahip bir örgütün herhangi bir şekilde “demokratik”, “ekolojik”, “kadına değer veren” bir sistem kurması mümkün değildir. PKK’nın kuracağı tek sistem tıpkı Kuzey Kore gibi ruhsuz, acımasız, despot bir sistemdir.

PKK, ABD ve Batı’nın Bölgede Güveneceği Laik Bir Yapı Değil, Dünyayı Kana Bulayacak Komünist Bir Terör Örgütüdür

Son dönemlerin sıkça duyulan propaganda cümlelerinden biri de “PKK, Batı’nın bölgede güvenebileceği tek demokratik, laik yapılanmadır” safsatasıdır. PKK’nın demokratik olmak bir yana, en küçük bir eleştiriye dahi öldürerek cevap verdiğini yukarıda örnekleriyle gördük. PKK’nın “laik” olduğu iddiası da Batılı halkların PKK’ya sempati duymasını sağlamak için seçilen özel bir üsluptur. Böylece Batı’ya, “Ortadoğu’daki aşırı, radikal İslami örgütlere karşı size benzeyen bir tek biz varız” mesajı verilmektedir. Oysa PKK laik değildir, din düşmanıdır. Sadece İslam’a değil, Hristiyanlığa ve Museviliğe de düşmandır. Laiklik halklara ibadet ve inanç özgürlüğü sağlar ve en güzel, en doğru hali Kuran’da tarif edilmiştir. Kuran’a göre her insan dilediği gibi dinini yaşamakta özgürdür. PKK’nın öngördüğü sistemde ise her insan Marksist Leninist Stalinist dogmaya göre yaşamak zorundadır.

Öcalan, “Lenin 1900’de ne ise ben de 21. yüzyıl sosyalizmini temsil ediyorum, reel sosyalizmle savaşarak, emperyalizmle savaşarak yeni sosyalizmi inşaa ediyorum.”[1] diyen bir insandır. Örgütü PKK için belirlediği yolu ise şöyle anlatır: “MARKSİST-LENİNİST TEORİ ÇOK İYİ ÖZÜMSENMELİDİR. Önder kadrolar sık sık Marksizm’e müracaat etmeli, Marksizm’in uygulanmasını başlangıç şekli yapmak için bu öğretiyi gerçekten özümsemeliler…”

Bazı yorumcular ise PKK’nın artık Marksist Leninist Stalinist ideolojiyi terk ettiğini sanmaktadır. Oysa, “Bir adım ileri iki adım geri” Lenin’in takipçilerine öğrettiği en önemli taktiklerden biridir ve PKK da şu anda bu taktiği uygulamaktadır. Öcalan, PKK’nın 13. kuruluş yıldönümü mesajında şunları söyler:

“Sosyalizm yıkıldı, komünizm yıkıldı” diyenlere en iyi cevap olarak, ‘tam tersine, KOMÜNİZMİN EN GÜÇLÜSÜ, EN DOĞRUSU, EN YÜCESİ PKK’DE GERÇEKLEŞMİŞTİR’ diyoruz.”

Örgütün sözde bayrağından orak çekiç sembolünü çıkarmış olması, PKK’nın komünist bir terör örgütü olduğu gerçeğini değiştirmez. Dağa çıkan her genç silah kullanmayı öğrenmeden önce aylarca süren Marksist Leninist ideolojik eğitimden geçirilir. Bu eğitimin izi, örgüt mensuplarının kullandıkları dilden ve anlattıkları dünya idealinden de rahatça görülmektedir.

Bu somut durumu anlamazlıktan gelmek ise feraset kapanmasına ve ciddi hatalar yapılmasına sebep olur. PKK şu anda menfaatçi bir tutum izlemekte ve umduğu desteği alabilmek için kendisini Batı’ya sempatik göstermeye çalışmaktadır. Batı’da bazı kesimler de kendi menfaatleri için PKK’yı kullanılabilir bir araç olarak değerlendirmektedir. Ancak komünist bir grubu “araç olarak” kullanmak amacıyla güçlendirmenin nelere mal olabileceği iyi hesap edilmelidir. İdeolojisi ve inancı her ne olursa olsun, şiddeti savunan bir grubun eline silah vermek o silahın bir gün umulmayan yerlere yönelmesine de zemin hazırlamaktır. PKK’nın elindeki silahlar da bölgede komünist bir Kürt devleti kurulmasına bu devletin de aşama aşama tüm bölgeyi yutmasını sağlayacaktır. Bir yanda Asya’da Kuzey Kore’yi etkisiz hale getirmeye çalışırken diğer yandan dünyanın en hassas bölgesine yeni bir Kuzey Kore inşa etmenin bedeli çok ağır olacaktır. Ortadoğu için bir model aranıyorsa en ideal model 90 yıllık istikrarlı yapısıyla, vicdanıyla, AB yolundaki gösterdiği gayretle Türkiye’dir. On binlerce genç insanı ölüme gönderen PKK değildir.

PKK Şiddetten Vazgeçmedi

Türkiye’de yaşananları yakından takip etmeyenler ya da olayları önyargı ile değerlendirenler, PKK’nın şiddeti bıraktığı yanılgısına sahipler. Türkiye Hükümeti’nin terörün son bulması için bir çözüm süreci yürüttüğü doğrudur. Ancak bu süreçte PKK’nın şiddeti durdurduğu bilgisi doğru değildir. Çözüm sürecinin başladığı tarihten sonra da, PKK’nın eylemleri devam etmiştir.Haziran 2013’e kadar 154 eylem yaptığı bilinmektedir. Bunlar arasında, yol kapamak, yolu açmak isteyen güvenlik görevlilerine ateş açmak, iş yerlerini ve iş makinalarını yakmak, hidro elektrik santrallerine, karakollara, polis araçlarına silahlı saldırı düzenlemek, mayın patlatmak, okul yakmak, haraç kesmek, işçileri, öğretmenleri, savcıları ve askerleri kaçırmak gibi eylemler bulunmaktadır.[2] Haziran 2104 tarihinden itibaren ise bu eylemlerde belirgin bir artış olmuştur.

Ekim ayının başında ise, 2 gün içinde, PKK tüm Türkiye’yi yakıp yıkmaya kalkışmıştır. 6-8 Ekim olayları olarak adlandırılan bu kalkışmada 35 ilde anarşi çıkmıştır. 40 kişi hayatını kaybetmiştir. 2 emniyet görevlisi şehit olmuştur. 221 sivil, 139 güvenlik görevlisi yaralanmıştır. 212 okul binası, 67 emniyet binası, 25 kaymakamlık binası, 29 parti binası, çocuk yuvaları, Kızılay kan merkezleri, belediye binalarının aralarında olduğu 780 bina, bütün toplam olarak da 1113 bina yakılmış veya tahrip edilmiştir. Şiddet eylemlerinde özel araçlar, belediye araçları, ambulanslar ve polis araçları yakılmış ve toplamda 1177 araç kullanılamaz hale getirilmiştir.

Kalkışma sırasında 17 yaşında gençleri sokak ortasında linç ederek öldüren PKK’lıların öfke ve nefret ruhu, otopsi raporunda iyice açığa çıkmıştır. [3] Gençlerin üzerinde onlarca bıçak darbesi, kurşun yarası, ezilme tespit edilmiştir. Bir kişi üçüncü kattan aşağı atılmış, birinin cesedi yakılmış, birinin boğazı kesilmiştir. IŞİD’in boğazlarını keserek insanları öldürmesine tepki gösterenlerin, PKK’lıların 17 yaşında gençleri önce linç edip, 3. kattan aşağı atıp, sonra yakıp sonra da boğazını kesmesini görmezden gelmesi vicdan yaralayıcı bir durumdur. PKK şiddeti bıraktı diyenlerin, PKK’nın gelecekte işleyeceği cinayetlerde suç ortağı konumunda olacaklarını bilmeleri gerekir.

PKK’ya silah verilmesi gerektiğini savunan ve bu konuda Türkiye’ye baskı yapanlar gözlerinde şöyle bir tabloyu canlandırmalı: El Kaide ABD eyaletlerinde sokak gösterileri yapsa, mesela New York’ta binaları ateşe verse, etrafa kurşun yağdırsa, Amerikan polisini öldürse, ABD’nin vereceği karşılık nasıl olurdu? ABD’ye “Neden El Kaide’ye yardım etmiyorsun?” diye sorulması ne kadar mantıksızsa, Türkiye’ye de “Neden PYD/PKK’ya yardım etmiyorsun?” diye sorulması aynı derecede mantıksızdır.

Kaldı ki, Kobani nüfusunun %99’u (Yaklaşık 192 bin Kobanili Kürt) şu an Türkiye’dedir. Türkiye tarafından tüm siviller savaş alanından alınmış ve kurtarılmıştır. PYD’nin yaralıları halen Türkiye’de tedavi olmaktadır. Suruç Devlet Hastanesi tamamen Kobani’den gelen yaralıların hizmetindedir. Türkiye olaylar başladığından beri Kobani’ye yüzlerce yardım kamyonu göndermiştir. Kendisine düşman diyen, silah doğrultan bir örgütün mensuplarına yaralı oldukları için tedavi imkanı sağlayan Türkiye, adalet, merhamet ve koruyuculuk anlayışıyla tüm dünyaya örnek olmuştur. Türkiye’yi bu alanda desteklemek ve teşekkür etmek gerekirken, akıl almaz mantıklarla baskı altında tutmaya çalışmak doğru bir yöntem değildir.

PYD ve PKK Birbirinden Bağımsız Değildir

Buraya kadar örnekleri ile anlattığımız PKK şiddeti, PYD’nin Kuzey Suriye’de nasıl bir sistem kurmak istediğinin de habercisidir. PYD ve PKK’yı birbirinden ayrı yapılar gibi gösterenlerin aksine, PYD tam olarak PKK’nın bir uzantısıdır. PYD Eş Başkanı Salih Müslim, Öcalan’ın yanında yetişmiş kişilerden biridir. Tüm PYD toplantıları Öcalan posterleri eşliğinde gerçekleştirilir. Kuzey Suriye’de kurulan sözde akademilerde gençlere ve kadınlara verilen eğitim “Öcalan ideolojisi”dir. PYD’nin iç ve dış tüm stratejisini belirleyen isim de Öcalan’dır.

PYD de tıpkı PKK’nın ilk yıllarında olduğu gibi Kuzey Suriye’deki örgütlenmesini muhalif diğer Kürtleri yok ederek güçlendirmiştir. Barzani taraftarlarını ve farklı düşüncedeki diğer Kürtleri ya tutuklamış, ya sürgün etmiş ya da öldürmüştür. PYD baskısına karşı gösteri yapan sivil halkın üzerine ateş açmıştır. PYD’nin dindar Kürt halkının üzerinde kurduğu tahakküm sebebiyle halkın bir kısmı, IŞİD tehlikesi gündeme gelmeden çok önce topraklarını terk etmiş ve Kuzey Irak’a sığınmıştır. Türkiye’ye Suriye’den gelen ilk mülteci gruplarından biri de PYD’nin zulmünden kaçan Kürtler olmuştur. PYD’nin halka ve muhaliflere yönelik despot tutumu HRW ve Crisis Group raporlarında da kapsamlı olarak yer almıştır. Siyasi suikastlar, cinayetler, işkenceler PYD’nin idealindeki dünyanın nasıl kan ve acı dolu olduğunu göstermektedir.

Sonuç:

ABD, IŞİD’e karşı stratejisini belirlerken iki bela arasında seçim yapmak mecburiyetinde değildir. Akılcı ve doğru bir yaklaşım ile tüm belaları, kimseye zarar vermeden etkisiz hale getirmek mümkündür. PKK’nın IŞİD’le baş etmesi hem askeri hem siyasi hem de sosyolojik olarak mümkün değildir. PKK bölgenin değerlerine tamamen yabancı, Marksist Leninist Stalinist ideolojiyle hareket etmektedir. Bölge üzerindeki etkisi uyguladığı şiddete dayalıdır. IŞİD ise, her ne kadar Kuran’a uygun olmasa da, bölgede etkili olabilecek bir fikri yapıya sahiptir. Buna karşı alınabilecek tek etkili çözüm, IŞİD’in fikri yapısının yanlışlığını bölge halklarına anlatmak, yani İslam’a sonradan dahil edilmiş hurafelere karşı Kuran’ın gerçeğini anlatmaktır.

IŞİD’i yok etmeyi planlarken;

· Bölge insanlarını PKK/PYD gibi Marksist Leninist Stalinist bir yapının inisiyatifine bırakmak,

· Havadan bomba yağdırmak,

· Ölümleri başka ölümlerle ortadan kaldırmaya çalışmak,

· Türkiye’nin bölünmesine zemin hazırlamak Ortadoğu’nun on yıllar boyunca kargaşa içinde kalması demektir.

Ve böyle bir kargaşa sadece Ortadoğu’yu değil tüm dünyayı içine alıp yutabilir. Ne ABD ne Kanada ne Avrupa topraklarında huzur ve güvenlik kalır. Böyle bir felaketin gerçekleşmesini engellemek için;

·  Şiddetin her türlüsüne karşı tavır konulmalı,

·  PKK terör örgütü ve uzantılarını güçlendirecek stratejilerden kaçınılmalı,

·  IŞİD’in ideolojisine karşı bir an önce fikri mücadele başlatılmalı,

·  Silahla çözüm aramaktan tamamen vazgeçilmeli,

·  Ve en önemlisi bu mücadeleyi en etkili şekilde gerçekleştirebilecek doğru insan bulunmalıdır. [4]

http://newsrescue.com/usa-must-build-north-korea-middle-east/#ixzz3MlSPyTAz

news%20rescue-usa%20must%20not%20build

http://www.harunyahya.org/tr/Makaleler/195746/ABD-Ortadogu%E2%80%99da-Bir-Kuzey-Kore-Insa-Etmemeli-

Komünist Kürdistan Tehlikesi
http://harunyahya.org/tr/Kitaplar/146212/Komunist-Kurdistan-Tehlikesi
komunis tkurdistan tehlikesi recep tayyip erdogan akp ak parti adnan oktar

Komünist Çin’in Zulüm Politikası ve Doğu Türkistan
http://harunyahya.org/tr/Kitaplar/779/Komunist-Cinin-Zulum-Politikasi-ve-Dogu-Turkistan
komunist cin dogu turkistan recep tayyip erdogan akp ak parti adnan oktar

Terör Sevgiyle Yok Edilir
http://harunyahya.org/tr/Kitaplar/957/teror-sevgiyle-yok-edilir
adnan oktar pkk teror sevgiyle yok edilir kitap basbakan recep tayyip erdogan

Komünizm Pusuda
http://harunyahya.org/tr/Kitaplar/781/Komunizm-Pusuda
komunizm pusuda komunist ak parti akp gezi parki adnan oktar recep tayyip erdogan

Adnan Oktar: Şengal’den Kobani’ye PKK Propagandasının Yükselişi ve Çöküşü

adnan oktar pkk kobani isid adnan hoca a9 tv

Adnan Oktar: Şengal’den Kobani’ye PKK Propagandasının Yükselişi ve Çöküşü

IŞİD tehdidi Suriye’nin ardından Irak’a yöneldi ve Batı devletlerinden zayıf da olsa bazı sesler yükselmeye başladı. 3 yılı aşkın süredir devam eden Suriye iç savaşına hiç bir müdahalede bulunmayan Batı’nın bu tutumu PKK’yı desteklemesi bakımından oldukça dikkat çekici. Üstelik bunun için her türlü çaba da harcanıyor. Örneğin hemen Batı toplumunun desteğini kazanmak amaçlı görünen bir “Şengal Operasyonu” düzenlendi.

IŞİD’den kaçan Ezidilerin Şengal Dağlarına sığınması ile birlikte önce Amerikan Hava kuvvetleri Ezidilere acil yardım malzemelerini havadan ulaştırdı, sonra da yoğun bombalama ile Ezidilerin Türkiye’de ulaşabilecekleri bir koridor açıldı. Bu esnada karada Ezidilere yol gösteren PKK/PYD birlikleri, sanki bu koridoru açan “kahraman savaşçılarmış” gibi gösterildi ve Ezidilere “sizi Abdullah Öcalan kurtardı” telkini yapıldı. Güvenliğe ulaşan Ezidiler dünya medyasına röportaj verirken kendilerini kurtaranın Abdullah Öcalan ve PKK olduğu şeklinde bilgi verdiler.

Bir adada hapis durumda olan ve hiç bir operasyon imkanı olmayan Abdullah Öcalan ile birlikte hareket eden Marxist-Leninist komünist terör örgütü PKK ‘halkların dostu’ gibi lanse edildi. Aslında yeni plan belli olmuştu. Amerika Birleşik Devletleri ve Avrupa Birliği ülkeleri PKK’yı planları dışında ortaya çıkan IŞİD’e karşı kullanacakları yeni piyonlar olarak belirlemişlerdi.

Eğer Batı IŞİD’e karşı PKK’yı silahlandırmaya kalkar, bu durumda PKK’nın büyük bir hezimete uğrayacağı çok açıktı. Çünkü PKK gibi dağlarda kalleş terör eylemleriyle hareket eden bir örgüt olarak düzenli ordulara ancak vur-kaç tekniği ile zarar verebilir, hedefindeki orduyu yorabilir ve kayba neden olabilir. Fakat bu sefer karşısındaki hedef yine bir gerilla birliğiydi ve gerilla savaşının temel itici gücü olan ideoloji anlamında kendilerinden kat kat güçlüydü. Elinde Irak ve ABD ordusuna ait çok gelişmiş silahlar vardı. Sonunda Kobani’de PKK daha önce hiç görmediği bir yenilgi aldı ve çok yüksek sayıda teröristin ölümüyle gücünü önemli anlamda yitirdi. Bu şekilde Amerika’nın daha önce Afganistan’da, İran’da ve Güney Amerika’da yaptığı gibi ‘terör örgütleri destekleyerek bölge kontrolü’ politikasının bir kez daha çöktüğünü görmüş olduk.

Türkiye olarak hemen yanıbaşımızda Suriye iç savaşı 3.5 yıldır devam ediyor ve yüz binlerce masum insan Esad’ın bombaları ve rejim birliklerinin saldırılarıyla hayatını kaybetti, sayısı 6 milyonu aşan mülteci ortaya çıktı. Fakat bütün Suriye’nin tamamı için Kobani’deki PYD/PKK savaşçılarını kurtarmak için yapılan propagandanın küçük bir bölümü bile yapılmadı. Aynı şekilde, IŞİD uzun süredir Rakka’da varlığını sürdürüyor. Birçok Suriye bölgesini ele geçirip Irak’a geçti ve hem Irak’ta hem Suriye’de Kürtlerin yoğunlaştığı onlarca köyü kontrolü altına aldı. Ama Kobani’de yaşanan panik diğer bölgelerin hiçbirinde yaşanmadı. Peki Kobani’yi bu kadar önemli kılan ne?

Kobani’de gerçek anlamda Batı’yı ilgilendiren hiçbir şey yok aslında. Kobani’deki halkın ezici çoğunluğu, yani 182.000 sivil, Türkiye’nin uyarısı ile IŞİD henüz kantona gelmeden Türkiye’ye geçti ve şu an güvenlikteler. Kobani’de sadece YPG’nin canlı kalkan olarak kullanmak istediği, bu nedenle de Türkiye’ye gitmelerine izin vermediği çok çok az sayıda sivil var. Kobani’de petrol yok ve stratejik açıdan Komünist Kürdistan hayalinin yıkılması dışında Batı’yı ilgilendiren hiçbir şey de yok. Bu durumda diğer bölgelerde IŞİD’in öldürdüğü Kürtler, binlerce Şii Arap Irak askeri, Suriyeli Arap direnişçiler konusunda niçin Batıdan bir ses çıkmadığı elbette merak konusu.

Batı devletleri, PKK’nın artık terörü desteklemeyeceği, PKK’nın demokrasi yanlısı olduğu, bir Kürdistan kurulursa bunun İsrail dostu olacağı, PKK’nın kadınlara değer verdiği gibi Maocu propaganda taktiklerinin tamamına inanmış durumdalar. Oysa bölgede PKK’nın kontrolünde bir Komünist Kürdistan kurulduğu takdirde bu devlet sadece İsrail’in değil kapitalist Batının da baş düşmanı olacaktır. PKK gibi bir terör örgütünün silah bırakması asla mümkün değildir, bu onların tüm ideolojik altyapılarına, varoluş amaçlarına aykırıdır. Marksist, Leninist bir terör örgütü olan PKK’nin gerçek yüzü geçtiğimiz hafta Türkiye’de gerçekleştidikleri ve 40’a yakın insanın vahşice katletilmesi, devlet mallarının, dükkanların, araçların yakılması, yıkılması ve yağmalanmasıyla sonuçlanan kanlı eylemlerden de açıkça anlaşılmaktadır. PKK şiddeti tek yol olarak gören, kalleş bir terör örgütüdür, Batı’ya sempatik gözükmek için yaptıkları propagandanın ise hiçbir gerçek yönü yoktur.

IŞİD elbette bir tehlikedir, fakat PKK tüm dünya için IŞİD’den daha büyük ve daha yakın, her Batı ülkesinde yapılanmış bir tehlikedir. Batı devletlerinin PKK’nın kendisini masum gösteren propagandasına kanmaması gerekmektedir. Bu grubun hemen her ülkede terör örgütü listesine alınmasına neden olan gerçekler bugün de geçerlidir. Stratejik gerçekler de bunu kanıtlamaktadır. IŞİD sorunu PKK gibi kanlı bir terör örgütünün ortaklığıyla, bombalarla, silahlarla değil ancak fikri bir mücadeleyle çözülebilir. Aksi, yani şiddet sadece daha fazla şiddet getirecektir.

Adnan Oktar’ın Urdu Times Gazetesinde yayınlanan makalesi

urdu times_adnan_oktar_pkk_propaganda

http://www.harunyahya.org/tr/Makaleler/194563/Adnan-Oktar-Sengal%E2%80%99den-Kobani%E2%80%99ye-PKK-Propagandasinin-Yukselisi-ve-Cokusu

Adnan Oktar: Güçlü Devletler Çıkarlarını Korumak İçin İnsani Müdahaleyi Bahane mi Ediyorlar?

adnan oktar resimleri adnan hoca islam birligi a9tv

Adnan Oktar: Güçlü Devletler Çıkarlarını Korumak İçin İnsani Müdahaleyi Bahane mi Ediyorlar?

IŞİD terör örgütü nedeniyle Suriye ve Irak’ta yaşananlar, uluslararası ilişkilerin en tartışmalı kavramı olan insani müdahaleyi bir kere daha dünya gündemine getirdi.

Uluslararası hukukta devletlerin egemenlik haklarına saygı esastır, devletlerin iç işlerine müdahale edilemez. İnsani müdahale uluslararası hukukun bu esasına karşı istisnai bir durum arz eder. İnsani müdahale kavramı, en basit tanımıyla bir veya birkaç devletin, başka bir devlete karşı geniş çaplı insan hakları ihlallerini önlemek amacıyla kuvvet kullanmasıdır.

İnsani müdahale tanımı itibariyle net ve iyi niyetli görünse de beraberinde pek çok tartışmalı hususu da getirir. Bu hususları şöyle belirtmek mümkündür:

İnsani müdahale ulusların çıkarcı yaklaşımlarını gizleme yöntemi midir?

İnsani müdahalenin çok tartışılan bir konu haline gelmesine neden olan ana husus müdahaleyi gerekli kılacak koşullardaki belirsizlik ve şüphedir. Bugün tüm devletler kendi ulusal çıkarlarını gözeten politikalar izlemektedirler. Bu durum daha başlangıçta bazı ülkelerin bir ülkeye insani gerekçelerle müdahalesini tartışılır kılmaktadır. Libya’ya yapılan müdahalenin sadece Libyalıları Kaddafi zulmünden kurtarmak olmadığı aşikârdır. Müdahalede bulunanların Libya’daki vatandaşlarını kurtarmak, Libya’nın petrol gelirlerinden pay almak ya da Kaddafi sonrası dönemde ihalelere girebilmek gibi ulusal çıkarları insani müdahale kavramının arkasına gizlenmiştir.

İnsani müdahale çifte standarda mı tabidir?

Özellikler Arap baharı sonrası ve öncesi dikkate alınacak olursa insani müdahalenin reddedildiği, hatta hiç seçenek olarak dikkate alınmadığı birçok ciddî insanî kriz örnekleri mevcuttur. Bunun nedenleri, müdahale edebilecek durumdaki ülkelerin ulusal çıkarlarını tehlikede görmemesi, bu müdahalenin sonucunda petrol, değerli maden gibi çıkarlar elde edilemeyecek olması ya da medyanın ihlallere ilgi göstermemesi olabilmektedir. Bu durum insanî müdahale kavramını siyasî ve ahlâkî açıdan tartışılır bir hale getirmektedir.

Libya’da Kaddafi’ye karşı koalisyon güçleri insani gerekçelerle müdahalede bulunmuştur. Ancak aynı ülkeler Suriye’de Libya’dakinden çok daha vahim bir durum olmasına karşın Esad yönetiminin yaptığı zulme devam etmesine göz yummaktadırlar.

ABD, kitle imha silahlarının varlığını gerekçe göstererek Irak’ı işgal etmiştir. Bu silahların Irak’ta olmadığı ortaya çıkınca Irak halkını Saddam’dan kurtararak özgürleştirmek ve demokrasi ile yönetimi tesis etme gerekçelerini ileri sürmüştür. Ne var ki işgalden bugüne kadar Saddam döneminde çok daha fazla can kaybı yaşanmış, Ebu Gureyb Cezaevi’nde Saddam dönemini defalarca aşan işkenceler yapılmıştır. Irak demokrasi ile yönetilen istikrarlı bir ülke haline gelmek şöyle dursun, çok büyük bir kargaşa, çatışma ve bölünmeye sürüklenmiştir.

Öte yandan Kosova ve Bosna’da son derece haklı olarak insani müdahaleler gerçekleşirken, buralardakine benzer koşullar ortaya çıktığı için Türkiye’nin Kıbrıslı Türkleri kurtarma operasyonu işgal olarak kabul edilmiştir.

Türkiye’de PKK terör örgütü 30.000’den fazla kişiyi öldürmüş, evleri ve işyerlerini yakıp yıkmıştır. Tüm bunlar olurken Batı ülkeleri uzunca bir süre Türkiye’nin PKK’ya karşı müdahale taleplerini duymazdan gelmiş, hatta Türkiye’nin PKK teröristlerine yönelik tutumunu eleştirmiştir.  Son aylarda ise Suriye’nin Kobani kentindeki PKK-PYD ve IŞİD arasındaki çatışmaya müdahale etmediği için Türkiye Batı dünyasından büyük bir baskı görmektedir. Hatta bu çatışmaya askeri anlamda dahil olmadığı için Türkiye NATO’dan atılmakla bile tehdit edilmektedir. Alman dışişleri Bakanı Kobani’ye karadan müdahalenin şart olduğunu, ama Alman gençlerinin kıymetli olduğu için böyle bir müdahaleye katılmayacaklarını açıklarmıştır. Aynı bakan bu demecinin hemen arkasından Türk askerlerinin ve Arap askerlerinin müdahale etmesi gerektiğini söyleyebilmiştir.

Tüm bu örnekler insani müdahalelerin arkasında safi iyi niyetten başka şeyler olduğunu, hatta uluslararası ilişkilerde bir çifte standardın varlığını açık bir şekilde göstermektedir.

İnsani Müdahale ile ilgili diğer sorular, diğer sorunlar

İnsani müdahalenin kavram olarak içeriği ile ilgili sorunların yanında teknik sorunlar da mevcuttur. Müdahale hangi ihlaller hangi yoğunluğa ulaştığında gerçekleştirilecektir, müdahale hangi ülkelerle, ne şekilde gerçekleştirilecektir? Müdahalenin meşruiyeti nasıl sağlanacaktır? Müdahale ne zaman sonlanacaktır? Müdahalenin maliyetleri nasıl karşılanacaktır? Dünya üzerinde yaşanan örneklere bakıldığında tüm bu soruların farklı olaylarda farklı cevaplar bulduğu görülmektedir.

Haklı olup olmadığının ötesinde “insani müdahalenin kendisinin insani olmaması durumu” tehlikesi mevcuttur. Irak ve Afganistan’a müdahalelerin insani gayelerle gerçekleştirildiği söylenmişse de, müdahaleler nedeniyle yüz binlerce masum sivil ölmüş, milyonlarca kişi evini yurdunu terk etmek zorunda kalmıştır.

Bugün IŞİD’e karşı başlatılmış olan müdahale sürecinde Suriye ve Irak’taki sivilleri çok daha zor günler beklemektedir. Hava bombardımanı sivillerin ölümüne yol açtığı gibi IŞİD’i de beklendiği şekilde etkilememektedir. Bir kara operasyonunun sivil kayıplarını daha da artıracağı ise herkesçe bilinen bir gerçektir.

İnsani müdahaleden daha insancıl bir yöntem mümkün

İnsani müdahalenin gerekliliği ve yöntemlerini tartışmak yerine başka yöntemlerle tüm ulusların güvenliğini sağlamak mümkündür.

Bunun için devletler öncelikle vatandaşlarının her türlü ahlaki duyarlıktan, insani duygulardan, merhametten, şefkatten, sevgiden, acıma duygusundan uzak yetişmelerine engel olmalıdır. İnsanları haksız yere öldürmenin, yurtlarından çıkarmanın, mallarını gasp etmenin ve işkencenin büyük zulüm olduğu tüm dinlerin mensuplarına çocuk yaştan itibaren öğretilmelidir.

Tüm farklılıklarına rağmen insanların sevgi ve barış içinde yaşamalarının mümkün olduğunun öğretildiği bir dünyada ne insanları kurtarmak için kuvvet kullanmaya gerek kalacak ne de müdahalelerin samimiyeti sorgulanacaktır. Çünkü müdahaleyi gerektirecek durumlar baştan engellenmiş olacaktır.

Adnan Oktar’ın Arabian Gazette’de yayınlanan makalesi:

http://www.arabiangazette.com/humanitarian-interventions-pretext-20141116/

arabian gazette_adnan_oktat_humanitarian_intervention

Adnan Oktar: Hillary Clinton PKK’lı Teröristleri değil, NATO Üyesi Olan Türkiye’nin Güvenliğini Savunmalıdır

adnan oktar hillary clinton adnan hoca a9 tv isid pkk pyd

Adnan Oktar: Hillary Clinton PKK’lı Teröristleri değil, NATO Üyesi Olan Türkiye’nin Güvenliğini Savunmalıdır

Türkiye, 8 Eylül 1952’den beri dünyanın en etkili ve güçlü uluslararası askeri ittifakı olan NATO’nun önemli bir üyesi. NATO’nun kuruluş amacı, üye ülkelere askeri desteklerde bulunmak ve dış tehditlerden korumayı sağlamak.

NATO’nun, “Bir üyeye yapılan saldırı tüm üyelere yapılmış sayılır”hükmünü içeren 5. maddesi ilk defa 11 Eylül 2001’den sonra uygulandı. New York’ta gerçekleştirilen ‘11 Eylül saldırıları’nda toplam 2.974 kişi can verdi. Amerikan yönetimi de bu saldırılar üzerine terörizme karşı ortak harekat için NATO’yu göreve çağırdı. NATO bir aydan kısa bir süre içerisinde terörizme karşı büyük bir harekat başlattı. Bu harekat daha sonradan Irak ve Afganistan’ın da NATO güçleri tarafından işgal edilmesine kadar genişletildi.

Peki NATO sözleşmesinin teröre tehdidiyle ilgili maddeleri tüm üye ülkeler için de aynı şekilde uygulamaya konuluyor mu?

Bir NATO üye ülkesi olan Türkiye de on yıllardır, Marksist Leninist terör örgütü olan PKK’nın terörist saldırılarına maruz kalıyor. Bu terörist faaliyetler, Amerikan Dışişleri Bakanlığı Terörizm Departmanı’nın ABD yönetimine sunduğu birçok raporda da yer aldı. Söz konusu raporlardan biri de, Bill Clinton’ın başkanlık dönemi olan 1995 yılında hazırlandı. İlgili raporda PKK terör örgütünün, “Suriye’nin Bekaa Vadisi’ne yerleşerek terörist faaliyetlerine devam ettiği, dönemin Suriye rejiminden güçlü bir lojistik destek aldığı ve  Türkiye’ye olan saldırılarını buradan sürdürdüğü” belirtiliyor. Bölücü örgütün Irak üzerinde de onlarca terör kampı bulunuyor.

PKK, 1984’ten beri Türkiye’nin askeri karakollarına saldırarak askerlerimizi şehit etmektedir. Bu saldırılarda, Güneydoğu Anadolu bölgesinde güvenliği sağlamakla görevli jandarma, korucular ve polisler de silahlı binlerce saldırıya maruz kalmıştır. PKK, bugüne kadar gerçekleştirdiği 80 bini aşan terör saldırısıyla 40 bin vatandaşımızın hayatını kaybetmesine neden olmuştur. TBMM İnsan Haklarını İnceleme Komisyonu’nun 2013 yılı raporuna göre son 30 yılda 7.918 kamu görevlisi şehit olmuştur. Milli Savunma Bakanlığı’nın 2012 verilerine göre şehit olan asker sayısı 4.892, şehit polis sayısı 550, şehit korucu sayısı 1.500’dür. Bu dönem zarfındaki gazilerin toplam sayısı ise 20 binin üzerine çıkmıştır.

Gelişen olaylar neticesinde, NATO, BM ve AB gibi uluslararası kuruluşlar tarafından PKK, terör örgütü olarak kabul edilmiştir. ABD Hükümeti de PKK örgütüne, kendisine ait olan “Yabancı Terörist Organizasyonlar” listesinde yer vermiştir. Hatta ABD Dışişleri Bakanlığı birçok kereler, PKK’nın her ne isim altında olursa olsun terör örgütü olarak kabul edildiğini açıklamıştır. ABD Dışişleri Bakanlığı eski sözcülerinden Adam Ereli, 2003 yılında bu yönde yaptığı açıklamasında, “PKK/KADEK, hangi ad altında olursa olsun, terörist bir örgüttür ve hiçbir isim değişikliği veya basın açıklaması, bu gerçeği değiştiremez. PKK/KADEK ile Amerikan güçleri ve Irak sınır polisi arasındaki son çatışma ve örgütün Türkiye’deki son saldırıları, bu örgütün terörist doğasını sergilemektedir. Irak’ta koalisyon güçleri, PKK/KADEK veya KHK’ya, terörist muamelesi yapacaktır ve örgütün liderleri tutuklanacaktır. ABD Başkanı George Bush, Irak’ın terörist yuvası olarak kullanılmasını engellemekte kararlıdır ve bu sözümüzü tutacağız” ifadelerine yer vermiştir. Aynı şekilde, ABD Dışişleri Bakanlığı eski sözcülerinden Richard Bouche, 2005 yılında, “Türkiye gibi biz de PKK’yı terörist bir örgüt olarak görüyoruz” demiştir. Benzer bir açıklamayı, 2008 yılında ABD Dışişleri Bakanlığı eski sözcülerinden Robert Wood da dile getirmiş,“PKK bir terör örgütüdür. Biz bu örgütün ortadan kalktığını görmek istiyoruz” demiştir.

Hillary Clinton da, Dışişleri Bakanı olduğu dönemde, Temmuz 2011’deki İstanbul ziyaretinde PKK terörünü kınayan açıklamalarda bulunmuştur. Bu ziyaret tarihi, PKK’nın 13 askerimizi şehit ettiği hain bir saldırıya denk gelmiş, Sayın Clinton da“Türkiye’nin terörle olan mücadelesini destekliyoruz” açıklamasını yapmıştır.

Sayın Clinton, 2012 Ağustos’unda bir başka ziyaretinde de, Tayyip Erdoğan’ın“PKK ile PYD aynı/yakın örgütler. PKK, PYD bölgesini üs haline getirir ve bize saldırırsa bunu savaş sebebi olarak görürüz” sözlerine karşılık olarak, “Suriye PKK teröristlerinin yatağı olmayacak” diyerek bu konudaki ABD’nin kararlılığını dile getirmiştir. http://edition.cnn.com/2012/08/14/world/meast/syria-kurds/ Bu ziyaretinde ayrıca, “Türkiye ve ABD birlikte PKK’ya karşı sıkı bir mücadele ediyor”sözlerine yer veren Clinton, yılındaki bir başka konuşmasında da, “PKK, Türkiye ve ABD’nin ortak düşmanıdır” sözlerine yer vermiştir.

Hillary Clinton’un Amerikan Dışişleri Bakanlığı yaptığı dönemde yayınlanan terör raporunda ise, PKK’nın Avrupa’daki en ölümcül terör organizasyonu olduğu belirtilmiştir.

Ancak, Sayın Clinton geçtiğimiz günlerde, bugüne kadar söylediklerinin ve bilinenlerin tam aksine yaptığı açıklamalarla herkesi şaşırtmıştır. George Town Üniversitesi’ndeki bir toplantıda Clinton, PKK’lı kadın teröristleri öven bir konuşma yapmıştır. Kobani’de savaşan, daha önce binlerce Türk askerini şehit etmiş ve cinayet işlemeye hazır kadın teröristler için, “Kürt kadınları IŞİD’e karşı savaşta büyük bir rol oynuyor. Kadın savaşçıların desteklenmesi için elimizden gelen her desteği onlara sunmalıyız.” ifadelerini kullanmıştır.

PKK ve onun Suriye kolu olan YPG, NATO üyesi olan Türkiye’nin binlerce askerini şehit etmiş katillerden oluşmaktadır. Türkiye, terör örgütü PKK ile olan mücadelesinde NATO’dan destek beklerken, Clinton’ın PKK’lıları kahraman gibi gösteren açıklamaları şüphesiz büyük hata olmuştur. Sayın Clinton bazı Batı yayınlarında yer alan tek taraflı propagandanın etkisi altında kalmayacak kadar bilgi ve birikim sahibi bir insandır. Şüphesiz, “PKK artık barış sürecine girdi, şiddeti bıraktı” gibi yanılgıların gerçeği yansıtmadığını da çok iyi biliyordur. Nitekim henüz bir kaç hafta önce PKK, Türkiye’de 3 askeri, bir polisi şehit etmiş, çıkan sokak olaylarında ise 50 insanımız ölmüştür.

Her şeyden önce, PKK’lıların, terör ve şiddet uygulayan bir başka terör örgütüyle savaşıyor olması, cinayet işlemiş bu insanların övülmesi için geçerli bir sebep değildir. PKK’lı teröristler kadın veya erkek olsun, terör eylemleriyle cinayetler işlemektedir. Dolayısıyla teröristi cinsiyetine göre sınıflandırmak da yanlıştır. Sonuç olarak, Türk askerine saldırmayı hedefleyen teröristlerin Sayın Clinton tarafından kahraman ilan edilmesi çabası elbette kabul edilemez bir durumdur.

Aynı şekilde Amerikalılar, kendi askerlerine saldırıp öldüren kadınlar söz konusu olsa, “Bu kadınlar kahraman!” sözünün söylenmesine asla razı olmayacaktır. Dolayısıyla, Türk askerlerine karşı cinayete azmetmiş PKK’lı kadınların övülmesi de benzer şekilde kabul edilemez bir durumdur.

Bir cinayet şebekesinin Amerika’da olay çıkarmaması da, o örgütün terörist olduğu gerçeğinin görmezden gelinmesini gerektirmez. Eski Dışişleri Bakan Sözcüsü Adam Ereli’nin de belirttiği gibi, PKK’nın ülke ülke veya dönem dönem isim değiştirmesi kimseyi aldatmamalıdır. Örgütün Stalinist teröre ve cinayetlerine devam ediyor olması, uluslararası tüm platformlar açısından yeterli olmalıdır.

Makale: http://www.harunyahya.org/tr/Makaleler/195103

 

Komünist Kürdistan Tehlikesi
http://harunyahya.org/tr/Kitaplar/146212/Komunist-Kurdistan-Tehlikesi
komunis tkurdistan tehlikesi recep tayyip erdogan akp ak parti adnan oktar

Komünist Çin’in Zulüm Politikası ve Doğu Türkistan
http://harunyahya.org/tr/Kitaplar/779/Komunist-Cinin-Zulum-Politikasi-ve-Dogu-Turkistan
komunist cin dogu turkistan recep tayyip erdogan akp ak parti adnan oktar

Terör Sevgiyle Yok Edilir
http://harunyahya.org/tr/Kitaplar/957/teror-sevgiyle-yok-edilir
adnan oktar pkk teror sevgiyle yok edilir kitap basbakan recep tayyip erdogan

Komünizm Pusuda
http://harunyahya.org/tr/Kitaplar/781/Komunizm-Pusuda
komunizm pusuda komunist ak parti akp gezi parki adnan oktar recep tayyip erdogan

Adnan Oktar – PYD ile PKK Arasında Hiçbir Fark Yoktur, İkisi de Terör Örgütüdür

adnan oktar pkk pyd teror orgutu abdullah ocalan a9 tv komunizm

Adnan Oktar – PYD ile PKK Arasında Hiçbir Fark Yoktur, İkisi de Terör Örgütüdür

PKK, Marksist Leninist bir terör örgütüdür. Türkiye’de 40 binden fazla insanın ölümüne sebep olmuştur. Terör örgütü şiddet eylemlerini devam ettirmekte, Türk askerlerini ve polislerini şehit etmektedir. PKK tarafından öldürülen binlerce Kürt vardır. Halen de bu cinayetler devam etmektedir. Dolayısıyla özellikle Batı basınında propagandası yapılan PKK Kürtlerin koruyucusudur ve artık terörü bıraktı iddiaları gerçek dışıdır.

Batı’da yoğun olarak propagandası yapılan bir diğer yanılgı da PYD ile PKK’nın birbirinden farklı olduğu iddiasıdır. Oysa PKK ne ise PYD de aynen odur. Kurucuları, liderleri, hedefleri ve elbette zihin yapıları birbirinin tıpatıp aynısıdır. Aralarındaki bağ sadece ideolojik değil aynı zamanda maddi ve organiktir. PYD’nin tüm toplantılarında Öcalan’ın posterleri baş köşeyi süsler. PYD eş başkanı Salih Müslim’in Öcalan’la aynı sofralarda oturduğu fotoğraflar bilindik karelerdir.

Suriye’de Kürtlerin yoğun olarak yaşadığı bölgeler ise, kendisini 21.yüzyılın Lenin’i olarak gören Öcalan’ın adeta kanlı bir laboratuvarı olmuştur. Esad’la yaptığı iş birliği neticesinde Kuzey Suriye’de yönetimi ele alan PYD, kurduğu despot rejimle en başta bölgede yaşayan Kürtlere büyük zulümler yapmıştır. Bu zulümleri ilerleyen satırlarda detaylı ele alacağız, ancak önce PYD’nin kuruluş aşamasını incelemekte fayda var.

Öcalan’ın Emriyle Baas Rejimi’nin Desteğiyle Kurulan PYD

Suriye Baas rejimi PKK ve Abdullah Öcalan’ın her zaman koruyucusu olmuştur. 1978’de PKK’nın kuruluşunu ilan etmesinden kısa bir süre sonra, 1979’da, Öcalan’ın sığındığı ülke Suriye idi. Türk Devleti’nin ısrarlı uyarılarına rağmen Baas rejimi örgütün palazlanması için her türlü desteği verdi. Türkiye’de sayısız kanlı eyleme imza atan teröristlerin büyük kısmı Suriye’deki kamplarda yetişti. Öcalan’ın en önemli destekçilerinden biri hiç kuşkusuz Baas rejiminin eli kanlı istihbaratı El-Muhabarat idi.

Suriye 1999 yılında, Türk devletinin manevi baskısı sonucunda, Abdullah Öcalan’ın ülkeden çıkardı. Örgüt ise El-Muhabarat’a emanet edildi. Teröristlerin bir kısmı Kuzey Irak’a ve Kandil’e geçti. Geride kalanların ne olacağını ise Baas rejimi organize etti. El-Muhabarat’ın yönlendirilmesiyle yeni isimle bir yapı kurularak, örgütün hem maddi varlığı hem de elemanları bu yapının denetimine bırakıldı. İşte bugün Demokratik Birlik Partisi yani PYD olarak bilinen hareket, o günlerde El-Muhabarat’ın bizzat oluşumuna destek verdiği, Abdullah Öcalan’ın örgütünün bizzat kendisidir.

PYD resmi kayıtlara göre ise 2003 yılında kuruldu. İdeolojik lider olarak Öcalan’ı gördüğünü, yasal yönetim olarak ise Kongra-Gel (Kürdistan Halk Kongresi)’e bağlı olduğunu açıkladı. Eş başkanlık sistemini kullanan PYD’nin bir başkanı Abdullah Öcalan’la aynı sofrayı paylaşan Salih Müslim, diğer başkanı ise PKK’nın merkez üssü konumundaki Kandil’de yaşayan kadın militanlardan Asya Abdullah’tır. Salih Müslim PYD’nin, Avrupa’da ve diğer ülkelerde görüşmeler yürüten, basına demeçler veren görünen yüzüyken, Asya Abdullah PYD’nin -Kandil’deki- gerçek yöneticisidir.

Tüm bu gerçeklere rağmen, PKK ile arasında sadece ideolojik bağ olduğunu iddia eden PYD’nin doğru söylemediğinin önemli bir somut delili daha vardır: PYD, KCK’nın şemsiyesi altında olan bir harekettir. KCK ise Avrupa ve Ortadoğu’daki tüm PKK yapılarının üst kuruluşudur. PKK ve PYD’yi de içine alan sözde konfederal devlet yapısının, yani Bağımsız Komünist Kürdistan hayalinin tasarlanmış tüm devlet organlarını temsil eden organizasyondur. KCK yürütme konseyi bu sözde Bağımsız Komünist Kürdistan devletinin yürütme erkini temsil eder, örgütün sözde hükümetidir. PKK ve PKK’nın alt birimleri olan tüm silahlı gruplara ve bölgedeki tüm örgütlenmelere hükmeder. Bu şemsiye altında ki örgütlerden biri de PYD’dir. Dolayısıyla PYD sadece ideolojik olarak değil yapısal ve maddi olarak da tam anlamıyla bir PKK uzantısıdır, PKK’dan hiçbir farkı yoktur.

YPG, Kandil’de Eğitilen PKK’lı Teröristlerden Oluşmaktadır

PKK safında eylem yapan çok sayıda Suriye kökenli militan vardır. Bunlar Türkiye’deki eylemlere de katılmışlardır. PYD ve PKK silahlı güç olarak da içiçe geçmiş iki yapıdır. PKK içinde eylem yapan Suriye kökenli militanlar, PYD’nin silahlı gücünün de çekirdek yapısı olmuştur.

PYD’nin silahlı gücünün adı YPG (Halk Koruma Birlikleri)’dir. 5 ila 10 bin militanı olduğu tahmin edilen YPG’nin militanlarının neredeyse hepsi Kandil’de hem ideolojik hem silahlı eğitim almıştır. YPG militanlarının gerçek yöneticisi Kandil’deki PKK liderleridir. YPG’ye katılan yeni militanlar önce Kandil’de Marksist Leninist Stalinist ideolojik eğitim alır. Bu eğitimin ardından silahlı eğitime geçilir, Kandil’deki PKK liderleri temel askeri eğitimi verir. Daha sonra ise Afrin, Kobani ve Cezire’de kurulmuş olan askeri akademilerde eğitime devam edilir.

Kobani’nin IŞİD tarafından ele geçirilmesi sırasında YPG militanları arasında çok sayıda PKK yöneticisi olması da göz ardı edilmemesi gereken önemli bir durumdur.

PYD, Suriyeli Kürtleri Acımasızca Ezmiştir, Kendisinden Farklı Düşünenleri Yok Etmiştir

Batı basınında pek yer bulmayan hakikatlerden biri de, Kürt halkının PYD zulmünden kurtulmak için komşu ülkelere sığınmasıdır. Kuşkusuz PYD’nin en zalim yönlerinden biri Esad rejimi ile ittifak etmesidir, zira bu ittifak bölge Kürtlerinin büyük acılar yaşamasına sebep olmuştur. Baas rejimiyle anlaşarak Kuzey Suriye’de demokratik özerklik ilan ettiğini duyuran PYD’nin bu adımın öncesinde ve sonrasında muhalif ve dindar Kürtleri yok etmeye yönelik faaliyetleri bilinmektedir. Geçtiğimiz yıl yaklaşık 50 bin Kürt PYD baskısından kaçarak Kuzey Irak’a sığınmıştır. Benzer şekilde Türkiye’ye Suriye’den ilk gelen mülteci gruplarından biri de Haseke’de PYD zalimliğinden kurtulmak isteyen Kürtler olmuştur.

Ünlü düşünce kuruluşlarından biri olan Crisis Group PYD’nin kendi ideolojisine inanmayan, dindar, sıradan Kürt halkını nasıl acımasızca ezdiğini son hazırladığı raporla ortaya koymuştur. Önde gelen insan hakları örgütlerinden biri olan HRW (Human Rights Watch) da Kuzey Suriye ile ilgili bir rapor hazırlamış; PYD’nin muhalifleri haksız yere tutukladığı, sorgulama sırasında ağır işkence yaptığını, cezaevlerinin haksız yere tutuklanan muhaliflerle dolu olduğunu ortaya koymuştur. YPG tarafından öldürülen muhalif Kürtlerin sayısı ise bilinmeyecek kadar çoktur. Örneğin, Barzani yanlısı Kürt Partisi’nin 3 üyesinin göz altına alınması üzerine yapılan gösteriyi, PYD halkın üzerine ateş açarak dağıtmıştır. Uçaksavarlar halkın üzerine ateş açmak için kullanılmış, 10 kişi hayatını kaybetmiş, onlarca kişi de yaralanmıştır. Bu gibi toplu katliamların yanı sıra PYD’liler tarafından evlerinden alınıp götürülen ve akıbeti bilinmeyen veya sokak ortasında vurulan yüzlerce Kürt vardır.

Nasıl ki PKK ve ona bağlı olan silahlı kolu HPG Türkiye’de terörist faaliyetler yapmakta ise PYD ve onun silahlı militanlarını oluşturan YPG de Kuzey Suriye’de terör estirmektedir.

Dolayısıyla Abdullah Öcalan’ın “konfederal demokratik özerklik” diye isimlendirdiği modelin gerçekte Marksist Leninist Stalinist fikirlere dayalı bir diktatörlük olduğu asla göz ardı edilmemelidir. Bazılarının bilgisizlikten, bazılarının ise bölgedeki derin planları gerçekleştirmek hayaliyle destekledikleri PYD (ve elbette PKK), Kürtlerin başındaki en büyük beladır. Unutmamak gerekir ki, Marksist Leninist Stalinist ideolojiyi temel alarak hareket eden bir yapılanmadan “demokrat” bir yönetim çıkmaz, sadece proletarya diktatörlüğü çıkar.

Sonuç

Görüldüğü gibi, “PYD ayrı PKK ayrı” safsatası gerçeği yansıtmıyor. Mafya bir yere baskın yaptığında cinayeti işleyen de, kapıda bekleyen de, arabayı kullanan da aynı suçu işlemiş olur. Hepsi aynı suça ortaktır ve aynı mafya örgütünün üyesidir. Dolayısıyla Öcalan’a bağlı hareket eden tüm gruplar da aynı terör örgütünün birer parçasıdır ve işlenen insanlık suçundan sorumludur.

Bütün bu terörist örgütlerin niyeti asla “masum halkı korumak” değildir. Örgüt ve uzantıları tarafından demokrasi adına yapılan tüm açıklamalar, Marksist Leninist Stalinist bir dikta rejimi kurabilmek için gerekli desteği kazabilmek adına kullanılan bir taktiktir. Kobani’de yapılan mücadele de Baas rejimi tarafından adeta kendilerine hediye edilen ve üzerinde proleterya diktatörlüğü kurulmaya başlanan toprağı kaybetmeme gayretidir.

Kobani’deki ve bölgedeki masum Kürt halkını koruma görevi komünist teröristlere ait olamaz. Eğer bir koruma görevi olacaksa bu Türkiye’ye aittir. Nitekim Kürt kardeşlerimiz de bu eşkıya grubundan kurtulmak için Türkiye’ye sığınmışlardır. Türkiye’nin merhameti ve adaleti tüm bölge halkları için bir güvencedir.

http://www.harunyahya.org/tr/Makaleler/193806/PYD-ile-PKK-Arasinda-Hicbir-Fark-Yoktur-Ikisi-de-Teror-Orgutudur

 

Ücretsiz kitap: Komünizm Pusuda
http://harunyahya.org/tr/Kitaplar/781/Komunizm-Pusuda
komunizm pusuda komunist ak parti akp gezi parki adnan oktar recep tayyip erdogan

Komünist Kürdistan Tehlikesi
http://harunyahya.org/tr/Kitaplar/146212/Komunist-Kurdistan-Tehlikesi
komunis tkurdistan tehlikesi recep tayyip erdogan akp ak parti adnan oktar

Komünist Çin’in Zulüm Politikası ve Doğu Türkistan
http://harunyahya.org/tr/Kitaplar/779/Komunist-Cinin-Zulum-Politikasi-ve-Dogu-Turkistan
komunist cin dogu turkistan recep tayyip erdogan akp ak parti adnan oktar

Terör Sevgiyle Yok Edilir
http://harunyahya.org/tr/Kitaplar/957/teror-sevgiyle-yok-edilir
adnan oktar pkk teror sevgiyle yok edilir kitap basbakan recep tayyip erdogan

Adnan Oktar: Muhafazakar Medyaya Açık Mektup

adnan oktar pkk kobani abdullah ocalan muhafazakar basin

Adnan Oktar: Muhafazakar Medyaya Açık Mektup

Türkiye ve Ortadoğu’nun tarihi bir dönemeçten geçtiği günlerdeyiz. Ülkemizde son iki yıldır ardı ardına yaşanan olaylar, tüm aşamaları özenle tasarlanmış bir planla karşı karşıya olduğumuzu gösteriyor.

Ülkemiz aleyhinde böyle kapsamlı bir hareket varken, milli ve manevi bilince sahip olan kesimlerin çok daha duyarlı, titiz ve sorumlu hareket etmesi gerektiği açıktır. Eski Türkiye olarak tabir ettiğimiz 28 Şubat’ların yaşandığı dönemlerde, milli değerlere bağlı kesimlerin gerek medya gerekse propaganda gücü oldukça zayıftı. Karşıt kesimler bu zayıflıktan faydalanarak tek yanlı, güçlü propaganda yapabiliyorlardı. Bugün ise milliyetçi, muhafazakar ve dindar çevrelerin çok daha geniş imkanları var.

Bu imkanların vatan için, devlet için, millet için nasıl değerlendirildiği kuşkusuz çok büyük bir sorumluluk. Ulusal yayın yapan, milyonlarca insana ulaşma imkanı olan kuruluşların yayın anlayışının bu sorumluluğu doğru yansıtması son derece önemli. Özellikle PKK propagandasının Batı’da güç kazandığı, Türkiye’nin yalnızlaştırılmaya çalışıldığı, içinde Güneydoğu’nun olmadığı Türkiye haritalarının sıkça yayınlandığı bugünlerde, söz konusu basın yayın kuruluşlarının üzerindeki yükümlülük daha da fazla.

Gerek Gezi kalkışması sırasında gerekse Ekim ayının başında Türkiye çapında yaşanan ayaklanmada, şiddet yanlısı komünist ideolojinin halen etkin olduğu açıkça görülmüştür. PKK başta olmak üzere sol terör örgütleri liselerde, üniversitelerde, kahvehanelerde, mahalle aralarında yoğun olarak propaganda yapmakta ve gençleri etki altına almaktadır. Özgürlüğü, sosyal adaleti, insanca yaşamayı sokakta direnerek elde edeceğini zanneden genç kitleler şiddet eylemleri yaparken bunu bir inanç ve amaçla gerçekleştirmektedir. Dolayısıyla bu gençlerin şiddetten vazgeçmelerinin tek yolu söz konusu inançlarının yanlış olduğunun anlatılmasıdır.

Güneydoğu’da yapılan araştırmalar ve gözlemler gençler arasında ateizmin yaygınlaştığını, camilere gidiş oranlarının hızla azaldığını ve gençlerin yüksek oranda PKK’ya sempati duymaya başladığını göstermektedir. Bu durum, PKK’nın bölge halkı üzerindeki silahlı baskısı ile birlikte düşünüldüğünde, Türkiye’nin ciddi bir tehlikeyle karşı karşıya olduğunu gözler önüne sermektedir.

Bu koşullarda tüm yükümlülüğü Devlet’e bırakmak vicdanlı bir davranış değildir. Devletimiz devlet olmanın gereği olan tüm asayiş tedbirlerini almalıdır, ancak bu tedbirler gençlerin terör örgütlerinin tuzağına düşmekten korunması için yeterli değildir. İşte bu aşamada basın yayın kuruluşlarına vazife düşmektedir:

 

1.          Maneviyatı güçlü, imanlı bir nesil yetiştirmek için klasik İslam tarihi ve din bilgisi eğitimi yeterli değildir. Bugün Güneydoğu’da İmam Hatip Lisesi’nde eğitim görmüş, ancak PKK safında yer alan çok sayıda genç bulunmaktadır. İhtiyaç teknik din bilgisi değil, imandır.

2.              İmani çalışmanın yapılabilmesi için önce iman etmenin önünde engel olan putların ortadan kaldırılması gerekir. İnsanın tesadüf eseri olduğu ve sözde maymundan türediği telkini halihazırda müfredatta yer almaktadır. Gençler biyoloji dersinde bu safsataları öğrenmekte, ancak bunlara cevap olabilecek bilgiyi bilmemektedir.

3.              Darwinist eğitim alan bir gencin materyalist ideolojilere karşı direnç göstermesi mümkün değildir. Sözde bilimsel bilgiyle Darwinizmi öğrenen bir genç, Din Bilgisi dersinde aldığı geleneksel eğitimle bu ideolojiye cevap veremez. Cevap verebilmek için Darwinizmin neden geçersiz olduğunu anlatan somut bilgilerle donanmalıdır. Darwinizm yenildiğinde materyalizm, materyalizm yenildiğinde her türlü şiddet içeren ideoloji de yenilmiş olur.

4.              Darwinizmin geçersizliğini öğrenen bir gencin zihnindeki en büyük put kırılmış demektir. Şimdi gerekli olan, bu putun yerine doğru bilginin konulmasıdır. Bunun için de Allah’ın üstün aklını ve yaratma sanatını bizlere gösteren iman hakikatlerinin anlatılması önemlidir. İman hakikatleri derin düşünmeye dayalı, candan imanın gelişmesi için en önemli vesiledir. İman hakikatleriyle birlikte Kuran mucizelerinin anlatılması, akılda kalabilecek her türlü şüpheyi ortadan kaldıracaktır. Böyle fikri ve manevi donanıma sahip olan bir gencin terörün veya şiddetin safında yer alması ise mümkün değildir.

 

Dolayısıyla medyanızın yapacağı yayınlar da bu açıdan son derece önemlidir. Gazete ve dergilerde Darwinizmin geçersizliğini anlatan köşeler hazırlanabilir. Bir çok gazetede olan din sayfalarında Kuran Mucizeleri anlatılabilir, kısa iman hakikatlerine yer verilebilir. PKK ve diğer sol radikal örgütlerin şiddet yanlısı anlatımlarının eleştirileri düzenli olarak yayınlanabilir. Özellikle Güneydoğu’da PKK bir çok genç tarafından bir nevi kurtarıcı olarak görülmekte, gençler PKK’nın gerçek ideolojisini bilmemektedir. Bu konuda düzenli bir bilinçlendirme çalışması yapılarak, PKK’nın Marksist Leninist Stalinist bir örgüt olduğu, kuracağı sistemin despot ve baskıcı olduğu sürekli olarak anlatılarak bilinçlendirme yapılabilir.

Televizyonlarda saatlerce süren sohbet ve tartışma programları çoğu zaman tek taraflı propagandanın yapıldığı yayınlar haline dönüşmektedir. Bu konuda çok uyanık ve dikkatli davranmalı, Türkiye’nin bölünmesine, güçsüzleşmesine, istikrarsızlaşmasına sebep olabilecek bilinç altı çalışmasına müsaade edilmemelidir. Elbette her fikir özgürce anlatılmalı ama zararlı olabilecek bir fikrin doğrusuna da mutlaka yer verilmelidir.

Yayınlanan belgesellerde insanlar şüpheye düşürecek değil doğruya yönlendirecek yorumlar olmalı, Allah’ın üstün yaratma sanatı en güzel şekilde ifade edilmelidir.

Bu yayınlar için gerekli bilgi ve teknik donanım, Vakfımız’dan ücretsiz olarak temin edilebilir. Sayın Adnan Oktar’ın eserlerinin yayınladığı www.harunyahya.org sitesindeki tüm kitap, yazı, broşür, belgesel ve sesli anlatımlardan faydalanılabilir. Bunun karşılığında Vakfımızın veya Sayın Adnan Oktar’ın herhangi bir telif beklentisi bulunmamaktadır.

Sonuç olarak;

On yıllarca iç ve dış siyasetinde belli kalıplar içinde kalmaya mecbur bırakılmış Türkiye’nin bu kalıpları yıkmaya başlaması, mazlumlara sahiplenmesi, vicdan temelli siyaset izleyerek uluslararası siyasetteki ezberleri bozmasının belirli çevreleri rahatsız ettiği açıkça görülmektedir.

Milletimizin Büyük Türkiye ideali olduğu gibi, bu çevrelerin de hem Türkiye hem de Ortadoğu için bir “ideali” var. Onların idealinde güçlü ve istikrarlı bir Türkiye değil, parçalara ayrılmış, iç çatışmalarla boğulmuş, ekonomik olarak zayıflatılmış bir Türkiye var. Bunu gerçekleştirmek için de sahip oldukları tüm kaynakları, etki edebilecekleri tüm alanları sonuna kadar kullanmaktadırlar.

Bu durum karşısında milli ve manevi bilince sahip olanların da kendi imkanlarını sonuna kadar kullanması gerekir. Büyük Türkiye ve Türkiye’nin öncülüğünde İslam aleminin birleşmesi, Allah’ın izniyle mutlaka gerçekleşecek bir idealdir. Bu ideale giden yolda son dönemeçlerden geçilirken, herkesin gösterdiği kararlılık, azim ve gayret kıymetlidir. Milliyetçi muhafazakar dindar basınımız da, üzerine düşen görevi yapmalı, ülkemizi güçten düşürmeyi ve bölmeyi amaçlayanlara, karşı propaganda ile cevap vermelidir.

Kaynak: http://www.harunyahya.org/tr/Makaleler/193328/Muhafazakar-Medyaya-Acik-Mektup